Ana içeriğe atla

Şeyh Ubeydullah Nehri, Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri

Daha önce Newroz.Com’da   okuyucularla paylaştığım

Şeyh Ubeydullah’ın Komünist Torunu: Dr. Aziz Şemzînî” ile   ilgili   yazı serisini hazırlarken   ister istemez       Nakşibendi Tarikatı ve     Nehri Şeyhleri   üzerine   çıkan   yazıları ve kaynaklarıda       taramak   zorunda   kaldım. Ne yazık ki hala      o yazı serisini bazı önemli belgelere ulaşmada   yaşadığım sorunlardan   dolayı   kısa   bir sure için durdurdum.

 

Bu   araştırma   sürecinde     ister istemez       Şeyh   Ubeydullah Nehri ile   ilgili   bir dizi     belge   ve   eserleri de   inceledim.   Fakat, dikkatimi çeken   husus    Kuzey Kürdistan’da   ve Türkiye’de   Şeyh Ubeydullah’ın   düşünceleri ve  ulusalcılığı   konusunda   çok   az     belge     ve   dokumentin mevcut olduğudur.  Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   “Kürd Milliyetçisi”   olduğu     ve   “Ulusal bilince   sahip   olduğunu”     ileri   süren     tüm kaynaklar Şeyh Ubeydullah’ın   Amerikalı misyoner Dr. Cochran’a yazdığı 5 Ekim 1880   tarihli   mektubunu   kendilerine     kaynak olarak gösteriyorlar.

Şeyh Ubeydullah Nehri   Amerikalı Misyoner   Dr. Cochran   üzerine   İngiliz yetkililerine   gönderdiği mektup’ta şöyle diyor:

 

“Buradaki durumu   size       sözlü ve şeffaf   bir şekilde aktarmak için   Mela İsmail’i size   gizli olarak   gönderiyorum. Özellikle   sizden rıca ediyorum   Kürdistan Meselesini ve oğlumun   Sablaxa(Mehabad) gitmesini İngiltere Hükümetine bildirin ve   açıklayınız. Kürt halkı 500 binden fazla aileden oluşuyor, ayrı bir milletir, dinleri diğerlerinden farklıdır,   yasaları, gelenek ve görenekleri ayrıdırseyidabdul11

 

 

 

Bütün milletler arasında Kürtler zararlı, sert ve asi olarak tasvir ediliyor.Böyle Kürdistan’dan   söz ediliyor. İçlerinden biri   kötü bir bir iş yapsa binlerce iyi insanın   adı kötüye çıkıyor. Sizi temin ederim ki bunların hepsi Türk ve İran yönetiminden kaynaklanıyor; onlar   tarafından Kürdler için uydurulmuştur.Çünkü Kürdistan bu iki ülke arasında yer almakta ve bu iki hükmet de iyi  ile kötüyü ayırt edememektedirler. Bu şekilde kötü insanlar kalıyor , iyi insanlar ise     lekeleniyor ve arada gidiyor. Kuşkusuz    siz   Şikakli Ali Ağa’nın ismini   duymuşsunuz. Pratikte   kötülük   ve   haksız şeyler yapanlar ve yabancı vadandaşlara eziyet edenler   olarak isimleri çıkmış. Aynı zamanda     müslümanlara ve diğer halklara da eziyet ediyorlar. İki devlette   yapılan kötülüklerden   haberdarlar. Fakat   buna gözyumuyor ve   iktidarlarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu halk   uygarlıktan uzak tutuluyor, geri kalmış ve   ilkel   kalıyor.   Türkiye vatandaşı olan   Herki aşiretinin   kötüleri   açık bir şekilde   bilinmektedir. Osmanlı hükümeti de İran hükümeti gibi  bu halkın   ilerlemesi   için bir şey yapmıyor ve   bu halkı  küçük görüyor. Kürdistan’dan   her zaman   kötü söz ediliyor ve     düşük görülüyor. İyi ve   kötü insanlar arasında ayırım yapılmıyor.

 

Kürdistan lider ve önderleri ister Osmanlı ve ister İran vatandaşı olan ve Kürdistan’ın tüm vatandaşları kendilerini   tanzim ederek artık bu iki devletin   denetimi altında   yaşamaya tahamülleri   kalmadığı   kararına varmışlardır. Avrupa   devletleri Kürd meselesini görmeli, anlamalı ve   sorşturmalıdır.Biz   parçalanmış bir milletiz ve kendi kendi işlerimizi kendimiz yönetmek istiyoruz, böylelikle suçlularımızı cezalandırırken güçlü ve bağımsız oluruz ve diğer milletlerin   sahip oldukları   haklara   sahip olmak istiyoruz; suçlularımız konusunda, diğer uluslara hiçbir zarar gelmeyeceği sözünü üstlenmeye hazırız.   Amacımız bu dur.   Oğlumun Mehabad’a gitmesinin nedeni   Kürdistan’ın durumunu   daha yakından görmek ve soruşturmaktır.   Hiç bir kötülük olmaz Kürdistan’da   baştan başa     meseleleri   ele aldığımızda. Çünkü milletin artık bu iki devletin kötülüklerine ve insafsızca   baskılarına   tahamülleri kalmamıştır”. .(Le Tarikewe bo ronaki, sayfa 84-85)

 

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   Dr. Cochran   aracılığı ile     İngiltere elçisine     gönderdiği bu mektup   Kürdler ve Kürd Milliyetçiliği üzerine     çalışma     yapan yerli ve yabancı     araştırmacılarının   büyük bir kesimi   tarafından   “Bağımsız Kürdistan deklerasyonu”,   “İlk Kürd milliyetçi girişimi”,   “Ulusal   içeriği olan bir mektup”   ve “Ulusalcı ve milliyetçi”   bir girişim   olarak   değerlendiriliyor.seyh-ubeydullah-nehiri

 

Şeyh Ubeydullah’ın bu mektubu     “Bağımsız ve Birleşik   Bir Kürdistan’ın   Manifestosu”   olarak almak   doğrudur.   Şeyh Ubeydullah   bu mektubunda   hem Kürd olmanın tanımını, hem Kürdlerin     Farslar ve Türklerle olan farklılıklarına,   hem de   Kürdlerin     Türk ve Fars devletlerinin   denetimi altında   yaşayamacaklarını , dünyanın     diğer milletlerinin   sahip oldukları hakları istediklerini ve kendi kendilerini   yönetme iradesini   ortaya koyuyor. Ayrıca   Şeyh Ubeydullah       Kürdlerin içinde bulunduğu   geri konumunun   sorumluluğunu     Türk ve Fars devletlerinin politikalarına   bağlıyor ve iktidara geldikleri zaman   Kürdistan’da     asayiş ve   güvenliği sağlayacaklarına   dair   güvence   veriyor.     Şeyh Ubeydullah’ın     Avrupa devletlerinin   yardımına başvurması   Fars ve   Osmanlı   din kardeşlerinden   tam   kopmadır. Şeyh Ubeydullah’ın    Bağımsız ve Birleşik Kürdistan için   gerçekleştirdiği   bu kopuş,   21. Yüzyılda   dahi   Kürd hareketleri   tarafından açık bir şekilde     formüle edilemiyor.   21.yüzyılda   en çok ileri sürelen savlar “ulusal devletlerin zamanı geçmiştir” ,   “şairleri rüyası”   yada   “Kürdlerin   hakkıdır,   fakat………” diye     açıklamalardır.   Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde   gerçekleşen   1880 Devrimi hakkında   yapılan “ İlk  bağımsızlık deklerasyonu”, “ilk ulusal ve milliyetçi”    girişim    gibi tespitlerden   kaçınmak lazım. Çünkü,    Kürdlere ilişkin   “İlkleri” tespit etmek için   Kürdlere ilişkin var olan   tüm bilgi ve belgelere   sahip olmak lazım.    Kürd düşmanı     çevreler   sürekli olarak     kendi işlerine gelen ve Kürdlere ilişkin araştırmaları   çıkmaza sokan     belgeleri   sunuyorlar.   Kürdlerin millet olarak   taleplerini   seslendirdikleri     belge ve bilgileri ise     gizliyorlar.   Çünkü,   Kürdlerin ulusal haklarını ve Kürdistan’ın bağımsızlığını     hedefleyen   her hangi bir belge yada bilgi     Kürd milletinin   “Ulusal Kollektif Hafızasının” inşasına   katkıda   bulunuyor ve   sömürgeci   güçlerden   kopuş   sürecini hızlandırıyor.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bu   mektubu “ Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Manifestosu” olarak almak doğrudur.   Fakat,   “ilk”   olduğunu ve “Kürd Milliyetçiliğinin   ilk ve açık girişimi” olarak   ileri sürmek   sakıncalıdır.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(2)

 

Aso Zagrosi

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   düşüncelerini ve     1880 Devrimi’ni   anlatmadan önce   kısaca da olsa   Şeyh Ubeydullah Nehri’yi ve ailesini   tanıtmak   istiyorum.

 

 

Şeyh Ubeydullah Nehri ve ailesi

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,     Mewlana   Xalid Şarezori’nin en önemli   halifelerinden biri olan     Seyyid   Taha Hakkari’nin   oğludur.   Şeyh Ubeydullah 1831 yılında   Nehri’de   dünyaya gözlerini açıyor. Nehri şeyhleri   kendilerini   secere olarak   Kadiri Tarikatı’nın     kurucusu   olan Doğu Kürdistanlı   büyük din alimi olan   Seyyid Abdulkadir Geylani’ye bağlıyorlar.   Soz konusu olan secere   Seyyid Abdulkadir Geylani’den başlarsak,   Seyyid Abdulaziz, Seyyid Muhammed, Seyyid Hac, Seyyid Abdullah, Seyyid İbrahim, Seyyid Muhammed, Seyyid Hac II,     Seyyid İbrahim II, Seyyid Salih, Seyyid Ahmed , Seyyid Taha Hakkari ve   Şeyh Ubeydullah Nehri   diye devam ediyor.( Dr. Saleh Ebrahimi,   Raperini, Melik Qazi Hazreti Şêx   Ubeydullah Nehri Şahi Şemzin,   sayfa 187)Abdullah Nehri

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   babası   Seyyid Taha Hakkari, ataları gibi     Kadiri Tarikatına bağlıydılar. Fakat,   Mewlana Xalid   Şarezori(1779-1827),   Delhi’ye giderek Xulam Ali Şah’dan   Halifelik alarak   Nakşibendi tarikatını   bölgede   yaymaya başladığı zaman   Seyyid Taha     Hakkari   Bağdat’ta   giderek   belli bir dönem     ve bazı kaynaklara göre   6 ay   yanında kalarak Hilafetnameyi yazılı olarak kendisinden alıyor ve   Nehri’ye dönüyor. Nakşibendi   Tarikatının   şeyhleri   Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinden     önemli bir aldıklarından dolayı     Mewlana Xalid Şarezori’den başlayarak   ciddi bir irdeleme tabi tutulması gerekir. Bu konuda   değerli Kürd din alimi Şeyh   Mehemede Xal   „Yadi Merdan“   adlı eseriyle bize   ciddi bir     miras bırakmıştır. Bugün „Türkiye“   denilen   coğrafya’da   nakşibendilerin   yüzde yüzü olmasa   dahi yüzde   doksan dan fazlası     Mewlana Xalid Şarezori’ye bağlıdır. Fakat, ne yazık ki     Türk ırkçı çevreleri   Nakşibenciliğin   Kürd   tarafını   sürekli olarak   unuturmaya çalıştılar.

 

Şeyh Mehemede Xal belgelere dayanarak   Mewlana Xalid Şarezori’nin   67   Halifesini     yani     kendisinden doğrudan hilafetname alanları   tespit ediyor. Bunlardan   34       halife   Kürd asılıdır.

Mewlana Xalid’ın   Kürd   halifelerinin isimlerini veriyorum:

 

1)Seyh Osman Sireceddin,

2) Mela Celal   Xurmali’nin oğlu Mela Mustafa,

3)Seyyid   Ahmed Sergelu,

4)Şeyh Abdulkadir Berzenci Sergelu,

5) Şeyh Mahmud Sahibi,

6)Şeyh İsmail Berzenci Konekotri,

7)Şeyh İsmail Henarani,

8)Haci Mela Abdullah Celi,

9)Şeyh Mela Abassi Koyi,

10) Şeyh Mela   Muhammedi Qizleri,

11)Mela Abdulqafur Kerkuki,

12)Şeyh Mela Hidayetullah   Hewleri,

13)Şeyh   Mela Xebibi Hewleri,

14)Şeyh Mela Bekri Kurdi Gellali,

15)Şeyh Abdulfetah Aqreyi,

16)Şeyh İsmail Şirwani,

17)Şeyh Muhammed   Hafizli Orfeli,

18)Şeyh Mela Abdulrehman Kurdi,

19)Şeyh Mela Muhammed Meczun,

20)Seyyid Taha Nehri,

21)Şeyh Abdulkadir Şemzini,

22)Şeyh Xalid Heriri,

23)Şeyh Muhammed Firaqi,

24)Mela Ahmed Kolesarayi,

25)Seyyid Abdullah Heyderi,

26)Şeyh Tahir Aqreyi,

27)Mela Resul Sablaxi,

28)Şeyh Omer Qeredaxi,

29)Şeyh Mesud Amêdi,

30)Mela Ahmed Hakkari,

31) Omer Susi’nin oğlu Şeyh Mahmud,

32)Şeyh Muhammed Qerkeşli,

33)Şeyh Xalid Kurdi,(Şeyh Mehemede Xal, Yadi Merdan, sayfa 66-68)

 

Mewlana Xalid ile birlikte     Nakşiciliğin   Kürd dönemi   başlıyor ve hala günümüze kadar bu   lekol   devam ediyor. Mewlana Xalid’ın sağlığında   etkili olan   ve ölümünden sonra   Nakşiciliğe damgalarını   vuran   Biyare şeyhlerinden Şeyh Osman Siraceddin ve Nehri şeylerinden Şeyh Taha Hakkaridir.(Burada   Nehri şeyhlerine   ilişkin bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Nehri şeyhleri,   farklı   yazarlar tarafında Hakkari, Şemzini, Geylani gibi lakaplarla   anılıyorlar. Aslında hepsi   aynı aile)nehri qesri

 

Şeyh Taha Hakkari, Mewlana Xalid Şarezori’den   Hilafetnamesini alıp   döndükten   sonra   bölge ciddi    bir irşad faaliyetine girişiyor. Bazı kaynaklar Seyyid Taha   Hakkari’nin   Botan Miri Mir   Bedirxan hizmetinden olduğunu   Mir Bedirxan’ın Osmanlı devletine   karşı yenilgisinden   sonra     Seyyid Taha’nın Nehri’ye kaçtığını yazıyor.(Martin Van Bruinessen,   Ağa, Şeyh ve Devlet, Öz-Ge Yayınları, sayfa 275)

 

Seyyid Taha Hakkari   yaşadığı dönemde   Osmanlı   devleti tarafından varlıklarına   son verilen   Kürd Mirliklerinden   doğan   boşluğu     dolduruyor ve alan da en etkili     şahsiyet durumuna geliyor.   Seyyid Taha  oğlu Şeyh Ubeydullah Nehri’ye göre   daha çok dinsel   faaliyet içindeydi. Bilindiği gibi Şeyh Ubeydullah   hem dinsel ve hemde dünyevi     görevleri üstlendi.   Buna rağmen   Seyyid Taha Nehri’nin     bölgede     sahip olduğu dinsel   otorite   hem Osmanlı   ve hemde     İran Şahı Şah Muhammed’i   kendisiyle   antlaşmaya   zorluyordu.     Kürdistan’ı işgal eden iki tarafta   Seyyid   Taha’nın     gücünü bildiklerinden dolayı   kendisiyle iyi geçiniyor ve hediyeler gönderiyorlardı. Seyyid Taha’nın   o dönem   Fars devletinin denetimi altında   bulunan   Doğu Kürdistan bölgesinde de     halifeleri ve ciddi   bir mürid   kitlesi vardı.   Rus tarihçisi Xalfin o dönemler için   Seyyid Taha’yı “Osmanlı ve İran Kürdlerinin en büyük ve en etkili din adamı olduğunu” yazıyor.(Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 60)

