بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

Yazan: Jiyan Ekoloji nedir ? Ekoloji kavramını ilk kez Ernst Haeckel (1834-1919) 1866 yılında yayımlanan ’Generalle Morphhologie' adlı eserinde kullanmıştır. Haeckel ekolojiyi, ’organizmalar ile onların çevresi arasında ki ilişkilerin bilimi' olarak tanımlanmaktadır. Ekoloji yunanca da "hane" , "içinde yaşanılan mekan/ev" anlamında ki "oikos" kelimesinden türetilmiştir. İnsanın içinde varlık kazandığı ve bir parçasını oluşturduğu doğal ortamla olan ilişkilerini ifade eder. Kavram itibari ile genelde ’çevrecilik' yerine de kullanılan ekolojizm çevrecilik değildir. ’ekolojizm' ya da ’çevrecilik' dendiğinde bir farklılığa vurgu yapılmamakta, genel olarak doğanın korunmasına yönelik eylem ve düşüncelere atıfta bulunulmaktadır. Ancak çevrecilik ile ekoloji hareketi arasında bağdaştırılması mümkün olmayan ayrılıklar vardır. 1970 lerin başından itibaren doğa sorunsalı etrafında oluşan yeni toplumsal gruplar, "geleneksel çevre korumacı hareket"ten farklılıklarını dile getirmek için "ekoloji hareketi" kavramını kullanmışlardır. Ekoloji hareketi dendiğinde, hareketin hem siyasal yönüne dikkat çekilmekte hemde klasik çevreciliğe göre bütüncü ve köktenci bir hareket olmasına vurgu yapılmaktadır. Yani ekoloji hareketi, çevre korumacılığın bir versiyonu değildir. Aksine hareket olması korumacılığın niteliklerinden kopuşuyla mümkün olmaktadır. Kimi farklı görüşlere göre de ekoloji, sosyalizm veya muhafazakarlık gibi ’siyasal' bir kategoridir. Ancak geleneksel siyasal kategorilerden bir yönüyle farklıdır. Çünkü ekoloji doğa bilimlerinden kaynağını almaktadır, insan toplumlarına ilişkin gözlemlerden ve öngörülerden yola çıkarak geliştirilmemiştir. Fakat ekoloji bilimi, ekolojistler gözlemlerini insan toplumlarını kapsayacak biçimde geliştirmişlerdir. Ekoloji kavramı üzerine ifade edilenlerin dışında da bir çok tanım getirilmiş , varolan siyasal sistemlerle eklemlendirilerek (eko-sosyalizm, eko-faşizm,gibi) yeni anlamlar kazandırılmaya çalışılmıştır. Ekoloji üzerine geliştirilen farklı tanımlar ve çözümlemeler, yazımızın başında da ifade ettiğimiz birbirinden farklı ekoloji hareketlerin gelişmesini getirmiştir. Başlıklar altında inceleyeceğimiz ekoloji hareketlerin tümü ’yeni toplumsal hareketler' içerisinde ifadelendirilmektedir. 20. yüzyıl sistemlerin çözemediği sorunlar üzerine ve bu sistemlere radikal bir muhalefet yaparak 1960 lardan sonra gelişen yeni toplumsal hareketleri kısaca incelemekte fayda var. Barış hareketi,Kadın hareketi, Gençlik hareketi ve Ekoloji hareketleri olarak ifade edilen yeni toplumsal hareketlerin en önemli ortak noktaları; ’iktidarın fethi' ni öncelikli hedef olmaktan çıkarmalarıdır. Ekolojik hareketlerin gelişimini de açığa çıkarma açısından , Yeni ve eski toplumsal hareketlerle yeni ve eski paradigmalara göz atabiliriz. Eski ve yeni toplumsal hareketlerin karşılaştırmasını yapan Luke Martell e göre; Eski toplumsal hareketler (ETH) yerleşim olarak ’siyaset' alanına dayanırken, Yeni toplumsal hareketler(YTH) yerleşim olarak ’sivil toplum' alanına dayanmaktadır. ETH ideoloji ve