Direkt zum Inhalt

Geriye Dönüşler Üzerine,

Son günlerde   Kürd dünyasında   ve Türkiye’de  geniş bir şekilde  “Geriye Dönüşler” üzerine  tartışılmaktadır.   Her ne kadar  geriye dönüşlere    sıcak bakmama  rağmen tartışmaları  önemsiyorum.  En  azından  Kürdlerin  millet olarak   var  olan  sorunlarının  tartışılması   önemlidir.  Bilindiği  gibi   Türk devleti, daha önce “Kürd Açılımı”  ve   akabinden    “Milli Birlik Projesine”   çevirdiği      somut  hiç bir veriye dayanmayan     bir  tartışma  sürecine  önayak  oldu.  AKP  aracılığı ile  başlatılan   bu tartışma  süreci   Kürdlerin  reel durumunu da  büyük bir oranda      ortaya  serdi.   Ocalan   İmrali’den  itibaren  PKK’den   Avrupa’dan,  Qendil ve Mexmur’dan  3  grubun    Türkiye’ye  göndermesini talep ett.  PKK’liler    hemen    Apo’nun bu talimatını   harekete geçirerek   Qendil ve Mexmur’dan   34 kişiyi “Barış Grubu”  olarak  Türkiye’ye gönderdi.  Fakat    Qendil ve Mexmur  grubunun   gelişini    karnaval  havasına  çeviren   DTP’lilerin  tutumu  Türklerin “ulusal gururuna”     dokunduğundan  dolayı   Türk Başbakanı   bu yaşananlara  karşı  “yeniden  sıfırdan başlarız”  tehditinden  bulundu.  Türk  Genelkurmay  başkanı   yaşanan  sevinç  gösterilerine   sert  tepki  gösterdi.  Akabinden “Avrupa Grubunun”  gelişi ertelendi.  Zaten     gelenler    sonuçta   bir “Pişmanlık  Yasası”  çerçevesinde   muamaleye tabii  tutuldular !!!  ve  serbest  kaldılar.  Bu süreçte    Avrupa’da da   bir çok  Kürd çevresi   Türkiye’ye  geri dönmek için   açıklamalar bulundular, mesajlar verdiler, arabulucuları kullandılar   ve  hatta   çeşitli  “Türk arabulucularıyla”   görüşmeler  yaptılar.  Kürd Meselesinde   hangi değişmeler  oldu ki  Kürdler   böyle bir sürece  balıklama  atladılar?  Türk devletinin  kurulmasından  bu yana  Kürdlere karşı  hayatın  her alanında  jenosidler uygulandı, milyonlarca  Kürd  kıyımdan  geçirildi.    Kürd’e  ait ne varsa   her şey inkar edildi ve  yasağa  tabi tutuldu.  Sonuç olarak  Kürdler  millet olarak  yok sayıldı.  Türk devletinin  bu  vahşetine karşı  Kürd  halkı bağımsız ve  özgür  bir  ülke  için  isyanlarla   ve  direnişler cevap verdi.  Türk devleti  Kürdlere  ilişkin   temel politikalarını   hâlâ  koruyor.   Bu konuda  anayasal  olarak dahi tek  olumlu bir adım  atmış değil.  Kürdlerin  tüm    ulusal  talebleride   hâlâ  ortada  duruyor.  Fakat  Türk devleti   Türk devlet yapısını  bozmaksızın    kontrol  dışına çıkmış  ve ulusal bilinci olan  Kürd kesimlerini  yeniden  devlet  yapılanmasına  entegre etmek için  bir çaba  içine  girmiş   bulunmaktadır.   Onların  ev  hesabı     ne kadar çarşıya    uyar  sorunu ise başka bir mesele..  Ama  Türk devletinin  Osmanlıdan beri  bu yönde    bir  siyaseti vardır.   Bu konuda   Osmanlılar döneminde  Kürd  Mirlerinin  direnişleri  ve yenilgilerinin ardından   İstanbul    maceraları  çok   öğreticidir.   Baban Mirleri,   Botan Mirleri, Soran  Mirleri ve  Canpolatların   akibetleri bilinmektedir.  Bugün  dahi   bu ailelerden  gelen kesimlerin Türk devleti olan  ilişkileri  yaşanan tahribatların  boyutları  hakkında  bazı ip ucları verebilmektedir.  