Bir topluma yapılan en büyük kötülük, tarihin başkaları tarafından yazılmasıdır. Tarihi başkaları tarafından yazılan toplumlar geleceklerini iyi göremezler. Geleceklerini de kendilerine öğretilenlerin doğrultusunda algılayabilirler. Ekonomik ve soyal gelişimini tamamlamamış daha doğrusu kendi kaderini tayin edememiş, hep başkaları tarafından yönlendirilmiş toplumlarda bu tür zaaflar günlük yaşamda da kolayca görülebilir. Bu toplumların bireyleri her şeyi kendileri ile başlatıp kendileri ile bitirmeyi bir marifet sanır, kendilerinden başka bir şeyi de göremezler. Tabiri caiz ise, kuyunun dibindeki kurbağa misali, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar büyük görürler. Eğer bu algılama emek olgusuna indirgenirse, kendilerinin olmayan emeğe kolayca sahiplenme ve diğerlerinin emeğini de hiçe sayma hastalıkları sözkonusu olabilir.
1965 yılında Carl Duisburg Vakfı’nın daveti üzerine bir öğrenci grubu ile birlikte Berlin’e ilk kez geldim. Bu davetteki amaç Berlin’in siyasi, demografik, ekonomik ve sosyol durumu ile ilgili düzenlenen bir çok seminere katılmak idi. Bu seminerler çerçevesinde Berlin’de kaldığım süre içinde Kürt ve Türk kökenli çok sayıda insanı tanıma fırsatını da buldum. Tanıdığım insanlardan biri de Hemreş Reşo (Hamdi Turanlı) ´nın abisi Ahmet Turanlı idi. Kendisi Adıyaman’ın Kahta ilçesinde tanınmış bir Kürt ailedendir.. Almanya’da muhendislik eğitimi almıştı. Ama kendisi ticaret ile uğraşıyordu. Export dükkanı açmıştı. Kendisi o dönem bana, Berlin’de yaşayan Türk ve Kürt aydınları ile birlikte bir dernek kurduklarını söylemişti. Bu derneğin kurucularından biri İhsan Erbaş ve diğerleri Caner Aziz ve Celalettin Çetin idi. Ahmet Turanlı ve bu dernek sayesinde Berlin’de yaşayan Türk ve Kürt kökenli aydınların ilk kez ortak bir dernek kurduklarını öğrenmiş oldum. Derneğin amacı da Berlin’de yaşayan Türkiye kökenli insanların sorunlarının çözümüne aracı olmak idi. Ayni yıl içinde Münih’te de bir dernek daha kurulmuştu.
Bu dernek daha sonra Almanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde de değişik derneklerin kurulmasına öncülük etmiş oldu. Ancak kurulan bu derneklerin büyük bir çoğunluğu Türkiye’de faaliyet gösteren legal ve illegal siyasi partilerin paralelinde çalışmalarını yürütüyorlardı. Bu dernekler başlangıçta bilgilendirme amaçlı bir kurum şeklini almışlardı. Bu adı geçen yıllarda yurtdışına gelen işçilerde henüz kalıcılık fikri oluşmamışken, bu dernekler bir nevi Türkiye kökenli insanların tercümanı olmuşlardı. Bu nedenledir ki bu derneklerin çoğu hemşericilik temelinde kurulmuşlardı ve insanların geldikleri şehirlerle isimlendiriliyorlardı. Ancak 1980’li yıllarda insanlarda kalıcılık fikri oluşunca, bu insanların sorunları da içerik olarak farklılık arzetmeye balşladı. Daha önce nasıl ev bulurum kaygısı taşıyan aileler artık çocuğumu nasıl bir okula gönderebilirim kaygısı taşımaya başladılar. Aileler çocuklarını burada okula gönderip çocuklarının eğitimde başarılı olmasını istiyorlardı. Bu nedenledir ki toplumla yüzleşen bu insanlar, bu sorunların bağlı oldukları, ya da yardımcı olmak amacı ile gittikleri derneklere yansıttılar ve bu nedenle dernekler mevcut tüzük ve konseptlerini değiştirip kendilerini bu insanların sorunlarına çözüm bulmak amacı ile reorganize etmek zorunda kaldılar. Kendilerini reorganize etmeyen dernekler ise marjinal kaldı.
