Skip to main content

Sevgili Bavê Rabun(1),

Sevgili  Bavê Rabûn 1 Kamuran Melikendi7 yıl sonra yeniden  Güney Kürdistana  dönmek  ve oradaki  gelişmeleri  kendi gözlerimle görmek   çok heyecan verici oldu benim için…Avrupa’dan  Güney Kürdistan’ın  Başkenti  Hewlêr’e  uçmak  kendi  başına   tarihsel bir olaydı…  Ben  daha önce  Kürdistanı işgal eden  Kürd düşmanı devletlerin   başkentlerine uçarak ve  oralardan  binbir bela ve rezaletler  yaşıyarak   Güney’e ulaşanlardan  biri olduğumdan,  bu direk uçuşun  ne anlama  geldiğini   çok iyi biliyorum.. Bu uçuş,   benim için   tarihsel bir an ve yeni bir başlangıç  gibiydi.. İlk defa  ben    direk  olarak ülkemin bir parçasına  uçtum ve  sınırda  Fars ve Arap polislerin değil, Kürd güvenlik güçleri tarafından  kontrol  edildim…   Her  ne  kadar ben  son kişi olarak   Gümrükten   geçmiş olmama rağmen,  yinede  mutlu ve gururluydum…. Sevgili  Bavê  Rabun, Ben  Avrupa’dan Kürdistan’a  uçmadan  önce,  benim  kaldığım  şehirde bir  metre kar vardı, otobüsler  işlemiyor ve  bir çok  bölge arası   tren yolculukları kötü hava koşullarından  dolayı  durdurulmuştu….  Bundan  dolayı   biz  Avrupa’daki uçağımıza  kavuşmak için     4 saat daha önce   yola çıktık…  Çünkü   kötü hava koşullarından  dolayı    gecikebilirdik..  Ben  üstüme    hep kış elbiselerini almıştım…  Yanı kısacası    tam bir eskimoya  benziyordum…  Ama   biz   Hewlêr    havaalanına   vardığımız  zaman,   kapkaranlık  bir  mağaradan  çıkmış  ve aylarca  güneş görmeyen   insanların     güneşle tanışması gibi   bir  duruma  düştük,  gözlerimiz  kamaşmıştı…  O kadar  berak ve  sade  bir  gökyüzü  vardıki sana  tarif edemem..  Sabah’ın   o pırıl pırıl güneşi   sanki benim ruhumun  derinliklerine  akın  akın ışınlarını  gönderiyor  ve  yıllara dair  olan   o hasretime   kurak  kalmış topraklara   akın akın  akan  Dicle  ve Fırat gibi geldi..Onun için ben  uçaktan indikten sonra   güneşin  altında   robot gibi durarak tek bir  ışını kaçırmak  istemiyordum. Ayrıca  Kürdistan’ın    o güzelim havasını ciğerlerine çekmek ve soluk almanın bir başka tadı vardı…… Daha sonra  bir grup arkadaş  arabalarla   gelip bizi aldılar… Biz  Hewlêr’de   bir   yere  uğrayarak oradan   Hewlêr yoğurdu ve  kaymağını  aldık….  Hewlêr   denildiği zaman   iki şey  akla gelir:   ‘Hewlêri Holakobez’(Holakoyu kaçıran)  ve  ‘Hewlêri Mastxwer(yoğurt yiyen)….    Hewlêr   birinci özelliğini   Mogol orduları Kürdistan’a  saldırdıkları zaman,  bir dizi çabalarına  rağmen    Hewlêr  kalesini   düşürmüyorlar..  O dönem  Hewlêr   ordularının başında    Holako vardı…   Bundan  dolayı  Hewlêr  gösterdiği bu kahramanlığı sebebiyle ‘Hewlêri Holakobez’ adını almıştır… Yoğurt olayına  gelince   belki klasik şairlerimizin de  dediği gibi   yedi iklimde  Hewlêr  Mastı’nın   bir eşi ve benzeri yok….Arkadaşlar  bir  kaç tencere yoğurt ve kaymak  aldılar….  Biz  Heybet Sultanı  aştığımız zaman    dağın  yamacında  Kürdistan’ın  o güzel bahar  havası ve 24 dereceye varan  güneşin  altında  kahvaltı yaptık…  Daha  sonra     Babanların   başkenti,  Salimların,  Kurdilerin   ve Nali’nin   ‘Şari Helmet û  Qurbani’ olan  Suleymaniye    geldik…  Suleymaniye’yi   en son  terkettiğim   7 yıl öncesine  göre   korkunç bir değişme  ve gelişme  göstermiş….  Suleymaniye    yeniden yapılırken  tam  bir   inşaat haline  getirilmiş..  Eskiden olmayan   bir dizi  yeni  binalar,  eğitim  ve öğretim  merkezleri, alışveriş  merkezleri,  yeni kurum ve kuruluşlarıyla   Suleymaniye    83  yıllık  Baas  rejiminin enkazları altında    kalkıp   çağa  ulaşma yarışına  girmiş….Bu   arada   8 mart  kadın etkinlikleri ve   1991  Raperinin  yıl dönümü  vesilesiyle  gerçekleşen etkinlikler  sürece tümden  damgalarını  vurmuşlar…(Bu konulara  ayrıca  ilerde değineceğim) Sevgili  Bavê  Rabun, Bugün(9 mart)  Suleymaniye’yi   saran  Kürd  şairlerinin  şiirlerine  ve Kürdlerin   acı ve kara günlerini  bitemleyen  korkunç   bir ‘REŞEBA’   vardı..Yani   kısacası   bir  çol yada   kum  fırtınası  vardı…  Hiç kimse   dışarıya  çıkmak istemiyordu.. Bu   ‘REŞEBA’     bir  tarafı  Ezmar ve   Goyje   dağları   diğer tarafı    Qopî  Qeredax olan   Suleymaniye, sanki   Arap çölerinden   kalkan  kum  fırtınasına    tanık olmuştu..  Bizden  bazı arkadaşlar  dışarı çıkmak istemediler..  Ama  biz bir grup  arkadaş dışarı çıktık ve  hafif hafif yağan sanki kar değil,   çamurdu…  Ben    hafif yağan  yağmur-çamur altında  zevkle  gezdim…   O  çamur-yağmur  sanki Kürdistan  bereketli   topraklarının   o güzelim  kokusunu    bana taşıyordu..  Bundan  dolayı  bir sıgara eşliğinden  küçük bir  tur  yaptım…Ama,    Suleymaniye  bir başkadır…  O  yağmur-çamura rağmen  hava  sıcaklığı  20 derecenin   üzerindeydi…  Sevgili  Bavê  Rabun,Ben  biliyorum   sende  yarın  bir başka   sihirli diyara  Asteklerin, Holmeklerin  ve İnkaların  diyarına  uçacaksın…  Çünkü onlarda   bizim gibi   tüm  sömürgeci vahşet ve kıyımlarına  rağmen  direnerek  atalarının doğal tedavi yontemlerini bugüne  taşıdılar.. Ve  sen oraya   toprağa ve  doğaya  inananların  diyarına   gidiyorsun…  Çünkü onlarda  bizim gibi   toprak rengine  sahip ve  ulusal onurları için  tarih yürüyüşündeler…Onlarda  bizim  gibi    doğaya, güneşe,  suya ve toprağa  inanırler… Görüşmek  üzere   Hoşçakal    Sevgili  Bavê  RabunDevam edecek…. Sevgili  Bavê Rabûn 2  Kamuran Melikendi9  Mart  günü Güney Kürdistan’ın   bir  çok  şehrini  saran  ‘Reşaba’  olayından  söz etmiştim.Yaşanan ‘Reşaba’ neticesinde   Kürdistan’ın bir çok  bölgesinde   yaralananlar oldu,  maddi  zararlar yaşandı....Ama  bir gün  aradan geçmeden,   yine    Kürdistan’ın     o güzelim   ilk bahar güneşi çıktı..  Havalar yeniden ısınmaya başladılar...Biz bir  grup arkadaş  Goyje  dağına  tırmanmaya karar verdik...  Arabanın  direksiyonuna   Semsurlu bir  arkadaş  geçti..  O  yıllarca  bölgede kaldığından  dolayı,   alanı   sanki   Kolik   gibi biliyordu..  Araba    Goyje  dağına   yılan gibi  tırmandıkça, ben   geçen  yüzyılın  doksanlı yıllarıyla  2006 yılının  mart ayı arasında   gelip   gitmeye  başladım..  O  dönemler    Goyje’ye çıkan  harebe  ve korkulu  yollar, yerlerini  asfalt ve Avrupa’yi  yollara bırakmıştı..Biz   dağa tırmandıkca,  Suleymaniye  gibi  milyonlarca  insanı barındıran  şehir  küçülmeye başladı....  Biz,  asfalt  yolla   Goyje’nin  doruğuna  vardığımız  zaman  gün  ortasında  hem  ay  ve hemde  güneş   daha da  bize yaklaşmıştı.Biz  biraz  daha   yükseklere  çıkmış  olabilseydik,  güneş ve ay   Suleymaniye gibi daha aşağılara  ve  belki de    o güzelim  temiz  hava ve gün  ortasında   güneşi  tepesinde  seyir ederdik....    Suleymaniye  şehri ile   Goyje  dağı arasına   beyaz  bir bulut girmeye başladı...  Bu beyaz  bulutlar   her halde  ‘Reşeba’nın  etkisi neticesinde    bir gün   sonrasına   kalmıştı..Ama  Goyje  dağı   o kadar  güzel ve  heybetliydiki  hiç inmek istemiyorduk....  Suleymaniyeliler   eğlenmek için  Goyje  dağını     üzüm  bağları gibi  sarmıştı...Goyje   dağının  eteklerinde   Kürdler renkli giysileriyle  düğünler yapıyor  ve  ‘Şopileri’ başında halaylar çekiyordu..   Geçmişte   Goyje  virane  olmuş   ve Kürdistan düşmanları tarafından   Suleymaniye’yi kontrol   altına  almak için  kullanırken,  bugün  her tarafına  ağaçlanmaya  gitmişler..     Bir kaç  yıl sonra  yapılan bu  yoğun ağaçlandırma   neticesinde,    Goyje  dağları   Baban Mirliği dönemindeki  tarihsel  doğallığına   kavuşacak...   Orada  bazı  dostlardan  aldığım  informasyonlara göre, Suleymaniye şehir idaresinin   bu dağın doğal yapılanmasını korumak için  büyük   bir  çaba  içinde  olduğunuda öğrendim....Ama  Goyje   deyip de  geçmeyin,    Suleymaniye’li  şairlerin  şiirlerine   konuk olmuş, çekilen  her halayın  bir yerinden  parlayan   bir  yıldız  gibi  şarkılaşmış    bir  dağdır... Asırlar  boyunca   Baban Beyliği   Goyje’ye sığındı..   Bu dağ   doğal  bir  savunma  mekanizması  olarak  yüzyıllarca  Baban Beyliğini korudu, yaşattı ve  büyütü verdi...    Babanlar  asırlar boyunca  hem  Qeleçolan’ı  ve hemde  Suleymaniye’yi kendilerine  başkent olarak seçtiler..     Bu iki şehirde Goyje  dağlarının  iki yakasına  mesken  kurmuşlar.  Kürd kültürünün   ve şairlerinin  merkezi oldular..  Ama,   biz  Goyje’den aşağı inmek istemezken,  Goyje’nin   ruzgarı bizi  aşağılara,  Suleymaniye ile aramıza giren   bulutların  üzerine   fırlatmak istiyordu..Sevgili   Bavê Rabûn     sende  dün    varacağın   yere vardın...  Umudum odur ki    sen  sağlığına  kavuşur   bize    sağlıklı dönersin..  Ama ben   bu gece  Goyje’yle    senin için konuşacağım..Hoşca kalDevam  edecek...  Sevgili Bavê rabûn 3 KAMURAN MELIKENDI13  Mart günü  biz bir grup arkadaş “Şehid Helebçe’yi  ziyaret etmeye gittik..  Biz   Helebçe’ye giderken,  çok farklı düşünce, hayal  ve realiteler  eşliğinde   yeni yapımına  başlanan  bir  asfalt    yolda  kendimi  iki dünya  denebilecek  bir  ortamda    buldum..  Aslında   ben   gerçek ve  hayal  haline  gelebilen   bir  başka gerçek  arasında  kıstırılmış   bir halde  buldum..18 yıl önce,  yani  16 Mart 1988  tarihinde   benimde   Paris’te   bulunduğum   bir   esnada    Helebçe    jenosidini  duymuştuk..   