Direkt zum Inhalt
Submitted by AlanLezan on 27 December 2013

Kürtler, 16 yy. da başlayıp günümüze kadar güçlenerek devam eden millet-vatan orijinli siyasal yapılanmasını tamamlayamamış buna bağlı olarak kırk milyonu aşan bir nüfus ile kendi isimlerini verdikleri tarihsel bir coğrafyada kendi tarihinin öznesi olamamış bir emsali teşkil etmektedir. Kendi tarihinin öznesi olma, kendi(hakikatinin) sınırlarını (tarihin tanıklığında) tayin etme şeklinde formüle edilmiştir, bilinen diğer ismi ile self determinasyon ilkesidir bu. Bu ilkenin somutlaştığı, vücut bulduğu işlevsel mekanizma devlet olarak kabul edilmektedir. Bu yapı/ oluşum milletin iradesinin temsilcisi, aracısı konumunda siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın her alanında görünür kılınır.

Milletin temsilciğini yapacak devletin varlığı, Miletlerin, devletler arenasında kendi geleceğine dair söz sahibi olması için kaçınılmaz bir araç olmuştur. Bu kaçınılmazlık durumu; milletlerin siyasal örgütlenmelerini devlet birimi şeklinde ifade etmeleri ve milletin varlığının kendiliğinden doğurduğu, sahipliğini yaptığı maddi ve manevi varlığının bütüncül olarak devlet ile temsiline ve devletin korumasına bırakması sonucu ortaya çıkmıştır. Bunun aksi yani devletsizlik ise sahipsizlik anlamına gelir ki milletler bu haldeyken başta yaşam hakkının ihlali olan toplu katliamlar-imhalar olmak üzere her türlü zalimane, insanlık dışı vahşi muamelenin, müdahalenin nesnesi olmaktan kendisini kurtaramamıştır.

Devletsiz bir millet olan Kürdlerin son yüzyılına bakıldığında Kürdistan coğrafyasında egemen devletler tarafından uygulanan sayısız katliamlar, sürgün ve tecavüzler bu acı hakikatin vahimliğini gözler önüne sermektedir. Bu siyasal/politik birim ’den yoksun milletlerin varlığı/varoluşu kabul edilmiş bir aracın noksanlığında büyük tehlikelere girdiği-gireceği aşikârdır. Bu tehlike, kendisini geçmiş tarihlerde olduğu gibi 28 Aralık 2011 de Roboski’de acı bir şekilde gösterdi. Çoğu çocuk olan 34 Kürd, Türk jetleriyle kendi topraklarında hunharca katledildi. Katliamlar, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve bütün keyfi müdahaleler devletsiz milletlerin halinin açık, görülen acı örnekleridir.

Hukuk, cezasızlık, adalet enstrümanları ile fail devlet(ler)in haksız-gayri meşru olan varlığının üstünün örtülmesi ROBOSKİ halini yaşayan milletlerin en büyük handikapları olmuştur. (Adalet ile hukukun varlığı ve önemi ayrı bir konu biz bunun tartışmasına girmiyoruz, asıl konunun nirengi noktası bu kavramların dışında bir yerde olduğunu göstermeye çalışıyoruz.)

Bir Milletin kendi egemenliğini kullanarak bir düzen kurması; iradesinin yok sayıldığı, kimliksiz, statüsüz ve ROBOSKİ halinin vuku bulduğu kaos/krizden kurtulması için bir zorunluluk olmakla beraber hayati bir öneme sahiptir. Altı çizilerek tekrar tekrar okunması/belirtilmesi gereken nokta, devletin varlığı(ile) oluşturulan düzenin (millet-ülke birliği) hayati bir önem sahipliğidir. Devletin teorik anlamı ve pratik karşılığı ile beraber bu durum değerlendirildiğinde şu tespitlerde bulunmamız mümkün:

-Her milletin bir vatanı var, vatansız bir millet olamaz. -Her milletin egemenliği varlığında mündemiçtir. Ülkesi üzerinde milletin egemenlik hakkı vardır, bunun kabul edilmemesi hukuksuz yapılar ve sömürgeciliği doğurur ki, bunu Kürdistan'da olduğu gibi birçok tarihsel örneği bulunmaktadır. -Milletler egemenlik sınırlarını tayin ederler bu belirleme keyfi bir sınır tayini değildir, bu evrede Tarih etkin bir rol üstlenir. -Kendi sınırlarını tayin eden millet, kendini tarihin öznesi olarak, kaderi geleceği üzerinde söz sahibi olacaktır. Özne milletin iradesinin /iktidarının taşıyıcısı, temsilcisi için çeşitli mekanizmalar, kurum kuruluşlar gereklilik arz eder.