 

 

Şah Muhammed Qaçari,     Seyyid Taha’ya   yakın durmaya ve ilişkilerini     sıcak tutmaya çalışıyordu.     Şah Muhammed Qaçari’nin oğlu Şahzade   Abbas Mirza Melik Ara   anılarında     babasıyla   Seyyid Taha’nın   ilişkileri konusunda   şöyle yazıyor: “Rahmetli Şah Muhammed, Nakşibendilerin büyük şahsiyeti Taha’ya çok saygılıydı. Bir kaç köyü kendisine vermiş ve tekkesinin masraflarını   ödüyordu. Her yıl kendisine bazı hediyeler gönderiyordu. Kürdlerin içinde   onun sözü bire birdi. Sıkca   beni yanına çağırır, onun için benim sağlığım ve güvenliğim önemliydi. Benim annem     tarikatta onun müridiydi” (Mucteba Burzuyi, age sayfa 60)

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(3)

HAKKARÝ'NÝN ÞEMDÝNLÝ ÝLÇESÝNE BAÐLI BAÐLAR (NEHRÝ) KÖYÜNDE 1870 YILINDA SEYYÝD ADULLAH HAZRETLERÝ TARAFINDAN YAPTIRILAN TARÝHÝ KAYME SARAYI'NDA KAZI VE TEMÝZLÝK ÇALIÞMALARI SÜRÜYOR. (AHMET KAVAK/HAKKARÝ-ÝHA)
HAKKARÝ’NÝN ÞEMDÝNLÝ ÝLÇESÝNE BAÐLI BAÐLAR (NEHRÝ) KÖYÜNDE 1870 YILINDA SEYYÝD ADULLAH HAZRETLERÝ TARAFINDAN YAPTIRILAN TARÝHÝ KAYME SARAYI’NDA KAZI VE TEMÝZLÝK ÇALIÞMALARI SÜRÜYOR. (AHMET KAVAK/HAKKARÝ-ÝHA)

 

Aso Zagrosi

 

Şahzade   Abbas Mirza Melik Ara   anılarında     babası ve annesiyle     Seyyid Taha ilişkilerine   dair   söyledikleri doğruların   bir kısmını içeriyor. Bir de   Abbas Mirza’nın   açıklamadığı   bazı gerçekler vardır.   Şah Muhammed Qaçari’nin eşi ve Prens Abbas Mirza’nın annesi  Hatice   Hanım    Kürd asılı bir bayandı. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekiyorsa   Yahya Xan Çariq’ın bacısıydı. Abbas Mirza’nın da   söylediği gibi   annesi   Hatice Hanım   Seyyid Taha Hakkari’nin  müridiydi.   Sadece   annesi Hatice Hanım değil,   Prens Abbas Mirza ve hatta babası     Şah Muhammed Qaçari’de     Seyyid Taha’nın müridleri içinde olduğu   söyleniyor.

 

Dr. Saleh Ebrahim     Seyyid   Taha Hakkari ile   Şah Muhammed Qaçari   ilişkileri konusunda   şöyle yazıyor: “Hazreti Seyyid Taha Şemzini’nin   Şah Muhammed Qaçari üzerinde   etkisi çok büyüktü. Şah Muhammed   Seyyid Taha eliyle tövbekar   ve müridi olmuştu. Şah Muhammed     Seyyid Taha’nın   Xaniqasının masraflarını ödemek ve   misafirlerinin masraflarını   karşılaması   için aylık olarak   kendisine 500 tümen/tomen   ödüyordu. Şah Muhammed Mergewer’ın 10 köyünü de Seyyid Taha Şemzini’ye bağışlamıştı.

 

Şah Muhammed’in   eşlerinden   Abbas Mirza’nın annesi Hz. Seyyid Taha Nehri’nin   müridi ve tövbekarıydı, Seyyid Taha’ya ve ailesine     çok saygı duyuyor ve hizmet etmek için çırpınıyordu.

Abbas Mirza’nın annesi   Xatice Xanım,   Yahya   Xan Çariqi’nin bacısıydı………….

 

Şah Muhammed ömrünün   son günlerinde   Nasreddin Şah’ı veliahttan indirim yerine   veliahtı Abbas Mirza’yı bırakmak istiyordu.     Abbas Mirza’da     Hz. Seyyid Taha Nehri’nin müridiydi.   Fakat     ölüm   Şah Muhammed’e   bu imkanı vermedi. Nasreddin   bir dizi hile ve entrika ile   iktidara geldi.   Nasreddin’in annesi   Abbas Mirza’yı öldürmek istemişti. Abbas   Mirza   Hz.   Seyyid Taha Nehri’yi çok seviyordu ve müridiydi. Hz. Seyyid Taha   1272 (H) yılında   öldükten   sonra   Hz. Şeyh Ubeydullah Nehri Qazi Şemzinan Şahı   onun yerine geçti. Çariqi Kürdlerden olan annesi tarafından Kürd olan   Abbas Mirza     Şeyh Ubeydullah’ın müridi oldu ve onun   yolunda gitti. Abbas Mirza, Hz. Şeyh Ubeydullah ile   yakın ilişkiler içinde girdi.(Dr. Saleh Ebrahimi, age sayfa 79)

 

Bir çok kaynak   Nehri şeyhleriyle     Qaçari hanedanlığı arasındaki   ilişkiler   üzerine duruyor.   Burada     bu kaynakların hepsine baş vurma imkanı yok. Ama, yine de bazılarına baş vurmak istiyorum. Nawşirwan Mustafa   Emin “Kurd û Ecem adlı çalışmasında “Şah Muhammed   Qaçari   ölümünden sonra   bir kaç   erkek ve kız çocuğu arkasında bırakmıştı.   Şah’ın oğulları içinde   iki tanesi   ön plandaydılar. Bunlardan biri Nasreddin   ve diğeri ise Abbas Mirza’ydı. Abbas Mirza’nın annesi Xatice Hanım   Yahya Xan Çariq’ın kızıydı.   Xatice Hanım’ın ailesi   Çariq Kürd   mirlerindendi.   Xatice Hanım’ın ailesi   Şeyh Ubeydullah’ın babasının müridleriydi.   Xatice Hanım ile oğlu Abbas Mirza Şah’a çok   yakındılar. Söylendiğine   göre   Şah Muhammed ölmeden önce     Nasreddin’i veliahttan   alarak onun yerine hala küçük olan Abbas   Mirza’yı   veliahtı olarak bırakmak niyetindeydi. Onun ölümünden sonra   Abbas Mirza şah olacaktı.   Şah Muhammed   öldükten sonra   Nasreddin Şah oldu. Fakat   baba tarafından   kardeşi Abbas Mirza’nın yerine göz koyduğundan korkuyordu. Şah Nasreddin, Abbas Mirza’nın ve annesi Xatice’nin   tüm mal ve mülklerine el koydu. Nasreddin’in annesi Mehd Eliya   Abbas Mirza’nın gözlerini kör etmek istiyordu. Şah Nasreddin ise   onu öldürmek istedi.   Fakat Rus ve   İngiltere vezirlerinin baskısı neticesinden   Abbas Mirza   hayatta kalabildi ve o dönem Osmanlıların denetimi altında bulunan Arap Irak’ındaki Etbati Alyat’ta sürüldü ve     25 yıl   sürgün de kaldı.”(Nawşirwan Mustafa Emin, “Kurd û Ecem”,   Senteri lêkolinewey Strateji Kurdistan, Silêmani-2005, sayfa 194-195)

 

Sadece   Şeyh Ubeydullah ve Nehri Şeyhlerine   sıcak bakan   kaynaklar değil, düşman kaynaklarıda     iki taraf arasındaki   ilişkiler üzerine duruyorlar.

Bilindiği gibi   Şeyh Ubeydullah   Nehri önderliğinde gelişen   1880 Devrimi   sürecini yaşıyan ve   yaşanan gelişmeleri düşman   gözüyle   irdeleyen   iki kaynak   elimizde bulunuyor. Bunlardan biri   Ermeni asılı   İskender Xuryanis’in “Qiyam Şêx Ubeydullah Şemzini der Kurdistan, Dunya Daniş Tehran-2537,     diğeri ise   Azeri asılı   Ali Avşar,   Şoreşi Şêx Ubeydullah Zimime, Tebriz,   1347 dir.     İskender Xuryanis   1880 Devrimi   sırasında   Urmiye mıntıkasındadır.   Ali Avşar ise   Mehabad   mıntıkasındadır.       Her ikisi   de   yaşanan gelişmeleri   çokça     düşmanca   aktarıyorlar. Ama buna rağmen     bu kitaplarda     Şeyh Ubeydullah   önderliğinde gelişen hareket hakkında   yararlanacak bilgiler de vardır.(Nawşirwan Mustafa Emin,   age, sayfa   237)

 

Ali Avşar, Şah Muhammed’in   Seyyid Taha Şemzini’ye verdiği önem hakkında   şöyle yazıyor: “Seyyid Taha   ara sıra   Tahran ve Tebriz’e   geliyor ve kendisini   saray ve   Şahin Şah devletinin yöneticilerine     yakınlaştırıyordu. Uşaklığı   vasıtasıyla   Şah’ın   kapısında büyümüş, 500 tümen maaşı, Mergewer bölgesinde 5 köyü vardı ve İran devletinin mirasından   geçiniyordu. Fakat, hiç bir zaman bahtsızlık yapmadı. İran devletinin ekmeği ve nimetini her zaman göz önünde bulunduruyordu. Bundan dolayı   devlet yöneticileri her zaman onu   tutuyor ve   durumundan haberdardılar.”( Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 62)SeyyidAbdulkadir

 

 

 

Nehri şeyhleriyle   Qaçari Şahları arasındaki   ilişkilere   bu yazı serisi   içinde daha sonra da   geleceğiz.       Şah Nasreddin   Nehri Şeyhlerinin   Mergewer’deki arazilerine   el   koyuşlarını   ve   buna karşı Şeyh Ubeydullah’ın tepkisini     Şeyh Ubeydullah’ın farklı çevrelere   gönderdiği   mektuplarda da   ortaya koymaya çalışacağız.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,    Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(4)

 

Aso Zagrosi

 

 

Aslında Mewlana Xalid   Şarezori’nin     yaşadığı dönem   Qaçari Şahları ve   Osmanlı Sultanlarıyla   ilişkiler meselesi gündeme geliyor ve tartışılıyor.   Bu gerçekliği   Mewlana Xalid’ın   Seyyid Taha Hakkari’ye     gönderdiği mektuplarda öğreniyoruz.     Mewlana   Xalid     Seyyid   Taha’ya     gönderdiği bir mektupta     “eğer Şah’da görüşmek isterse uzak durmak lazım”   ve   kendilerine “ biz derweşiz     dünya işleriyle ilgilenmiyoruz” yolunda cevaplar verin, diyor. Bu mektubu   bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman     öyle   anlaşılıyor ki,   Seyyid Taha   Mewlana Xalid’a bir mektup yazarak     Qaçarilerin     görüşme teklifini   gündeme getirmiş.

 

Mewlana Xalid, Seyyid Taha’ya gönderdiği ikinci mekupta “devlet yetkilileriyle   görüşmeleri doğru bulmuyorum.   İster Şii ve ister Sünni olsunlar,   eğer niyetleri temiz ve   kalpleri pak ise   tanrı   onları doğru yolla getirsin. Eğer iktidar sahipleri   hayırlı ve iyilerse bunu     yoksulların ve ezilenlerin     mutlu olup olmadıklarından   görebilirsiniz” diyor.(Mehemed Heme Baqi, Şoreşi Şêx Ubeydullah Nehrî, 1880, Le Belgenamey Qaçari de sayfa 50-51)

 

Mewlana Xalid Şarezori   yaşadığı dönemde   Halifelerinden biri olan   Abdulwahab Susiyi     Osmanlı Sultan’ıyla   ilişkiye geçiyor. Sultan Abdulwahab’ı yanına çekmeye   çalışıyor.   Nakşibendi Tarikatı içinde   bir dizi tartışmalardan sonra   Mewlana Xalid   Halife ve müritlerine   yazdığı bir mektupta Abdulwahab’ı tarikata   bir daha geri dönmemek üzere çıkartıklarını bildiriyor.(Şêx Mehemedi Xal, Yadi Merdan, sayfa 361-362)

 

Mewlana Xalid’ın     o dönemler   iktidar   sahiplerine karşı mesafeli davranması   ve daha sonraki süreçte   halifeleri Nehri Şeyhleri, Barzan ve Palu Şeyhleri   ve Kafkasya’da   Şeyh Şamil’in(1798-1871) hareketlerinde de   görüldüğü gibi   ezilenlerden   yana kendilerini   bir bütün olarak siyasal ortamın içinde buluyorlar.

Şeyh Şamil ile   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin babası Seyyid Taha Hakkari arasındaki   ilişkiler     o dönemde biliniyordu. Seyyid Taha   ve Şeyh Şamil,   Şeyh Şamil ve   Kürd aşiret liderleri arasındaki ilişkiler   o dönem   Rus   devlet yetkililerini   korkutuyor.   1850’de   Tebriz Rus Konsolosu Khanikov   Şeyh Şamil ile   Seyyid Taha Hakkari ve Dağıstan Kürdlerinin yakınlaşmasına   dikkat çekiyor. Khanikov,   Chirnkov’a(Dışişler Bakanı) yazdığı bir mektupta “Şeyh Şamil 1846’dan beri   Dağıstan Sünni Kürdlerine ve Seyyid   Taha Nehri’ye   yakınlaşmaya çalışıyor. Seyyid   Taha’nın   10.000 Müridi var ve Şeyh Şamil ile uzun   zamandan beri dostlukları var.” Chirinkov’un kendisi de “Şeyh Şamil’in   Seyyid Taha Hakkari’ye ve ağalarına(Kerimxan Rewandizi) hediye ve mektuplar gönderdiğini   Hasan isminde bir adamını   Haci Murteza lakabıyla   Hakkariye ve Şino köylerine göndediğinden   haberi vardı” (Mehemed Heme Baqi, Şoreşi Şêx Ubeydullah Nehrî, 1880, Le Belgenamey Qaçari de sayfa 52)

 

Qaçari, Osmanlı ve Rus devletleri     Seyyid Taha Hakkari’nin   Kürdistan gibi   stratejik   bir bölgede sahip olduğu   prestij ve gücü gördüklerinden dolayı   ona yakınlaşmaya ve   hakkında   gereken bilgileri toplamaya   çalışıyorlardı. Çarlık Rusyası     Kırım Savaşı   gündemde olduğu bir dönemde   Şeyh Şamil ile   Seyyid Taha’nın   ilişkilerini merak ediyor.   Şeyh Şamil’in Azerbeycan’da, Seyyid   Taha’nın Kafkas Kürdleri arasında   ciddi etkileri ve geniş bir mürit çevreleri vardı. Ayrıca   Şeyh Şamil ile Seyyid Taha   arasında yakın ilişkiler vardı.

Halfin     Rus konsolosluklarının   belge ve bilgilerine dayanarak “ Şeyh Şamil ile Seyyid Taha Efendinin etkileri ve sahip oldukları güçlerin durumu özellikle Kırım Savaşı ortamında Rus yetkililerini   kaygılandırıyordu. Bundan dolayı Rusya   Seyyid Taha ve Müridleri hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak istiyordu.( Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 61)

 

Şêx Ubeydullah Nehrî’nin     Kürdistan’ın bağımsızlığını hedefleyen   mücadelesini   anlatmadan önce   kısaca da olsa   ailesi hakkında   bilgi vermek istiyorum.

Şêx Ubeydullah Nehrî’nin     bilebildiğimiz kadarıyla   iki oğlu   vardı.   Bunlardan biri   1911 yılında vefat eden Seyyid Muhammed Sıdıq ve   diğeri ise       1925   Devriminin yenilgisinden   sonra   Şeyh Said ve arkadaşlarıyla ile birlikte idam edilen Seyyid Abdulkadir Geylanidir.

