Direkt zum Inhalt
Submitted by Rêvebir on 10 November 2010

Osmanlı yönetimi döneminde Kürdlerin, dilleriyle, kimlikleriyle ciddi sorunları yoktu. Örneğin, 1890’ların sonlarında, 1900’lerin başlarında, Kürdistan, (1898) Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti Gazetesi, (1908) Şark ve Kürdistan (1908), Kürdistan (1908), Amid-i Sevda (1909) Peyman (1900), Rojî Kürd (1913), Yekbûn (1913) Hetewe Kurd (1914), Jîn (dergi, 1918) Kurdistan (1919) Jîn (rojname, 1919) gibi dergiler ve gazeteler çıkıyordu. Bu gazetelerin ve dergilerin çoğunluğu İstanbul’da çıkıyordu. Diyarbakır’da yayımlanan dergiler de vardı . Kürd Azm-i Kavi Cemiyeti, Kürd Talebe Hevi Cemiyeti gibi dernekler vardı. Bunlar legal yayınlar, legal kuruluşlardı. Bunlar hakkında zaman zaman soruşturmalar açılsa, yasaklamalar yapılsa da legal yayınlar, legal kuruluşlardı.

24 Temmuz 1923’te, Lozan Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 29 Ekim 1923’te, Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetle birlikte, Kürdlerin etnik varlığı, dili kültürü inkâr edilmeye başlandı. Dünyada Kürd diye bilinen bir kavim, Kürdçe diye bilinen bir dil olmadığı, “Kürd denenler”in aslının Türk olduğu, “Kürdçe denen dil”in aslının Türk dilinin ilkel bir ağzı olduğu ısrarla vurgulandı. Ve bütün bunlar Cumhuriyet boyunca sistematik bir şekilde savunuldu. O zaman, şu çok önemli bir soru olarak ortada durmaktadır. Cumhuriyet Kürdlere ne kazandırdı?

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kürdlerin sahip olduğu haklar, Kürdlerle birlikte anılan haklar, Cumhuriyet döneminde Kürdlerin ellerinden alınmış, yasaklanmıştır. Bu yasağın sürdürülmesinin ancak baskı ve zor ile mümkün olacağı açıktır. Kürdlerin Kürd toplumu olmaktan doğan haklarının yasaklanmasının hiçbir meşru temeli yoktur. Toplumsal meşruiyet elbette önemlidir. Ama Kürd haklarının, Kürdlerin doğal olarak sahip olduğu hakların gasbedilmesinin hiçbir meşru dayanağı yoktur. Böyle bir gasp eylemi Cumhuriyet kavramıyla da bağdaşmaz.

Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkârı basit bir olay değildir. Bu tutum devlet politikasında, devletin eğitim ve kültür politikasında çok önemli, çok köklü değişiklikleri getirir. İnkâr, imhayı da beraberinde getiren bir anlayıştır. Asimilasyon gibi bir politikayı beraberinde getirdiği şüphesizdir. Kürdlerin ve Kürdçenin inkarı demek, daha önceki yıllarda, Kürd diliyle yazılmış, yayımlanmış veya yayımlanmamış kitapların, yazıların, gazetelerin, dergilerin de imhasını zorunlu kılmıştır. Bu anlayış çerçevesinde, devlet kütüphanelerindeki Kürdçe kitaplar, dergiler, gazeteler, dergi ve gazete koleksiyonları ayrılmış, toplanmış, imha edilmiştir. Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkarı demek, Kürdlere, Kürdçeye ait hiçbir iz bırakmamaya özen göstermek demektir. Devlet kütüphanelerindeki Kürdçe kitapların, dergi ve gazete koleksiyonlarının toplanıp imha edilmesi, bu bakımdan, çok önemli bir operasyon olmuştur. Özel kütüphanelerdeki yayınlara ise, sık sık gündeme getirilen güvenlik aramaları sırasında el konulmuş, bir daha sahiplerine verilmemiştir. Bu arada başını belaya sokmaktan çekinen aileler, bu tür yayınları çoğu zaman kendileri imha etme gereğini duymuşlardır. Bugün, bu gazeteleri, dergileri devlet kütüphanelerinde bulmak çok zordur. Ancak, bazı büyük kütüphanelerde birkaç sayı bulunabilmektedir. Özel kütüphanelerde bulunması ise çok daha enderdir.

Kürdlerin ve Kürdçenin inkarının, baskı ve zoru gerekli kıldığı, sürgün politikalarını gerekli kıldığı, Kürd ailelerin yerlerini yurtlarını terke zorlandıkları çok açıktır. Zira inkâr ve imha, ancak, baskı ve zorla, sürgünlerle yürütülebilen bir politikadır. Bu politika, Kürd bölgesinin ekonomik, toplumsal ve kültürel bakımlardan geri bırakılması sonucunu doğuran bir politika olmuştur.