Türk  Cumhuriyeti  Osmanlı’dan  farklı   olarak    ele geçirdiği  Kürd  ulusal hareketinin  önderlerini   fiziki olarak  yok etti. Şêx Said, Seyid Rizo,  Cibranli Xalid   ve  arkadaşlarının örneklerinde   olduğu gibi......  Ama  buna rağmen  Türk devleti    Kürdlerin ulusal talepleri için   ayaklanmalara   katılan   bir çok  Kürd  ileri gelenleri  yeniden   sistemine entegre etmek  ve absorve  etme  polikasından vazgeçmedi.  Bu  konuda  en  çok bilinen  örneklerden biri  Dr. Mehmet Şükrü Sekbandır.  Dr. Mehmet Şükrü Sekban  öyle yabana atılacak  bir kişilik değildir.    Dr. Sekban  20 yüzyılda  “Geriye dönüşünü”    teorik ve  akademik     bazda  şekillendiren  “Kürt meselesi” adlı eserin  yazarı  olarak    bir ilki teşkil ediyor.  Dr. Sekban  1908  yılında kurulan  Kürt  “Teavün ve Terakki Cemiyetinin” kurucularından,   1912’de  kurulan   “Hevi”  örgütünün  finansmanı,   1918  yılında  “Kürdistan  Teali Cemiyeti”nin  kurucularından ve   oluşumun  bölünmesinden sonra   ortaya çıkan “Kürt Teşkilat-i İçtimaîye”nin    kurucusu  olan   bir Kürd  şahsiyetidir.  Dr. Sekban’nın   faaliyetleri  sadece   bunlarla sınırlı değildir.  O  aynı zaman da   1927’de   Lübnan’da  kurulan “Xoybûn”    Partisinin   kurucularından ve uzun yıllar  Bağdat ve Güney Kürdistan’da  temsilciliğini yapan  ve aynı zamanda   1930’da  Bağdat’ta  Kürd  ileri gelenleri tarafından  kurulan “Yaney Serkeftini Kurd”ın  kurucularından  biridir.  Zaten  Dr. Sekban bir ara  Irak’ta    Sağlık Bakanı olarak görev yaptı.  Ama   Dr. Sekban 1932 yılında  çıktığı Almanya’da   “Kürdlerin Medlerle  ilişkileri   olmadığını   Türkler gibi Turani bir halk olduğunu”  ileri sürdüğü  “Kürt Meselesi”  adlı kitabı yazıyor.  Ve  daha sonra  Dr. Sekban Türkiye’ye  dönüyor.  Türk devleti    aynı  politikalarını   1925  Devrimi ve   Ağrı Hareketleri  sonrası  yurtdışına çıkan kadrolara  da  uyguladı.  Bu  konuda  ya bire bir  ilişkiye geçerek  yada  1932  yılında yaptıkları gibi  uyduruk aflarla   bir  dizi Kürd’ü yeniden   etkisiz  hale getirebildi.  Örneğin  Şêx Said’ın  oğlu  Şêx  Ali Riza’nın  “Xoybûn”dan  ayrılması ve  1932 afında   Türkiye’ye  dönmesi   bu  bağlamda  ele alınabilir.  Bazıları  onun  Xoybûn ile   Ermeniler  meselesinden dolayı  çelişkiye düştüğünden dolayı  ayrıldığını yazıyor,  fakat belge getiremiyorlar.  Ama   tersi  belgeler mevcut. Mesela  Xoybûn ile  Taşnak  Partisinin   yaptıkları  ortak antlaşmanın altında   Şêx Ali Rıza’nında  imzası var.    Aslında    bazı Kürd çevreleri    Osman Sebri’ye  ait   Anılarının  ikinci  bölümünü  gizlemeseler    Türk devletinin   ilişkiye  geçtiği Xoybûn  liderleri hakkında ve geri dönüşlerine dair  çok bilgi veriyor.(Aso Zagrosi’nin     İhsan Nuri Paşa adlı   yazı serisine bakınız)  Hatta  Türk  devleti  İhsan Nuri  Paşa’ya da   el atıyor, aracılar gönderiyor ve onu “af”   ediyor.  Fakat,  İhsan Nuri  Paşa  Türklere  güvenmediğinden   dolayı  bu istemlerini  reddediyor.    İhsan Nuri Paşa’nın  eşi  Yaşar Hanım    iki defa Türkiye’ye geliyor(Aso’nun yazısına bakınız).  Ben bu  son  “Geri Dönüşleri”  tartışırken  Osmanlı ve   Cumhuriyet  dönemi  Türkiye’den  örnekler  getirirken    o dönemlerle  bugünü  karıştırmak  istemiyorum.     Eğer  Türk devletinin  elinden gelse      Atatürk’ün  politikasının  bire bir uygular.  