Şehid   Seyyid Abdulkadir Geylani’nin bildiğim kadarıyla iki oğlu vardı.   Bunlardan biri     1925 yılında   Amed’te   babası Seyyid Abdulkadir ile birlikte   idam edilen Seyyid   Muhammed, diğeri ise   1925 Devrimi   sırasında   Şemzinan ayaklanmasını gerçekleştiren   Seyyid Abdullahdır. Seyyid Abdullah ayaklanmanın yenilgisinden sonra   Güney Kürdistan’a geçti.   Orada Kürd hareketine   katıldı.   Daha sonra ikinci Dünya   savaşı sırasında Doğu Kürdleri   Kürdistan Demokratik Cumhuriyetini (Mehabad) örgütlemeye çalıştıkları bir dönemde Seyyid   Abdullah Doğu Kürdistan’a geçti ve   Kürdistan Cumhuriyetini destekledi.

Seyyid Abdulkadir ile birlikte idam edilen oğlu Muhammed’in bazı çocukları Türkiye’de kaldı.. Bunlardan biri   bir dönemler Sümerbank   Genel Müdürlüğünü yapan Seyyid Ahmet Hızır Geylandır.   Seyyid Muhammed’in bir diğer   oğlu Musa ise   amcası Seyyid Abdullah ile birlikte Şemzinan   olayından sonra      Güney Kürdistan’a geçti.

 

Seyyid Abdullah’ın ailesi

 

Seyyid Abdullah’ın iki oğlu vardı:

 

1)Dr. Seyyid Aziz Geylani/Şemzini(   daha fazla bilgi için daha önce   üzerine yazdığım Şeyh Ubeydullah’ın Komünist Torunu: Dr. Aziz Şemzînî(1) adlı yazı serisine bakınız)

2)Seyyid Abdulkadir Sani (ikinci)sex ubeydullah

 

Seyyid Abdulkadir Sani’nin   erkek çocukları:

 

1)Seyyid Faruk Geylanizade,

2)Seyyid Taha(Muhendis)

3)Seyyid İbrahim,

4) Seyyid Salih,

5)Seyyid Mahmud,

6)Seyyid Ubeydullah,

 

Şêx Ubeydullah Nehrî’nin büyük oğlu

Seyyid Muhammed Sıdık’ın   oğulları:

1)Seyyid Taha Sani(İkinci)

2)Seyyid Reşid,

3)Seyyid Şemseddin,

4)Seyyid Musehaldin,

 

Seyyid Taha Sani(ikinci)nin   erkek çocukları:

 

1)Seyyid Muhammed Sıdık Sani-ikinci-(Puşo)

2)Seyyid Ubeydullah Sani(Tero)

3)Seyyid Salih Darucan,

4)Seyyid İzzedin(Çeto)

5)Seyyid Ahmed,

6)Seyyid Haci Sani,

7)Seyyid Mazhar(Kerkes)

 

Seyyid Muhammed Sıdık Sani’nin   erkek çocukları:

1)Seyyid Kamuran,

2)Seyyid Xusrew,

3)Seyyid Perawez Teroş

4)Seyyid Faruqi

 

Seyyid Darucan’ın erkek çocukları:

1)Seyyid İmadedin

2)Seyyid Sami,

3)Seyyid Egid,

 

Seyyid İzzeddin (Çeto)in   erkek çocukları:

 

1)Seyyid Birzo,

2)Seyyid Feramerz,

3)Seyyid Aras,

 

Seyyid Ahmed’in çocukları:

 

1)Seyyid Taha(Çeko)

2)Seyyid Hoşeng,

3)Seyyid Ferheng,

4)Seyyid Said

Seyyid Haci Sani’nin erkek çocukları:

1)Seyyid İsmail,

2)Seyyid Abdulnasır,

3)Seyyid Suleyman(Muhendis)

 

Seyyid Mazhar(Kerkes)ın erkek çocukları:

1)Seyyid Nureddin,

2)Seyyid Gazi,

3)Seyyid Geylani,

4)Seyyid Abdullah

 

Seyyid Şemseddin’in ise erkek çocuğu:

1)Seyyid Reşid,

 

Seyyid Muslehddin’in ise   çocukları:

1)Seyyid Kazım Jajabadi,

2)Seyyid Enwer,

3)Seyyid Wahdeddin,

4)Seyyid Reşid (Dr. Saleh Ebrahimi, age sayfa 81-82)

 

Devam edecek

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(5)

 

Aso Zagrosi

 

Bazı kaynaklar Seyyid Taha Hakkari’nin   Mehemed Sıddıq ve Seyyid   Abdulkadir Şemzini   dışında 2 yada  3   oğlu   daha   olduğunu yazıyorlar. Fakat,     Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde   gelişen  1880 Devrimi sırasında   ve   daha sonra Nakşibendi Tarikatı ve Kürd Ulusal Hareketi   içinde   önemli rol oynayan   Seyyid Mehemmed Sıddıq ve Seyyid Abdulkadirdir. Bu iki   Kürd   şahsiyetinin   aileleri hakkında   kısmi bilgileri   arşiv   olsun diye vermeye çalıştım.

 

Seyyid   Taha Şemzini,   1853 yılında vefat ettikten sonra yerine kardeşi   Seyyid Muhammed Salih    Nakşibendi tarikatının başına   geçti ve postnişi oldu.   Bazı kaynaklar   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin “babasının   ölümünden sonra yerine geçtiğini” söylüyor. Fakat bu bilgi doğru değil.   Şeyh Mehemmed Salih   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin dinsel eğitimi konusunda   önemli   rol alan bir Kürd şahsiyettidir. 1853 ve 1856 yılları arasında Osmanlı devleti ile Rusya arasında baş gösteren Kırım Savaşı olarak bilinen savaşta     Cihat çağrısını yapan   Şeyh Mehemmed Salihtir.   Şeyh Mehemmed Salih’in 1865 yılında   vefat etmesiyle birlikte yeğeni   Şeyh Ubeydullah Nehri   tarikatın başına geçiyor.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   babasında kalan çok güçlü bir mirası vardı.   Daha önce   Rus belgelerinden   aktardığımız bilgiye göre Seyyid Taha   Hakkari’nin “10.000 Müridi” vardı. Şeyh Ubeydullah’ın   Nakşibendi Tarikatının postnişinini devralmasından   sonra bu ilişki ağı ve müridleri   daha da   çoğalmaya başladı.

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bölgedeki    etkisi   o dönemler   hem bölgesel güçlerin ve hem de   uluslararası   büyük Batılı güçlerin   dikkatinden kaçmıyor. Bundan dolayı   Şeyh Ubeydullah ve ilişkileri   sürekli olarak   mercek altına alınıyor.   O dönemler Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   katibi olan   büyük Kürd şairi Vefayi anılarında,   yine aynı dönemde İngiltere’nin Tebriz Konsolosu   William G Abbott ,   Lord Curzon ve   yine aynı     Times gazetesinin   muhabirinin anlatımlarına   göre   “her gün   Şeyh Ubeydullah’ın   500 ile 1000 arasında misafiri” vardı.(Mehemed Heme Baqi, Şoreşi Şêx Ubeydullah Nehrî, 1880, Le Belgenamey Qaçari de sayfa 45) Kürdistan’ın   tüm bölgelerinden ve bölgenin   diğer   ülkelerinden farklı   etnik yapılanmalar ve sınıflardan insanlar Nehri’ye giderek   Şeyh Ubeydullah’ı   ziyaret ediyorlardı.   İngiliz belgelerine baktığımız zaman Binbaşı Trotter’ın gönderiği raporda “Doğu Kürdistan’da   tartışma götürmez   en etkili şahsiyet Şeyh Ubeydullahdır. Şeyh Ubeydullah’ın kendisi ve gücü   sınırdaki Kürdler için Sultandan daha kutsaldır.   Kuşku yok ki bu adamın amacı ülkesini Sultan’ın adamlarından kurtarmaktır.”(Le tarikewe bo Ronaki, sayfa 29)

 

Amir Nizam Gerusi: “ Bu Şeyh’in   öyle müridleri var ki bir  iki demeden   emirlerini yerine getiriyorlar. Şeyh’in müridleri Beyazid’tan Musul’a Suleymaniye, Kerkük ve Diyarbekir’a kadar geniş bir alana yayınmışlardır.(Mehemed Heme Baqi, age, sayfa 55)

 

Osmanlı yetkililerinin de Şeyh Ubeydullah’ın gücü konusunda   benzer   düşünceleri vardır.   Mesela o dönemler   Osmanlı devletinin   büyük elçisi Fahri Bey “ Şeyh Ubeydulah’ın Beyazid’tan Bağdat’a kadar yayılan   büyük bir gücü var. “ Lord Curzon   “Şeyh Ubeydullah’ın alimliği, ünü ve   kutsallığı   her tarafa yayılmıştı. Kürdler ona     Ulusal Önder gözü ile bakıyordu”( Mehemed Heme Baqi, age sayfa   55)

 

Şeyh Ubeydullah Nehri     Kürdler tarafından “Hazreti Şeyh”   ve  “Bavê Kurdan diye   anılıyor ve hitap ediliyordu.   Şeyh Ubeydullah   Nehri’nin   Kürdler içindeki   etkisi   ve ünü   Osmanlı devleti ile Rusya arasında   baş gösteren   “93 savaşı” olarak bilinen 1877-78   savaşından sonra   daha da artmaya başladı. Bilindiği gibi     Şeyh Ubeydullah   Nehri,     bu savaş için Rusya’ya karşı   cihat çağrısı yaparak

ve kendisi doğrudan   Kürd birliklerinin     komutanlığını üstlendi. Bu savaş esnasında   Şeyh Ubeydullah ile Osmanlı devleti arasındaki   ilişkiler   bozuldu. Biraz bu şavaşı açmak gerekiyor.celaleddin1_face0

 

1877-78 Savaşı ve Şeyh Ubeydullah Nehri

Türk kaynakları     Osmanlı   devletinin Rusya’ya karşı bu savaştan   aldığı   yenilginin faturasını   Kürdlere ve özellikle   Şeyh Ubeydullah’a çıkarmaya çalışıyorlar. Bu konuda da   en yaygın şekliyle   Bilal N. Şimşir’in   İngiltere belgelerinde   “Kürtçülük -1787-1923” adlı eserindeki   tespitleri ve belgeleri kullanıyorlar.

Bilal N. Şimşir şöyle yazıyor:

 

Türk hükümeti savaş öncesinde ABD’den 250.000 piyade tüfeği aldı. Bunların çoğu “Henry Martini”nin, bir bölümü de “Winchester” marka olan tüfekler dönemine göre modern silahlardı.

“Türk Hükümeti Şeyh Ubeydullah’a güvendi ve bu yepyeni tüfeklerden 20.000 kadarını ona verdi. Şeyh’in (Ubeydullah) askerleri bu tüfeklerle Ruslara karşı “cihad”a gidecek, canla başla savaşacak ve savaş sonunda silahları hükümete geri verecekleri umuluyordu. Bu umutlar büyük ölçüde boşa çıktı. Biraz başarı da gösterdiler. Ama savaşa giderken de dönerken de disiplinli asker gibi davranmadılar, başıbozuk silahlı çeteler gibi hareket ettiler. Bu silahlı atlılar savaşa giderken Ermeni köylerini de vurdular; bazıları Ermeni köylerine dalınca Ruslarla savaşmayı hepten unuttular, yağma ve talan yoluna saptılar. Yepyeni “Martini” silahları Ruslardan önce yerli sivil halka çevrildiler.”( Bilal N. Şimşir, age sayfa 179-180)

 

Bilal N. Şimşir,   bu tezini, 29 Haziran 1877 tarihli İran Azerbeycan Vali yardımcısının İran Dışişler Bakanlığına, 30 Haziran 1877 tarihli İran Dışişleri Bakanından İngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Taylor Thomson’a, 4 Temmuz 1877 tarihli İngiltere’nin Tahran Büyükelçisi   Taylor Thomson’dan   Dışişler Bakanı   Lord   Derby’ye, 11 Temmuz 1877 tarihli   Bitlis’de Amerikan misyonerlerinden   Erzurum İngiliz   Konoslosu   Zohrab’a , 31 Temmuz 1877’de   Layard’ın   Lord Derby’ye ve       yine Temmuz 1877   tarihli Van’daki bir Ermeniden   Bitlis Ermeni Papazına gönderilen mektuba   dayandırıyor.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(6)

 

Aso Zagrosi

 

Rusya Osmanlı devletine   karşı savaş ilan etmeden önce   93   savaşı olarak bilenen savaş yıllar   önce     hazırlanmış bir   savaştı. Hem   Rusya   ve hem de   Osmanlı   devleti   savaşa hazırlanıyordu. Bu hazırlıklar esnasında Osmanlılar ve Rusya çeşitli Kürd ileri gelenleriyle     ilişkiye geçerek   Kürdlerin desteğini kazanmaya çalışmışlardır. Sonuçta     savaşın   bir cephesi Kürdlerin üzerinde yaşadığı   topraklarda olacaktı.   Osmanlı ve Rus savaş uzmanları   Kürdlerin bu savaşta oynayabilecekleri   rolün bilincinde   hareket ediyorlardı.   Rusya   gelişen   bir güç olarak     büyük   hesaplarla   Osmanlı devletine karşı 24 Nisan 1877 tarihinde savaş ilan etti. Osmanlı Sultanı ise     Rusya’ya karşı savaş için     tüm Müslümanlara     savaşa katılmaları için cihad çağrısını yaptı.Sex-Ubeydullah

Böyle bir   ortamda     Nakşibendi     gibi   çok güçlü ve yaygın olan   bir tarikatın başında   bulunan   Şeyh Ubeydullah Nehri tarafsız kalamazdı. Sonuçta   savaş   Kürdlerin   yaşadığı topraklar üzerinde   olacak ve Kürdler kendilerini savaş ortamında bulacaklardı.   Osmanlı   Sultanı   cihad   ilan ettiği zaman   Şeyh Ubeydullah Nehri Osmanlıların safında   savaşa katılacağına dair   söz veriyor. Şeyh Ubeydullah Nehri  Osmanlı devletine karşı   daha öncede bir dizi çelişkisi vardı.   Ona bağlı bazı çevrelerin   cihata katılacağını da bildiğinden dolayı   bu sözü veriyor. Ama,   Kürdlerin safında   savaşa katılıp katılmama   konusunda   farklı tavırlar vardı.   Kürdler daha önce yaşanan savaşlarda   kendi   pratik tecrübeleriyle   büyük felaketlerle karşı karşıya   kalmışlardı. Kırım Savaşı   sırasında   Kürdler hem Rusya ve hem de Osmanlı devletinin   saflarında savaşa katılmış ve büyük kayıplar vermişlerdi. Bundan dolayı   bir   dizi Kürd çevresi   savaşa katılmak istemiyordu.   Bilindiği gibi   bu savaş yaklaşık olarak 11 ay sürüyor.   O dönemler   var olan   savaşlar içinde   en kısa  süren savaşlardan biriydi. Şeyh Ubeydullah Nehri      savaşın başlamasından bir kaç ay   sonra savaş alanına   gitti. Savaşın başlamasından   sonra Faik Paşa   2 Mayis   1877 tarihinde   Ahmed Muhtar Paşa’ya yazdığı bir mektupta Şeyh Ubeydullah’a bağlı güçlerden tek bir kişinin savaş alanına gelmediğini” yazıyor.(Halfin’den aktaran   Mehemmed Heme, age sayfa 61)   Nawşirwan Mustafa     “Kürd ve Acem” adlı eserinde     Şeyh Ubeydullah önderliğinde savaşa katılan   Kürdlerin   5000     kişi olduğunu yazıyor.