amaç olarak ’siyasal bütünleşme ve ekonomik hakları' hedeflerken, YTH "sivil toplum özerkliği, yeni değerler ve yeni yaşam tarzı" nı hedeflemektedir. ETH örgütlenme de "resmi ve hiyerarşik" modeli esas alırken, YTH "gayri resmi ağlar ve taban hareketi" ni esas almaktadır. Yine ETH değişim ortamı olarak "siyasal kurumlara katılım"ı benimserken, YTH "doğrudan eylem ve kültürel siyaset" i benimsemektedir. Claus Offe da eski siyasal paradigmalar ile yeni siyasal paradigmaları karşılaştırmıştır. Offe göre eski paradigma (ESP) temalar (konular) olarak "ekonomik büyüme ve paylaşım, askeri ve toplumsal güvenlik, toplumsal kontrol"u esas alırken, yeni paradigma(YSP) "doğanın ve insan haklarının korunması, Barış, yabancılaşmış çalışma biçimlerini esas almaktadır. ESP değerler konusunda "bireysel tüketim özgürlüğü ve güvenliği, maddi ilerlemeyi" yaratma çabasında iken, YSP "merkezîleşmiş kontrole karşı kişisel özerklik ve kimlik" olmayı yaratma uğraşındadır. ESP aktörler olarak "çıkar çatışması içeren sosyo-ekonomik grupların eylemleri"ni tercih ederken, YSP "kolektif çıkar gruplarına dayanmayan sosyo-ekonomik grupların eylemleri"in tercih etmektedir. Bu bağlamda yeni toplumsal hareketler ve yeni siyasal paradigma hem liberal teoriye hemde devlet eksenli siyasetin sınırlarına meydan okumaktadır. Bir bilim olmanın ötesinde normatif (felsefi) bir yönü olan ekoloji, insan-doğa, insan-insan arasındaki çelişki ve uyum sorunu üzerine farklı akımlar ve hareketlere sahiptir. Bu hareketler birbirinden farklı ve alternatif akımlar şeklindedirler. hareketleri derin ekoloji, sığ ekoloji (çevre korumacı) ve toplumsal ekoloji başlıklarında ve soruna yaklaşımlarını ele alıp tartışabiliriz. Derin ekoloji; derin ekoloji kendisini sığ ekolojiden keskin bir biçimde ayırtır.Akımın fikir babası olan filozof Arne Nass derin ekoloji konusunda 8 ilke ile hareketin manifestosunu oluşturmuştur. Derin ekoloji fikrini en çarpıcı ortaya koyan ilke; "insan hayatının ve kültürlerinin serpilip gelişmesi, insan nüfusunun ciddi ölçüde azaltılmasıyla mümkün olabilir. İnsan olmayan hayatın serpilip gelişmesi de daha az bir insan nüfusunu gerektirir" ilkesidir. Bu ilke derin ekolojinin insan sevmezliğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu konuda abartılı bir tutuma sahip derin ekoloji yanlısı kimi radikal eylemci gruplar, Afrika da açlıktan kaynaklanan ölümlerin, doğal ve doğanın denge arayışında kabul edilebilir bir süreç olduğunu düşünmektedirler. Hatta AİDS'İN insan nüfusunun normal bir seviyeye çekilmesi için ’iyicil' bir hastalık olduğunu ifade ederler. Radikal grupları bir yana bıraktığımızda derin ekolojiyi insan düşmanı olarak nitelendirmek aşırı bir değerlendirme olabilir. Burada (en olumlu yorum olarak) insan-merkezli bir düşüncenin karşısında durma çabası vardır diyebiliriz. Fakat ’kendini gerçekleştirme' ve "biyosferik eşitlik" ilkeleri ile de ortaya konulan şey, yukarıdaki düşünceden çok bağımsız değildir. "kendini gerçekleştirme insana özgü olmayan, insan ve insan dışındaki bütün varlıklar için bir haktır" şeklindeki ilkesi ile, "doğadaki bütün varlılar eşit