KÜRTLER AVRUPADA NEDEN AYRI ÖRGÜTLENDİLER?
Önceleri biz Kürt kökenli göçmenler, Türk kökenli göçmenler ile birlikte ayni derneklerde çalışmaya başlamıştık. Ancak zamanla bu derneklerde çalışan bazı insanlar kendi milli kimliklerini ön plana çıkarıp milli bir temelde mücadele edilmesi gerektiğini savundular ve bu doğrultuda adım attılar. Örneğin: Berlin’de çalışma yürüten Berlin Brandenburg Türk Veliler Birliği, o dönemde kendi çatısı altında bulunan Kürt kökenli öğretmen ve eğitimcilerin çalışmasına karşı çıkmıştı. Kürtçe anadili ve Kürt kültürünün okul programlarında yer almasına karşı çıkmaktaydı. Bu tür çalışmaların Türk dili ve Türk kültürü kapsamında ele alınması gerektiğini Kürt kökenlilere dayatmaktaydılar. Bu dayatmaya boyun eğmeyen Kürt kökenli Veliler 1993yılında Kürt Veliler Birliği’ni kurdular.
Türkiye kökenli göçmenlerin şöven yaklaşımlarının yanısıra, Kürdistan’da gelişen siyasi mücadele, Almanya’daki Kürt göçmenlerin siyasi kimliklerini bulması yönünde yardımcı oluyordu. Kürdistan’da gelişen siyasi mücadeleye paralel olarak Almanya’daki Kürtler de çalışmalarını yürüttüler. Ancak Türkiye kökenli kurumlar ayrı örgütlenmenin gereksizliğine vurgu yapıp bütün çalışmaların Türk örgütlerinin çatısı altında yapılması gerketiğini söylüyorlardı. Daha doğrusu Türkiye’deki asimilasyon siyasetinin bir benzeri, istenmeden de olsa bize dayatılmaya çalışılıyordu. Buna karşı çıkan biz Kürt kökenli göçmenler kendi aramızda gruplar kurup sorunu tartışmaya başladık. Ayrı örgütlenmemiz ve ayrı kurumlar oluşturmamızın şart olduğu kanaatine varmıştık.
Şüphesiz bizim böylesi bir karar almamızda rol alan en önemli etken sadece Kuzey Kurdistan’daki mücadele değil, ayni zamanda Kurdistan’ın diğer parçalarında ve özellikle Güney Kurdistan’da verilen mücadelenin de tesiri vardı. Kurdistan’ın diğer parçalarından gelen diğer Kürtleri tanıdıkça ve onlarla düşünce alış verişi kurdukça ayrı örgütlenmemizin mücadele için, olmazsa olmaz koşullarından birisi olduğuna kanaat getirilmişti.
AVRUPADA KÜRT ÖRGÜTLERİ VE İLK DERNEKLEŞME GİRİŞİMLERİ
Almanya’da Kürtler ilk örgütlenmelerini resmi olarak bir öğrenci derneği ile gerçekleştirmişler. 1956 yılında Almanya’nın Wiesbaden şehrinde Kürt öğrenciler bir toplantı düzenliyorlar. Toplantıya çağrılan 25 Kürt aydını (ki bunların çoğunu öğrencilerden oluşuyordu) KSSE (Avrupa Kürt Öğrenciler Birliği) kuruyorlar. Bu toplantıya davet edilen 25 kişiden ancak 17 kişisi bu birliğin kuruluş toplantısında hazır bulunuyor. Diğer 8 kişi ise değişik nedenlerden dolayı bu toplantıya zamanında katılamıyor. KSSE 1975 yılına kadar çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Ancak KSSE 1975 yılında Güney Kürdistan’da Mela Mustafa Barzani’nin silah bırakma kararı almasından sonra ikiye bölündü. KSSE’den ayrılan bir grup AKSA (Yurtdışı Kürdistan Öğrenciler Birliği)ni kurdu. Diğer grup ise yine KSSE adı altında çalışmalarını sürdürdü. 1988 yılına kadar iki ayri örgüt halinda mücadele veren bu gruplar 1988 yılında tekrar birleşme kararı aldı ve çalışmalarını KSSE adı altında sürdürmeye başladılar.