Cumhuriyet yönetimi, Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkârına nasıl cesaret edebilmiştir? Bu cesareti nereden almaktadır? Bunu şu şekilde belirtmek mümkündür. 1921 Koçgiri, 1924 Beytüşşebap direnişlerinde, 1925 direniş sürecinde, Kürdlerin ayrı bir kavim olduğunu, Kürdçenin ayrı bir dil olduğunu Kürdlerin Türk, Kürdçenin Türkçe olmadığını ileri sürebilecek, savunabilecek Kürd aydınlarının önemli bir kısmı, ya öldürülmüş veya firar etmek zorunda kalmışlardır. Cezaevlerine konularak veya sürgün edilerek tecrit edilenler de vardır. 1930 larda Ağrı, 1937-1938 de Dersim direnişleriyle bu süreç devam etmiştir. Savaş sürecinde gerçekleşen kırım ve firar, Kürdleri çok önemli destekten mahrum bırakmıştır. Firar edenlerin, sürgün edilenlerin ülkeyle ilişki kuramamaları için her türlü önlem alınmıştır.

İkinci olarak Türkleştirme sürecine karşı çıkabilecek, bu süreci eleştirebilecek aydınlardan önemli, bir kısmı 150’likler olarak Türkiye’den sürgün edilmişlerdir. 150’likler içinde Türk ve Kürd aydınlarının olduğu da bilinmektedir.

1928 Harf İnkılâbı’nın, Kürdlere olumsuz etkilerinden söz etmek gerek. Kürdlerin eğitim kurumları medreselerdi. Ve medreselerde eğitim Kürdçe yapılırdı. Arapça, Farsça öğretimi, Kur’an, Fıkıh, Hadis öğretimi Kürd diliyle yapılırdı. Cumhuriyetle birlikte hem –medreseler, hem de Kürdçe yasaklandı. 1928 Harf İnkılabı, Kürdlerin geçmişle bağının kopartılmasında büyük bir rol oynadı. Devlet, Cumhuriyetle birlikte, herkesin Türk olduğunu, dünyada, Kürd diye bir kavim olmadığını söylüyor, Kürdçe diye bir dil olmadığını vurguluyor, Harf İnkılâbı da Kürdlerin geçmişle bağını kopartarak Kürdler arasında, özellikle gençler arasında bu düşüncenin gelişmesine yol veriyor. Harf İnkılabı’nın Kürdler ve Türkler bakımından anlamı elbette çok farklıdır. Harf İnkılâbı’yla Türkler de örneğin, Osmanlı geçmişlerinden kopartılıyor ama Türklerin önüne yepyeni bir geçmiş, ilk çağlara, tarihsel kökenlere inen bir geçmiş konuluyor. Ama Kürdler de aynı tarihsel geçmiş içinde, aynı kökenler içinde değerlendiriliyor. Asimilasyon sürecinde, Kürdçenin ve medreselerin yasaklanmasıyla, zihinleri boş olan Kürd çocuklarına pürüzsüz bir şekilde, Türk geçmişi vermenin yolu açılıyor. Zihinler bembeyaz bir kâğıt gibi. Kâğıda ne yazarsan gerçek o gerçek olmuş oluyor. Harf İnkılabı’nın, Kür aydınlarının çatışmalarda öldürülmesi, geriye kalanların cezaevlerine konulması, sürgün edilmesi veya firara zorlanmasıyla birlikte değerlendirilmesi gerekir. O zaman Harf İnkilabı’nın Kürd toplumunda yarattığı yıkımı daha iyi anlamak mümkün olabilir. Geçmişle bağ koparılınca, Türkleştirme operasyonları daha yoğun bir şekilde, daha pürüzsüz bir uygulanabiliyor.

Bütün bunların dışında, dördüncü bir etken olarak, bunlardan çok daha önemli bir etken olarak, dış etkenleri saymak gerekir. Birinci Dünya Savaşı sonunda, Paris Konferansı’yla kurulan Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdler ve Kürdistan bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Bu, Kürd toplumunda bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağıtılması gibi bir etki yaratmıştır. Bu, aynı zamanda, Kürdlerin dostlarını azaltmış, hatta sıfıra indirmiş, hasımlarının sayısını ise çoğaltmıştır. Dönemin dünyaya nizam veren emperyal devletleri, Büyük Britanya ve Fransa, Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği içinde, Kürdlerin başına böyle bir felaket getirmişlerdir. Kürdlerin bütün milli istekleri, artık, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu’nun devamı olan yeni İran Şahlığı, dönemin emperyal devletleri Büyük Britanya ve Fransa tarafından, işbirliği içinde bastırılmıştır. Kürdler ve Kürdistan üzerindeki bu müşterek denetim, bu denetimi sağlayan devletlerin her birine çok büyük kolaylıklar sağlamıştır. Bütün bunların, Kürdistan’da yıkımı derinleştirdiği, yaygınlaştırdığı ise açıktır. Bu devletlerden biri Kürdlere baskı uyguladığı zaman, öbür devletlerden hiçbirinin, Kürdlere arka çıkmayacağını bilmektedir. Bu da onlara, Kürdlere karşı operasyonlara girişme konusunda cesaret vermektedir.