-Devlet; milletin ülkesinde egemenliğini hâkim kılacak, ülke dışından gelecek tehlikelerden koruyacak askeri mali siyasi kültürel birliğinin adıdır.

Bütün açıklamalar neticesinde şunu söyleyebiliriz ki; Kürdler, millet statüsünde bir devlet mekanizmasına sahip olmadığı için kendi coğrafyalarında egemen devletlerin, siyasetin/politikalarının nesneleri olarak keyfi uygulamalara mazur kaldığı ve kalacağı açıktır. Bu keyfi müdahalelerin ROBOSKİ gibi acı katliamları doğurduğu gerçeği devletsiz, sahipsiz milletlerin kendi hakikatlerini görmelerini sağlayan vahim bir fotoğraftır.

Katliamı yapan devletin yargı mekanizmalarında hak, adalet istemek ve hukuk savaşımını sürdürmek elbette çok zorlu bir meşgaledir. Ancak, mevcut haksızlığın giderilmesi anlamında devletin atacağı hiçbir olumlu adımın olmadığını daha önce yaşanılan benzeri vakıalardaki tutumundan biliyoruz. Bunun yanında katliamın üstünün örtülmesi için elinden gelen her türlü yolu denediği herkesçe bilinmekte ve görülmektedir.

Şüphesiz her haksızlık, faili kim olursa olsun karşılıksız kalmayacaktır. Haksızlığın, zulmün ve acının son bulması için önce hakikatin bilinmesi ve anlaşılması gerekir. Hakikat bilinmediği vakit insanların neyi istedikleri neyi savundukları veya neyin mücadelesini verdikleri fazla önem taşımaz. Roboski katliamı, Kürtlerin kendi durumlarını siyaseten ve hukuken anlayabilmesi için en büyük hakikattir. Bu hakikatin unutulmaması ve anlaşılması umuduyla. "

Zinar Mîr Zana

Bêstûn Kakeyî (BasNews) – Doğu Kürdistan’ın Sine şehrindeki Beytulmuqedes Ordusu Komutanı, İran İslam Cumhuriyeti ile Devrim karşıtı Kürd partileri (Doğu Kürdistan partileri) arasında  diyalog kurmaktan söz edenlerin ahmak olduğunu ve cezalandırılmaları gerektiğini söyledi.   Eqîd Mihemed Husên Recebî, Doğu Kürdistan’daki Kürd partileriyle diyalog kurma fikrinin anlamsız ve gereksiz olduğunu belirterek, diyalog girişimlerinde bulunmanın ahmaklık olacağını söyledi. Sine Ordu Komutanı’nın, Hasan Ruhani’nin seçim merkezinden bir parti üyesiyle Sine’de görüşmesinin ardından kendisine ‘İran nasıl ki düşmanı Amerika ile diyalog kuruyorsa, aynı şekilde Doğu Kürdistan’daki Kürd partileriyle de görüşmelidir’ demesi üzerine, bu açıklamayı yaptığı belirtiliyor.   Konuya ilişkin BasNews’e değerlendirmelerde bulunan İran Kürdistanı Demokrat Partisi (PDK-İ) Siyasi Defter Üyesi Mihemed Nezîf Qadirî şöyle konuştu: “Bu tür açıklamalar İran’daki devlet yönetiminin ne kadar gerici olduğunu gösteriyor. Çünkü İran, sınırları içinde yaşayan halkların sorunlarını çözmek istemiyor. O yüzden böyle açıklamaların yapılması aslında çok normal.” Qadirî, sözlerini şöyle sürdürdü: “İran’la müzakere ve diyalog kurma açısından acı tecrübelerimiz var. Diyalog konusunun önceden belirlenmesi şartıyla, üçüncü bir tarafın da gözlemiyle müzakereler işe yarayabilir. Ama bunun için öncelikle İran’da yaşayan farklı milletlerin hakları konusunda fikirlerinin değişmesi lazım.”

Neuen Kommentar schreiben

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.