KSSE`nin kurulmasından sonra 1965 yılında iki yeni örgüt daha kurulmuştu. Bunlardan biri HEVRA (Birlik) diğeri ise BAHOZ (Fırtına) idi. HEVRA inşaat mühendisi N. Kaya ve arkadaşları tarafında kuruldu. BAHOZ ise Hemreş Reşo (Hamdi Turanlı) ve arkadaşları tarafında kuruldu. Bu iki örgüt çalışmalarını iki dilli yayın organları ile kamuoyuna yansıttılar. HEVRA örgütünün yayın organı Kürtçe ve Türkçe ayda bir yayınlanan Ronahi idi. BAHOZ ise ÇIYA adında Kürtçe bir dergi yayınlıyordu. ÇIYA Dergisi ile sadece Kürt kültürü ve dilinin tanıtımı amaçlanırken bunun yanı sıra Kürt siyasi mücadelesinin tanıtılması amacıyla da aralıklı olarak siyasi broşür veya bültenler de basılıyordu. Özellikle o dönem aktuel olan DDKO (Devrimci Doğu Kultur Ocaklari) savunmaları aralıklı olarak BAHOZ derneği çalışanları tararfında broşürler halinda yayınlanıyordu. Kültür ağırlıklı yayın yapan ÇIYA dergisinde ağırlıklı olarak Sovyet Kürtlerinin çalışmaları yayınlanıyordu. Örneğin Qanade Kurdo ve Celil ailesi ile diğer Kürdologların çalışmaları yayınlanıyordu. 8 sayısı yayınlanan ÇIYA dergisi maddi nedenlerden dolayı yayınını sürdüremedi.
RONAHİ ise ağırlıklı olarak Kürdistan’ın bütün parçalarındaki siyasi gelişmeleri yayınlamayı amaç edinmişti. İki dilli olan bu derginin Kürtçe yazılarını ağırlıklı olarak yurtdışındaki tanınmış Kürt aydınları yayıyordu. Bütün bunların yayınında yabancı misyonerlerin ve Kürdologların yazıları da Kürtçe’ye çevrilip broşürler halinde yayınlanıyordu. Şüphesiz bu süreçte İsmet Şerif Vanlı´nın yaptığı katkılar da gözardı edilemez. RONAHİ Dergisi’nin dağıtımı sadece Avrupa ülkelerinde yapılmıyordu. İllegal yollarla Türkiye’ye de gönderilip orada dağıtılıyordu. Ancak 1967 yılında posta ile gönderilen bir koli RONAHİ Dergisi Türk gümrüğünde yakalanmıştı. Bunun üzerine Demirel’in Başbakanlığındaki hükümet o dönem Kanun hükmünde bir kararname ile Kürtçe yayın organlarının Türkiye’ye girişini resmi olarak yasaklamıştı.
İLK DERNERKLEŞME
Almanya’ya göç eden Kürtlerin sayısı artınca bu tür yayın organlarının etrafında bütünleşme de o derecede arttı. Önceleri Türk hümüketinin baskılarına karşı illegal bir pozisyon alınırken, zamanla legaleşme konusunda öneriler getirildi ve o doğrultuda tartışmalar başlatıldı. Bu tartışmalar sonucu Kürtlerin ayrı örgütlenip ayrı dernekler kurulması kararı alındı.