Ali Ekber   Feyiz anılarında   “Şeyh Ubeydullah önderliğinde Beyazid savaşına   Bilbas ve   diğer Kürd aşiretlerinden oluşan 5000 kişi katılmıştı.” diye yazıyor.( Mehemmed Hemebaqi, Raperini Hemzaaxa          Mengur, Aras Yayınları, Hewler, 2003, sayfa 51)

 

1877-1878   Osmanlı Rus savaşına   katılan Kürdlerin   sayısını   tespit etmek   kendi başına başına   özel bir araştırma konusu   olması gerekir.   Aynı durum Şeyh Ubeydullah önderliğinde savaşa katılan Kürdler içinde geçirlidir. 1293 savaşı denilen bu savaş da dahil olmak üzerine   Kürdleri katıldığı   tüm savaşlar ve tarihi olaylarda   Kürdlerin rolü ve sayısı sürekli olarak çarpıtılmış ve Kürdler sürekli olarak negatif   gösterilmiştir. Mesela   bir Fransız kaynağı   1877-78 savaşını   ve Beyazid olaylarını   irdelerken “ Faik Paşa’nın 8000 Haydaranlı Kürdü   savaş cephesinden uzaklaştırdığını” yazıyor.(Les   Russes et Les Turcs,   Manceaux Editeur 1877 Paris,   sayfa 323)

 

Yine Kürdlerin   çok yoğun bir şekilde   Türklerle sorunlar yaşadığı ve savaş cephesini terk ettikleri bir ortamda 12 Temmuz 1877 tarihinde Faik Paşa, Ahmed Muhtar Paşa’ya yazdığı bir telgrafta       3000 Kürd askerinin   kaldığını, bunlardan   1443   kişi Şeyh Ubeydullah’a bağlı, 700 kişi   Celâlettin Efendiye bağlı(Kamuran İnan’ın atalarından ve aynı zamanda Seyyid Taha Hakkari’nin halifelerindendir) ve 450 kişi Hamza Ağa’ya bağlıdır.(Halfin’den aktaran   Hemebaqi, age sayfa 62)

Ayrıca   1877-1878 savaşı   sırasında   geçmişte   Rusya’nın   devlet sınırları içinde yer alan Kürdlerde   saf değiştirerek Osmanlı devletinin   safında Ruslara karşı   savaşmışlardır.   Örneğin   Zilanlı Cafer Bey’in ailesi….   Bilindiği gibi Zilan aşireti   lideri   Cafer Bey     Rus ordusunda   generalliğe   kadar yükselmiş bir Kürdtür.     1877-78 savaşı sırasında   kendisi de Rus ordusunda   subay olan oğlu   Eyüb   300 hane halkıyla Osmanlıların bölgesine geçiyor.   Bu konuda bir hayli belge var.   Bunlardan biri   İsmail Hakkı’nın   5 Kanunievvel 1293 tarihinde     Ahmed Muhtar Paşa’ya   şöyle yazıyor: Rusya’nın Zilanlı aşiret Reisi, müteveffa Rusya generali Cafer’in oğlu   Eyüb Ağa    üç yüz hane   halkıyla Osmanlı Salsanatının   mübarek mülküne   iltica   ettiğinden, kendisi İsmail Paşa nezdinde istihdam oldundu”( Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Anadolu’da   Rus Muharebesi, 1876-1877, Cilt 1, Petek Yayınları   İstanbul, 1985, sayfa 267)

 

Türklerin   burada   sözünü ettiği Rus Generali Cafer Ağa 1877 yılında vefat ediyor. Kürdler tarafından   Guli Cafer Ağa diye biliniyor. Ünlü Kürd dengbêjnin   bir stranında da   Guli Cafer   Ağa şöyle geçiyor.immet buyurulması bilhasa idare emirlerine   dahi layıkıyla itiî Evdalê Zeynikê’nin   bir stranında da   Guli Cafer   Ağa şöyle geçiyor.

 

Lo Mîro

Hayde bavo…

Axayo de siyar be

Mîrê min siyar be

Ji siyara siyarekî rindî karîbar be.

Di ser dilbijûyê Erebî hûr de xar be

Di wêrana Deveboynê de xar be

Şayol li milê teyî rastê ye, nêzîk e

Lêxe, di Sînega Êzdiya re

Di Çemçê re, di warê Huseyîn Axa de xar be

Li ber derê Gulî Cewar Axa

Axayê Torina Kose û Huseyîn Axayê Çok-Deve peya be

Fîncanek qawe vexwe

Bira can û bedena te belav be

Bira ji bona kekê min zewk û şîfa be…[87]

 

Sayın Rohat Alakom, Kars Kürdleri adlı çalışmasında   Guli Cafer Ağa’nın   Ali Eşref Bey   babası gibi   Rusya’nın saflarında kalıp   generalliğe kadar yükseliyor. Oğlu Eyüp ise   Osmanlıların saflarına geçiyor.(Rohat Alakom, Rengên Kurdên Qersê, http://www.netkurd.com/?mod=news&option=view&id=885 )

 

 

 

Farklı bölgelerden bir dizi Kürd aşiretinin dışında   bir Osmanlı ordusunda   görevli olan Kürdler bu savaşa katıldılar. Konumuz   Şeyh Ubeydullah   olduğundan dolayı gelişmeleri     onunla sınırlamak istiyorum.

Osmanlı devletinin Şeyh Ubeydullah Nehri’den   büyük bir beklentisi vardı. Osmanlı   Ordularının   Başkomutanı Mustafa’nın   12 Teşrinisani 1293 tarihinde   Gazi Ahmed Muhtar Paşa’ya gönderdiği   mektupta   bu beklenti hakkında   geniş bir bilgi vermektedir. Mektubun tümünü aktarıyorum: “Anadolu ordusunun   her taraftan   takviye edilerek düşman taaruzununun önlenmesi   mecburidir. Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah   olacak   Aso)nin   ta Süleymaniye havalisinden   Bayezid’e   kadar manevi   nüfuzu tesirlidir. Az bir müddet zarfında   en az   altı bin kadar   yardımcı süvari askeri tertipleyerek, sizinle   kararlaştırılacak mahalle sevkine gayret etmesi için kendisine telgraf çekildi. Sizin tarafınızdan dahi   Şeyh Abdullah Efendi’ye   münasip bir şekilde tebliğat yapılmasını ve kendisinin taltif edilmesini istiyoruz. Toplayacağı yardımcı askerlerin celp edilmesine, gerek sair cihetlerden gelecek yardımcı askerlerin   haklarında   devamlı muamele yapılmasına ve nizami asker gibi idare emirlerine   dahi layıkıyla itina gösterilerek   istihdamlarına ve   istifade edilmesine himmet buyurulması bilhassa   temenni   ve tavsiye olunur efendim”( Gazi Ahmed Muhtar Paşa, age, cilt 2, sayfa 140-141)

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(7)

 

Aso Zagrosi

 

Osmanlı   Ordularının   Başkomutanı Mustafa’nın göndermiş olduğu bu mektupta Osmanlı   devletinin Şeyh Ubeydullah Nehri’den   büyük beklentileri var. Şeyh Ubeydullah Nehri,   savaş   cephesine vardığı zaman Osmanlı devleti   hem Balkan cephesinde ve hem de Kürdistan cephesinde   büyük kayıplar vererek   geri çekiliyordu.     Yukarıda da belirtiğim gibi savaşa katılan Kürdlerin   sayısını   tespit   etmek çok zor.   Fakat,   Ermenilerle Kürdler arasında yapılan çatışmalarda Şeyh Celaleddin ile birlikte   “Ermeni   köylülerin canına ve malına zarar veren Kürtlerin diğer elebaşlıları da sayılmaktadır:   Alihan, Fahim Efendi, Haci Hasan Paşa, Musa Bey, Osman, Şeyh Peykar ve Şeyh Ubeydullah’ın” isimleri verilmektedir.(   Arsen Yarman,   Palu-Harput,   Cilt 1   Derlem Yayınları, Nisan 2010, İstanbul   sayfa 146)geylanizade

 

Ahmet Muhtar Paşa anılarında “Bekir bey refakatinde dördüncü alayın bir kaç bölük süvarisiyle   Hesananlı, Sepki ve Mirza Bey ve takımları   dünkü gün   o cihete doğru sevkolunmuştu.(Ahmet Muhtar Paşa age, sayfa 255) deniliyor.

 

Osmanlı-Rus savaşı sırasında       daha öne Diyarbekir valiliğini yapan Türklerin   “Kurt İsmail Paşa” yada   “Kurt   İsmail Hakkı Paşa”   dedikleri   “Kürd   İsmail Hakkı Paşa”   Kars’ın Şüregel   Hatunoğulları Kürdlerindendi.(Rohat Alakom, Kars Kürdleri, Avesta Yayınları, 2009, sayfa 140)     Kürd İsmail Paşa’nın     Kürdlüğü üzerine  hem Ermeni ve hem de   yabancı basın ve yayın organlarında   bir hayli yazı var. İsmail Paşa’da   bu   savaşa   aktif katılıyor. Zaten kendisi   Erzurum gibi   büyük bir vilayetin ve aynı zamanda   savaş cephesi olan   bir alanda valilik yapıyordu.   Tüm bu Kürdlerin   yanında   Kafkasya’da   kırımlara   uğramış   ciddi bir Kürd kitlesi   Osmanlılara   sığınmıştı.. Ayrıca   Kars ve Ardahan’ın   düşmesiyle   yoğun bir Kürd kitlesi   iç taraflara geçti ve   savaşta yer aldılar.

 

Çeşitli kaynakların   Şeyh Celaleddin dedikleri   şaysiyet   Bitlis Şeyhlerinden Seyyid Sıbgatullah’ın     oğullarından biridir.   Bugün   bu aile Avrasi Şeyhleri diye biliniyor. Seyyid Sibgatullah     Seyyid Taha Hakkari’nin   halifelerinden biriydi. 1913   yılında Bitlis’te Mela Selim   önderliğinde başlıyan  hareketin örgütlenmesine   bu aile   aktif bir şekilde   katıldı. Şeyh Celaleddin öğlu Seyyid Ali bu hareketin   en aktif önderlerinden biriydi. Mela Selim, Şeyh Şehabeddin ve Mehemed Şirin ile birlikte   Bitlis idam edildiler. Ermeni kaynakları   Şeyh Celaleddin’in Ermenilere karşı   giriştiği saldırılara bir hayli yer veriyorlar.   Arsen Yarman   Ermeni roman yazarlarının babası   olan Raffi’nin   1884 yılında   Moskova’da   yayınladığı     “ Jalaleddin” adlı romanının   Şeyh Celaleddin’in   Ermenilere karşı   “yaptığı   saldırı ve talanları konu aldığını” yazıyor.(Arsen Yarman, age   sayfa   222)

 

 

 

Musa bey     denilen de   yıllar sonra   Ermeni   bir bayan olan Gulizar Meselesinde   dünya basının gündemine oturmuş ve kitaplara konu olmuş   Mutki   aşiretinin   reisiydi.   Alixan denilen   şahısta o dönemler hem Doğu ve hemde   Kuzey Kürdistan’da bulunan       Şikak aşiret reisiydi.     Bu küçük tabloya     gözönüne   getirdiğimiz zaman     savaşa   katılan Kürdlerin sayısı pekte az değildir.   Savaş Kürdistan toprakları üzerinde oluyor ve Kürdler kendilerini savaş ortasında buluyorlar.

 

 

Yukarıda da vurguladığım gibi   Şeyh Ubeydullah Nehri Beyazid’e yani   savaş alanıne vardığı zaman   Osmanlı ordusu     Beyazidi   Ruslara bırakmıştı.

 

Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasından   yapılan 1877-78 savaşından sonra yapılan Ayastenfanos ve Berlin   antlaşmalarının   hayatta   geçirmesi   meselesinde İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan   3 Ermeni rahibini,   Bağos Natanyan, Vahan Minasyan( Bardizaktsi) ve Karekin Sirvandsyants’ı     bölgeye gönderiyor. Bu 3 Ermeni rahibi bölgedeki gözlemlerini kaleme alıyorlar.

 

Bu   3 rahip   pek   tarafsız değiller. Zaten   o dönemlerde   savaşların din   savaşına dönüştüğü bir ortamda   iki taraftada     tarafsızlığı   beklemek     saflık olur.

 

Bilinidiği gibi   Beyazid savaşı sırasında   Kürdlerin esirlere ve bölgedeki Ermenilere karşı yaptıkları katliamlar meselesi   bir çok   yabancı konsolosun Türk,   Rus ve Ermeni çevrelerinin raporlarına     konu olmuştur.

 

Ermeni   din adamı Vahan Minasyan( Bardizaktsi)   sınır boylarında   bulunan   Kürdlerle   Ermeniler arasında yaşanan antlaşmalara ilişkin   dikkat çekici   bilgiler veriyor.   Sınır boylarında   yaşıyan arkadaşlar   kendi büyüklerinden buna benzer   şeyler duymuşlardır.

 

Vahan Minasyan( Bardizaktsi) şöyle yazıyor: “İşte   sadece   Eçmiyadzin’in   duyarsızlığından meydana gelmiş bulunan ikinci dalgası da   bu şekilde son buldu. Göçün sebebi Kürdlerin Ermenileri keseceği yolundaki   deli saçması bir korku ile Rusya’nın   göç edenlere   toprak ve para vereceği yolundaki yalan söylentiydi.   İlk göçün sebebi ise şuydu: Osmanlı Rus harbinin başlangıcında   Rahip Hovhannes   Üç Kilise Manastırı’nın   korunmasını Kürdlere teslim etmiş. Karşılıklı söz vermişler. Ruslar geldiğinde Ermeniler Kürdleri koruyacak, Türkler geldiğinde   Kürdler Manastırın talan edilmesine engel olacaklarmış. Bu esnada     Der Ğugasof(Ermeni asılı Rus Subayı- Aso)un akıncı bölüğü manastıra vardığında burasını Türk karargahı zannederek saldırmış. Manastırı bombalayarak   kilise hariç   her şeyi yakıp yıkmış, Kürdlerde   de koyun misali   tek tek kurban olmuşlar. Rahip ise Türk taraftarı ve Rus karşıtı olduğu için   haç ve künlükle karşılama yapmadığı için Der Ğugasof tarafından azarlanmış. Kürdlerin Ermeni manastırında   öldürülmesi de doğal olarak   cıvar Kürdlere Ermenilerin sadakati ve samimiyeti   konusunda   kötü   etki yapmış. Kısa süre   sonra   Rus Ordusu   Osmanlı Ordusu önünden   geri çekilmek zorunda   kalınca   Ermeniler, Kürdlerin Van tarafından gelip intikam için Ermenileri   keseceğinden   korkarak öküz arabalarına   doluşup   göç etmeye kalkmışlar. Bu kalabalık göçmen grup, geri çekilmekten olan   Rus ordusuna   engel olduğundan Der Ğugasof top atışlarıyla   yol açılmasını emretmiş…. Göç yazın en sıcak günlerinde gerçekleştiğinden, halk   Yerevan Ovası ve Eçmiyadzin   yakınlarında   korkunç bir kırım yaşadı. Acaba   Kürdlerin Ermenileri   kıracağı doğrumuydu?   Hayır. Zira   göçetmemekle direnen   bazı   Ermeniler özellikle   Katolikler böyle bir kırıma uğramadılar. Sadece bazı   köylerde     Kürd ve Türk kaçaklar tarafından   bir kaç Ermeni öldürülmüştür. Aynı şekilde   İsmail Hakkı Paşa(Kürd-Aso) kuvvetleri Bayezid’I   kuşattığında Ruslar içerden, Osmanlılar dışardan 22 gün   boyunca karşılıklı top atışında   bulundukları esnada, Der Ğugasof gelene kadar, 90’dan fazla   Ermeni ölmüştür. Türkler tarafından soyulan Bayezidli Ermeniler   korku içinde   İran Ermenilerine   Maku şehrine sığınmışlar”( Arsen Yarman, age Cilt II, sayfa   70-71))

 

Arsen Yarman, Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın     ve diğer   rahiplerin   Kürdlere ilişkin bir dizi ipe sapa gelmez   söylemlerine karşı   hiç bir kuşkusu   yok. Sanki hepsi tarihsel gerçeklermiş gibi sunuyor. Fakat   yukarıda     aktardığım     Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın alıntısına   kuşkuyla yaklaşıyor.

 

Kürdlerle Ermenilerin, Türkler ve Rusların gelmeleri   durumunda birbirlerini koruma   girişimleri   Kürdler arasındada yaygın bir şekilde anlatılır.