haklara sahiptir" biçiminde tanımlanmaya çalışılan biyosferik eşitlik ilkesi, insanları doğadaki diğer canlıların değerine çekme ve medeniyetler öncesi bir yaşam tarzını insanlık için uygun görmektedir. biyo-merkezci bir düşünüşe sahip olan derin ekoloji, "ikinci doğa"yı yani insanlar tarafından yaratılan tüm değerleri (toplumsal doğa) kabul etmezler ve ekolojik bunalımın sorumluları olarak insanlığın bütününü gösterirler. Yani Amerika'da ki bir sermayedar ile Afrika'da ki bir köle bunalımdan aynı derecede sorumlu görülmektedir. Aynı zamanda insanı doğuştan günahkar görme durumu da vardır. Derin ekolojiye ilişkin gelen bir başka eleştiri derin ekolojinin aşırı derecede eklektisizme saplandığıdır. Hıristiyanlıktan taoizme, Budizm ve toplayıcı kabile dinlerinden batı metafiziğine, Amerikan Kızılderili kültüründen 1960 ların karşı kültürüne karşı her şeyden bir miktar bulundurmasıdır. Bir başka eleştiri de derin ekolojinin yüzeyselliğine ilişkindir. Derin ekolojinin doğa düzeyinde bir eşitlik fikrinden hareket ettiği, ama toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, kent varoşları, ırkçılık gibi konularda hiçbir şey söylemediğidir. Daha önemlisi bu sorunlarla ekolojik sorun arasında bir bağ kurmamaktadır. Sığ ekoloji(çevre korumacılık) Klasik çevre korumacılık olarak da ifade edilen sığ ekoloji, insan-merkezci bir düşünüşe sahiptir. Doğa-insan arasındaki ilişki konusunda "her şey insan içindir" anlayışıyla yaklaşır. Bu düşünüş, mevcut egemen, tahakkümcü sistemlerin düşünüşünden farklı değildir. İlgilenmeye çalıştığı çevre kirliliği, kontrolsüz üretim ve tüketim biçimi ve doğada ki diğer tahribatların toplum içerisinde ki sistemden kaynaklandığını görmez ve sorgulamaz. Çevreci hareketler ekolojik dengeyi sarsan sistemlerden bağımsız olmadığı gibi, onların yarattıkları tahribatları örtme çabası içerisindedirler. Çevrecilik ve ekoloji hareketlerin farklılığı üzerine yazımızda her fırsatta dile getirme ihtiyacını, bu hareketin ekolojik bunalımın temel nedenlerini saptırdığı ve ekolojik hareketleri tahakkümcü sistemlere yaklaştırıp,sistemin etkisi altına çekme çabasında olduğu içindir. Toplumsal ekoloji Toplumsal ekolojinin temel dayanağı, toplumla doğayı karşı karşıya getiren sorunların toplum ile doğa arasında ortaya çıkmadığı, toplumsal gelişmenin içinden çıktığı düşüncesidir. Bugün algılanan toplumla doğa arsındaki karşıtlık ve bölünme, toplumsal alandaki bölünmelerden, insanların kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklanmaktadır. Yani ekolojik sorunlar, içinde yaşadığımız toplum ile doğrudan ilişkilidir. Bu sorunların kökeni, hiyerarşik, sınıfsal ve rekabetçi kapitalist toplumda yatmaktadır. Bu nedenle toplumsal ekoloji, sorunların çözümünü toplumun yeniden kurulmasında görmektedir. İnsanın doğa üzerinde ki tahakkümünün kaynağı olan İnsanın insan üzerindeki tahakkümü ve tahakkümü yaratan kurumların , ideolojik yapıların tavsiyesinin gerektiği ve bunun mümkün olduğu düşüncesini savunulur. Toplumsal ekoloji, toplumsal baskıyı geniş bir çerçevede ele almaktadır. Ekonomik anlamda sınıfların ortaya çıkışını önceleyen ve