O dönemde   Güney Kürdler   elerinde  bulunan  kısmi  imkanlar  çerçevesinde  dünya  kamuoyuna  ve  devletlerine    Saddam  rejiminin   Kürdlere karşı  kimyasal  ve  hardal  silahlarını  kullandığını  anlatmaya çalışıyordu...   Güney Kürdler  yoğun  bir şekilde    kimyasal  silahların   korkusundan   İran  ve Türkiye  sınırlarına  vurmuş...  Ama,   dünya devletleri ve kamuoyu yaşanan Kürd trajediyası  karşısında  kör ve sağır  kalmıştı..  Herkes  Kürd jenosidi  karşısında  3  maymunu  oynuyordu..  Tüm  dünya güçleri,  bazıları    ekonomik ve  siyasal çıkarlarından, bazıları doğrudan  kımyasal  silahları Saddam  rejimine  verdiklerinden ve bazılarıda   Kürd düşmanlığından  dolayı  bize sırtlarını  çeviriyor ve  dinlemiyorlardı..Biz de  dünyanın bir çok ülkesindeki yurtsever   kürdler gibi  Paris’te    Helebçe  jenosidi protesto etmek amacıyla  15  günlük   bir açlık grevi  düzenlemiştik...Dünya devletleri   Kürdlerin  kıyımına karşı sessiz kalırken,  Kürdler arasında da  birlik yoktu.. O dönemlerde  bir çok Kürd  kıyıma  yönelik    Kürd  birliğini gerçekleştirme  yerine  YNK ve KDP’yi  İran’la  girdikleri  ilişkilerden dolayı suçluyorlardı...   Bugün  Güney Kürdistan’ın  en büyük iki liderlerinden  biri o dönem   açlık grevimizi   desteklemek için  bizi ziyaret etmişti ve Güneyli bazı Kürdlerin  suçlama  ve hakaretleriyle karşı karşıya kaldığından  dolayı   çadırlarımızı terkedip gitmişti...Bu yaşanan  tatsız  olaylar  biz açlık grevi yapan insanlar arasında da  sorun olmuştu...Daha  sonra    yaşanan Körfez savaşı ve  en sonunda   9  Nisan 2003 tarihinde   Baas rejimi  yıkılınca  her şey değişti..Saddam’ın  kanlı rejimi  yıkıldıktan  sonra     o hakaret eden arkadaşlardan  bazıları Kürdistan’a döndüler  ve  bakan oldular..  Eski  defterler   kapatıldı ve yeni  sayfalar açıldı...Sadece  onlar değil,  Kürdlerin    Irak’ta  homojen  bir siyasal aktör olarak   ortaya çıkmaları  tüm   dünya güçleri ve hata Kürdistan’ı  işgal eden   sömürgeci güçler dahi ‘yeni bir Kürd politikasına’    gitmek zorunda   bıraktı....Sevgili Bavê Rabûn,Biz   Helebçe yoluna   düştüğümüz  an   başka  bir  ortamdaydık  ve  özgür   Kürdistan’da    korkudan   uzak   Kürdistan Peşmergelerinin    güvenliği sağladığı    de facto  bağımsız   Kürdistantaydık....Saddam,  Kimyacı Ali  ve diğer Kürd  cellatları  Bağdat’ta  tutuklu ve Kürd  hakimlerin  başkanlığında  yargılanıyorlar..   Onlara    kimyasal madde taşıyan   Franz Van Anraat  gibi ölüm  tucarları  ‘Kürd  jenosidine  suç ortalığı’   için  Holanda  mahkemesi  tarafından mahkum  edildi...İki   gün  sonra   Helebçe jenosinin   18.yıl dönümü  kutlamaları yapılacak..  Ama hâlâ   Saddam  ve Kimyacı Ali    Kürd  jenosidinden  dolayı mahkeme  karşısına    çıkmadılar..    Ben   yolda  giderken   içime  bir burukluk  sinmişti...  Nedenine gelince  eğer  Saddam  ve  Kimyacı Ali    Şii  katiamından  dolayı  ölüme  mahkum  edilirlerse    Halebçe ve Enfaldan   dolayı  yargılanmayabilirler..  Biz Kürdler  tarihsel  bir  anı  böylece  elimizden  kaçırabiliriz..Holanda mahkemesi   ‘tarihsel  bir ilk giriş’ yaptı...    Dünyada     Saddam’a  yardımcı olan   ve yargılanması  gereken     bir çok  Saddam’ın  suç  ortağı  devlet ve uluslararası  şirket  hâlâ   hesap vermiş değiller...   Saddam ve yandaşlarının   Helebçe’den   ve Enfal’den   dolayı yargılanıp mahkum edilmeleri   Kürd  ulusal davası için  ve  Kürdlerin  geleceği  için çok önemlidir... Dr. Munzur  El Fazıl’ın  dediği gibi “ Helebçe için   Saddam’a  verilecek  en az ceza idam” olacak....Sevgili Bavê Rabûn,Biz  Helebçe’ye    vardığımız  zaman  Helebçe  jenosidinin 18. yıl kutlamalarına  3 gün  var..  Daha  şimdiden    anma  toplantıları için ön hazırlıklara  başlamışlar...   “Helebçe  Anıtı”ndan sorumlu ve görevli olan  herkesin izinleri  askıya alınmış  durumdalar..  Çünkü    16  Mart günü   yine  Kürdler  ve dostları  Helebçe’ye yığılacak  ve    5000  Kürdistan şehidini anacaklar..Biz  “Helebçe Soykırımı Anıtı”nı  ziyaret etmek için  Peşmergelerin  kontrolundan  geçerek    Anıt’ın içine   girdik...  Anıtın içinde  görevli olan  iki  Kürd  genci   bize  ve daha başka  ziyaretcilere   Anıtın  içinde  bulunan   tüm  Helebçe’ye ilişkin  tüm fotoraflar, kıyım resimleri ve  Kürd resamların  Helebçe’ye ilişkin resim ve tabloları hakkında  bilgi verdiler..2003 yılında  ziyaretçilere açılan  anıtın ilk girişinde    büyük  Kürd şairi  Şerko Bêkes’in  ‘Halabdja’ adlı  şiirin  ingilizce   çevirisi   altın  renginde  bir  tablo  içinde    işlenmişti...    Karşı  duvarda ise   yine  bir başka  Kürd şairi olan Refiq  Sabir’ın   kaleme aldığı ve ilk olarak  Peyman Ömer’in  seslendirdiği   Helebçe’ye ilişkin olan ‘ Be tenya cim mehele’   adlı  şiirin  Aşağı  Kurmança versiyonu duruyordu..   Anıtın   girişinin   hemen  sağ tarafta   ‘Holi Helebçe’ adlı bir oda  var...  Bu oda  içinde  Helebçe’nın  tarihine ilişkin  çekilen  resimler  var...  Bunların  içinde  en çok dikkatımı  çeken   grup için   bulunan  ve kendiside Helebçeli olan  büyük  Kürd şairi Abdullah Goran’ın  resmi ve     ‘Merivanlı on  iki  suvarı’nin   canlandırılmasıydı...   Daha  sonra     Helebçe  jenosidinin  o hepimizin  basında   ve  Helebçe’ye ilişkin  dokumanlarda  gördüğümüz  resimleri  otantik  hallerine  yakın  ve  bazende  insanlara gerçekmiş   gibi gelen   kıyıma  uğramış  Kürdlerin  minyatürleri vardı...   Hemen sağ tarafta    kimyasal silah neticesinde  ölen   kadın çocuk,  yaşlı insanlar, tarlasında  çalışırken  ve yatağına   yatarken    ve yemek yerken  ölen  insanların   manzaraları  otantik  bir biçimde  verilmiştir...   Ayrıca     hayvanlar ve   kurumuş  ağaçlarla  tabiatın  yıkımıda    verilmeye çalışılmıştı.Yine  aynı salonun sol tarafında     Ömeri  Xaven’ın   evi canlandırılmıştı.  Şimdi  soracaksın   bu Ömeri  Xaven  kim diye..Ömeri  Xaven,  Ramazan Öztürk’ün fotorafını çektiği   ve adeta  Helebçe  jenosidinin   sembolu haline gelen    çocuğuna  sarılıp ölen  babadır..   Ömeri  Xaven’ın    8  kızı ve  bir oğlu vardı...     O  sarıldığı çocukta  onun biricik oğluydu..    Fotorafın  çekildiği yer Ömeri  Xaven’ın   kapısının önüydü..   Ömeri  Xaven,  koyunu ve  kurumuş  bir ağaç   kimyasal jenosid  neticesinde   evin  kapısı önünde  ölmüş halde  çanlandırılmış   durumdalar.Bir başka   salonda  Kürd  resam  Rebwar  Said’ın   Helebçe  Jenosidine  ilişkin   yağlı boya taploları  sergilenmiş..  Ayrıca   yine  aynı salonda    65  başka resamın  Helebçe’ye ilişkin eserleri  sergilenmişti..  Yine  aynı salonda   kimyasal silahların  atıldığı an  ve  sonrasında  yaşanan trejediyayi  anlatan  fotoraflar vardı.Yine  biz  geri     büyük giriş  salonuna  döndük..    O  solanda   5000  Helebçe   şehidinin resimleri  duvarlara yazılmıştır..  Salonun  tam ortasında  16 tane   mermer taş  bir  halka  temelinde  düzenli olarak   dizilmişti..   Bu   16 taş ayın  0naltısını   simgeliyordu..  Bu   düzenli bir şekilde  dizilen taşların  oluşturduğu  halkanın eni ve uzunluğu  3  metredir...  Bu 3metrede yılın 3. ayı olan  mart ayını  simgeliyordu..  Kübe  gibi yapılan   ve içine   Kürdistan bayrağı dekor olarak  kullanılan  anıtın  yüksekliği  19 metre  88 cm dir...    Bu son rakamlarda   1988 yılını ifade  ediyor..     Yine   Kübe gibi oluşturan   anıtın tam  orta yerinde   Anıtı ziyaret eden   Mam Celal ve Kofi  Annan’ın   resimleri var..Biz  Helebçe anıtından  sonra   Şehidler için   yapılan  mezarlığı ziyaret  ettik  ve  ayrıldık..   Ama  hiç birimizin içinde  Helebçe’de  birşeyler  içmek ve yemek gelmedi..   Daha  sonra  biz  Seyid Sadiq’a  geldik   ve orada   “iyarbekir” adlı bir  lokantada bir şeyler yedik..Sevgili Bavê Rabûn, 2  iki gün sonra   Helebçe jenosidinin   18. yıldönümü....  Yine  tüm  dünya  Kürdleri   farklı şekillerde    bu günü  kutlayacaklardır..   Çünkü,  Helebçe    Kürdlerin   kendi  düşmanlarını  en açık en çıplak  ve  barbarca  gördüğü  yerdir.  Kürd   milletinin  millet olma   bilincinin   en  yaralı  miheng taşlarından  biridir..    Biz  Helebçe’yi   ulusal kollektif  hafızamızda  ne kadar canlı  tutarsak   düşmalarımızı da  o ölçüde  tanırız..   Ben  bu  kısa  yazıyla  18.yılında   Helebçe  şehidlerini    saygıyla anıyorum..Kendine  iyi bak Sevgili Bavê Rabûn,Görüşmek üzere Hoşca kalDevam edecek....  Sevgili Bavê rabûn  4 Kamuran Melikendi HALEBÇE OLAYLARI ÜZERİNEBiz bir grup arkadaş 13 Mart günü Halebçeye gitmiş ve oradaki Şehidler mezarlığı, Ömeri Xawen heykeli ve Halebçe Şehidler Anıtı hakkında Newroz. com okuyucularını bilgilendirmiştik. Ama ayni dönemlerde Halebçe’nin yeniden yapılanması, temel hizmetlerin götürülmesi ve Halebçe’ de Üniversite ve Kolejlerin açılması için  Süleymaniye, Duhok, Selehadin ve Koyi Üniversitelerinde bulunan Halebçeli Öğrenciler Kürdistan Hükümeti ve Parlamentosu üzerine yoğun baskı kurmuşlardı. Bu amaçla Öğrenciler Kürdistan Parlamento Başkanı ile ve Kürdistan Hükümet yetkilileri ile olumlu görüşmeler yaptılar. Ayni zamanda 11 Mart günü Kürdistan hükümetinin yetkilileri Halebçe’ye giderek Öğrenciler ve Halepçe halkı ile görüşerek sorunlarını dinledi ve yapılan karşılıklı görüşmelerde olumlu mesaj verdiler. 