 

Ermenilerde   Kürdler gibi   İran, Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında     parçalanmışlardı. Fakat   bu parçalanmalara rağmen Ermeniler arasında    hem dinsel   ve hemde     etniksel   dayanışma vardı.   1877-1878   yılında   Rusya ve Osmanlılar arasında   yapılan savaşta Rus ordusunun Kars ve Beyazid cephe   komutanları   Loris Melikov, Lazarev ve   Der Ğugasov gibi   Ermeni   asılı subaylardı. Her ne kadar   bazı Ermeni çevreleri   zorlama tezler   geliştirselerde   Rus ordusunun   ilerlemesi   Osmanlı Ermenilerin saflarında   sempatiyle karşılanıyordu.   Rusya’nın   denetimi altında ve   işgal ettikleri bölgelerde   katliamlara maruz kalan, mal ve mülklerine el konulan   ve göç eden   Kürdlerin   tavrıda   tam tersiydi.geylani

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(8)

 

Aso Zagrosi

 

Arsen Yarman, Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın    ve diğer   rahiplerin   Kürdlere ilişkin bir dizi ipe sapa gelmez   söylemlerine karşı   hiç bir kuşkusu   yok. Sanki hepsi tarihsel gerçeklermiş gibi sunuyor. Fakat   yukarıda     aktardığım     Vahan Minasyan( Bardizaktsi)ın alıntısına   kuşkuyla yaklaşıyor.

 

Kürdlerle Ermenilerin, Türkler ve Rusların gelmeleri   durumunda birbirlerini koruma   girişimleri   Kürdler arasındada yaygın bir şekilde anlatılır.

 

Ermenilerde   Kürdler gibi   İran, Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında     parçalanmışlardı. Fakat   bu parçalanmalara rağmen Ermeniler arasında     hem dinsel   ve hemde     etniksel   dayanışma vardı.   1877-1878   yılında   Rusya ve Osmanlılar arasında   yapılan savaşta Rus ordusunun Kars ve Beyazid cephe   komutanları   Loris Melikov, Lazarev ve   Der Ğugasov gibi   Ermeni   asılı subaylardı. Her ne kadar   bazı Ermeni çevreleri   zorlama tezler   geliştirselerde   Rus ordusunun   ilerlemesi   Osmanlı Ermenilerin saflarında   sempatiyle karşılanıyordu.   Rusya’nın   denetimi altında ve   işgal ettikleri bölgelerde   katliamlara maruz kalan, mal ve mülklerine el konulan   ve göç eden   Kürdlerin   tavrıda   tam tersiydi.   Fakat ne yazık ki   bugüne kadar   Osmanlı ve Rus   savaşları sırasında   Kürdlere   karşı yapılan katliamlar, mal ve mülklerine   el koyma   ve   zorunlu   göçleri hakkında   hiç bir   araştırma yok.

 

Son yıllarda ve özellikle Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra Ermeni kökenli “yazar” ve “araştırmacılar” dan   Kürdlere ilişkin     olumlu   bir şey bulmak çok zordur.     Hatta     Kürdlere   ilişkin   klasik ve vicdanlı   Ermeni yazarlarının yazdıklarını   dahi   sorgulama ve inkar etme girişimleri   bir hayli   ilerlemiş durumdadır. Bir dizi   Ermeni çevresi   Kürdlerden   farklı milletler ortaya çıkarma çabaları içindeler.   Aslında     önce Kürdlere     “asimile olmuş Ermeniler” tezi dayatılır. Bu tez tutmayınca   “siz Kürd değil farklı milletsiniz”  tezi ortaya atılır.   Yani anlayacağınız   hepsi başımıza   “dil ve Kürd uzmanları”   kesilmiş durumdalar!!! Son Karabağ savaşında   binlerce Kürd öldürüldü, yerinde ve yurdundan edildi, evlerine, mal ve mülklerine Ermeniler tarafından   el konuldu.   Fakat ne yazık ki   bir kaç   Kürd çevresi dışında   kimse   20.yüzyılın son günlerinde Ermeniler tarafından   yapılan   kıyıma   ses   çıkarmadı. Ermenilerde   ise tek bir kişi Kürdlere   karşı yapılan   insanlık dışı teröre   ses çıkarmadı. Kürdlerde ulusal bilinç ve kollektif   hafıza olmayınca tuzaklara   düşmeleri   de daha   kolay oluyor.

 

1877-78   Osmanlı-Rus savaşı sonrası bölgeye   giden 3 Ermeni rahibi de   taraflı bir gözle gelişmeleri okumuşlar.   Osmanlı ve Rus   savaşının   dinsel bir savaşa   dönüştüğü bir ortamda bu din adamlarından   farklı bir şey beklemek   doğru değil.   O savaş   esnasında     Müslüman Kürd din adamlarıda   durum değerlendirmesi   yapsaydılar, pek farklı bir sonuç    çıkmazdı.

 

İşte tam burada   farklılık arz eden       Kürdistani bir perspektifle ortaya çıkan   Kürd, Ermeni ve Asurileri   tek bir bayrak altında   İran ve Osmanlı devletlerine karşı   bağımsız ve birleşik bir Kürdistan için harekete geçirmeye çalışan   Şeyh Ubeydullah Nehri   olayı vardır.

 

Şeyh Ubeydulah savaş alanına vardığında   Osmanlılar   Kars, Ardahan ve Beyazid gibi   şehirlerde   yenilgi almış ve geri   çekilmeye başlamışlardı.

 

Daha önce de   vurguladığım gibi   Şeyh Ubeydullah   Osmanlı Rus savaşına katılmaya pek gönülü değildi.   Fakat,   bir çok alanda   Kürdler kendilerini savaşın   ortasında buldular. Sonuçta     savaş Kürdlerin kapısına gelmişti.   Şeyh Ubeydullah’a bağlı, yani Nakşibendi   tarikatına bağlı   bir çok Kürd     farklı amaçlarla da   olsa   savaşa gitmeye başladılar. Şeyh Ubeydullah   savaşın başlamasından aylar sonra   savaş alanına gitti.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri   önderliğinde   savaşa katılan Kürdler   bağımsız  bir güç olarak   katıldılar.   Yani savaşa katılan Kürdler teorik olarak   cephe komutanlığına   bağlı olmalarına rağmen     emir ve direktiflerini Şeyh Ubeydullah ve diğer Kürd liderlerinden alıyorlardı.   Kürd birliklerine     Kürdler   komuta ediyordu..   Osmanlı Kürd ilişkilerinde   bu gelişme   yeniydi.

 

Rus araştırmacısı   Aviryanov’da   Kürdlerin “kutsal Şeyhlerinin”   komutasında     savaşa katılmalarını   bir ilk olarak görüyor. Kürd   Şeyhlerinin     başlarına   bir Türk ‘ü   getirmelerini   Kabul etmediklerini, Osmanlı devletinin de Kürdlerin   katılımı sağlamak için   onlara insiyafı bıraktığını söylüyor. (Aviryanov,   Kurd,   Le Cengi Legel İran U Turkiya da, Silemani, 2004, sayfa 233- 236)

 

 

 

 

 

Kürdlerin  savaştığı   Beyazid cephesinde   Ruslar   yenilgi alıyor.

 

Halfin’in anlatımlarına göre Beyazid   kuşatmasında   7 bin cıvarında   Kürd   yer aldı: “Ayrıca , Rus işgali altından bulunan Beyazid, yönetiminde   on bin asker bulunan ve bunların  ortalama olarak   yedi bini düzensiz Kürd askerlerinden oluşan oluşan Faik Paşa   kuvvetleri tarafından kuşatıldı. 22 gün   Beyazid kalesinde mahsur kalan Rus askerleri, sonuçta   burayı terketmek zorunda kaldılar.”(Halfin, XIX. Yüzyılda Kürdistan Üzerinde Mücadeleler,   Komal Yayınları, İstanbul 1992, sayfa 74-75)

 

Garo Sasuni   ise “bundan   önceki her iki   Rus-Osmanlı savaşında Kürdler açık olarak Rus taraftar idiler   ve Rus ilerlemesiyle     Kürdistan’ın bağımsızlığı umudu içindeydiler. Halbuki 1877 savaşı esnasında Kürdlerin siyasetleri tamamen değişmiş olduğundan büyük bir ordu ile Ruslara karşı Osmanlıların yanında   savaşa katıldılar. Kürd ordusunun kumandanları Şeyh Ubeydullah, Şeyh Celalettin ve Ubeydullah’ın küçük oğlu Şeyh Abdulkadirdi. Bunların emrindeki 50.000 Kürd, Beyazid kesiminde   savaşa girmelerine rağmen kesin olarak perişan oldular. Dağılan Kürdlerle birlikte Şeyh Ubeydullah ve Cemaleddin Van’a vardıklarında Van’ın yeni valise Şeyh Celaleddin’I zehirleterek öldürttü.”( Garo Sasuni,   Kürt   Ulusal Hareketleri ve 15. YY’dan Günümüze Ermeni Kürd İlişkileri, Med Yayınları, İstanbul, 1992, sayfa 100)

 

Hatta   Garo Sasuni,   Şeyh Celaleddin’nin “Sultan Abdulhamid’in talimatı   öldürüldüğüne dair söylentilerden” söz ediyor.

 

Osmanlıların safında savaşa katılan Kars,   Ardahan, Beyazid ve Erzurum   cephelerinde savaşa   katılan Kürdlerin sayılarını   tespit etmek çok zordur..Bir dizi farklı rakamlar verilmektedir. Ayrıca   Balkan Cephesinde savaşa katılan Kürdler var. Türkler ise   yüzyıl boyunca   Kürdlerin   ulusal varlığını inkarı temelinde   belgelerle oynayarak yada   bir dizi belgeyi yok ederek   uyduruk   bir tarih ortaya çıkardılar.    Ahmed Muhtar Paşa’nın anıları   Kürdlerin   inkarı temelinde kaleme alınmıştır. Bir de   1877-78 savaşı sırasında Osmanlı   subaylarıyla Şeyh Ubeydullah ve Şeyh Celaleddin arasında yaşanan sorunlar, çatışmaya varan ortam ve   1880   tarihinde Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen hareketle birlikte     bir dizi tarihi gerçekler alt üst edildi. Bundan dolayı savaşa katılan   Kürdlerin sayısı ve savaşta oynadıkları gerçek rollerini     Türk kaynaklarında   tespit etmek zor.

 

Şeyh Ubeydullah   Nehri’nin   önderliğinde gelişen   1880 Kürdistan Devrimi döneminde   yaşamış   Qaçar Şahı Nasreddin’in yanlısı     İskender Xuryanis’in   Farsça   yazdığı   “Nasreddin Şah Döneminde Şeyh Ubeydullah Şemzini Devrimi” adlı eserinde   “Osmanlı Rus savaşı sırasında Şeyh Ubeydullah bir avcı gibi   sisli/dumanlı   bir ortamda   bir dizi av elde etti. Şeyh Ubeydullah oğlu Şeyh Sıddık ve diğer Şeyhlerle Beyazid’ta   savaşa girerek   başarı elde ettiler ve Osmanlıların sempatisini kazandılar” .( Mucteba Burzuyi, Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 66)

 

Yine İskender Xuryanis     sözünü ettiğimiz eserinde     Şeyh Ubeydullah ve yandaşlarını düşman olarak görmesine rağmen Osmanlı Sultanına   bağlılık göstermediklerini   şöyle   ifade ediyor: “ Şeyh Ubeydullah ve müridleri   hiç bir zaman Osmanlı devletinin   taraftarı olmadılar ve   Osmanlı devletine bağlılık göstermediler”( .( Mucteba Burzuyi, age, sayfa 66)

 

Aviryanov’da   “Şeyh Ubeydullah’ın   1877-78 savaşında   Kürd   savaşçılarının örgütlenmesinde Türk devletine az   hizmet yapmadı” diyor.(Aviryanov, age, sayfa 239)

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(9)

 

Aso Zagrosi

 

Ahmet Muhtar Paşa’da   Anılarında   Beyazid   savaşını gündeme getiriyor ve   Kürdleri suçluyor. Bilindiği gibi     Osmanlı orduları   savaşın başından itibaren   Kars, Ardahan ve Beyazid gibi alanlarda   yenilgi almış ve yoğun bir şekilde   Ruslara teslim   olmuşlardı.   “Doğu Cephesi”nin başında ise Ahmet Muhtar vardı.   Balkan bölgesinde de   yoğun bir şekilde   yenilgi alıyor ve savaş cephesini terkediyorlardı..   Ruslar ise   İstanbul’u almayı hesap ediyordu.   Ahmed Muhtar Paşa     kendi beceriksizliğini gizlemek için     savaş sırasında kendisiyle çelişkiye düşen,   savaş alanını   terkeden ve Osmanlı devletine karşı   bağımsız Kürdistan için   direnişi   örgütleyen   Şeyh Ubeydullah Nehri ve arkadaşlarını   suçlamayı tercih ediyor. Yani anlayacağınız     kendine göre   bir tarih yazmaya çalışıyor.   Ahmet Muhtar’ın anlatımlarına göre   Erzurum Valisi   aracılığı ile   bazı şeyhler   İstanbul’a   savaşa   katılacaklarına dair   söz vermişlerdi.   Fakat,   kendisi bu işe   rıza göstermediğini iddia ediyor.

Ahmet Muhtar Paşa’nın   verdiği bilgilere göre “Şeyhlerden   halife Fehmi efendi   ise   550 başı bozuk asker ile 14 Mayıs’da   Bargiri’ye geldi……………..   Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak-Aso)nin   3800,   Şeyh Hamza Efendi’nin   800 kadar getirdiği askeri silahlandırmış……………..   30 Mayıs   1293 günü   Şeyh Celaleddin namında   bir zatın müridlerinden tertip ettiği ve iki tabur şekline koyduğu 1440   kişilik   bir kuvvetin   Şeyhleriyle   beraber Bargiri’ye geldikleri öğrenildi.”(Ahmed Muhtar Paşa, age, cild 1, sayfa 152)

 

Daha öncede   aktardığım bazı alıntılarda     Kürdler,   işgal altında   bulunan Beyazid’ı     dört bir yandan   kuşatıyor.   Rus askerleri uzun   bir süre   Beyazid Kalesini   savunmaya çalışıyor. Bu esnada         “teslim   olmaya çalışan askerler”     Kürdler tarafından   öldürülüyor.

 

Ahmet Muhtar Paşa     öldürülen   esirler meselesini   şöyle   anlatıyor: “ Harbin ilk başlangıcında Beyazid’de   mahzur kalan düşman askerleri     teslim olmaya   kalkıştılar. Fakat, sağ cenahım olan Van fırkası refakatındaki   başı bozuklar ilk çıkıp esareti kabul edenleri kesmek   rezaletini   gösterdiler. Buna karşı dahilde olup henüz çıkmayan mahzurlular içerde kapanıp   yeniden ateşe başladılar. Otuz kadar askeri katletmeleri   mucizatı kafiyye   addedilerek, ancak etrafa yeniden günlük emirler verilmekle   iktifa edildi………………………… Özellikle   Beyazid   Kolordusu refakatinde olan   Hemawend Kürd atlılarının   gerek bizim, gerek düşman köylüleri hakkında   reva   gördükleri mezalim ayyuka çıkmışsa da hep   anonim   kaldığından   şahsi tayin ile faili cezaya çarptırmak   mümkün olmazdı”(Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa   213)Adbullah Şemzini 1

 

Ahmet Muhtar Paşa’nın “Hemawend Kürdleri” dedikleri   Güney Kürdistan’da Şarezor ve Suleymaniye  bölgesinde   yaşıyan   yıllarca   Osmanlı ve Fars sömürgecilerine  karşı mücadele eden   ünlü bir   Kürd aşiretidir. Büyük sürgünlere   maruz kaldılar.   Osmanlı devleti tarafından   tutsak edilen Hemawend   aşiret mensupları   Afrika,   Filistin, Balkan ve   Anadolu’nun   bir çok bölgelerine sürüldüler. Bugün Ankara Kürdlerin   bir kesimi ve Bedrettin Dalan gibi   şahsiyetler   sürgün edilen Hemawendlilerdir.   (Kısmen   Hemawendleri merak eden arkadaşlar için   ekte   Prof. Dr. Kemal Mazhar ile   Baron Nolke’nin   Hemawendlere ilişkin yazdıklarının linklerini yayınlıyorum. Yıllar önce   bu iki yazıyı çevirerek   Newroz.Com okuyucularına   sunmuştum. https://newroz.com/tr/politics/344600/baron-nolke-ve-hemawendler

https://newroz.com/tr/forum/339624/ajan-hain-edebiyat-ve-mu-r-heme-suleyman-hemawend-olay )

 

Bilindiği gibi   Hemawend Kürdleri   Kadiri Tarikatına   Berzenci Şeyhlerine bağlılar. Beyazid   savaşına     “Kürdistan Kralı” Şeyh Mahmud Berzenci’nin babası,   İttihat ve Terakki   yöneticileri tarafından   Musul’da     alçakça katledilen   Şeyh Said’de     katılmıştı.