zorunlu olarak ekonomik bir temele dayanmayan kurumsallaşmış zor kullanma, emir verme ve itaat etme biçimleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Toplumsal ekoloji, "toplumsal sorun"u ekonomik sömürünün ötesinde ailede, kuşaklar ve cinsler arasında, etnik gruplarda, siyasal, ekonomik ve toplumsal kurumlarda varlık kazanan ve doğayı da içine alacak şekilde genişleyen tahakküm biçimleri olarak formüle etmektedir. Burada hiyerarşik analiz, sınıfsal analizi reddetmeyi gerektirmemektedir. Hiyerarşik analiz sınıfsal analizi de içermektedir. Toplumsal ekoloji, biyo-merkezcilik, eko-merkezcilik, insan-merkezcilik ve diğer bütün merkezciliklerin karşısında duran bir bakış açısına sahiptir. Merkezcilik yerine, tamamlayıcılık ve bütünlük ilkesine ve ötekilik kavramına ve onun içerdiği farklılaşmalara dayanmaktadır. Toplumsal ekoloji, toplumun ekolojik ilkelere göre yeniden yapılandırılmasında dört temel ilkeden bahsedilmektedir. 1. halk/ yurttaş meclisleri"nin yeniden canlandırılması 2. Meclisler konfederasyonu oluşturma, 3. Gerçek yurttaşlığın okulu olarak komünal ve konfederal siyasetin inşası 4. Mülkiyetin "belediyeleştirilmesi" yoluyla yerel topluluğun ekonomik yetkiyle donatılması ve ortak üretim politikasının formülasyonunun kamusal demokrasi esasında gerçekleştirilmesi. Ekoloji Hareketleri , ortaya koyduğu sorunun (çevre/doğa/insan) aşılmasının daha kapsamlı bir çabayı gerektirdiğini fark etmeli, "doğa üzerinde insanın, kadın üzerinde erkeğin ve toplum üzerinde devletin tahakkümünü, teknolojik, kurumsal, kültürel olarak tamamen ortadan kaldıran bütünüyle yeni, hiyerarşik olmayan bir toplumun yaratılmasını hedeflemelidir. Toplum kendi içerisinde bir uyum ve dengeyi yakalayamadıkça, doğa ile olan ilişkilerinde de bir dengeyi yakalaması mümkün görünmemektedir. Doğada ki bütün renklerin, türlerin korunması gerektiği gibi, bütün toplumların, kesimlerin, halkların hakları korunmalı, geliştirilmeli ve aralarında ki uyumu sağlanmalıdır. Sonuç olarak, ekoloji "toplumsal ekoloji" olmalıdır. En önemli sorulardan biri nasıl gelişecek? sorusudur. Yani ekolojik toplum nasıl örgütlenecek? Sorunun tespit yöntemi, nasıl örgütlenebileceğini, kimin/kimlerin örgütlenmede öncülük yapabileceğini de ortaya çıkarır. "Ekoloji hareketi yeni toplumsal hareketler içerisinde yer almaktadır. Yeni toplumsal hareketler, ileri endüstri toplumların içinde doğmaktadır". Bu tespitten yola çıktığımızda, ekoloji hareketin ileri endüstri toplumların içinden doğmuştur sonucuna varırız. bu doğrudur ama "sorunun kaynağı 200 yıllık ileri kapitalist toplumlardır, sorunun çözümü de aynı kaynaktan gelişecektir" sonucunu çıkarabilir miyiz? Eğer bunalım sorunu sadece endüstri devrimi ve gelişim süreciyle ele alırsak bu sonuç çıkabilir. Ama bunalım sorununu "sadece burjuva, feodal ve antik toplumda değil, genel olarak sınıflı toplumda da değil, bizzat uygarlığın şafağında, yani hiyerarşi ve tahakküme ve bunları doğuran nedenlerle ele aldığımızda durum değişir. Aynı zamanda karşımıza dev gibi bir sorun çıkar ve buz dağının sadece görünen yüzüyle de uğraşmamış oluruz. Bu tespitten