Fakat,  gelinen  aşamada    Kürd  ulusal    potansiyeli farklı  bir konumdadır. Bundan dolayı  Türk devleti   sözde de olsa  Kürd varlığını (millet değil, birey) kabul ediyor.  Fakat   problemin esası  Kürd siyasi ve aydın   çevrelerinden   kaynaklanıyor.  Bir  halk  topluluğu olarak “ulusal hafıza” ları  yok.  Kürdlerin  kendi ulusal haklarını  talep etmek  için,  “ulusal bir duruş”ları yok.  Eğer  Kürdlerin bir “Ulusal Duruşu”  olsaydı,   Türk  işgalcilerine  karşı   ayrılıklarına  rağmen     ortak duruş  sergiliyerek  çok ciddi  bir Kürd cephesini  oluşturabilirlerdi.  Ne  yapıldı?  Bir  çok  Kürd   Türk devletinin “ suçlu”   ve “suçsuz”    dayatmalarını  kabul ederek  “suçsuzluklarını”  ispat edip Türkiye’ye döndüler.  Bu  durum   ulusal ve uluslararası  arenada  Türk devletinin  elini güçlendirdi.   Türk devletinin  propaganda   mekanizmasına   yeni  araçlar sundu.  Türk başbakanı  “Sayın  Burkay ve Yaşar Kaya’yı    bu gruplardan  önce bekliyorduk” diyor. Sayın Yaşar Kaya    Ankara’da    kendisine  karşı yürütülen dava  durdurulursa   geriye döneceğini söylüyor. Şivan’a  yönelik   her gün çağrılar var.  Aslında  sorun  çok basit. Türk devlet mekanizması  şu veya bu oranda    ön plana  çıkan  Kürdleri  sembolik olarak   sistemin içine çekmek istiyor.  Bununla  milyonlarca  Kürde  işte Şivan’da  geldi!!!! PSK’nin Başkanı’da      Hep ve Kürdistan parlamentosu Başkanı’da  geldi  başka ne istiyorsunuz?   Mesajını   vermek  istiyor.  Aslında   TC,  yukarıda sözünü ettiğim  Kürd  şahsiyetlerinin  kaşına  ve gözüne  hayran değil..  TC’nin amacı  onların dönüşünü  kullanarak   Kürd ulusal bilincine  vurmak  ve  var olan  bilinci tasfiye etmektir.  TC  açısından   Kürd  sorunu   gündeme  geldiği zaman   ne  kanun,  ne  yasa ve  ne  de anayasa  vardır.  Bunların  hepsi hükümsüzdür.  Yine  bazı   Kürd  kadroları    ömürlerinin   sonuna gelmelerine rağmen   TC’nin  Kürdlere  ilişkin   “suç” ve  “suçsuzluk”   kriterlerini  kavramış değiller.  Tahir  Adıyaman    7 Türk askerini öldürdüğünden  dolayı aranıyordu,   “Koy Koruculuğunu”   kabul edildikten sonra  “suçsuz” oldu.  Dağdan  PKK’den  kaçan   bir dizi  eski PKK’li   Türk  Genelkurmayı    gözde     katilleri oldular.  Bugün  Türk devleti   Kürdistan  askere  taş atan çocukları  zindana atıyor ve   Qendil’den  gelen ve yıllarca  dağda   savaşan  PKK’lileri   serbest bırakıyor!!!   Yine  aynı TC    50 yada  100 PKK yöneticisi hariç  diğerleri gelebilirler.  Yani  anlayacağınız   TC’nin  tek bir hukuku var:   Kürdleri ulusal taleplerinden  arındırarak  yeniden  sistemine entegre  etmektir.  Hâlâ  işin başında  olduğumuz bir süreçte  her Kürd’ün ciddi bir şekilde bu süreç üzerine, Türklerin   yeni atraksiyonları üzerine ciddi bir şekilde düşünmesi gerekir.   Silav  Rojgar Merdoxi 29.10.2009

bununla ilğili bir tek örnek vereceğim seyit rızanın oğlu türklere güvenip tuzağa düşürülüp ,öldürül seyit rızaya oğlun idam ettiklerini söylediklerinde seyit rıza şu cevabı verir. o benim ona öğrettiklerimi unuttu ve türklere güvendi o benim oğlum değil der.

Neuen Kommentar schreiben

Der Inhalt dieses Feldes wird nicht öffentlich zugänglich angezeigt.
CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.