O dönemde dernekleşme çalışmaları yürütülürken Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı eyalet ve şehirler gözönünde bulunduruldu. O dönem Kürtler ağırlıklı olarak Hessen, Bavyera ve Berlin eyaletinde (Batı Berlin) yaşıyorlardı. 1973 yılının başlarında RONAHİ Dergisi’nde başlatılan ayrı örgütlenme ve ayrı dernekleşme tartışmaları 1974’ün sonlarında karara bağlandı. Ve dernek kurma çalışmalarına başlanıldı. Ancak önümüzde çok ciddi bir sorun vardı. O dönem Almanya’nın genel politikasına göre, Almanya’nın genel çıkarlarını zedeleyen girişimlerin yasaklanıp faillerinin yurtdışı edilmesi tehlikesi mevcut idi. Türk ve Alman ilişkileri de ikinci baharını yaşıyordu. Yürütülen Kürt çalışmalarının Almanya’da yasaklanmaması için radikal Kürt kimliğinden öte, geneli kapsıyan bir kimlikle nitelendirilmesi kararına varıldı. Bu nedenledir ki Almanya’da kurulan ilk Kürt derneği Kürt ve Kürdistan isminden yoksun olarak „Kultur-und Hilfsverein der Arbeiter der Türkei”, (Türkiye İşçi-Kültür Yardımlaşma Derneği) adı altında faaliyetlerine başladı. Dernekler ayni zaman dilimi içerisinde Frankfurt am Main, Munih ve Batı Berlin’de kuruldular. (Şunu belirtmekte fayda varki, o dönem „Kürdistan” kelimesi adı altında bir kurum kurmak politik kaygılardan dolayı Almanya hükümeti tarafında kabul görmüyordu.)
1975 yılında çalışmalarına başlayan Türkiye İşçi-Kültür Yardımlaşma Derneğinin kurucuları ise şunlardı: Haydar Dalgalı, Haydar Gündoğdu, Arif Turan, Ömer Çoşkun, Sait Bingöl, Zilfi Selcan, Sabri Demir ve soyadını hatırlayamadığım Abdulbahri. Kurucularının adını yazmaktakı amacım ise şudur. Aralıklı olarak bu derneğin kuruluşu ile ilgili bazı kişiler demeç verip ya da bununla ilgili yazı kaleme almaktalar. İşin ilginç yanı ise tarihi kendileri ile başlatma hastalığında kurtulmayıp tamamiyle kendi bireysel egolari ile başkalarının emeğine konma çabasını gütmektedirler. Bu yanlışlığı düzeltmek amacı ile özelikle bu yazıyı kaleme alma gerksinimini duydum ve bu amaçla bu derneğin kuruluşunda yer alan bu kişilerin isimlerini yazdım. Bazılarının iddia ettiği gibi günümüzde çalışmalarını yürüten Kürdistan Kultur- und Hilfsverein e.V. bu tarihte değil aksine 1980´li yılların sonunda bu isim altında çalışmalarına başladı ve bugüne kadar da çalışmalarını devam ettiriyor. Halbuki Berlin’de yayınlanan “DAMID 7-8/2009” Dergisinin 9. sayfasında Dr. Şükrü Güler’in 1974 yılında kurulan „Kurdistan Kultur- und Hilfsverein„ın kurucusu olduğu belirtilmiştir. Dr. Güler’in bu tarihte başka örgütlerde çalıştığı ve 1977 yılında Dr. Hışyar (Faik Savaş) tarafından derneğe getirildiği bilinen bir gerçek. Bir süre Güler´in dernek başkanlığını ve eşinin de dernek sekreterliği yaptığı ve 1978 de yapılan dernek kongresinde KOMKAR’ın ilk genel başkanı A. Uçar ve genel sekreter A. Saydam’ın da bulunduğu kongrede, bazı üyeleri de peşine takıp kongreyi terk etti. Derneğin tüm dökümanlarını da birlikte götürdükleri halen unutulmuş değil. Çalışmalarını, daha sonra 1984 kurulan Kurdisches Kultur- und Beratungszentrum e.V. (sonraki ismi Kurdisches Zentrum e.V.) 25.04.1993 tarihine kadar sürdürdü. Daha sonra tekrar Berlin-Komkar derneğine geri döndü. Derneğe döndükten sonra derneğin eski 23 üyesini dernekten attırarak bugünkü konumuna gelen Dr. Güler, tüm eski çalışmaların da kendisinin yaptığına, bugün kendisi de inanmış gibi!..