16 Mart günü Güney Kurdistan’ın genelinde Halepçe Şehidlerini anmak için törenler düzenlendi. Kürdistan Parlamentosu bir dizi Kürdistanlı kuruluş gibi 16 Mart günü saat 11’de Halebçe Şehidleri için 5 dakikalık saygı duruşunda bulundu.  Irak Parlamentosu   Halebçe   şehidleri için  saygı  duruşunda  bulundu..  Mam Celal  Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla Halebçe   jenosidine ilişkin  kamuoyuna   bir açıklama  yaptı.Yurdışı da dahil olmak üzere 16 Mart günü tümKürdistanlılar Halebçeliydi. Elbette Halebçe Şehidleri için ayni gün Halebçede de anma törenleri öngörülmüştü. Bu amaçla 16 Mart günü Japon ve Hollandalı yabancı delegasyonlarınında içinde bulunduğu Kürdistani resmi bir heyet törenlere katılmak için Halebçeye gitti.  Kürdler  yıllardan  beri   kendi ulusal davalarını  ve Kürd halkına yapılan jenosidleri  dünya kamuoyuna  aktarmak ve tanıtmak amacıyla   Halepçe  jenosidini bir  tarihsel  örnek olarak  sundular..Yabancı delegasyonlarının da içinde  bulunduğu Halebçe jenosidinin  18.yıldönümünde     Halebçe  törenleri  bu anlamda    tarihsel bir  moment   olarak  ortaya çıkmıştı..Ama,  ne yazık ki   Halebçe  törenleri  bir  grup  yıkıcı ve    Kürd kazanımlarının   düşmanları  tarafından  çığırından  çıkararak   sabote   edildi..Daha önce    Omeri  Xawen    heykelinden    Halebçe  girişinde  bulunan    Halebçe Anıtına   yürüyen   öğrenciler  ve  yurtsever halkın  arasına  katılan  provakatörler   olayların  büyümesine  ve yıkıcı boyutlara  ulaşmasına   neden oldu..   Yürüyüşe  katılanlar    Halebçe Anıtına  saldırarak ve   anıtın  içine  girerek   bir dizi  döküman,  poster ve  tabloları   yaktılar  ve Anıtı  ateşe  verdiler.Kürdistan  güvenlik güçleri   bu gelişmeler karşısında  açtığı ateş neticesinde   bir kişi öldü ve yaralananlar oldu..Hemen  olayların  ardından   Halebçe’de bulunan  tüm Kürdistanlı  siyasal  partileri  ortak bir açıklama yaparak  olayları mahkum ettiler  ve yaşanan gelişmeleri  araştırmak için   komisyonlar kurdular..Halebçe  Şehid  aileleri   bir açıklama yaparak “ Anıta  yapılan  saldırıyı  Kürdistan  şehidlerine  ve Kürdistan’ın  dört parçasındaki  Kürdlerin  kutsal değerine karşı bir saldırı” olarak değerlendirdi ve   “Halebçe  Şehid Anıtından  çıkan  dumanı,  Saddam’ın  uçaklarının   Halebçe’ye yaptıkları  kimyasal  bombardımanla”  kıyasladılar...Halebçe’de    Şehidler Anıtına  yapılan  saldırı ve  yakma  olayı   Güney Kürdistan  halkı ve  siyasal   oluşumları  tarafından   her ne adına  yapılırsa   yapılsın   tepkiye  neden  oldu ve  mahkum  edildi..Sevgili Bavê Rabûn,Halebçe  olayları  öncesi  ve  esnasında   ileri sürülen  sorunlar,  temel hizmet eksiklikleri,  yeniden yapılanma,   şehid ailelerine    maddi  yardımlar ve  idari yolsuzluklardı...İdari yolsuzluklar  meselesi  Güney Kürdistan’da   çok ciddi bir  şekilde  tartışılıyor..  Geçenlerde   YNK’in  ikinci adamı konumunda  olan  Nowşirwan  Mustafa’nın   televizyonda  ‘Raperin’den  bugüne kadar’ olan  süreci  değerlendiren  konuşması  Kurdistani  Niwê  gazetesinin    5 sayısında   tam  sayfa  olarak yayınlandı...  N.  Mustafa’nın  konuşmasının  tümü  Hükümet ve  örgüt içindeki   yolsuzluklara karşı bir savaş deklerasyonuydu..  Daha önce de  Mella  Baxtiyarların     ortak açıklamalarını  okumuşsundur..Burada   halk,  sokaktaki  insan   korkudan   uzak yöneticileri de  eleştiren  ve bazende  eleştiri sınırlarını da  aşan şeyleri de  söyleyebiliyor..   Biz  Halebçe  olaylarını  halktan  insanlara  sorduğumuz   zaman  çok açık ve  eleştirisel cevaplar   alabiliyorduk..    Konuştuğumuz  insanlar bize “ yol, elektrik, yeniden yapılanma, su  ve  şehid ailelerine   yardım  konusunda  söz verdiler ama  sözlerini  yerine  getirmediler” diyorlardı..   Ama   onlar Anıtı yakma  olayınıda  tasvip etmiyorlardı..   Halebçe’de    Kürdistan  halkının   en  kutsal  değerine   saldırı  yapılmasına  rağmen    Kürdler   yönetime   yönelik  eleştirisel bir tutum içindeydiler ve açık  bir şekilde  konuşuyorlardı..Kürd halkının en hassas  meselelere ilişkin  tutumu,   açık bir şekilde   Güney Kürdistan’da     demokratik  gelişmelerin  olduğunu ve  insanların  düşündüklerini  ifade ettiklerini  gösteriyor.Halebçe  olayları irdelenirken   çıkarılması  gereken   dersleri şöyle   özetleyebilirim...1)Halebçe’de   yürüyüşe denetim  koyanlar,  “Kürdistan  Hükümet yetkililerini  tören alanına   sokmamayı”  kendilerine  hedef  olarak almışlardı...  Daha sonra   pravoke  edilen  yürüyüşte   bu kesimler  şiddet kullanarak  “kürd halkının  değerleriyle oynamaya” başladılar..   Böyle bir olay hiç bir demokratik   ülkede  yaşanmaz..  Birileri  pekala   Hükümet yöneticilerine  eleştiri yöneltebilir, yapılan  törenlere  katılmama ve protesto hakkını  kullanabilir.  Ama,  şiddet kullanarak  törenleri engelleme   olmaz...   Diktatörlüğün  hakim  olduğu rejimlerde   zaten  böyle bir şey  düşünülemez ...2) Halebçe,   2003  yılına  kadar    Güney  Kürdistan Hükümetinin  tam  denetiminde  değildi..   O  dönemler   El Qaide’nin    bağlantıları olan  Zarqawi ve Mella Karker  deneminindeki Ensar El İslam gibi terörist güçlerin  faaliyet  alanlarıydı..   Bundan dolayı   Halebçe’yi  Suleymaniye, Duhok  vb...  şehirlerle kıyaslamaya başladığımız  zaman   bir  çok temel hizmetten yoksun kalmıştır..  Biz Halebçe’yi  ziyaret ettiğimiz zaman kendi gözlerimizle   bu gerçeği gördük..  Ama,  geçenlerde    Kürdistan Hükümetinin   Suleymaniye idaresinin  Başbakan yardımcısı  İmad Ahmed  Halebçe’ye  yapılan yardımların   yetersizliğinden  söz ederken “Qeladiza ve Pencewin”  gibi  kazalara yapılan   yardımlardan  daha fazlasının yapıldığını verilerle   veriyordu...3)Halebçe  olaylarının  tahrik edilmesi  ve çığrından   çıkarılmasının  altında    Kürdistan   kazanımlarının  düşmanlarının  parmakları da  vardı..   Yürüyüş  esnasında    taşınan    bir  pankartta    halkımıza   ve kazanımlarımıza  yönelik   düşmanlığın   boyutları açık bir şekilde  görülüyordu..   Söz konusu pankart “ NAMANEWE  PARLAMAN,  BİMANXENE  SER ÊRAN”  (Parlamento’yu istemiyoruz,  bizi İran’a  bağlayınız)          yazısını içeriyordu...  İstemedikleri  Kürdistan  Parlamentosu ve savundukları  İran kanlı rejimiydi..4)          Güney Kürdistan Hükümeti ve siyasal partileri bu güne  kadar  halkımızın  kazanımlarını  geliştirmek ve güçlendirmek için çok  büyük adımlar attılar..  Bunlar  tartışılamaz...  Ama  yaşanan   ciddi   yolsuzluklarda  vardır..     Zaten kendileri de  tartışıyor ve çözüm  yolları arıyorlar..  Dikta rejimlerinde   yolsuzlukları  kimsenin   tartışma  hakkı ve  cesareti olmaz...  Herkes  yolsuzluklar üzerine  kurulu  sistemden pay almak için  onun  bir parçası haline  gelmeye çalışır..  Ama Kürdistan gibi,  hâlâ  tam olarak kurumlaşmış  demokratik  yapılanmalar olmamasına rağmen  açık tartışan,haksızlıklara karşı çıkan,  yönünü  demokrasiye  çeviren bir  ülkede   yolsuzluklar   büyük tahribatlara   neden olur..  Bundan  dolayı  Kürdistan  Hükümeti  ciddi bir  temiz toplum  kampanyasına  girişmeli ve  var olan Kürd  kurumlarını işletmelidir..O zaman   Kürd ve   Kürdistan  düşmanlarının  içişlerimize  karışma  zemini ortadan kalkar..5)Kürd halkının  düşmanları,  sanat    ve insan aklının  düşmalarıdırlar..  Halebçe  Anıtı’nın  içinde  bulunan    Rebwar Said’in    yıllara  dayalı   Halebçe’ye ilişkin  tabloları    ve 65   cıvarında   başka    ressamın  tabloları  onların  yıkıcı  faaliyetlerine  hedef oldu..    Müzik,  Resim ve dans  düşmanlarının    halkımıza     sunabilecekleri   fazla birşeyleri  yok...      Sonuç olarak Sevgili Bavê Rabûn,  kim   ne adına   ve hangi  bahanelerle olursa olsun    Halebçe   Şehidlerinin Anıtına  saldırıyor ve yakıyorsa    40 milyon  Kürde hakaret ediyor ve düşmanlık  yapıyor  demektir.Devam edecek Sevgili Bavê Rabûn 5 Kamuran Melikendi  Senin  büyük  maceralar yaşıyarak   geri  döndüğünü  duydum ve  dönüşüne   Rabûn ve Lerzan kadar olmasa da  çok sevindim...  Umut ederim ki    sağlığına  ilişkin   sorunlarda   yeni ve  olumlu  gelişmeler  olmuştur....  Hepimizin  umudu bu yöndedir.. Özgür Kürdistan   hakkında  var  olan gözlemlerimi   kısada  olsa  aktarmaya devam edeceğim..  Ama ben  bu alana   geldikten  sonra    aktüel  duruma ilişkin  gözetleme ve  irdeleme  kabiliyetimi   kayıp ettim    desem   yanlış  olmaz..Çünkü bu  son yıllarda   hayatın  tüm  alanlarında  ciddi gelişmeler  olmuş..  Ben Kürdistan’a  geldikten  sonra  Kürdistan  tarihine ve  edebyatına  ilişkin  basılan  binlerce   yayınlanan   kitap içinde  kendimi  kayıp ettim...   Ben  kendimi   bir  ilk çağlara ve   bazende    ortaçağa   bırakmaya  başladım..Bundan  dolayı  Federal  Irak  hükümeti  hakkında     aylardan  beri tekrarlanan  iyi niyet mesajlarından  uzak  kaldım...  Ben  yurt dışındayken   Bağdat’ta  yaşanan gelişmeleri çok  daha  yakından  takip ederken   Kürdistan’a  geldikten  sonra  ilgilenmez  oldum..   Ben  Bağdat’ta yakınlaşırken    o benden  daha  uzaklaştı.. Zaten   Newroz  günü  burada   olsaydın     Bağdat ve Kürdistan arasındaki  farkı   daha  doğrusu   cennet ve cehenem   arasındaki  farkı kendi gözlerinle görürdün..   Newroz   günü   bir çok  arap  bölgesinde  bombalı ve silahlı  saldırılar olurken,  Kürdistan bir bütün olarak bir eğlence  alanına   dönüşnüştü..  