yola çıktığımızda son 200 yıl içerisinde ekolojik bunalıma neden olduğu ileri sürülen gelişmeler bir sonuç olarak karşımıza çıkar. Bu durumda bunalım sorunu, ileri endüstri toplumlarınca çözülecek sonucunu çıkaramayız ve yönümüzü farklı yerlere de çevirebiliriz. Yani batı merkezli bir düşünüş ve çözümden sıyrılabiliriz. Bunalım sorununun çözümü konusunda yönümüzü çevirirken, bu durum ileri endüstri toplumlarının sorunun çözümünün dışında kalacağı vb. bir sonuç çıkarmamızı da getirmez. Keza şu anda ekoloji hareketlerin geliştiği toplumlardır Ve yaratılmaya çalışılan ekolojik bir toplum ve ekolojik bir dünyadır. dolayısıyla sorunun çözümü dışında düşünülecek toplum da yoktur. Tespit etmeye çalıştığımız şey, ekolojik bunalıma karşı mücadele hangi alanda daha güçlü ve sonuç alıcı gelişip genel çözümün önünü açacağıdır. Bu konuda teorik çözümlemenin ötesinde, pratik olarak sorunla mücadelenin gelişebileceği ve hareketin büyüyeceği alanı tespit etmeye çalışalım m Bunalım sorununun temelinde "toplumsal hiyerarşi ve insanın insan üzerindeki tahakkümünün doğaya indirgendiği" tespitinden yola çıktığımızda, ( bu sorun bunalımın en derin nedenidir) batı toplumlarına karşın şu an hiyerarşi ve tahakkümün en derin ve yoğun yaşandığı alan doğu ve orta doğu toplumlarıdır durumunu çok açık bir şekilde görebiliriz. Bütün toplumlarda bir şekilde hiyerarşi ve tahakküm olgusu yaşanmaktadır ama ifade ettiğimiz gibi en derin yaşanan alan doğu ve Ortadoğu toplumlarıdır. m Sorunu (asıl sorunun sonuçları olsa da) 200 yılık sanayi-endüstri gelişimin getirmiş olduğu tahribatlar itibariyle ele aldığımız da; batı sanayi ülkeleri kendi gelişimleri için hammadde elde ettikleri, elde ederken ve işlerken tahribatlar yarattıkları , kimyevi üretimlerin yapıladığı, zehirli atıklı fabrikaların kurulduğu, bir bakıma "batının çöplüğü" konumunda ki alan doğu ve Ortadoğu dur. Bu alanda yaşayan toplumlar, sanayi gelişiminden olumsuz olarak en çok etkilenen ve kirliliğin en çok olduğu toplumlardır. m Batı toplumları, kendi içerisinde kimi çelişkiler yaşamasına rağmen köklü bir değişim ihtiyacı duymazken, şuan doğu ve Ortadoğu toplumları yaşadığı derin çelişkiler karşısında radikal ve köklü bir değişim ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Ekolojik bir toplum oluşturmak için radikal devrimci değişim gerekmektedir. m Batının "ak yada kara" ,"ya büyü yada öl" gibi düşünce sistemine karşın, doğunun "olasılıklı" ve "çetrefilli" düşünce sistemi ekolojik toplumun gelişmesine daha yatkın bir tarzdır. m Doğu ve Ortadoğu toplumlarının doğa ile olan ortak yaşam ilişkisi daha yoğundur. tarih boyunca bu toplumların doğayla kurmuş olduğu uyumu günümüzde de halen devam ediyor olması, ekolojik toplum kurmada önemli bir faktördür. m İnsanlar/toplumlar direkt etkilenmedikleri ve kendi adlarına biçimlendirmedikleri hiçbir şeyi sahiplenmez ve geliştiremezler. Bu tespiti yaparken bilinç faktörünü de göz önünde tutmaktayım. Yani dolaylı bir etkilenme de olsa bilinçlenme yoluyla sorunu sahiplenme durumu gelişebilir. Ancak ilk tespite olduğu gibi ve ilk 2 maddeye dayanarak, sorunun direkt