Berlin-Komkar’dan ayrılanlar, Şıvan ve Dr. Güler ile birlikte hareket edip ilk kez o dönemde Berlin’de Mezopotamya İşçi Derneği’ni 1981 yılında kurarak, bugünkü Berlin-KOMKAR’ın dışındaki işçi örgütlenmesinin de temelini atmış oldular. Şıvan ile Dr. Güler’in dostlukları da o günden bu yana sürüp gelmektedir. Şıvan yer yer gecelerde Türkiye İşçi Kültur ve Yardımlaşma Derneği kurulurken hazır bulunduğunu ve daha dün gibi Dr. Şükri ile birlikte hatırladığını vurgularken şu bilgileri de okuyuculara hatırlamakta yarar var. Berlin Derneği kurulduğu dönemde Şıvan daha Türkiye’de bulunuyordu. Kendisinin 14.04.2010 tarihinde Berlin’de yayınlattığı Almanca konser bildirisinde 34 yıldan beri Almanya’da olduğunu belirtir. Bu tarihe göre Şıvan’ın 1976 yılında yurtdışına çıktığı anlaşılmaktadır. Doğrusu da, O bu tarihte Almanya’ya geldi ve kendisiyle de 1976 yılında tanıştım. Kuruluşu 1974 yılında başlayan ve resmi olarak da tutanak ve tüzükteki tarihe bakılırsa 1975 yılının başlarında çalışmalarına başlayan Türkiye İşçi Kültur ve Yardımlaşma Derneği’inin kuruluşunu nasıl görmüş olabilir. O sırada dernek ile hiç bir ilişkisi olmayan ve kongrede bulunmayan Dr. Şükrü Güler’i de nasıl görmüş olabilir. Ya da sayın Güler, Şıvan’ı kongreye katılmış gibi nasıl tastik edebilir? Bu arkadaşlar belki de tarihleri birbirine karıştırmaktalar! Ya da başkalarının yapmış oldukları hizmetleri bilinçli olarak kendi hesap hanelerine kaydırmış olmaktalar!.. Nasıl olsa kendileri ne derlerse, Almanlar da onların dediklerine inanacağına göre, öyleyse bir mesele de kalmamış oluyor! Ya durumu bilenler ve halen hareket içinde olup da buna susanlara ne demeli?.. Onlara da bu yazıdaki doğrular bir yanıt olsun. Herkesin hakkı herkese sayılsın.
Derneğin açmış olduğu “HÊLÎN” Kürtçe anlamı „YUVA“ olan çocuk yuvasını 23 Nisan 1990 yılında açılışını yaptık. İlk açılışta 13 çocuk yuvada eğitim gördü. Bu Almanya’da açılan ilk Kürt-Alman çocuk yuvası idi. Daha sonra demeç verip de bu yuvanın kuruluşunda yer aldığını idia edenlerin hiçbiri, o dönemde bu çalışmaların içinde yer almadıkları gibi, o dönemde örgüte karşı yaptıkları çalışmalarıyla da bilinmekteler...
Türklerin bir atasözü vardır: “Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.” Kimi görgüsüz ve eğitimsiz kimseler bir rastlantı sonucu lâyık olmadıkları önemli bir işin başına geçseler, ya da bir mevki elde etseler, aptalca davranmaya, o yerin adamı gibi görünmeye ve böbürlenmeye başlarlar. Dahası, bunun kendi hakları olduğunu da ileri sürerler.