 

Ahmet Muhtar   Paşa   suçların “anonim”  oluşundan   dolayı “cezalandırma mümkün olmadı” diyor.   Tabi ki bu söyledikleri   doğru değildir.   Ahmet Muhtar Paşa ve diğer   Osmanlı generallerinin   Kürdleri cezalandıracak   güçleri yoktu. Kürdleri cezalandırma girişimleri oldu     karşılarında   Şeyh Ubeydullah gibi   Kürdlerin “Bavê Kurdandedikleri bir lider vardı.. Çünkü, Kürdler   kendi Kürd komutanlarının dışında   başka   bir komutanlık tanımıyorlardı. Eski de Osmanlılar   Kürdleri savaşın ön cephelerine   gönderip kırdırtıyorlar ve Kürdlerin sırtında   savaşların   nimetleri   üzerine oturuyorlardı. Bu savaşta   onlara karşı çıkan, bağımsız hareket eden, Kürd askerlerin haklarını savunan   ve gerektiğinde     savaş alanını terkeden Şeyh Ubeydullah gibi   bir lider vardı.

 

Ahmet Muhtar Paşa   gibi   Osmanlı komutanların   bu savaşta   hazmetmedikleri   Şeyh Ubeydullah’ın     bu tutumuydu.

 

Beyazid   kuşatması   olayı     Kürdler olmadan   gerçekleşmezdi. Bazı kaynaklar     sadece   bölgede     20.000   Kürdün     savaşa   katıldığını   yazıyor.   Mesela   “Les   Russes et Les Turcs,   Manceaux Editeur 1877 Paris”   adlı   eserde “   Faik Paşa   Şeyh Celaleddin’den   kendisine   gönülü asker   göndermesini rıca ediyor. Şeyh   Celaleddin   kendisine Haydaranlıların içinde olduğu 20.000   kişi gönderiyor.(age, sayfa 322)

 

Yine aynı eserde       Beyazid şehrinin Rus birlikleri tarafından işgal edilmesinden sonra   Rus Albayı   Kovalewski   şehrin  savunmasını üstleniyor.   Şehir kaşatma   içine alınınca   Albay   Kovalewski   düzenli birlikleriyle     kalenin içine çekiliyor ve şehrin   savunmasını     Kazak askerlerine bırakıyor. Kale içinde   Ruslar   erzak ve susuzluktan dolayı   teslim olmak istiyorlar.   Teslim olmak   istiyen askerlerin bir kesimi Kürdler tarafından   öldürülüyor. Kürdlerin ilk saldırısında   Albay Kovalewski’de ölüyor. Albay Kovalewski eşi de   kale de   bulunuyormuş.   Albay’ın ölümünden sonra   eşi   askerleri   savunmaya teşvik ediyor.

 

Ahmet Muhtar Paşa   bu olaydan sonra Faik Paşa’ya       talimat ile   suçluların tahliye edilmesini istiyor.   Deniliyor ki Faik Paşa   8000 Haydaranlı Kürdleri   tahliye ediyor.   Ruslar   yeniden Beyazid’e saldırdıkları zaman bu Kürdlerin bazılarını idam ediyor- İdam edilen Kürdlerin   gravürünü yayınlamıştım-

( “Les   Russes et Les Turcs,   Manceaux Editeur 1877 Paris, sayfa 323)

 

  1. De Martens’in   1901   yılında Arthur Rousseau Editeur tarafından basılan   “Paix et la Guerre”   adlı eserinde “Beyazid olayı” üzerine duruyor. F. De Martens’in     anlatımına göre   “ Norman’ın verdiği bilgilere göre 13   Haziran 1877 tarihinde Faik Paşa Beyazid’e yaklaşğı zaman    iki tabur ve 1200 Kazaktan oluşan   bir Rus Müfrezesiyle karşılaştı.   Faik Paşa’nın ise   komutasında     altı tabur, iki batarya ve   8000 Kürd vardı.   Bu güç dengesizliğinden dolayı Rus müfrezesinin komutanı   cephe savaşına   girmeksizin     1200 Kazak askerini   şehirde bırakarak   kale içine çekildi.     Dört   bir yandan kuşatıldıklarından dolayı     direnmenin anlamsız olduğunu düşünerek teslim   olmaya karar verdiler……………..   Şeyhleri   tarafından   kumanda  edilen Kürdler   silahsızlandırılan     Kazaklara ve   şehir Hıristiyanlarına   saldırarak katliam yaptılar. ……………   Kurbanların sayısı   2400 kişiden fazlaydı.”( F. De Martens’in, age, sayfa   362)

 

 

  1. De Martens   yazısının devamında     Ahmet Muhtar Paşa   bu olayı   duyduğu zaman “Kürd   müfrezesini   dağıtma   ve   şeflerini   kurşuna dizme emrini verdi.     Türk komutanı tarafından verilen bu emir İngiliz generali Kambell tarafından   uygulamaya konulmadı. Kürdler   Türk kampında kaldılar”( F. De Martens’in, age, sayfa 362)

 

Devam edecek

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(10)

 

Aso Zagrosi

 

Ahmet Muhtar Paşa “Özellikle   Beyazid   Kolordusu refakatinde olan   Hemawend Kürd atlılarının   gerek bizim, gerek düşman köylüleri hakkında   reva   gördükleri mezalim ayyuka çıkmışsa da hep   anonim   kaldığından   şahsi tayin ile faili cezaya çarptırmak   mümkün olmazdı” diyor.(Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa   213)

 

Bilindiği gibi     o dönem   Kürdistan Kadiri   tarikatının en önemli   şahsiyeti   Suleymaniyeli   Kak Ahmedê Şêx tir.    Savaş başlamadan   önce Sultan Abdülhamid     savaşta     desteğini   almak için   onu İstanbul’a davet ediyor. Kak Ahmedê Şêx kendisi değil,   Seyyid Muhammed Mufti’yi temsilcisi olarak   İstanbul’a gönderiyor. Seyyid Muhammed Mufti, Kak Ahmedê Şêx adına savaşa katılacaklarına dair söz veriyor. Savaş başladığı   zaman   Kak Ahmedê Şêx,    Hemawend aşiretinin   mensuplarının da içinde yer aldığı   Kürd savaşçılarını     Şeyh Said(Şeyh Mahmud’un babası) önderliğinde   Beyazid’e   savaş cephesine gönderiyor.(M. Emin Zeki, Tarikhi Suleymaniye, sayfa 224)

 

Ahmet Muhtar Paşa „Hemawendlerin“      olumsuzluklarından ve cezalandırılmaları gerekiyordu dediği zaman doğru söylemiyor. Tam tersi   yaşanıyor.   Savaştan sonra   Hemawendlerin   savaşta gösterdikleri   başarılardan dolayı Sultan Abdulhamit tarafından kendilerine   Bazyan mıntıkasını   hediye ediliyor: „Hemawend aşireti   Osmanlılarla omuz omuza savaştı……….. Savaşta   eşsiz   başarılar elde ettiler. Bundan dolayı   Sultan Abdulhamit Bazyan mıntıkasını kendilerine hediye etti.(Dr. Abdullah, Alyaweyi,   Kurdistan le Serdemi Dewleti Osmani da, Silêmanî-2004, sayfa 92)

Bir çok yabancı kaynağın “Beyazid’te Hıristiyanlar katliamdan geçirildi” şeklindeki iddialar doğru değildir. Beyazid’te   Hıristiyan olarak     Ermeniler yaşıyorlardı.   Daha önce   Vahan Minasyan( Bardizaktsi)den aktardığım gibi “Kürdlerle Ermeniler   Rus ve Osmanlılara   karşı birbirlerini koruyacaklarına dair anlaşıyor”.

 

Fakat, Ermeni generali Der Ğugasof önderliğinde   Rus orduları Beyazid’e   girdikleri zaman   Kürdlere karşı katliamlar yapıyorlar.   Ermeniler antlaşma bozuldu   Kürdler gelirlerse intikam alırlar mantığıyla   Maku’ya taşınıyorlar. Vahan Minasyan   22 gün süren Beyazid savunması sırasında     ölen Ermenilerin   sayısını   90 cıvarında   olduğunu yazıyor. Zaten   Vahan Minasyan hemen savaşın ardında bölgeye gidiyor.

 

Aslında   Şeyh   Ubeydullah Nehri ve diğer Kürd ileri gelenleriyle Osmanlı   generalleri arasında     yaşanan sorunların kaynağında   Kürdlere karşı   düşmanca davranmalarında, Kürd savaşçılarına     erzak ve elbise verilmeyişi ve Şeyh Ubeydullah’a   karşı saygısızlıklar yatıyor.

 

Ahmet Muhtar Anılarında   Şeyh Ubeydulah’ın savaş alanıne terketmesi şöyle değerlendiriyor: “Bu zat hakkında   evvelce   dahi   çeşitli telgraflar alınmış ve her birine   lüzumlu cevap yazılmıştı. Hatta birinde : ‘Şeyh efendiyi müritleri   hanesinde otururken daha fazla   seviyorlar’ denilmişti. Şeyh meselenin başlangıcında elli bin atlıyla harbe geleceğini vilayet kanalıyla İstabul’a vadetmiş, gerçi   binbeşyüz kadar atlı ile Beyazid Kolordusuna   gelip hizmete de yeltenmemiş değilse de   faydasından   fazla   zararı olduğu görenlerin malumuydu. Sonraları güya   hakkında   yapılması lazım gelen hürmette ve askerlerine bakmada   kusur gösterildiğini ve müzaçsızlığı vesile ederek çekilip gittiği dahi malumdur.(Ahmet Muhtar Paşa, age Cilt II, sayfa 142)

Ahmet Muhtar Paşa’dan yaptığım alıntıda   altını çizdiğim   paragrafta    Şeyh Ubeydullah’ın   gitmesinin   gerekçelerinin bazıları mevcuttur.

 

Ahmet Muhtar Paşa Şeyh Ubeydullah’ın “1500 atlı ile geldiğini”   yazarken   doğruyu söylemiyor. Çünkü kendisi   aynı kitabın bir başka yerinde ise   “Şeyhlerden   halife Fehmi efendi     550, Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak-Aso)nin   3800,   Şeyh Hamza Efendi’nin   800, Şeyh Celaleddin 1440   kişi” geldiğini yazıyor. (Ahmed Muhtar Paşa, age, cild 1, sayfa 152)

 

Ahmet Muhtar Paşa bir yer de 1500 atlı ile geldi ve diğer bir yerde 3800 atlı ile geldi demekle   ne yazdığını dahi   göremiyor.   Yalanlara dayalı     tarih yazımı budur.   Aslında   Ahmet Muhtar’ın burada saydıkları   Halife Fehmi, Şeyh Celaleddin ve Şeyh Hamza   gibi   Kürd şahsiyetlerin hepsi   Nakşibendi tarikatına   ve   Nehri Şeyhlerine bağlıydılar. Ayrıca   sık sık isimleri geçen   Haydaranlarda   öyle…. Zaten hepsi savaş alanını birlikte terkediyorlar.

 

Aslında   Kürdlerin toprakları savaşı alanı olduğundan dolayı   Kürdler büyük bir felaketle   karşı karşıya kalmışlardı. O ortamı   en iyi özetleyen   Kars’ın Köprü köyünde bir Rus gazetecisiyle   konuşan bir Kürd’ün anlatımlarıdır.   Kürd şöyle diyor: “Ah!! Yaman geldi Osmanlı, yaman. Hamza’mı aldı götürdü, bütün mallarımı götürdü. Atlarımı götürdü. Rus geldi, buğdayımı, arpamı alıp götürdü. Evet Rus aldığının parasını ödedi. Fakat, ben şimdi parayı ne yapayım? Bana ve çocuklarıma ekmek için buğday ve   üç-beş davarıma   arpa lazım. Bunu şimdi parayla bulmak mümkün değil.(Halfin, age, sayfa   75)

 

Savaş cephesinde   olan Kürdlere gelince “Kürd askerler , köylerdeki   ailelerinin perişan   durumları yetmezmiş gibi orduda çeşitli   olanaksızlıklarla   karşı karşıyaydılar. Osmanlı ,   onların yiyeceklerini bile vermek istemiyor ve onları , ihtiyaçlarını   temin için kendi olanaklarıyla   başbaşa bırakıyordu. Bu durum ise   Osmanlı subaylarıyla   Kürd Kumandanları arasında   tartışmalara neden oluyordu. 12 Temmuz 1877’de   Kürd Kumandanlarından   askerlerin   hırsızlık ve talan gibi hareketlerine engel olmasını istiyen Ferid Paşa’ya     Şeyh Ubeydullah şöyle diyordu:

 

‘Ben iddia   edilen nahoş olaylar üzerine duracağım ve gereken tedbirleri alacağım. Fakat, tarafımdan delillerle sabit olunmuştur ki, bazı Osmanlı subayları 7-8 gündür askerlerimizi bütün yiyeceklerden   yoksun bırakmışlardır. Umut ediyorum ki, siz   bu durumda gereken müdahaleyi   yapar ve bu hususlara son veririrsiniz”(Halfin, age, sayfa 76)

 

Açıkca   görülüyor ki,     ve   Şeyh Ubeydullah’ın da “sabit bir şekilde tespit ettiği” gibi   Kürdlere   karşı ayırım yapılıyor   7-8 gün erzak dahi verilmiyor.   İşte burada     Şeyh Ubeydullah   Kürdlerin kumandanı olarak     yaşanan   sorunları   gündeme getiriyor.

 

Yıllarca   Şeyh   Ubeydullah’a katiplik yapan ve   yaşanan olayların canlı tanıklarından   biri olan   Güney Kürdistanlı şair   Wefayi( Anılarını Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Abdulkadir’in istemi üzerine yazmış) anılarında   Kürdlerin savaştan çekilmesine bir başka neden daha ekliyor.   Wefayi şöyle yazıyor: “ Osmanlı bazı   yönetici ve komutanlarının   iki yüzlülüğü,   altan alta dünya malı için   Ruslarla ilişkiye geçip ihanet etmeleri neticesinden Ardahan, Beyazid ve   başka yerler Rusya’ya bırakıldı, yenilgi alınıp geri çekildi. Bunun neticesinden   Şeyh Ubeydullah mecbur kaldı, askerlerine   izin verdi ve   Van yoluyla Nehri’ye döndü.(M. Hame Baqi, age, sayfa 64)

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(11)

 

Aso Zagrosi

 

 

Dr. Elî Nerweyî “Çend Vekolînek Li Dor Mêjûya Kurd û Kurdistanê” adlı eserinde   Şeyh Ubeydullah’ın     50 bin Kürd savaşçısıyla   Beyazid’e gittiğini” yazıyor.   Hatta Şeyh Ubeydullah’ın   katibi olan   şair Wefayi bu sayıyı “100.000   savaşçıya”   çıkarıyor.( Dr. Elî Nerweyî , Çend Vekolînek Li Dor Mêjûya Kurd û Kurdistanê, Dukok, 2012, sayfa 41)

 

 

Sonuçta   Türklerin   verdiği   rakamların   doğru olmadığını daha önce   yazmıştım.   Kürd çevrelerinin verdiği rakamlarda   abartılmıştır.     Gerçek o   ki   o savaşa     ciddi bir Kürd savaşçı gücü katılmıştır.