Biz   Newroz  sabahı   Suleymaniye’den   Hewlêr’e   giderken   gördüklerimize   ve yaşadıklarımıza   inanamıyorduk..   Çünkü   tüm  Suleymaniye halkı   son  model arabalarıyla  eğlenmek için   Pire Megruna,  Qeredaxa, Qelaçolan’a   ve  Dukan’a  varmak  için  yollara  düşmüşlerdi..  Biz   Suleymaniye’den    Dukan’a  vardığımız   zaman   gördüğümüz   tablo  karşısında    hayetler içinde kaldık..      Dukan  barajı ve  gölü  kenarına   onbinlerce   insan  ve araba  yığılmıştı..    Herkes  bir yerleri kapmış    grillerini  ve içkilerini hazırlıyordu...  Kürd kadınlarının   ulusal  giysileride    o güzelim  o Kürdistan  baharına    korkunç derece de   bir çöşku ve  renk vermişti...   Kısacası   Kürdistan bir  renk cümbüşüne  bürünmüş ve   bir piknik   alanı  haline gelmişti...  Biz   Koysancax’a    ve  Hewlêr’e   vardığımız   zaman  aynı durumla  karşılaştık.. Sevgili Bavê Rabûn, Newroz  günü  tüm   Kürdistan şehirleri   çöl   ve viran  olmuştu..  Abartılı olmasın  ama,  tüm Kürdler  şehirlerini  terk edip dağlara, nehirlere,  göllere  ve  kısacası  Seyrangehlere   akın etmişti..   Sanki  Kürdler   bir asır boyunca     sömürgeci Irak rejimlerinin  yaptıkları vahşetin  intikamını   eğlenerek  almaya  çalışyordu..Newroz   günü   Kürdistan   yolları tek istikamate doğru  işlemeye  başladı..    Newroz  sabahı   şehirlere  girmeye  ve akşamda  şehirlere  girmek  istiyenlerin  durumu   tersten  otobana  girmiş  insanın   durumunu andırıyordu...  Bizde  aynı durumu  Hewlêr’de  yaşadık...     Ama   Bağdat’ta    yaşanan olaylar   hiç bir Kürd’ün  umrunda  değildi..    Tabii ki   siyasilerimızın    adet yerini bulsun  diye yaptıkları diplomatik  açıklamaları bir kenara bırakırsak... Sevgili Bavê Rabûn, Biliyorsun   ben daha önce  yıllarca   bu alanda  yaşadım..   İyi   anılarım ve  kötü   anılarım  oldu..  Ben  Kürd kazanımlarının   temel kurumları oluştururken  de ykılırken de bu alandaydı..  O dönemler çok zordu..   Kurdkuji  savaşını  desteklemenin   “yurtsever”lik olduğu ve eleştirmenin “hain”lik  olduğu  bir  dönemdi.. Ama şimdi   durum  tümden  değişmiştir..   Kürdistan  tümden   inşaa  ediliyor,  her tarafta  yeni binalar  ve apartmanlar  dikiliyor..  Halkın   ekonomik  durumu geçmişe  göre   alabildiğine  iyileşmiş  durumdadır..  Bugün  özgür Kürdistan’da   4  milyon cıvarında  insan  yaşıyor ve bunlardan  bir milyon  insan  maaşlı çalışıyor...  Bu realite  pek  mantıklı olmasa da   her aileye   paranın  girdiği anlamına  geliyor..   Güney Kürdistan   yeniden yapılırken  yoğun bir şekilde  dışardan işçiler  gelmiş..  Özellikle   Kürdistan’ın  diğer  parçalarından... Sevgili  Bavê Rabûn, Eskide  benim  burada  olduğum  dönem   pek fazla  Kuzeyli  Kürd yoktu... Şimdi   bir çok  alanda Kuzeyli Kürdler var..    Yıllar önce    siyasi faaliyelerden  vaz geçen  bir çok  insan   şimdi  tucar veya  tacir olarak  alanda  çalışıyor...  Şimdi herkes  ticaret ve ihalelerden  söz ediyor..  Bizim    asayiş ve güvenlik güçleride  eskide bize  “hangi partidensınız?”  diye sorarlardı.. Ama şimdi  “hangi  şirketesınız” diye soruyorlar...  Şimdi  burada   herkes milyon  dollarlardan söz ediyor..  Önceleri inanmıyordum.  Ama  sonradan farkettimki   doğru söylüyorlar...  Sevgili Bavê Rabûn    sen   Jack London’un   Amerika’daki “altın  arayıcıları”na  ilişkin   eserlerini   okumuşsun....  Amerika’nın yerine  Kürdistan, altının  yerine  parayı   koydunmu     var olan durumu kavrarsın.. Devam  edecek... Sevgili Bavê Rabûn 6 KAMURAN MELIKENDI  Sen Rio’da derdine çare ararken, biz Özgür Kürdistan’da yılların hasret ve kederini gideriyorduk... Ben elimden geldiği kadar Güney Kürdistan’da yaşanan siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmeleri sana aktarmaya çalıştım... Ama sana yazdığım mektupları okuyup okumadığını bilmiyordum... Yine de yazmaya devam ettim.. Ülkemizin Güney parçasında çok büyük gelişmeler yaşanıyor.. Ama benim en çok dikkatimi çeken husus ülkemizin bu parçasında tarihimize, kayip olan tarihimize ilişkin basılan kitapların çokluğuydu... Ben Suleymaniye ve Hewlêr kitap satıcılarının rütin müşterisi oldum... Özgür Kürdistan’da kaldığım bu kısa süre içinde tüm kitapçılar beni ve bende onları tanıdım... Bazıları benim şaşlığımdan yararlanarak bazı kitapları çok pahalıya satıverdiler.. Ama olsun, yüzlerce kitap Özgür Kürdistan’dan getirdim...   Sevgili Bavê Rabûn,   Özgür Kürdistan’dan döner dönmez ilk işim sana, Cenevre Üniversite Hastanesine varmaktı.. Sana Kürdistan baharının kokusunu, Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri canlı canlı anlatmak için geldim..   Ama bir gelip ve bir giden hafızan elvermiyordu, çok yorgundun... Hastane’yi dolduran dostların çokluğu birazda olsa derdleşmemizi engelliyordu.. Ben de hastaneye geldiğim zaman dilimi ve konuşma yeteneğimi kayıp etmiştim.. Seninle biraz konuşmak için kelime dağarcığımı Kürdistan’da unutmuştum.. Doktorlar senin tedavine son verdiklerinde, Salı günü evine gidebilirsin dediklerinde hepimiz gelecek sonun ne olduğunu hiç konuşmadan anlamıştık...   Sen Rojhat’ta “Kim ölümden kaçabilir?” anlamındaki soruna o “hiç kimse” demesi gelip giden hafızanın arasına bir bomba gibi patladı ve hepimiz dilimizi kayıp etmişcesine sessizliğe büründük...   Mirko’nun Celine’den yaptığı “yaşam eninde sonunda kötü biter” alıntı bu gerçeğe bir başka acı boyut verdiyordu.. Ölüm, yaşamımızın koruma meleği gibidir.. Bir gün gelir devreye girer ve “kötü sonla” bitirir.. Ama “hatırlananlar” ölmezki... Onlar hep bizimle ve yaşananlarla birlikte olurlar...   Sevgili Bavê Rabûn,   Sen eşine “arkadaşlar Kürdistan’da gelmişler. Eve götür, televizyon komandasını kendilerine ver,kendilerine yemek yap.. Ama bunlar Kürdistan’da “kêç” ve “sipî” gitirmişler... Mutlaka bunların elbesilerini yıka yoksa bizim evimiz bitlenir” didiğinde çok gülmüştük...   1986’dan güzelim Kürdistan’ı bırakıp sürgün hayatına başladığın zaman Kürdistan’ı hafızanda dondurmuştun.. Şimdi bize bu dondurulmuş halini anlatıyorsun...   Bavê Rabûn sürgün tüm Kürdlerin kaderi oldu... Vatan hasreti, ülke aşkı hepimizi kemiren ve yaşamımızdan her gün bir parça alan olgular olarak duruyor..   Sürgün Kürdün ikiz kardeşi gibi bir şeydir..   Şimdi elimde Abdullah Qeredaxi’nin “ Tarih’te Kürd sürgünü” kitabı var... Asurlar, Babiller ve Romalar döneminde Kürd sürgünlerini anlatıyor... Hemde tarihi resimlerle dolu bir kitap...   Sevgili Bavê Rabûn,   Ben Cenevre’ye gelip seni ziyaret ettiğim zaman sana Kürdlerin kayıp sayfalarından birinin bulunduğunu müjdelemek istiyordum.Haftalardan beri ben ve MM’nin üzerine kavga ettiği bir bir sır var.. MM ve ben “kim daha önce bu sır gerçeğini çözdü” diye “kavga” ediyorduk..     Bu sır Sevgili Bavê Rabûn 2000 yıllık bir sırdır.. 2000 yıl boyunca bilinçli veya bilinçsiz gizlenen Kürd tarihinin altın sayfalarından biri sırıdır...     Sana şimdi müjdemi veriyorum: SPARTAKUS BİR KÜRDTÜR!!!!   Evet Spartakus Kürdtür...   Nasıl asırlardan beri tüm Kürd düşmanları Kürdleri ulus olarak yoketmek için Kürdlerin tarihini çarpıtmaya ve Kürdleri başka halklara bağlıyarak yok etmeye çalıştılarsa, Spartakus’un etnik orjini üzerine de aynı spekülasyonlar yapıldı.. Bazılarına göre Spartakus “Romalı”, bazılarına göre “Yünan” bazılarına göre “ Afrikalı” hatta bazılarına göre ise Spartakus “aslı bilinmeyen” biriydi..   Ama bugün Spartakus’un Kürd olduğuna dair bizim elimiz de tartışma götürmeyecek tarihi bir belge var...   Bu belgeye dayanarak sana Spartakus’un Kürd olduğuna dair müjdeyi vermek istiyorum...   Bu belge, M.S 45 ve 127 yılları arasında yaşıyan büyük Yünan tarihçisi olan Plutarque’ın yaklaşık olarak M.S 100 yılında kaleme aldığı “Parelel Yaşamlar” adlı kitabının Crassus üzerine yazılan bölümüdür..   Max Gallo’da “Romalılar” adlı kitap serisinin ilk cildi olan “Spartacus”da bu gerçeği uzun uzun anlatıyor...   Plurtarque’ın Spartakus’un etnik orjini hakkında ne dediğine şimdi bakalım. Plurtarque “Spartakus, Med asılı bir Trakyalıdır” diyerek geniş bir şekilde ona övgüler yağdırıyor...   Son yıllarda Kürdler, Med tarihi üzerine çok ciddi araştırmalar yaptılar.. Medlerin tarihi ve etkinlikleri Kureyş sonrasındada kendisini gösteriyor.. Farslar ve Romalılar arasındaki iktidar kavgasında Medler yeniden tarih sahnesine çıkabiliyorlar... Bu konuya ilişkin bir çok belge var.. “Küçük Med”in başında bulunan bir Kürd Miri Romalılar ve Farslar arasındaki kavgayı vesile bilerek M.Ö 36 yılında bağımsızlığını ilan edebiliyor. ( Aram Davud, Sasaniler Döneminde Kürd Kilise Tarihi, sayfa 15.) Medlerin Romalılarla çok yakın ilişkileri vardı.. Bazı Kürd Mirleri Erzincan ve Malatya’yi yönetiyordu.. Bazı Med mirleri ise Romalılar tarafından Kürdistan ve Ermenistan’ın başına atanmıştı..   Evet sevgili Bavê Rabûn bu konuyu daha fazla uzatmadan sana söyleyebileceğim, Kürdler yavaş yavaş yok edilmek istenen tarihlerinin küçük parçacıklarını yanyana getiriyorlar...   Bir halk yeniden tarih sahnesinde yer almaya çalışırken, Spartakus gibi dünyaya mal olmuş, dirinişin sembolu olan birinin Kürd olması tarihsel önemdedir... Spartakus, Kürdlerin ulusal kollektif hafızasında temel bir taş olarak yerini alacaktır..   