mağdurları(doğu-Ortadoğu toplumları) sorunun çözümünde daha kararlı ve direngen katılma potansiyeline sahiptirler. Batı, doğu ve ortadoğu toplumları için tespit yaparken bu alanlara ait bütün toplumları aynı derecede tutmamakta, ağırlıklı bir durum ifade edilmeye çalışılmıştır.) Bu tespitlerle, ekolojik bunalımın aşılması için yoğunlaşılması gereken alan olarak doğu ve Ortadoğu adres olarak göstermekteyiz. Bunu yaparken bu toplumların şuan içinde bulunmuş olduğu handikapları da görüyoruz. Özellikle yukarıda ki maddelerde ifade ettiğimiz durumun bilincinde olmama özellikle "çöplük" konumunda kullanıldığını görmeme durumu bir dezavantaj oluşturmakta ve bu toplumları harekete geçirme konusunda daha fazla yoğunlaşılmasını gerektirmektedir. Görüldüğü kadarıyla, ileri endüstri toplumları içerisinde gelişen ekoloji hareketler, entelektüel bir birikime, bilinçlenmeye dayalı gelişmektedir. Toplumsal ekoloji gruplarını bir tarafa bıraktığımızda bir çok grup bir hobi olarak sorunla ilgilenmekteler. Yani ekolojik bunalımın ağır mağdurları değiller bundan da kaynaklı olsa gerek bu grupların toplumsallaşması ve gelişmesi pek görülmemektedir. Doğu ve Ortadoğu insanının durumu ise daha farklıdır doğu insanının özgürlük ve beşeri olarak dahi yaşama alanı oldukça daralmıştır ve bunalım sorunun ağır hastası konumundadır. Batı da ekoloji hareketlerinin karşı karşıya kaldığı bir başka tehlike de dejenerasyon durumudur. Bir çok nedenle ifade edilebilecek bu tehlikenin oluşmasında önemli bir etkende; hareketlerin batı sınırını aşıp sorunun yoğun yaşandığı merkezlere açılım yapamamasıdır. Batı da örgütlenen ekoloji hareketle çalışmalarını doğuya kaydırmalı ve ekolojik bunalımla mücadeleyi burada vermelidir. Bunların sonucunda şu formülasyonu kurabiliriz; şuan ekoloji hareketlerin gelişmesinde düşünsel öncülük geliştiren, sorun hakkında çözümleme ve tespit yapan batı dır, fakat bilinçlenme ve örgütlenme ile tahakkümün ve hiyerarşinin parçalanacağı, "batının çöplüğü" olmaktan kurtularak endüstriyel yayılmanın sınırlandırılabileceği merkez doğu ve Ortadoğu'dur. Ortadoğu toplumlarının ekolojik bunalım karşısında bilinçlenmediği ve örgütlenmediği tespitini yaparken Kürtlerin durumunu ayrıca ele almak gerekiyor. Hatta Kürtlerin Ortadoğu da ekolojik hareketin gelişmesinde öncülük rolüne sahip olduğunu da rahatlıkla ifade edebilinir. Kürtlerin Ortadoğu da maruz kaldıkları tahakküm ve bunun karşısında özgürleşmek için çok diri bir mücadele sahibi oldukları bir yana, Kürtlerin özgürlük hareketi Kongra-Gel ekolojik bunalımı da görerek stratejisini, Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması üzerine kurmaktadır. Şu an batı da dahil olmak üzere, bu büyüklükte hiçbir örgüt ekolojik bunalım sorununu sahiplenmemekte ve ekolojik topumu kurmayı temel paradigması haline getirmemiş durumdadır Tüm bunların sonucunda Kürtlerin ve doğu toplumların yapması gereken (ekolojik bunalımın mağdurları da olarak) kendi öz güçlerine dayanarak ekolojik bunalım sorununu en çok tartışan toplumlar olmalıdır. Not: Roja Ciwandan aktarilmistir.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.