Yukarda adı geçen iki kişiden biri olan Şıvan Perwer önemli bir muzik kariyerine sahip. Dr. Şükrü Güler ise halen Berlin-Komkar yöneticiliğini yapmaktadır. Alman gazeteci Sylke Freundenthal „Berlin’i şekillendiren İnsanlar“ adında bir kitap yayınladı. Kitapta Berlin’e katkı sağlayan kendi branşlarında insalara hizmet veren ve başarılı olan 24 yabancı kökenli kişiden bahsederek ve onların yaptığı işler ile ilgili röportajlar yayınladı. 24 kişiden biri de Dr. Şükrü Güler’dir. Şükrü Güler „Heilen und Integrieren” başlıklı bir makale ile okuyucuya tanıtılıyor. Şükrü Güler’in makalede öne çıkarılan işleri ise, Berlin-Komkar’ın ve Berlin’de İki Dilli (Kürtçe-Almanca) eğitim veren Anaokulu “Hêlîn”in kurucusu olarak tanıtılıyor. Ne gariptir ki röportajda sayın Güler, „Helin”in adını bile doğru düzgün telafuz edememektedir. „Hêlîn”i „Helen” diye tanıtmakta ve anlamını da „aydınlık„ olarak belirtiyor. Buna diyecek bir sözümüz yok. İnsanlar istedikleri gibi istedikleri zaman kendilerini tanıtma hakkına sahiptirler. Ancak eğer bir insan bir işi yapmamışsa, bir başkası bir başarı elde etmişse ve hiç yoktan o insan, o başarıya sahip olmaya kalkışırsa, o zaman o insana diyecek çok sözümüz olur...
Söz konusu şahıs Şükrü Güler, Berlin-Komkar’ın 35. kuruluş yıldönümü vesilesi ile düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada kendisini Berlin-KOMKAR’ın kurucusu olarak da tanıttı. Aynı şahıs Berlin-KOMKAR´ın 30. kurulus yıldönümünde kürsüde yerli ve yabancılara karşı yaptığı konuşmada aynen şunları söylüyordu: “Sevgili bayanlar ve baylar, 30 yıl önce Berlin-KOMKAR’ın kuruluşunu bugünmüş gibi çok iyi hatırlıyorum!“ Buna da diyecek bir sözümüz yok. Ancak Berlin-KOMKAR’ın gerçek kurucularından biri olarak ben de çok iyi hatırlıyorum ki Şükrü Güler o dönemi bırakın, Berlin-KOMKAR’ı, O Kürt hareketinin yakınında bile yer almıyordu!..
FEDERASYONLAŞMA
Tekrar Türkiye İşçi Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin çalışmalarına dönecek olursak söyle bir süreç izlendi. Almanyaya gelen göçmen Kürt sayısı artınca Kürt derneklerine olan talep de arttı. Başlangıçta 3 olan dernek sayısı 1979 yılında 20 ye ulaştı. Bu da beraberinde dernekler arası koordinasiyonluğu getirdi. Dernekler arası bu koordinasyonluğu gidermek için federasyonlaşmanın zorunluluğu doğdu. 13. 01. 1979 yılında Almanya’nın Frankfurt am Main şehrinde biraraya gelen 20 derneğin temsilcisi KOMKAR (Kürdistan İşçi Dernekleri Federasyonu) kurdu. Bu federasyonun kurucuları ise şunlardı. (Riza Baran, Sertaç Bucak, Mehmet Elbistanlı, Mustafa Kılıç, Nuh Ateş). KOMKAR´ın ilk başkanlığına ise Aydın Uçar saçilmişti. Böylece o güne kadar Türkiye İşçi Kültür Yardımlaşma Derneği adı altında çalışmalarını yürüten Kürt Dernekleri, bu tarihte ilk defa „Kürdistan” adını alarak, bu ad ile çalışmalarına başladılar. Kürt ve Kürdistan adlarına Türkiye’nin koymuş olduğu yasak da böylece KOMKAR tarafından kaldırılmış oldu. Bunun neticesinde T.C. hükümeti bazı KOMKAR yöneticilerinin pasaportlarına el koyarak vatandaşlıktan attıysa da, KOMKAR hitap ettiği büyük yurtsever kitlesiyle yurtdışında yaptığı eylem ve uluslararası konferanslarla Kürt halkının ulusal ve demokratik haklarını dünya kamuoyuna duyurmada büyük bir rol üstlenmiş oldu.