Kürdler, sokaklarına Spartakus ismini verecekler... Kürdistan sokaklarında Spartakus heykelleri dikilecek... Çocuklarımız okulda Spartakus’un yaşamı ve mücadelesini okuyacaklar.. Kürdler çocuklarına Spartakus ismini verecekler..   Çünkü, Spartakus bizden biri ..... Zaten o hep bizden biri oldu..   Ama biz sürgünde olan bir Kürd’ün izini 2000 yıl sonra bulduk...   Devam edecek  Sevgili  Bavê Rabûn 7 Kamuran Melikendi      Sana yine Güney Kürdistan izlenimlerimi anlatmaya devam edebilirim.. Ben sana 1997 ve 2006 yillari arasinda korkunc degismelerin oldugunu anlatmaya calismistim.. Ben Güneyde kaldigim süre esnasinda Kürdistan bazarlarinda gecmiste yogun bir sekilde bulunan ve simdi yok olmayla karsi karsiya kalan bazi yerli mallara deginmek istiyorum..   Seninde bildigin gibi ben yillardan beri tütünden baska sigara icmeyen Kürdlerden biriyim.. Ben Güneyde kaldigim zaman Güney Kürdistan caddelerinde tütün satici Kürdler vardi.. Hepsi sira halinde bir caddenin kenarinda oturur ve tütünlerini satarlardi.. O dönemler tütün saticilarinin ezici cogunlugu kendileri de tütün icicisi olan ihtiyar veya yasi ilerlemis Kürdlerdi.. Ben o dönem tütün almaya giderken cesit cesit ve rengareng Kürd tütünlerini görür ve zevkime göre bir tanesinden bir kilo alir uzun süre icerdim.. Güney Kürdistan’in Baziyandan Garê daglarina kadar yayilan genis secenekli tütün seceneklerimiz vardi..   Bende o dönemler ekonomik imkanlarim el verdigi zaman hep Garê tütününü icerdim.. Garê tütünü diger tütünlere göre 3 yada 4 kat daha pahaliydi ve tadi harikaydi.. Bazen insan dayanamiyor ve kendi kendisine „ölüm Garê tütününde olsun“ diyordu..   Sevgili Bavê Rabûn, sen Muslu bir tütün sarafi olarak Semzinan tütününü bilirsin... Garê tütünü Semzinan tütününün ikiz kardesidir.. Kürdler asirlar boyunca bu tütünleri icti.. Bin sekiz yüzlerin ortalarinda Fransizlar Semzinan’da tütün ekip kendi ülkelerine aktardiklarini ve o dönemler Fransiz „girêgir“lerinin Semzinan tütününü ictigini biliyorsun... Iste Garê tütünü Semzinan biraz kokulusu ve dünyanin harika tütünlerinden biridir.. Her ne kadar Türkler ve Arap ülkemizi parcalayip, sinirlari cizdilersede Garê ve Semzinan topraklari dünyanin bu esine ender rastlanan tütününü üretmeye devam ettiler.   Ama bu sefer ben Güney Kürdistan’i ziyaret ettigim zaman carsiyi gezdigimde shoke oldum.. Cünkü, tütün bazari kalmamis.. Artik sokkaklarda sira halinde oturan tütün saticilari yok...   Buna karsilik Kürdistan carsilarini dünyanin tüm sigara cesitleriyle donatilmis.. Her sigaraninda birinci sinifindan dört veya besinci sinifina kadar.. Yani kisacasi hepsi sahte.... Sahte olmayanlarda cok pahali ve ortalikta yoklar... Benim basimdan gecen bir olayi sana anlatayim... Ben tütün bulmayinca mecbur kalip „normal“ sigaralari icmeye basladim.. Zaten hepsi saman gibiydi.. Ben Rothmanns adli sigarinin 3.yada 4.kalitesinden bir kac paket aldim.. O kalitenin fiyati 2000 dinardi.. Ben aldigim sigaradan bir tane yaktim, ama kendimide yaktim!!! Cünkü atesi sigaraya götürdügüm an sigaram ates düsmüs bir bozkira döndü... Tüm dumani icime cektigimden dolayi öksürmeye basladim.. Ben hemen sigara saticisina gitim ve kendisine „sen bana yanlis sigara verdin“ dedim... O da özür diledi ve seyar arabasinin alt taraflarinda yine bir Rothmanns cikardi ve bana „ bu hakikidir“!!! dedi.. Ben de saf saf sigarami aldim ve geri döndüm.. Ama biraz sonra yine bir sigara yaktigim zaman Kürdistan „serbest bazarinin“ kurnaz kurtlarindan biri tarafindan kandirildigimi farkettim, ama is isten gecmisti... Tabii ki bu arada yanimda olan arkadasin esprili takilmalarindan da payimi aldim.. Ne de olsa biz Kuzeyliler hep kurnaz ve cok „bilmis“ geciniriz ya...   Kürdistan tütününün böyle sessiz ve sedasiz Kürdistan bazarlarini terketmesi benim hic hosuma gitmedi ve bende korkunc bir burukluk birakti..   Sadece tütün meselesi degil Kürdistan yerli mallarinin hepsi ayni akibeti yasiyor...   Bir baska örnek: „Pirincê Kurdî“(Kürd pirinci)   Daha önce insan Kürd pirincini pazarlarda yaygin bir sekilde buluyordu... Disardan getirilen pirinclerle rekabet eden bir ürün olarak Kürdistan pazarlarinda boy gösteriyordu..   Ama bu sefer Kürdistana vardigim zaman bir baska gercekle karsi karsiya kaldim.. Kürd pirinci de elini ve kolunu pazardan cekmis durumda...   Ben disardan gelen bazi arkadaslara Kürdistan’da üretilen ürünlerden bir yemek hazirlamak istiyordum... Onun icin carsida gezerken hep yerli mallara bakmaya calisiyordum... Büyük Baban sairi Salim’in ismini alan ve Suleymaniye’yi boydan boya kesen cadde de pek bir seye rastlamadim..... Mewlewi caddesi de öyle... O arada ben her gelen ve gidene „Nerede Kürd pirinci bulabilirim?“ diye soruyorum.. Herkes elbirligi yapmis gibi Babanli Ibrahim Pasa’nin Suleymaniye ortasinda dikilen görkemli heykelindeki jesti yapip bana „Mizgefti Gewre“nin alt tarafindaki Mewlewi caddesine inen sokkagi gösteriyorlardi... Sabunkerandan Baxtiyariya herkes Mizgefti Gewre’yi gösteriyordu... Oraya vardigimiz zaman dünyanin bir cok alanindan getirilen pirincler icinde „pirincî Kurdî“ kosesine cikilmis ve yetim, sahipsiz cocuklara benziyordu... Var olan pirincler icin de kayip olmamasi icin torbanin üstünde bulunan bir kartonun üzerine aramice harflerle „Pirincî Kurdî“(Bazîyan) ve „Pirincî Kurdî“(Akrê) yaziyordu.. Eger o isaretler de olmasaydi Kürd pirinci Kürdistan pazarinda sahipsiz ve kayip olmustu.. Eger bu durum devam ederse Kürdistan pirincide Kürdistan bazarlarini tümden terk eder.... Ben hemen o esnada bir kilo Baziyan ve bir kilo da Akrê pirincini aldim... Ben yillar öncesi Akrê pirincini cok yemistim tadi baskaydi ve damaklarimi hâlâ terketmis degildi.. Ben pirinci alirken yanimdan duran bir bayan arkadas „sen bu pirincten ancak sutlac yapabilirsin“!!! diye takiliyordu.. Arkadaslarin pirincin gercek tadina varmasi icin bu sefer „Runê Kurdî“yi aramaya koyuldum.. Ama, Kürd tereyagida piyasada kalmamis.... Neyse yine ayni sokakta bir dukanda bir naylonun icinde terkedilmis ve caresiz „runê Kurdî“yi buldum.. „Terkedilmis“ ve „caresiz“ derken Türkiye, Iran ve baska ülkelerde getirilen yaglarin paketlenmesi, piyasadaki yogunluklarini görünce insan sasiriyor ve baska bitimleme bulamiyor.   Daha sonra kapali carsinin yakininda ve Mewlewi caddesinin sag yamacinda bulunan manav ve kasaplara ugradik.. Bol miktarda yesillik aldik... Ama kasaplarda et bulmak kendi basina bir sorundu.. Cünkü, Suleymaniyeliler ögleden önce kasaplara akin akin gidip, en iyi etleri aliyorlar... Biz ise aksam saat 17.00 civarinda saskin saskin kasaplar arasinda mekik dokuyordum... Herhalde bir kasabin bize acimasindan olacak ki, hastaneye götürmesi gereken etten bir iki kilo bize verdi..   Daha sonra biz Akrê pirinciyle yapilan pilav, saatlerce kaynatmaya biraktigimiz haslanma, salata, yesilik ve Kürdistan’in o güzelim „kerenkleri“yle güzel bir masa donatik... Tabii ki A.B’nin Güney’e getirdigi ve daha sonra iflasa ugradigi „Nosh“ adli sarabini da yanina actik... Ama, arkadaslarin „sutlaclik“ dedikleri Akrê pirincinden harika bir pilav oldu, bir tencere pilav kisa süre de talana ugradi hic bir sey kalmadi.. Eger Akrê pirincine kullandigim Kürd tereyagini ay cicegi yagiyla kesmemis olsaydim, gece kesilen elektrik ortaminda „Abdestxane“nin yollunu bulmak cok zor olacakti.    Ama Sevgili Bavê Rabûn, Kürd pirinci de piyasayi terketme durumuyla karsi karsiya kalmis....... Güney Kürdistan bazarlari kalitesiz yabanci mallarla dolmus durumda... Bunun basini ceken de Türkler...... Türk sirketleri büyük ihaleler elde ederken, en basit esyanin her cesiti de Türkiye’den Kürdistan’a aktariliyor..   Kürdistan’da yerli mal can cekisiyor...   Kürdistan serbest bazar... Baska güclerle rekabet edecek üretici ic dinamikler hâlâ harekete gecirilmis degil.. Kürdistan bir tarim ülkesi olmasina ragmen, Kürdistan bazarlari yabanci ürünlerin isgaline ugramis..   Simdi bana Neo-liberalizm denilen olayin bu oldugunu söyleyeceksin.. Evet, genel olarak dogrudur. Ama, bir cok Avrupa ülkesi kendi ic pazarlarini güclendirmek ve tarim üreticilerini korumak icin bir dizi tedbirler aliyorlar ve tesvik fonlari var..   Sevgili Bavê Rabûn,   Ben Kürdistan’da tarim ve sebzecilik alanda yasanan bu duraganligi bazi cevrelere sordugum zaman aldigim cevap cok komikti.. Bana „bir kac yildir yagmur yeterince yagmiyor“ diye cevap veriyorlardi... Bu verilen cevap beni tahmin etmiyordu.. Kürdistan tatli su kaynaklariyla dolu... Avareshten Zaplara, Xaburdan Dukan ve Baziyan barajlarina sahip bir ülkede tarimin durumu bu olmamaliydi..   Israilliler cöl ortaminda sebze ve meyve bag ve bahcelerini olusturduklari anlatmak istedim ama vaz gectim.... Tatli sularin varligi Kürdistan jeopolitiginde oynadigi rolü düsündükce, var olan gidisat hic hos degil...   Artik korku günleri geride kalmis... Kürdistan’da yapilan yatirimlar ve dikilen büyük yapitlar bu basit gercegin ifadesidir.    Kürdistan sahip oldugu tatli sulariyla, iklimiyle ortadogunun tümünü besleyecek tarimsal özelikler tasiyor.. Ama bugün her sey disardan geliyor..    