Cumhuriyet-Aydınlanma

Cumhuriyet’in aydınlanma getirdiği vurgulanmaktadır. Cumhuriyet Gazetesi yıllardır bu görüşü dile getirmektedir. Cumhuriyet aydınlanma getirmiştir ama bu, sadece Türkler için aydınlanmadır. Dili, kimliği inkâr edilen, asimilasyon uygulamalarıyla karşılaşan, baskı, zor, zulümle yönetilen Kürdler için bir aydınlanmanın söz konusu olmadığı açıktır.

Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, 1930’larda, devlet olanaklarıyla kurulmuşlardır. Bu iki kurumun gelişip kökleşmesi için devlet maddi ve manevi olarak çok büyük çaba sarf etmiştir. Bu süreçte bir aydınlanma yaşandığı elbette söylenebilir. Ama Türk tarihi ve Türk dili için, Türk kültürü için böylesine çaba sarfeden devletin, Kürdlere karşı tutumu ne olmuştur? Devletin Kürd tarihine, Kürd diline, Kürd kültürüne karşı tutumu ne olmuştur? Cevap çok açıktır. Baskı, zor, zulüm… Bu baskı ve zor Kürdleri karanlıklara garketmiştir. Cumhuriyet’le birlikte, Türklerin aydınlanma sürecine girdikleri söylenebilir. Ama, devletin Kürd politikası, Kürdleri karanlıklara garketmiştir. Devletin birbirine çok zıt olan bu tutumunu iyi algılamak gerekir. Türkiye’de bütün tarihsel ve toplumsal süreçlerin Türkler ve Kürdler bakımından anlamları farklıdır. 1923 Lozan Antlaşması’nın, Türkler ve Kürdler için anlamı aynı mıdır? 2005’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulmasının Türkler ve Kürdler için anlamı aynı mıdır?

Tarihsel olayların, Ermeniler, Asuriler, Rumlar, vs. ile Kürdler arasında farklı farklı anlamlar ifade ettikleri çok açık bir gerçekliktir. Türk aydınlanması, modernlikle birlikte gerçekleşmektedir. Bu modernleşmenin, demokrasi, özgürlük, insan hakları, katılım gibi değerleri içermediği açıktır. Türk modernleşmesi, yeme-içme, giyim-kuşam, eğlence gibi bazı tüketim alışkanlıklarını içeren bir modernleşmedir. Ama Kürdler bu modernleşmeyi ancak, Türkleştikleri zaman, yani ancak Türk kimliği edindikleri, Kürdlüklerini unuttukları zaman yaşayabileceklerdir.

Öte yandan aydınlanma, düşün yasaklarına karşı bir duruşu ifade eder. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, tek parti dönemindeyse, çok yaygın düşün yasakları vardır. Örneğin, Kürdlerin ayrı bir kavim, Kürdçenin ayır bir dil olduğunu savunanlar, çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı kaşıya gelmektedir. Bu idari ve cezai yaptırımların çok partili dönemde de aynen sürdürüldüğü bilinmektedir. Düşün yasaklarıyla aydınlanma kavramı bir arada olabilir mi? Bu da aydınlanmanın, Kürdler ve Türkler bakımından çok çok farklı anlamlar içerdiğini göstermektedir.

“Cumhuriyet’le birlikte, Osmanlı tarihin çöp sepetine atılmıştır” anlayışı da hiç doğru değildir. Başta zihniyeti olmak üzere, Osmanlı’nın bütün kurumları, Cumhuriyet’le birlikte yaşamaya devam etmiştir. Kürdleri asimile etme politikasının, Osmanlı’nı son döneminde İttihat ve Terakki Fırkası yönetimiyle başladığı bilinmektedir.

Devlet, yurt dışında yüksek maaşlı lobiciler bularak, Türk dilini ve Türk kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Bugün Fethullah Gülen cemaatı da devletin bu politikasını yoğun bir şekilde desteklemektedir. Ama aynı devlet yüksek maaşlı lobicilerini, Kürd dili, Kürd tarihi, Kürd kültürü incelemelerini engellemek için kullanmaktadır. Fethullah Gülen cemaatı da aynı doğrultuda faaliyet yürütmektedir.

AKP ve Kürd Sorunu

AKP, herhalde Kürd sorununu, sadece PKK sorunu olarak algılıyor. Bunu dışında bir Kürd sorunu olduğunu düşünemiyor. PKK sorununu da şu veya bu şekilde yoluna koyduğunda Kürd sorununun çözülmüş olacağını düşünüyor. Bu, şüphesiz çok yanlış bir algılamadır. Çünkü PKK’yi doğuran da Kürd sorununun kendisidir. İnkâr ve imha politikaları, 1970’lerin sonlarında, PKK’nin kuruluşunu getirmiş, 1980’lerin ortalarında da silahlı mücadele başlamıştır. AKP, hükümet, bu yanlış algılamasıyla, Kürd sorununu daha da büyüteceği gibi, PKK’den kaynaklanan sorunları da çözemez.

İsmail Beşikçi

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.