İkinci önemli değişmelerden biri de, bu tarihe kadar çalışmalarını ilegal olarak yürüten HEVRA (Devrimci Türkiye Kürtleri Örgütü), KOMKAR´ın kurulması ile birlikte kendi çalışmalarını sona erdirdi.
KOMKAR İLE PSK İLİŞKİSİ
KOMKAR´ın kurulmasından sonra, Türkiye ve Kürdistan’daki siyasi gelişmelere paralellik sağlamak, bilgi alişverişinde bulunmak için PSK ile organik ilişkiler içine girildi. Kamuoyunda bilindiği gibi ya da öyle yansıtılmaya çalışıldığı gibi, KOMKAR, PSK örgütünün bir kolu değildi ve kesinlikle bu amacı da taşımıyordu. Ancak zamanla kamuoyunda KOMKAR, PSK´nın legal daha doğrusu Avrupa kolu olarak algılandı. Ya da öyle lanse edili. Belki de KOMKAR kurucularından birilerinin de direkt PSK ile ilişkisi de olmuş olabilir ama o dönem resmi olarak PSK-KOMKAR ilişkisi sözkonusu değildi.
Doğrudur, KOMKAR´ın kuruluş kongresine PSK lideri Kemal Burkay da vardı. Ancak o dönem Türkiye’de ikamet eden Burkay misafir dinleyici olarak kongreye davet edilmişti. KOMKAR´ın PSK ile ilişkisi bu temelde başladı ve böylece devam etti.
KOMKARIN AMACI
KOMKAR`ı kurmaktaki amacımız ise şu idi. Birincisi, Avrupa’ya gelen Kürt işçilerin ya da Kürt göçmenlerin arasında köprü görevi görmek, onların sorunlarına çözüm bulmak ve onlara yol gösterici, yönlendirici görevini üstlenmek idi. Diğer bir amacımız ise Kürdistan’daki sosyal siyasal gelişmelerin tanıtımını Avrupa’da sağlamak Kürtler ile Avrupalılar arasında diplomatik ilişki sağlamak, Kürdistan’daki insan hakları ihlalerine karşı Avrupa’da kamuoyu yaratmak, Kürdistan’ı sadece Karl May`ın Vahşi Kürdistan Yolculuk kitabı ile tanıyan Avrupalılara daha iyi anlatmak ve biz Kürtlerin de ayrı bir ulus olduğmuzun farklılıklarını yansıtmaktı.
AVRUPAYA OLAN KÜRT GÖÇÜNÜN SOSYAL VE DEMOGRAFİK ANALİZİ
Avrupa’ya gelen Kürtler birincil olarak deprem bölgelerinden oluşuyordu. 1966 Varto depreminden sonra Varto-Hınıs ve çevresinden yoğun bir göç oldu. 1976 Muradiye-Van depreminden sonra Muradiye’den Avrupa ülkelerine büyük bir göç başladı. Bunun yanında Dersim, Erzincan, Bingöl, Lice bölgelerinden de göçler oldu. Bu tarihlerde meydana gelen göçlerin öğrenciler hariç, hepsi ekonomik amaçlı göçler idi.