Ben Mizgefti Gewre’nin önüne sabahtan aksama kadar yigilan ve is arayan Araplari görünce tarihin cilvesi diye düsündüm.. Ama Kürdlerin üretimden uzaklasmasi ve yapmasi gereken islerini yabanci iscilere havale etmesi beni kara kara düsündürdü..   Sevgili Bavê Rabûn, Saddam döneminde yikilan köylerin yeniden yapilanmasi ve tarimin tesvik edilmesi gerekir.... Kürdler, var olan ekonomik potansiyelini kullanirlarsa Kürdistan’da ne yetismiyorki... Baxtiyar’in evlerin bahcelerindeki portakallari ve zeytinleri görünce bu ülkede her seyin yetisebilecegine kanaat getirdim..   Sevgili Bavê Rabûn, Kürdistan tatli sularin diyari olmasina ragmen, yüzlerce dogal su kaynagina sahip olmasina ragmen, Kürdistan bazarlari yabanci ülkelerinin siseler icinde satilan sularinin isgali altindadir.. „Metin“ adli bir „Kürd suyu“ piyasaya sürülmüs, ama hâlâ kürdistan’in kücük bir bölgesinde büyük devlerle rekabet ediyor..   Seni daha fazla yormadan yazimin bu bölümünü burada kesiyorum. Kendine iyi bak Öpüyorum..   K. Melikendi   Devam edecek... Sevgili Bavê Rabûn 8 Kamuran Melikendi    Ben gezegenizde yasanan son saglik olaylari görünce biz insanlar olarak „ne ekiyorsak onu biciyoruz“ degimi aklima geliyor..   Gecenlerde biz bir grup arkadas bir evde kaliyorduk.. Kaldigimiz evin iki tarafida disariya bir kac pencereyle aciliyordu.. Güvercinler evin ön penceresinin tam üstünde yani catinin tam altinda yuva yapmislardi.. Evin ön cephesine acilan oda da iki arkadas kaliyordu.. Basin ve yayin organlari durmadan „Kus gripi“ üzerine konusuyor ve „vatandaslarin dikkatli“ olmasini salik veriyordu.. Oda da kalan iki arkadas arasinda cati altinda yuva yapan güvercinlerin yarar ve zararlari üzerine bir sohbet basliyor.. Sonunda pencere kime daha yakin onun hastaliga „yakalanma“ sansi daha fazla diye tartisma daha ciddi boyutlara variyor..   Biz sahah kalktigimiz zaman „duvar ustalari“ gelmis, merdivenleri dayatmis „güvercin yuvalarini“ kapatmaya calisiyorlardi.. Duvarcilarimiz „yuva yikicilari“ olarak aklima takildilar... Eskiden beri bizde „yuva yikmak“ en büyük „gunah“ti... Biz kücükken böyle girisimlerimiz olurdu. Ama büyükler tarafindan hep azarlanirdik..   Daha sonra güvercinler bizim kaldigimz tarafa gecip ve cati altinda yuvalarini yaptilar.. Biz bir sey yapmadik tabi.... Onlar rahat rahat yineden yuvalarini insaa ettiler.   Ama tüm bu kuslar hakkinda anlatilanlara bakilirsa gün gelir ucan kuslar bizim ezeli düsmanimiz olur.   Biliyorsun yillar önce bir „deli dana“ hikayesi vardi.. O dönemler insanlar kirmizi etten kacip tavuk ve hindi etlerine saldirmaya basladilar.. Hatta piyasalar hindi ve tavuktan yapilmis dönerlerle dolmaya baslamisti.. Belli bir dönem sonra bu sefer „kus gripi“ gelmeye basladi.. Bu sefer insanlar sigir etlerine ve baliklara kaymaya basladi.. Baliklarinda cevre kirlenmesi neticesinde zarar gördükleri, kirildiklari ve sagliga zararli hale geldiklerini biliyoruz... En son örnegi Cernobil felaketi döneminde yakindan görülmüstü..   Sevgili Bavê Rabûn,   Biz insanlar, cevreyi yok ederken, baliklari, hayvanlari ve kuslari zehirli birer canavar haline getirirken, acaba tarih sürecini tersine mi ceviriyoruz...   Düne kadar hayvanlar, kuslar ve baliklar bizden kacarlardi.. Biz onlari nerede bulsaydik öldürür, etlerini yiyerdik.. Bu da yetmiyor gibi derilerinden kendimize lüks sayilan elbiseler, parkeler ve ayakkabilar yapiyorduk.. Hangi hayvan daha ender ise onun derisinden yapilan seyler daha degerli olmaya basliyordu..   Simdi insanlar yavas yavas gecmisteki kurbanlarindan korkmaya basliyorlar.. Dünya devletleri komisyonlar olusturup kuslarin göcü süreclerini ve gecis güzergahlarini inceliyorlar.. Herkes kendisine göre bir tedbir aliyor ve umutlar dagitiyor..     Sevgili Bavê Rabûn,   Eger insanlar cevreyi daha fazla tahrip ederlerse, tüm canli varliklar potansiyel düsman durumuna gelirse insanlar yasar?   Her halde baliklarin korkusunda denizlere ve nehirlere girme yasaklanacak!!!   Karadan yasiyan hayvanlar ve ucan kuslar cok büyük sorunlar yaratacaklar.. Kuslar uctugu zaman veya sehirlere girdigi zaman insanlar „kuslar geliyor“!!! diye evlerine kacacaklar.. Kuslarda insanlarin kendilerinden korktuklarini görünce insanlara daha yakin mesafede hareket edecekler.. Bundan dolayida insanlar kendilerini kuslardan korumak icin „kafes elbise“ yapacaklar.. Hayvanlar daha özgür, kuslar daha serbest ve baliklar daha cogaldikca insanlar kaptiklari hastaliklar yüzünden daha da azalacak ve „kafeslere“ kapanacaklar...    Ne ilginc olur degil mi Sevgili Bavê Rabûn,   Artik o zaman arenalarda boga yarislari yapilmayacak...... Horoz dögüsü, at yarisi tarihe karisacak!!!...   Insanlar ucan kuslardan korkacaklar!!   Belki de insanlar mevsimlere göre kuslarin tersine göc ederler...   Ne bileyim.... Biz her seyi cok kolayca yakip ve yikiyoruz.. Dünyanin dengesini bozarken, kendi varligimizida tehdit altina sokuyoruz...   Cok karamsar bir yazi oldu, ama olsun. Kürdistan baharindan kar yagan bir ortama düstüm... ..     Kendine iyi bak  Hosca kal K. Melikendi   Devam edecek Sevgili Bavê  Rabûn 9 Kamuran melikendi       Ben geçenlerde Türk Başbakanı R.T.Erdoğan’ın Dersim’de yaptığı açıklamaları okuduğum zaman, Kürdistan’da bazı çevrelerin bu güdümlü ‘Kasım Paşa kabadayısına’ ilişkin yaydıkları ham hayalleri yeniden düşünmeye başladım... Sadece onun Amed’te “Kürd sorunu var” demesini değil, Suleyman Demirel’in “Kürd realitesini”; Tansu Çiler’ın “ İspanya Modelini” seslendirip sonrada “Çark” etmelerini birer birer düşünmeye başladım...   Erdoğan Dersim konuşmasında yine Kürdistan halkını aptal yerine koyarak daha önce söylediklerini de kurnazca tümden bulanıklaştırıp anlamsızlaştırdı..   Erdoğan ne diyor?   “Türkiye’de Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Boşnak, Abhaz ve Arnavut var” ve kendisine “Kürd sorununun var” olduğu söylemi hatırlatıldığında “Ben Türkiye’de her etnik unsurun sorunu olduğu gibi Kürd kökenli vatandaşlarımızında sorunu var dedim” diyor.. Ondan sonra Erdoğan hava durum raporu verircesine “bölgelere” ilişkin sorunları genelleştiriyor.. Daha sonra Erdoğan bildiğimiz 82 yıllık ve milyonlarca Kürd’ün kıyımına neden olan sloganı atmaya başlıyor: “Tek bayrak Türk Bayrağı, tek millet Türk milleti”...   Türkler “hiç bir şeyi değiştirmemek için değişiklik yaparlar” ve değişik söylemlerini her zaman tekrarlarlar...   Burada tek bir amaçları var: Kürdlerin saflarında ayrılıklar, yeni taraftarlar ve kaos ortamını yaratmaktır...   Onlar bu “kirli amaçlarına” her zaman vardılar ve Kürdler her zaman onların oyunlarına alet oldular... Bu tarihsel süreç Kürdlerde trajediden komediye hep tekrarlandı, durdu...   Sevgili Bavê Rabûn, Aslında biz tarihimizden biraz ders almış olsaydık, tüm bu başımıza gelenler bu kadar tekrarlanmazdı ve biz hâlâ Türklerin, Arapların ve Farsların sömürgesi olmazdık..   Ben Abdulreqib Yusuf’un “ Osmanlı Belgelerinde Bedirxan Devrimi” adlı çalışmasını okuduğum zaman, Osmanlıların Kürdlere oynadıkları oyunlar hiç te bugün yapılanlardan farklı değildi...   Büyük Mir Bedirxan Kürd beylerinin büyük çoğunluğunu, hatta Ardelan Beyleri de dahil, Osmanlı barbarlarına karşı bazılarına göre “Peymana Pîroz”, diğerlerine göre “Ulusal Sozleşme” adı altında bir araya getirirken, Osmanlılar hemen harekete geçip, ayrılıkları körüklemeye, iç çelişkiler yaratmaya, umut satmaya ve çeşitli boş sözler vermeye başladılar... Osmanlılar, Asurileri Mir Bedirxan’a karşı “kışkırtmaya ve vergileri vermemeye”(1843) teşvik ederken Batı dünyasından Mir Bedirxan’a karşı destek kazanmaya çalışmaları bir yandan sürerken; diğer yandan Kürdlerin gözlerini boyamak, Bedixan’ın “Bağımsız Kürdıstan Devletini kurma girişimini boşa çıkarmak amacıyla, “Kürdistan Eyaletini” kurmaya başladılar( 23.12.1846).   Osmanlılar tüm güçleriyle Büyük Mir Bedirxan’ın önderliğindeki Kürdistan devrimine saldırırken, Kürdler Dersim’de Ali Şaxi Hüseyin komutasında, Diyarbekir’de, Wan’da, Hakari’de, Botan’da ve Doğu Kürdistan’da direnişteydi...   Ama, Türkler Büyük Mir Bedirxan’ın yeğeni Yezdan Şêri satın almıştı.. Yezdan Şêr savaş esnasında Kürdistan’ın başkenti olan Cizire’yi ele geçiryor, ama şehir alındıktan sonra var olan demoralisasiyon ortadan kaldırılamadı... Kürdistan devrimi büyük bir yenilgi aldı.. Tabii ki bugün elimizdeki belgelerde görülüyorki, Yezdan Şêr savaşın başlamasından önce Türklerle ilişkiye geçmiş ve Yezdan Şêr’in anası “Hatem’ın Kızı Hatun”un Kürd katili Osman Paşa’ya gönderdiği bir mektupta bu belgeler içindedir.. Yezdan Şêr’de Cemilê Çeto gibi ‘Kerê de keto’ olduktan sonra ikinci bir direnişi başlattı, ama o ad yenilgiden kurtulmadı...   Sevgili Bavê Rabûn,   Aslında Türklerin ne söyledikleri pek bir anlamı yok.... Sorun bizde... Sorun Kürdler de... Sorun Kürdlerin siyasal önderliğinde, aydınında, aşiretinde, kısacası sorun hepimizde...   Çünkü biz kendi ulusal davamız çerçevesinde birleşemiyoruz...   Çünkü, biz kendi devletimizi kurmak için bir “Ulusal Sözleşme” yapamıyoruz...   Çünkü biz birbirimizi yemeği, kırmayı ve yok etmeyi gelenek haline getirmişiz..   Hacî Qadrî Koyî daha önce bu yaramıza parmak basmış ve Kürdlerin birbirleriyle olan ilişkilerini “ ateş ve barut” bazında ele almıştı...    