 

Aslında   daha fazla     Beyazid savaşı üzerine   durmaya da gerek yok. Ama, bu   savaşta   Şeyh Ubeydullah   Osmanlıların Kürdlere karşı   ayrımcı   tutumlarını   doğrudan   yaşıyor ve   bunlarla   birlikte   yaşama imkanı olmadığını görüyor. Bu savaş   Şeyh Ubeydullah’ın   ulusal bilinci üzerine   ciddi bir etki yapıyor.

 

Bu tespitimi   nereye ve hangi   kaynaklara   dayandırdığımı   soracak   okuyucular olacak.

 

Bu konuda esas     kaynağım   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin kendisidir.

Hepimiz   Şeyh Ubeydullah’ın   din alimi   ve   politik   yanını biliyoruz.

Bugüne kadar Şeyh   Ubeydullah’ın bilinmeyen bir tarafı da   şairliğidir. Şeyh Ubeydullah’ın     Diwanı ulusal,     siyasal   ve dinsel düşüncelerini   öğrenmemiz için bulunmaz   bir kaynaktır. Aslında     şair Wefayi   daha önce   Şeyh Ubeydullah’ın   bu yanına     dikkat çekmiş   şiir dünyasıyla   yakınlığına   parmak basmıştı.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   Diwanı Şêx Ubeydullah Nehri,   Mesnewi Şêx Ubeydullah Nehri, Tuhwehu Ehbab, Bekoşiş Seyyid Eselam Duhegu Antişarad Huseni, Urmiye 1378”   adı altında   Farsça   yayınladı.   Zaten   Şeyh Ubeydullah şiirlerini Farsça   yazmıştı.

 

Şeyh Ubeydullah Diwanında   Kürd savaşçılarının     yiğitliği, direnişçiliği, Türk ve Rusların   korkaklığından söz ediyor.

 

Sözü Şeyh Ubeydullah’a bırakalım:

 

Farçası:

 

“Kord cengi hemçinan ba Rus kerd,

ke nekerde Rustem we hem Tus Kerd”

 

Kurmanci:

 

“Kurdan şerekî wisa li gel Rusan kir,

ku ne Rustem û ne Tusî pehlivan kir”

 

Türkçe:

 

“Kürdler Ruslara karşı öyle bir savaş yaptılar,

Ki ne Rustem ne Tus   yaptı”

 

 

“Nehrêye rehd Kord, leşkere abir gehşt,

xwîn baran rêxt, der wadî we deşt”

 

“Nerîyên leşkerê Kurdan bû awrek,

barana xwînê   rişte din av gelî û deştê de”

 

 

“Kürd askeri birlikleri   bulut oldu,

kanlı yağmur   dere ve ovalara doldu “(Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 42)

 

Dr. Elî Nerweyî’nin anlatımlarına göre     Şeyh Ubeydullah Nehri   Diwan’ın bir   çok yerinde   Kürd   savaşçılarının   mertliğine  ve cesaretlerine methiyeler diziyor.

 

Şeyh Ubeydullah     Kürd savaşçılarının   başında   bir komutan olarak   kendi askerlerinin   yiğitliklerini, mertliklerini ve   gözü   kapalı olarak ölüme gittiklerininden   söz ederken, Türklere karşı   o ölçüde   negatif bakıyor.

 

Türkler   ilişkin   değerlendirmeleri için sözü yine Şeyh Ubeydullah Nehri’ye bırakıyorum:

 

„Ander an ceng o wexa az Romîyan,

yek nefer named mîyan xazîyan“

 

Ango „ di nav wî şerî û cengê de,

ji Tirkan yek kes   jî nehat di nav xezakeran de“

 

Yani   “bu savaş ve cenk te,

Bir Türk dahi   gazaya katılmadı”

 

 

Şeyh Ubeydullah’ın anlatımına   göre   bir Türk askeri Kürdlerle beraber   Ruslara karşı savaşa katılıyor.   Bu asker   Osmanlı komutanı Faik Paşa tarafından cezalandırılıyor. Şeyh Ubeydullah     Faik   Paşa’dan   askerin af edilmesini istiyor:

 

“Ez   tufeng yek ez an qome çûbûn,

hiç named sewt ya dude bîrun“

 

ango „ ji çi yek ji tufengên wî gelê tirsonek,

ne dengek hat, ne dûkel jê derket“

 

„Bu korkak miletin bir   tüfeğinden     ne bir ses çıktı, ne duman”

 

Şeyh Ubeydullah   şiirlerinde     1877-78 savaşı sırasında   Türklerin Kürdlere karşı   yaptıkları   haksızlıklara   ve ayrımcılığa   dikkat çekerek   şöyle yazıyor:

 

“Zabitan o hem qumandan nizam,

der înad ceş ma kerde   qîyam,

qeth cira Kord ez Kordan çînan,

der du rozi namedî yek huqe nan“

 

 

ango: „ Efser û   fermandeyên arteşa Tirk,

li dujmindarîya   leşkerê me   wisa rabûne serxwe

û wisa azûqe   ji Kurdan birî bûn, ku   di mawê du rojan de   heta yek sewka   nanî jî bo nehat“

 

„Türk subay ve komutanları   Kürd askerlerine karşı   düşmanlığı   o dereceye vardırmışlardı, ki erzak kestiler ve iki   gün   bir parça   ekmek dahi gelmedi”

 

 

“Tohmete çendan nehad ez keder,

pak damenha   zede   rahe mufer”

 

Ango “   Hinde   tohmet û gunehên ne rast dane pal Kurdan,   ku   paktirîn û bê gunehtirîn   kes in Kurd………“

 

“ Bazı töhmet ve   doğru olmayan  suçları   Kürdlere yüklüyorlar,

Kürdler en temiz ve en günahsız   kimselerdir.”

 

Şeyh Ubeydullah     Kürdlerin savaştan çekilmeleri meselesi üzerine de duruyor. Şeyh Ubeydullah   Kürdlerin savaş alanından çekilmelerini   Türklerin Kürdlere karşı   yaptıkları ayrımcılığa ve   Kürdlere   karşı yapılan haksızlıklara bağlıyor.

 

Ayrıca   Şeyh Ubeydullah   Kürdlerin   savaşta   acı çektiklerini, kurban verdiklerini ve zarar gördüklerini, buna karşılık   ise   Türklerin   Kürdlerin sırtından nimetlerden yararlandıklarını söylüyor.

 

Sözü ilk defa   bu kadar açık ve net bir şekilde   Kürd-Türk ilişkisini dile getiren Şeyh Ubeydullah Nehri’ye bırakıyorum:

 

“Kordeha der   ceng miberend   renc,

Romîyan ez nefh mî xwrend genc“

 

Ango „ Cengewarên Kurd   di cengan de   azar û   êşan dibînin û qurbanîyan didin, lê Tirk jê   mifa werdigirin û xezîna   wê dixwin“

 

“Kürd savaşçıları savaşta, savaşın ceremesini, acısını çekiyor ve kurban veriyorlar,

fakat, Türkler ise   bunun nimetlerinden yararlanıyor ve   hazinesinden yiyorlar”

 

Şeyh Ubeydullah   Nehri daha da ileri giderek “Türkler Kürdler için   hiç bir şey yapmazlar. Onların verdiği sözler ve yaptıkları antlaşmalar hepsi yalandır” diyor.( Dr. Elî Nerweyî, age sayfa   44)

 

 

Yine   sözü Şeyh Ubeydullah Nehri’ye bırakalım:

 

„Zulm   îşan ra çû arem derbeyan,

her çe guyem andekî başed az an”

 

 

“eger ez behsa sîtem û zordarîya   Tirkan bikim,

hindi ez bibêjim her min kêm gotîye“

 

“Eğer ben   Türklerin sitem ve zorbalıklarından söz edersem,

ne söylesem azdır”

 

 

 

Devam edecek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet Muhtar Paşa “Özellikle   Beyazid   Kolordusu refakatinde olan   Hemawend Kürd atlılarının   gerek bizim, gerek düşman köylüleri hakkında   reva   gördükleri mezalim ayyuka çıkmışsa da hep   anonim   kaldığından   şahsi tayin ile faili cezaya çarptırmak   mümkün olmazdı” diyor.(Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa   213)

 

Bilindiği gibi     o dönem   Kürdistan Kadiri   tarikatının en önemli   şahsiyeti   Suleymaniyeli   Kak Ahmedê Şêx tir.    Savaş başlamadan   önce Sultan Abdülhamid     savaşta     desteğini   almak için   onu İstanbul’a davet ediyor. Kak Ahmedê Şêx kendisi değil,   Seyyid Muhammed Mufti’yi temsilcisi olarak   İstanbul’a gönderiyor. Seyyid Muhammed Mufti, Kak Ahmedê Şêx adına savaşa katılacaklarına dair söz veriyor. Savaş başladığı   zaman   Kak Ahmedê Şêx,    Hemawend aşiretinin   mensuplarının da içinde yer aldığı  Kürd savaşçılarını     Şeyh Said(Şeyh Mahmud’un babası) önderliğinde   Beyazid’e   savaş cephesine gönderiyor.(M. Emin Zeki, Tarikhi Suleymaniye, sayfa 224)

 

Ahmet Muhtar Paşa „Hemawendlerin“      olumsuzluklarından ve cezalandırılmaları gerekiyordu dediği zaman doğru söylemiyor. Tam tersi   yaşanıyor.   Savaştan sonra   Hemawendlerin   savaşta gösterdikleri   başarılardan dolayı Sultan Abdulhamit tarafından kendilerine   Bazyan mıntıkasını   hediye ediliyor: „Hemawend aşireti   Osmanlılarla omuz omuza savaştı……….. Savaşta   eşsiz   başarılar elde ettiler. Bundan dolayı   Sultan Abdulhamit Bazyan mıntıkasını kendilerine hediye etti.(Dr. Abdullah, Alyaweyi,   Kurdistan le Serdemi Dewleti Osmani da, Silêmanî-2004, sayfa 92)

Bir çok yabancı kaynağın “Beyazid’te Hıristiyanlar katliamdan geçirildi” şeklindeki iddialar doğru değildir. Beyazid’te   Hıristiyan olarak     Ermeniler yaşıyorlardı.   Daha önce   Vahan Minasyan( Bardizaktsi)den aktardığım gibi “Kürdlerle Ermeniler   Rus ve Osmanlılara   karşı birbirlerini koruyacaklarına dair anlaşıyor”.

 

Fakat, Ermeni generali Der Ğugasof önderliğinde   Rus orduları Beyazid’e   girdikleri zaman   Kürdlere karşı katliamlar yapıyorlar.   Ermeniler antlaşma bozuldu   Kürdler gelirlerse intikam alırlar mantığıyla   Maku’ya taşınıyorlar. Vahan Minasyan   22 gün süren Beyazid savunması sırasında     ölen Ermenilerin   sayısını   90 cıvarında   olduğunu yazıyor. Zaten   Vahan Minasyan hemen savaşın ardında bölgeye gidiyor.

 

Aslında   Şeyh   Ubeydullah Nehri ve diğer Kürd ileri gelenleriyle Osmanlı   generalleri arasında     yaşanan sorunların kaynağında   Kürdlere karşı   düşmanca davranmalarında, Kürd savaşçılarına     erzak ve elbise verilmeyişi ve Şeyh Ubeydullah’a   karşı saygısızlıklar yatıyor.

 

Ahmet Muhtar Anılarında   Şeyh Ubeydulah’ın savaş alanıne terketmesi şöyle değerlendiriyor: “Bu zat hakkında   evvelce   dahi   çeşitli telgraflar alınmış ve her birine  lüzumlu cevap yazılmıştı. Hatta birinde : ‘Şeyh efendiyi müritleri   hanesinde otururken daha fazla   seviyorlar’ denilmişti. Şeyh meselenin başlangıcında elli bin atlıyla harbe geleceğini vilayet kanalıyla İstabul’a vadetmiş, gerçi   binbeşyüz kadar atlı ile Beyazid Kolordusuna   gelip hizmete de yeltenmemiş değilse de   faydasından   fazla   zararı olduğu görenlerin malumuydu. Sonraları güya   hakkında   yapılması lazım gelen hürmette ve askerlerine bakmada   kusur gösterildiğini ve müzaçsızlığı vesile ederek çekilip gittiği dahi malumdur.(Ahmet Muhtar Paşa, age Cilt II, sayfa 142)

Ahmet Muhtar Paşa’dan yaptığım alıntıda   altını çizdiğim   paragrafta     Şeyh Ubeydullah’ın   gitmesinin   gerekçelerinin bazıları mevcuttur.

 

Ahmet Muhtar Paşa Şeyh Ubeydullah’ın “1500 atlı ile geldiğini”   yazarken   doğruyu söylemiyor. Çünkü kendisi   aynı kitabın bir başka yerinde ise   “Şeyhlerden   halife Fehmi efendi     550, Şeyh Abdullah Efendi(Şeyh Ubeydullah olacak-Aso)nin   3800,   Şeyh Hamza Efendi’nin   800, Şeyh Celaleddin 1440   kişi” geldiğini yazıyor. (Ahmed Muhtar Paşa, age, cild 1, sayfa 152)

 

Ahmet Muhtar Paşa bir yer de 1500 atlı ile geldi ve diğer bir yerde 3800 atlı ile geldi demekle   ne yazdığını dahi   göremiyor.   Yalanlara dayalı     tarih yazımı budur.   Aslında   Ahmet Muhtar’ın burada saydıkları   Halife Fehmi, Şeyh Celaleddin ve Şeyh Hamza   gibi   Kürd şahsiyetlerin hepsi   Nakşibendi tarikatına   ve   Nehri Şeyhlerine bağlıydılar. Ayrıca   sık sık isimleri geçen   Haydaranlarda   öyle…. Zaten hepsi savaş alanını birlikte terkediyorlar.

 

Aslında   Kürdlerin toprakları savaşı alanı olduğundan dolayı   Kürdler büyük bir felaketle   karşı karşıya kalmışlardı. O ortamı   en iyi özetleyen   Kars’ın Köprü köyünde bir Rus gazetecisiyle   konuşan bir Kürd’ün anlatımlarıdır.   Kürd şöyle diyor: “Ah!! Yaman geldi Osmanlı, yaman. Hamza’mı aldı götürdü, bütün mallarımı götürdü. Atlarımı götürdü. Rus geldi, buğdayımı, arpamı alıp götürdü. Evet Rus aldığının parasını ödedi. Fakat, ben şimdi parayı ne yapayım? Bana ve çocuklarıma ekmek için buğday ve   üç-beş davarıma   arpa lazım. Bunu şimdi parayla bulmak mümkün değil.(Halfin, age, sayfa   75)

 

Savaş cephesinde   olan Kürdlere gelince “Kürd askerler , köylerdeki   ailelerinin perişan   durumları yetmezmiş gibi orduda çeşitli   olanaksızlıklarla   karşı karşıyaydılar. Osmanlı ,   onların yiyeceklerini bile vermek istemiyor ve onları , ihtiyaçlarını   temin için kendi olanaklarıyla   başbaşa bırakıyordu. Bu durum ise   Osmanlı subaylarıyla   Kürd Kumandanları arasında   tartışmalara neden oluyordu. 12 Temmuz 1877’de   Kürd Kumandanlarından   askerlerin    hırsızlık ve talan gibi hareketlerine engel olmasını istiyen Ferid Paşa’ya     Şeyh Ubeydullah şöyle diyordu:

 

‘Ben iddia   edilen nahoş olaylar üzerine duracağım ve gereken tedbirleri alacağım. Fakat, tarafımdan delillerle sabit olunmuştur ki, bazı Osmanlı subayları 7-8 gündür askerlerimizi bütün yiyeceklerden   yoksun bırakmışlardır. Umut ediyorum ki, siz   bu durumda gereken müdahaleyi   yapar ve bu hususlara son veririrsiniz”(Halfin, age, sayfa 76)

 

Açıkca   görülüyor ki,    ve   Şeyh Ubeydullah’ın da “sabit bir şekilde tespit ettiği” gibi   Kürdlere   karşı ayırım yapılıyor   7-8 gün erzak dahi verilmiyor.   İşte burada     Şeyh Ubeydullah   Kürdlerin   kumandanı olarak     yaşanan   sorunları   gündeme getiriyor.