1980 Askeri darbesinden sonra göç dalgası içerik değiştirdi. Daha önce ekonomik nedenlerden dolayı göç edenlerin yerini, siyasi nedenlerden dolayı göç edenler aldı. 12 Eylül darbesinde kurtulanların büyük bir çoğunluğu buldukları imkanlar dahilinde soluğu Almanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde aldılar. Buna paralel olarak Avrupa’daki Kürtlerin sorunları daha da ağırlaştı ve talepler de siyasi bir boyut kazandı. 1981 yılında Almanya’nın Frankfurt şehrinde bir açlık grevi gerçekleştirildi. Amacımız Türkiye ve Kürdistan’da Kürtlere yönelik işkence ve katliamlara, baskılara dikkat çekmek, Avrupa Parlamentosu yetkilileri ile görüşüp Türkiye’ye yönelik bir politika belirlenmeleri istendi. 41 günlük açlık grevinden sonra taleplerimiz Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edildi. 20 kişiden oluşan bir heyet Brüksele gidip Avrupa Parlamentosu Avrupa Konseyi yetkilileri ile görüştüler. Ayni zamanda Federal Almanya Hükümeti yetkilileri de bizim taleplerimiz ile ilgili olarak bizimle bir dizi görüşmeler gerçekleştirdiler ve taleplerimiz yazılı olarak kendilerine verildi. Bu çalışmalarımıza tepki gösteren Türkiye ise Dışişleri Bakanı Turan Güneş başkanlığında bir heyet ile karşı çalışmalar yürüttüler. Brükselde biz Turan Güneş ve Türkiye heyetini protesto ettik bunun üzerine bize saldıran Güneş, tehditvari bir şekilde bize şunları söyledi. “Ulan bu Avrupalılardan olmasaydı siz Kürtlerin kökünü kazırdık”. Tartışmanın alevlenmesi ile birlikte Tercüman gazetesinden Nazlı Ilıcak ve bir kaç kişi daha araya girip ortamı yatıştırmaya çalıştılar. O dönemde İsveç’ten gelen Mahmut Baksi de gelişmeleri İsveç basını adına takip ediyordu. Bu tartışmalar daha sonra Baksi aracılığı ile Avrupa basınında geniş yer aldı. Bu açlık grevleri daha sonra Avrupanın diğer ülkelerinde de gerçekleştirildi.
Bizler uzun süre Kürdistan’daki insan hakları ihlalerini rapor haline getirerek üç dilde yayınlıyorduk. Ancak belli bir süre, bu tür çalışmaların artık ihtiyaca cevap vermediğini ve bu tür çalışmaların bir kurum çatısı altında yapılması gerektiği fikrine vardık. Bu çalışmayı hayata geçirmek için Almanyalı bazı bilirkişi ve siyasi partiler ile dialoğa girildi. Onların olurunu aldıktan sonra, 14-16 Nisan 1989 tarihleri arasında Bremen Hochschule de (Yüksekokul) Kürdistan’da İnsan Hakları Konferansı adında bir konferans gerçekleştirildi. Çok sayıda kişinin katıldığı bu konferans ile Kürdistan İnsan Hakları Örgütü’nün kurulması zorunluluğuna değinildi. Bu konferanstan sonra çalışmalar hızlandırıldı ve 1991 yılında Almanya’nın o dönemki başkenti Bonn’da Kürdistan İnsan Hakları Örgütü Bürosu resmen açıldı. O dönem KOMKAR yönetiminde çalışan Sertaç Bucak IMK yöneticiliğine getirildi.
Yurtdışındaki Kürt örgütlenmesi her ne kadar istenilen hedefe ulaşmamış olsa da Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunduğu için büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Avrupa’nın birçok ülkesinde Kürt toplumun tüm katmanlarını yansıtacak düzeydeki Kürt örgütlenmesi ve kurumlarının sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Başlangıçta küçük bir adım olarak atmış olduğumuz o ilk adımlar, günümüzde kocaman bir örgütlenme ağına dönüşmüştür. Bunu küçümsemeye ve buna emeği geçenlerin hakkını inkar etmeye hiç kimsenin gücü yetmez! 28.10.2010
Saygı ve sevgilerimle
RIZA BARAN
-Berlin eski eyalet milletvekili-