Sevgili Bavê Rabûn,   Ben Dr. Kemal Mazhar’ın “Çend rûpel di Dîroka Gelê Kurd de” adlı eserin “Derdê Kurd Ji Xatu Bell ve heta Mahmud Zamdar” adlı bölümü okuduğum zaman, Zamdar’ın Kürdlerin birbirlerini yemesi olayını “Derdê Kurd” olarak tanımlaması tam yerindedir..   Biz Kürdler “Kürdün derdi” olan bu tarihsel hastalıktan kurtulmamız lazım..   Yazarlarımız birbirini sevmiyor.... Tarihçilerimiz birbirlerine düşman... Edebiyat uzmanlarımız birbirlerinin kanını içseler doymazlar..   Politikacılarımız birbirlerine o kadar düşman derecesine gelmişlerki, ancak Kürd düşmanları onları yanyana getirebilirler..   Eskide Ortadoğuda uzun süre kalmış ve 1800 yıların sonlarında ve 1900’lerin başlarında bölgeye ilişkin bir çok kitap yazmış ve Kürdleride yakından tanıyan Gertrude Bell mektuplarından Kürdlerden de söz ediyor ve şöyle diyor: “Din adamları yarı okumuşlar................ Her biri ne kadar şeytandan (Êzidi Kürdlerden özür diliyorum) nefret ediyorsa, onun kadar birbirlerinden nefret ederler... Nasıl Kürd devletini kurararlar” diye soruyor..   Tamda doğru olmasa dahi, dikkate alınması gereken bir değerlendirme.       Böyle bir ortamda Amed halkı hep başsız kalacak, boyle bir ortamda Serhildanlar hep yenilgiye mahkum olacaklar...   Kürdler, “Derdê Kurd” olayından kurtulmalı, eğer bu derde çare bulamiyorlarsa, “Loqman Hekîme” oda olmasa son dönemlerde belgelerle Kürdlüğü ispat edilmiş İbni Sina’ya başvursunlar..   Bu “derdê Kurdü” öldürüp ve bir daha dirilmemek için gömmek gerek...   Kendine iyi bak Bavê Rabûn, Kendine iyi bak, Şevbaş   K.Melikendi   Sevgili Bavê  Rabûn 10  Kamuran Melikendi     Ben sana geçenlerde Spartaküs’ün Kürd olduğunu yazmıştım... Bir çok arkadaş ve dostan olumlu ve yerinde tepkiler aldım.. Spartaküs’ün Kürd olmasının tarihsel önemi ve biz Kürdlerin yeniden uluslaşma sürecini yaşadığımız bu ortamda bu olayın eşi bulunmaz birleştirici bir unsur olduğu bilincindeler.. Bazılarımız ise bu olayı,sanki sıradan bir şeymiş gibi gördük ve fazlaca önemsemedik..   Çünkü biz Kürdler hâlâ kendi tarihimize, kültürümüze ve halkımızın tarih boyunca yarattığı değerleri gün ışığına çıkarmış değiliz..   Kürdler ve Kürdistan tarih boyunca hep işgallere uğradı ve Kürdler de işgallere karşı dürendi... Kürd tarihi bir anlamda işgal ve ona karşı direnme tarihidir. Tabii ki tüm bu işgaller Kürdistan’da var olan alt ve üst yapılanmasını yeniden sıfırlayabiliyordu... Kürdler de yeniden “sıfır”dan başlayıp yaşamını kurmak zorunda kalıyordu.. Bırakalım daha eskilere gitmeye, bu günlerde okuduğum bir kaç kitapta Kürdlerin başına gelen felaketlerin ve Kürdlerin Kürd düşmanları tarafından nasıl ölüme gönderildiğini daha açık bir şekilde gördüm.. Bu kitaplardan biri “Kürdlerin Horasana tarihi göçü” adını taşıyor.. Bugünkü tarihimizin kayıp bir çok sayfasını açığa çıkaracak bir tarihi eser... Ben burada bu kitabın içeriğinden söz etmeyeceğim.. Soz etmek istediğim husus İran Şahları Kürdleri Horasana yerleştirirken dışardan gelen saldırılara karşı Kürdleri kalkan olarak kullanıyorlardı.. Özbeklerin, Hintlerin, Rusların tüm saldırılarına karşı, Yavuz Sultan Selim’inde yaptığı ve dediği gibi Kürdlerden sınır boylarında “etten bir duvar” oluşturuyorlardı.. İran Şahları bölgenin hakimiyetini Kürdlere vermişlerdi.. Dışardan gelen tüm saldırılara Kürdler hedef oluyor ve dışarıya yapılan tüm saldırılara yine Kürdler önderlik ediyordu..   Yani kısacası Enver Paşa nasıl Sarıkamış’ta Kürdleri kara kışa sürüp imha ederken, onlarda her savaşa kalkan olarak Kürdleri kullanıyorlardı..   Bir başka eserde P.İ. Eviryanov’un, bir asır önce kaleme aldığı “Rusya’nın İran ve Türkiye ile olan savaşında KÜRDLER” adlı eseridir.. Bu eserde yazar 1804, 1806,1812,1813, 1826,1827, 1828; 1853-1856 ve 1871 yıllarında yapılan savaşlarda Kürdlere ilişkin çok ciddi belgeler vermektedir..   Rusya, Türkiye ve İran tüm bu savaşlar boyunca bir yandan Kürdleri kendi tarafına çekerken, diğer yandan Kürd kamliamlarını yapmaktalar... Çünkü o dönemler Erivan, Karabağ ve Azerbeycan Kürd beyleri tarafından yönetiliyorlar... Yazarın anlatımlarına bakılırsa bu devletler her biri kendi sömürgeci çıkarları için Kürdleri kıyımdan geçiriyor.. Yazar, Kürdleri saldırı ve talanlarına geniş geniş yer verirken, aynı zaman da övünerek Kazakların Kürd köylerine yönelik cezalandırma ve talanlarına yer veriyor.. Sayın Rohat Alakom’un Kars bölgesindeki “Torunlarla” ilgili çalışmasınıda bu açıdan değerlendirmek gerekir..   Kürdler sömürgeci güçler tarafından hep sınırlara sürüldüler ve dışardan gelen tüm saldırılarda hedef tahtası haline getirildiler.... Biz Yavuz Sultan Selim döneminde Kürdlerin sadece Sefevilere karşı “etten geçilmez duvar” olarak biliyorduk... Hayır aynı zamanda Yavuz Sultan Selim Kürdleri Rusya sınırına ve Kafkaslara da yerleştiriyor(Şah İsmail ve Çaldıran savaşı adlı eser).. Çaldıran savaşı esnasındada savaş cephesi dışında korkunç Kürd kıyımları oluyor..   Sevgili Bavê Rabûn,   Bunları sana anlatmamın nedeni, sınır boylarına kıyıma sürülen “kahraman Kürdlerin” hikayesini anlat için değil.... Vurgulamak istediğim sadece bugün bildiğimiz Kürdistan çoğrafyasında milyonlarca “meçhul Kürd askerleri” yok, bir o kadarıda sınır boylarına sürülen ve kurbanlık koç olarak kullanılan Kürdler var..   Tüm bunlar tarihimizin bilinmeyen veya unuturulmak istenen gerçekleridir..   Sana asıl anlatmak istediğim düşmanlarımız nasıl fiziki kıyımımızı “unuturmaya” çalıştılarsa, kültürel değerlerimizi de unuturmaya çalıştırdılar... Kürdlerin devletsiz oluşundan dolayı, bir çok Kürd aydını ve bilim adamı tarih içinde sömürgeci metropollere akın ederek ve oralarda Kürdçenin dışındaki dillerde eserlerini yazdılar.. Bu Kürdlere hep başkaları sahip çıktı... Bu insanlara ve orjinlerine ilişkin “resmi” tarihler yazıldı ve sahiplenildi.. Bizde bu Kürd şahsiyetlerini hep başkalarının bize empoze etmeye çalıştığı gibi gördük... Çünkü tarihimize ve kültürel değerlerimize karşı tarih boyunca bir vandalizm vardı ve hâlâ da devam ediyor...   Bugün sana anlatmak istediğim Kürd şahsiyeti, NİZAMİ GENCEWİ dir...   NİZAMİ GENCEWİ KİMDİR?   Nizami Gencewi 1140 ve 1209 yılları arasında yaşamış Dante, Shakespeare, Puşkin gibi dünya edebiyatının en önemli yazım ustalarından biridir... Nizami Gencewi’nin eserleri yüzyıllar önce dünyanın belli başlı dillerine çevrilmiş ve dünya kültür hazinesine mal olmuştur..   Belki sende okumuşsun.. Sana bir kaç eserini vermek istiyorum..   İskendername, Xusrev ve Şirin, Leyla ve Mecnun, Yedi Güzel(bu güzellerden biri Kürdtür) ve İskendername...   Nizami Gencewi eserlerini o dönem farsça yazıyor...   Ama kim Nizami Gencewi’ye sahip çıkıyor? Türkler ve Azeriler....   Türk edebiyatını okuduğun zaman, Nizami Gencewi “büyük bir türk şairi” olarak tanıtılıyor.. Azerbaycan’da “Ulusal Şair” ilan edilmiş ve her tarafa heykelleri ve büstleri dikilmiş...   Ama Nizami Gencewi “Naxciwan Kürdlerinden” olan Aliyew ailesi gibi “aslını inkar” etmiyor ve gururla övünerek onlardan söz ediyor..   Nizami Gencewi Gence şehrinde dünyaya geldi... Bundan dolayı, Azeriler hemen Nizami Gencewi’ye sahip çıktılar...   Ama tarihsel gerçekler başka....   Nizami Gencewi’nin kendisi Leyla ve Mecnun adlı eserinde “Ger maderi min reyîse Kurd Mader siftane pêş min mird” diyerek anasının Kürd olduğunu, “Şeddadi Miri’nin kızı”oldugunu(.A.Muziri) söyler...   Nizami’nin kendisi “Heft Piker w Şerefname” de İskenderin tarihçesi üzerine duruyor, “Abhaz vilayeti, Alan, Erag,Gence ve Derbend’in hepsi İran’a bağlı olduğunu ve Abhaz vilayetinin Med kökenli Dewali adlı bir Kürd tarafından yönetildiğini ve tüm Ermenistan’ında onun hakimiyetinde olduğunu”yazıyor..   Ayrıca Nizami’nin dogduğu Gence şehri Eran vilayetinin dahilinde olan bir yerleşim alanıdır.. Ermenistan ve Azerbaycan bölgeleri 945 yılından 1200 yılına kadar Rewadiler, Ahmediler ve Şeddadiler Kürdleri tarafından tam 255 yıl yönetildi... Yani bu 3 Kürd devleti esas olarak bu alanlarda varlık gösterdi.. Yine vurgulamaktan yarar var... Bugün Karsa bağlı olan ANI şehri 11 yüzyılda Rewadi Kürdlerin başkentiydi.(Selahadin Eyubi’ninde kökeni onlara dayanıyor)..   Ayrıca Nizami Gencewi şiirlerinde “dayısı Kürd Ömer’in yiğitliğine, kahramanlığına ve mertliğine “ bolca övgüler yağdırıyor..   Nizami Gencewi eserlerinde babası üzerine durmuyor.. Kürd araştırmacısı A. Muziri “Nizami’nin babası Gence’ye göç eden Irak Kürdlerinden olduğunu” ve buna ilişkin olarak Nizami’nin kökenini Irak’a bağladığına ilişkin bir şiir aktarıyor.. Ayrıca Muziri tarihçi Qezwini de bir alıntı yapıyor ve ö dönemler “Gence bir sünni” şehriydi, yabancıları sokmuyorlardı... Azeriler ise Şiiler..   Sonuç olarak Nizami Gencewi ve Kürdler araştırmacılar için  Keşifedilmemiş tarihimizin sayfalarından biridir.. Umut ediyorum ki, araştırmacılarımız bu konuya el atar ve Gencewi edebiyat tarihimizde gereken yerini alırSevgili Bavê rabûn 11  Kamuran MelikendiHaftalarca beklenen   o an  gözyaşları, yaşanan anıların sarmaş dolaş olduğu bir ortamda gelip  dayandı.... Hemde  22 Nisan sabahı   tüm   dünya Kürdleri   108 yıl önce   basılan   ilk  Kürd gazetesi  “Kürdistan”ın  çıkışı vesilesiyle   kutlamalara hazırlanırken,  sabah saat 06.00’da  gelen  telefonun  anlamını hepimiz biliyorduk... 22 Nisan günü,  sende  sürgünde   çıkan  ilk Kürd gazetesi  gibi  bizi  sürgünde  fiziki olarak  terkettin.... Sürgün  şartlarında , vatan topraklarından uzak, gençliğimize  ilişkin tüm yaşananlara hasretle  dolu ve   Hemîn’in  dediği gibi“derdê dûrî, derdê dûrî kuştime”   ortamında   son bahar yaprakları gibi birer birer  dökülüyoruz... Sevgili Bavê Rabûn, Bugün,  22 Nisan günü   sabahı   gelen   telefonlardan sonra  bir çok arkadaşın     dünyanın değişik ülkelerinden   Cenevre’ye  akmaya başladılar... Biz hepimiz   sana  elveda demeye   değil,  seni  birlikte uğurlamaya geliyoruz... Sen  bize   bu yolculukta   benden  bu kadar   diyerek  fiziki olarak ayrılırken, biz hâlâ  yollardayız....Ama   bizim   ortak  anılarımız, umutlarımız   ve  geleceğe ilişkin    planlarımız   yaşadıkca,   sen hep bizimle beraber  ve aramızda olacaksın...... Biz  Rabûn  ve Lerzan’la    Kürdçe  konuştuğumuz  zaman,  senin   sürgün  ortamında Kürd kültürü  konusunda   sarfettiğin   çabanın ulusal sorumluluğun   vazgeçilmez unsuru, soyut emek   olarak hep bizimle olacak...  Onlarda kendilerinden sonra  geleceklere  bu dil ve kültürü  aktaracaklar... Biz  sana elveda değil,  seninle olan  anılarımızı paylaşmak ve  seni yolculamak için geliyoruz.....   Sürgünde,  welat özlemiyle  fiziksel yaşama veda etmek  çok zor.... Bu  gerçek,  Kürdler tarih sahnesine çıktığı andan   beri,  Kürdlerin  yakasına  yapışmış  ve gölge  gibi  takip eden bir bela  gibidir... Büyük Kürd şairi Abdullah  Pêşev  “Serbazî  Winda” adlı şiirinde   Kürdistan’ın  her tarafını  ‘Meçhul Asker’in   anıtı olduğunu ve çelenk  koyulması gerektiğini söylerken,  doğru ve yerinde  bir tespit  yapıyor..  Ama bu tespit  eksik....  Tarih boyunca   Kafkasya’da, Balkanlar’da   Arap ülkelerinde  ve  son yarım  yüzyılda   Batı  Avrupa’nın  bir  çok  ülkesinde  sayısız  Kürd ‘Serbazî  Winda’ yaşama  veda ederek   Anavatan’dan   uzak   topraklara  verildi.. Sevgili Bavê Rabûn   biz  şimdi sana  geliyor ve   seni  uğurlayacağız....  Bilmem seni yolcularken, sana  nasıl hitap edeceğim.. Ama yine ben bildiğim   gibi....  Oxir be  Bavê Rabûn!!! Oxir be  Bavê  Lerzan, Oxir be    Memedê  Montreui!! Oxırbe  Sakalı Memed!!!!Oxirbe   Hevalê Min!!! Oxirbe!!!  Oxirbe!!!!  Kamuran MelikendiBavê  rabûn,  22 Nisan günü  sabahı   dostlarını, arkadaşlarını, sevgili  eşini ve  iki yıldızı olan  Rabûn   ve Lerzan  Dara’yı fiziki olarak  terkederek Kürdistan Ulusal  Kurtuluş  Mücadelesinde  şehit  düşenlerin  kervanına katıldı.. 22 Nisan günü aynı zaman   ilk Kürd gazetesi olan  Kürdistan’ın    basıma verildiği gündü.... Bavê Rabûn’un   sürgünde  ve vatan  hasretiyle  yanıp tutuştuğu  bir  ortamda  yaşamını kayıp etmesi, Kürdlerin   çoktan beri alıştığı bir  durumdur... Çünkü,    vatanları işgal altında  olan  Kürd  halkının   yaşamının  bir başka adı da   sürgündür....   Bavê  Rabûn da  bundan  gereken payını almıştır...  Aslında    Bavê Rabûn’dan  önce   dedesi   var   olan iç zoraki  göçün  kurbanı olmuştu...  Ben Bavê Rabûn’la  Hastane’da    ailelerin  tarihçesi hakkında   konuşurken,   gelip-giden  hafızasını zorlayarak   bana: “Büyük dedem   geçen yüzyılın başlarında  yani  Osmanlı ve Rus savaşı esnasında  Kars tarafından  gelip  Muş’un Malazgirt kazasının  ‘Xanika Feyzo’ köyüne  yerleşiyor”  dedi..... Türk sömürgeci  devletinin  Kürdistan yerleşim birimlerini  boşaltma ve Kürd yurtseverlerininden  arındırma  politikasından  Bavê Rabûn ailesi de payını aldı. Yıllar önce   Bavê  Rabûn  ailesine  ait    Xanika Feyzo’da   bulunan  evler ve araziler   korucular tarafından el koyulmuş,  ailesi  Türkiye’nin  başka alanlarında yaşama mecbur  kalmıştı...  Bu  durum hâlâ  devam ediyor... Böyle bir ortamda    Bavê  Rabûn’u  kutsal Kürdistan   topraklarından uzak, eşi ve çocuklarının bulunduğu   Cenevre’de   toprağa verdik... Evet  25 Nisan günü   saat 15.30’de    İsviçre’de  yaşıyan   Kürdistanlılar, İsveçre’li  dostları ve  Avrupa’nın  çeşitli ülkelerinden gelen  Kürdistanlılardan  oluşan   yüzlerce  kişinin  katılıyla   Bavê Rabûn’a  layik olmasada  görkemli  bir törenle  toprağa verildi..  Biz   Morg’un  karşısına  toplanan  Kürdistanlılara  yaklaşınca  hepsi uzaktan  bana   sarı  saçlı İsviçreliler  gibi  geliyordu... Ben  yaklaştıkça  kır yada beyaz  saçlı  tanıdık yüzleri  görmeye başladım..  Zaman işte  ...!!!!   Onun  sebep olduğu  değişimin  uzaktaki   görünüşü, beni  yanıltmıştı....  Kır saçlılar dışında    bir  o kadar genç ve kadında  vardı... Hafta  içi olmasına  rağmen  beklenen üstünde  bir kitle  katılmıştı...  Yıllardan  beri görmediğim   bir çok  arkadaşı   törende  gördüm.. 25 Nisan günü aynı zamanda    Bavê Rabûn  ve dayîka Rabûn'un  evlilik yıldönümüydü...  Onlar, 25 Nisan 1989’da  evlenmişlerdi.. 17 yıl boyunca  Bavê Rabûn ve Dayîka Rabûn    25 Nisan gününü evlilik yıldönümü olarak  kutladılar..Bu yıl  ise  aynı gün   Bavê Rabûn’u   toprağa veriyorduk..   Herhalde   bu durum  Kürd halkının   “Şîn û Şadî”yi  aynı arada yaşama gerçeğine  tamda  denk  düşüyordu... 25 Nisan günü  töreninden önce   Bavê Rabûn’un    arkadaşları, yoldaşları ve  dostlarından  oluşan   spontan  bir komite   her şeyi   detaylarına kadar  düşünmüş ve  tüm  ön hazırlıkları yapmıştı... Basın ilanları,  Bavê Rabûn’un  fotorafının bulunduğu rozetler,  tören esnasında   yapılacak konuşmaların  Fransızca ve  Kürdçe metinleri, Kürdistan renkleriyle bezenmiş çelenk  ve gül demetleri,  tören sonrası  gidip söhbet edilmesi   gereken  restorant olayına  kadar her   şey ayarlanmıştı.. Biz  Bavê Rabûn’un  tabutunu Morg’dan      toprağa verileceği  mezarlığa kadar    omuzlarda   taşıdık..  Onun  arkadaşları ve dostları bu yol boyunca  ya  tabutu  omuzladı  yada    elini  dayanışmak için  tabutun  bir yerine  dayandırmaya çalıştılar...  Tabut    tam anlamıyla  eller üzerine  taşındı... Mezarlığa vardığımızda   Bavê Rabûn’un  tabutunu  mezarın üstüne  bıraktık....  Tam  o  anda     hepimizi  derin  duygulara götüren,  ağlatan  bir  sahne  yaşandı... Bavê Rabûn’un   15 yaşındaki oğlu Rabûn ve   8 yaşında olan  Lerzan Dara    Kürdistan bayrağını  getirerek    tabuta   sardılar.. Ardında    Aso arkadaş   alabildiğine  akıcı  ve  edebi  Kürdçe ve fransızcasıyla    törenin  sunuculuğunu  yaptı.. Bavê Rabûn’un   yıllardan beri  arkadaşı olan   Raffael    gözyaşları içinde ve arasında     Bavê Rabûn’un   kısa  biografisini  okudu... Arkadaşlar   Bavê Rabûn’un    Kürdçe  kısa yaşam  öyküsünü  okuma görevini  bana  vermişlerdi..  Ama,  Rabûn  ve Lerzan Dara’nın   bayrak meselesi,  25  Nisan  evlilik ve ölüm yıl dönümü  olayına  eklenince, elimdeki   metin kayıplara karıştı ve yaşananlar arasında  çaresiz bir duruma  düştü..Bundan dolayı   ben  yazılı  metini   bir kenara bırakarak, Bavê Rabûn’a  hitaben  kısa  Kürdçe  bir konuşma yaptım... Daha  sonra   P.Ş-Kawa adına    Rojhad Badiki  yoldaş      Bavê Rabûn’un  siyasal yaşamını konu olan   Kürdçe bir konuşma yaptı..... Ayrıca   Kürdistan Demokrat Partisi(Irak) ve Komela Şoreşger(İran)den birer  yetkili   Bavê Rabûn’a ilişkin   konuşma  yaptılar... Bavê Rabûn’un  tabutu  mezara indirilmeden  önce,   Aso   daha önce   kendisine  bir çok defa okuduğu ve   Bavê Rabûn’unda  sevdiği    çok duygusal bir  stranı  okudu.. Törenin  bu boyutu  tamamlandıktan sonra,   yıllar önce   Bavê Rabûn’un istemi üzerine  Dayîka Rabûn’un  Kürdistan’da  getirdiği  toprak    Rabûn ve  Lerzan  tarafından getirilerek      tabutun üzerine atıldı..    Tören alanında  bulunan    Kürdistanlılar   Bavê Rabûn’u   Kürd ulusal  marşı ‘Ey Reqib”   eşliğinde    toprağa  ve Kürdistan şehidlerinin yanına gönderdiler... Daha sonra   Bavê  Rabûn’un   cenaze törenine  katılanlar  birlikte bir  lokantaya gittik..  Fakat,  öngörüldüğünden  daha fazla kitle   törene  katılınca,  katılımcıların esası yer darlığı meselesinden dolayı ayakta kaldı.. Sonuç  olarak, bu  cenaze  törenini hazırlayan,  aylardan beri    Bavê Rabûn’u, eşini ve çocuklarını yalnız bırakmayan   tüm arkadaşlara ve dostlara  teşekkürler...    747 okuma        26.04.2006 Saat: 23:30

Anonymous (not verified)

Mon, 05/12/2008 - 13:05

DUNYANIN DORT BIR YANINDA DOSTLARIM VAR DOSTLAR KI BIR SELAM YOLLAMAMISLAR DOSTLAR KI SELAMLARINI ALMAMISIM.YINE DUNYANIN DORT BIR YANINDA DOSTLARIM VAR DOSTLAR KI KANIMA SUSAMISLAR , KANLARINA SUSAMISIM... (adem)

Elline,dilline saglik Xalo cok guzel ifade etmisin kurdistandaki olusumu.Kendi ozgur ic dinamikleriyle gelisemeyen herhangi bir ulustan dahada zor durumdadir kurd ulusu.oyle isler birgunde olacak refatligina kapilmamak lazim.Ergec kurdistan bir butun olarak dunya tarihinde yerini alacak.Rahmetli Sakali Memed Xalo nun aziz anisi onde saygila egilir, tum mucadele arkadaslarini selamlarim Sexo

Elline,dilline saglik Xalo cok guzel ifade etmisin kurdistandaki olusumu.Kendi ozgur ic dinamikleriyle gelisemeyen herhangi bir ulustan dahada zor durumdadir kurd ulusu.oyle isler birgunde olacak refatligina kapilmamak lazim.Ergec kurdistan bir butun olarak dunya tarihinde yerini alacak.Rahmetli Sakali Memed Xalo nun aziz anisi onde saygila egilir, tum mucadele arkadaslarini selamlarim Sexo

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.