 

Yıllarca   Şeyh   Ubeydullah’a katiplik yapan ve   yaşanan olayların canlı tanıklarından   biri olan   Güney Kürdistanlı şair   Wefayi( Anılarını Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Abdulkadir’in istemi üzerine yazmış) anılarında   Kürdlerin savaştan çekilmesine bir başka neden daha ekliyor.   Wefayi şöyle yazıyor: “ Osmanlı bazı   yönetici ve komutanlarının   iki yüzlülüğü,   altan alta dünya malı için   Ruslarla ilişkiye geçip ihanet etmeleri neticesinden Ardahan, Beyazid ve  başka yerler Rusya’ya bırakıldı, yenilgi alınıp geri çekildi. Bunun neticesinden   Şeyh Ubeydullah mecbur kaldı, askerlerine   izin verdi ve   Van yoluyla Nehri’ye döndü.(M. Hame Baqi, age, sayfa 64)

 

Devam edecek

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(12)

 

Aso Zagrosi

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Kürdlerin savaş cephesinde   Türklerin   ayrımcılığına ve   haksızlıklarına     maruz kaldığını söyledikten sonra     savaş cephesinden   niçin çekildiklerini açıklıyor.

 

Şeyh Ubeydullah’ın verdiği bilgilere göre     eğer   Türklerle olan   sorunlar devam etseydi,   Kürdlerle Türk arasında   savaş   cephesinde çatışmalar çıkardı. İki Müslüman halk arasında   çatışmalara meydan vermemek için savaş cephesinden   çekildiklerini yazıyor. Ayrıca   Şeyh Ubeydullah   divanında   bir başka   enteresan   bilgi veriyor. Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   komutası altında   savaşa katılan   Kürd   savaşçılarından   “900   kişi     savaş “ cephesinde   yaşamını yitiriyor. (Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 44)

Osmanlı devleti     hem Balkanlarda   hem de   „Doğu Cephesinde“     yenilgi   almış ve   çok geniş toprakları   yitirmişti.     Ruslar     İstanbul’un   kapısına   kadar dayanmışlardı.

Zaten   Osmanlı devleti   Rusya ile giriştiği bir çok savaşı   daha   önce kaybetmişti.   93 savaşıda   büyük     kayıblarla sonuçlandı. Osmanlı   devleti ile Rusya arasında   imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın 16. Maddesi   ve daha sonra İngiltere’nin dayatması   neticesinden   Berlin Antlaşmasının 61. Madddesi     Ermenilere ilişkin reformları Osmanlı devletinin önüne koydu. Ayrıca   bu iki maddede     Ermenileri   “Kürd ve Çerkezlere karşı koruma “ görevini getiriyor. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından Osmanlı devleti ile Rusya arasında   2 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi şöyledir: 
“Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder.”

 

Osmanlı Devleti ile Rusya, Almanya, Avusturya, Macaristan, İngiltere ve Fransa arasında 13 Temmuz 1878’de Berlin’de imzalanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi de Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir:

“Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir“.


 

Aslında sadece     Rusya İngiltere ve diğer   batılı devletler   Ermenileri “Kürdlere ve Çerkezlere karşı koruma” görevini gündeme getirmiyorlar. Osmanlı   delegasyonuda   bu koruma     meselesini gündeme getiriyor ve   savunuyor.

 

Yani anlayacağınız herkes       Ermenileri   Kürdlere ve Çerkezlere karşı koruma   görevini   üstleniyor.   Ama,     bu güçlerin     kışkırtıclığı   olmadan   önce     böyle bir sorun yoktu..   Rusya   kendi   işgali altında   bulanan   Çerkezlere   ve Kürdlere karşı   katliamlar   yapmamış olsaydı ve     bu insanları   sürmeseydi   Çerkezlerinde   bu topraklarda   bir     fiziki varlığı   dahi olmazdı.     Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nın     yerine   Berlin   Antlaşmasının gündeme gelmesinin nedeni   İngiltere ve diğer batılı ülkelerin     Rusya’ya   karşı   tutumundan kaynaklanıyordu. Bu güçler     Rusya’nın     güçlenmesini   istemiyorlardı ve bir dizi alanda     çıkarları tehliye düşüyordu.   Bilindiği gibi     1877-78 savaşı     sırasında     Balkanlarda   ve Kürdistan cephesinde   bir dizi   İngiliz subayı       Osmanlı   ordusunun saflarında   önemli roller oynadılar. Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşmasıyla Kars, Ardahan, Batum ve   Beyazid Ruslara   bırakılmıştı. Berlin Antlaşmasıyla   Beyazid     Osmanlılara geri verildi.

 

Ayastefanos ve Berlin   Antlaşmasıyla     ilk defa     “Ermeni Sorunu”   bir   uluslararası   antlaşma da   yer almaya   başladı.. Yine ilk defa   negatif   bir şekilde olsa da “Kürd” ismi   açık bir şekilde   uluslararası bir antlaşmada yer alıyordu.

 

Irkçı Türk çevreleri   “Ermeni Sorunu”nun   bu iki antlaşmada   gündeme   gelmesinin     sorumluluğunu     Kürdlerin savaş sırasında   giriştikleri   “taşkınlıklara”     bağlıyarak     faturayı Kürdlere   çıkarmaya çalışıyorlar.

 

Mesela   1877-78 savaşı sonrası imzalanan     iki antlaşmanın     maddelerine   bakıldığı zaman   Türklerin yalanları açık bir şekilde   ortaya çıkmaktadır.

Ayastefanos Antlaşması:

 

  1. Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
  2. Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna‚dan Ege’ye, Trakya‚dan Arnavutluk’a uzanacak.
  3. Bosna-Hersek‚e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
  4. Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Doğubeyazıt ve Eleşkirt Rusya‚ya verilecek.
  5. Teselya Yunanistan’a bırakılacak.
  6. Girit ve Ermenistan‚da ıslahat yapılacak.

7)Osmanlı Devleti Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.( http://tr.wikipedia.org/wiki/Ayastefanos_Antlaşması )

 

Berlin Antlaşması:

Antlaşmanın başlıca sonuçları şöyle gruplandırılabilir;

Toprak Kayıpları
Osmanlı Devleti kendisine tabi olan Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ’ın kendi başlarına birer prenslik olmalarını kabul etmiştir. Doğu Rumeli vilayeti kurulmuş ve Osmanlı Devleti’ne bağlı ancak çeşitli imtiyazlara sahip olmuşlardır. Toprak paylaşımı ise aşağıdaki gibidir;
Bosna-Hersek vilayeti Avusturya-Macaristan’a bırakıldı.
Kıbrıs Sancağı tamamen İngiltere’ye bırakıldı.
Niş Sancağı Sırbistan’a bırakıldı.
Teselya Sancağı Yunanistan’a bırakıldı.
Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya’ya bırakıldı.
Dobruca Sancağı Romanya’ya bırakıldı.
Kotur kazası İran’a bırakıldı.
Bunların dışında birkaç kaza Karadağ’a bırakıldı.
Ayrıca kongre döneminde Fransa’nın yaptığı kulis çalışmaları sonucunda, antlaşma maddelerinde olmadığı halde 3 yıl sonra Tunus Prensliği Fransızlarca işgal edilmiş ve gerekçe olarak Berlin Antlaşması gösterilmiştir. (http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/berlin-antlasmasi-nedir+berlin-antlasmasi-hakkinda-bilgi )

Özet olarak     aktardığım bu iki antlaşmanın maddelerine bakıldığı zaman     açık bir şekilde   görülen   gerçek   Balkan halkları   Osmanlı işgalcilerine   karşı bağımsızlık   mücadelesini veriyorlar. Onların bağımsızlık ve özgürlük talepleri   o dönemin   sömürgeci   güçlerine   çıkarlarıyla   uyuştuğundan dolayı   Osmanlılar   Balkanlardan   kovulmuştur. Osmanlı   işgalcilerinin   Balkanlarda     kovulmasının   sorumlusu Kürdler mi? Ayastefanos ve Berlin Antlaşmasında     bir dizi halkın haklarını   gündeme getirilmesinin   sorumlusu Kürdler mi?

 

Ayrıca   Ermenilerde   Rusya’nın denetimi altında   kendi   haklarına   kavuşmak istiyorlar. Hatta   bugün   Kuzey Kürdistan dediğimiz   toprakları   Rusya’ya katarak   “Büyük Ermenistan”ın     hayalini   kuruyorlar. Ermenilerin     Rusya ile olan ilişkilerine bakıldığı zaman   1800’lerin başından   Erivan ve çevresinin   Ruslar tarafından       işgal edilmesinden sonra     bölge büyük oranda     Kürdlerden arındırıldı ve   hıristiyanlaştırıldı.   1877-1878 savaşında   ise     Kürdistan Cephesinin     esas     komutanlarının   Ermeni kökenli   generallerinden   oluşmasının     siyasal   amaçları vardı.

 

Fakat bu amacın önündeki   en büyük   engel bölgede   ciddi bir   sayısal gücü olan,   homojen bir yapı arz eden ve bölgeyi kendi vatanı olarak gören, Rusların işgaline   karşı koyan ve Ermenilerin       “Büyük Ermenistan”ı kurma girişimleri   önünde   duran   Kürdler vardı.   Eğer Kürdler       Ruslarla     anlaşabilseydiler     Osmanlı işgalcileri     Balkanlarda   aldığı yenilgiden   daha   beterini Kürdistan’da alırdı.   Bırakın 1877-78 savaşı   Birinci Dünya Savaşı sonrası   Türk devletinin kurulması daha   tehlikeye düşerdi. Türk işgalcileri     Kürdleri “kendi malı” olarak gördüklerinden dolayı kendilerinin gösterdikleri refleksleri   Kürdlerden de bekliyorlar.Seyyid Mehemed

 

Kürdler   1877-78   savaşı   ve daha   sonraki süreçlerde de ciddi   bir açmazla   karşı karşıya bulunuyorlardı.   Kürdler   bir yandan   Osmanlı devletinin   Kürdistan’daki     işgalci   yapılanmasına   son vererek   bağımsız bir Kürdistan   devletini   kurma   çabaları içindeydi.   Diğer yandan   kendi vatanları olarak gördükleri   toprakların   Rusların   eline geçmesini istemiyorlardı. Rusya   kendi dindaşları   olan   Ermenileri destekliyor ve Kürdlerin   bağımsız Kürdistan   girişimlerine karşıydı. Kürdler   defalarca     bağımsız Kürdistan talebiyle Ruslarla   ilişkiye   geçtiler, fakat     Ruslar   her zaman   Kürdlerin   bu istemlerini reddettiler.

 

Kürd milliyetçiliğinin babalarından   Haci Qadri Koyi   19.yy’ın   sonlarına doğru     Kürdistan’ı   Ermenistanlaştırma   girişimlerine dikkat çekiyor ve şöyle yazıyor:

 

“Xakî Cizîrî û Botan, yanî welatî Kurdan


Sed heyf û sed mixabin deyken be Ermenîstan


Hîç xîretek nemawe sed car qesem be Quran

Peyda be Ermenîstan namênî yek le Kurdan(57).”( https://newroz.com/tr/politics/339821/hac-qadir-koy )

 

Haci Qadri Koyi   açık bir şekilde   Kürdlerin     toprakları olan   Cizre Botan’dan   Ermenistan   yaptıklarını       Kuran üzerine yemin ederek     eğer Ermenistan kurulsa       bir tek Kürd   kalmayacağını     yazabiliyordu.

 

Haci Qadri Koyi bu şiirini     1877-78 savaşı sonrası ve Berlin Antlaşmasının     gündeme geldiği dönemde   yazıyordu. Yani     yaklaşık olarak 150 yıl önce   kaleme almıştı..

 

Haci Qadri Koyi’nin   150 yıl önce   kaleme aldığı bu   dörtlük Ermenistan yönetimi tarafından     doğrulandı. Eskide   Sovyetler Birliği döneminde   Ermenistan’da   bir “Kürd azınlığı” vardı. Ve bu azınlık resmi olarak tanınıyordu. Fakat, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra   Ermenistan   Kürd azınlığından farklı milletler   çıkarmaya başladı.   Êzidî Kürdleri   farklı bir millet olarak lanse ettiler, Sünni Kürdler   Laçin’de   katliamlara uğradılar ve toprakları Ermeniler tarafından işgal edildi.   Resmiyette     Ermenistan’da   Kürd azınlığı kalmadı.. Bu da   yetmiyor gibi     Kürdistan’daki   Kürdlerden   farklı milletler   çıkarmaya başladılar.

 

Sadece kendisini Ahmedê   Xanî’nin   devamcısı   olarak gören   Kürd milliyetcilerin babası olan Haci Qadri Koyi   bu antlaşmalara   tepki   duymuyor, Şeyh Ubeydullah Nehri’de   tepki gösteriyor.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(13)

 

Aso Zagrosi

 

Bu antlaşmalara karşı     o dönem İstanbul’da bulunan   Haci Qadri Koyi’nin   tepkisini     yukarıda aktarmıştım.     Şeyh Ubeydullah’ın   tepkisine dair   İngiltere Van Konsolosu Yüzbaşı   Clayton’un Erzurum Konsolosu   Binbaşı Trotter’e     11 Temmuz 1880’de Başkale’den   gönderdiği mektupta   şöyle ifade ediliyor:

 

“Buraya geldiğim zaman   buranın Mutasarrıfı   Tosun Paşa’nın   bana     anlattıklarına göre   kısa bir süre önce   bir subayı   emirle Şeyh Ubeydullah’ın yanına gönderiyor. Şeyh Ubeydullah konuşmasında   ‘ Bu nedir?   Duyuyorum ki   Ermeniler Van’da   bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve   Nesturiler   İngiliz bayrağını yükselteceklermiş ve kendilerini   İngiliz tebaası ilan edeceklermiş. Buna   hiç bir zaman izin vermeyeceğim.   Gerekirse kadınları da   silahlandıracağım.’ Aynı zaman süreci içinde   Şeyh Ubeydullah   Türk   hükümetine karşı     savaşmak amacıyla   Mar Şimon’a   ve buradaki   Ermenilerin   Başpapazına   haber göndermiş ve   kendilerini   koruyacağını da söylemiş.”(Le Tarikewe bo Ronaki, sayfa   13)

 

Sadece   Kürdlerden   bu tepkiler gelmiyor.   1878’de  bölgeyi gezen İngiliz Generali   Baker,   Ermenilerin   6 Vilayette   ilişkin     hayallerini   “aptalca” ve “tehlikeli” buluyor. Ona göre “Ermeniler her yerde   azınlıktadır. Genel olarak nüfusun   üçte biriyle beşte birini oluşturuyorlar”(Bilal N. Şimşir, age   sayfa 158-159)

 

Ermeni istemleri   öyle yabana atılacak   ve   tepkilere   neden olmayacak   istemler değildi.

 

Ermeniler adına Ermeni Patriki Nerses   açık bir şekilde   “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekiri   Ermeni Vilayetleri”  olarak     görüyor ve   bölgelerde   Berlin Antlaşmasının   61. Maddesinin tatbik   edilmesini talep ediyordu.seyyid-1

 

Bir örnek olarak   “Ermeni Reform Projesi”nin   Erzurum Vilayetine ilişkin     önerdiği reformları aktarmak istiyorum.   12 Nisan 1879 tarihinde   İstanbul’da İngiliz İşgüderi Malet’in   Lord Salisbury’ye   gönderdiği       Ermeni isteklerini içeren mektup   bir dizi şeyi açık bir şekilde ortaya koyuyor. Malet,   Ermeni Patriği   Nerses’in     Erzurum vilayetine ilişkin   istemlerini şöyle aktarıyor:

 

“Erzurum Vilayeti   dört sancaktan kurulmuştur. Merkez sancağı, Erzincan, Beyazid ve   Bayburt sancakları.

Vali atanmasında ve görevden alınmasında patriğin   görüşü alınmalıdır.

 

Mutasarırıflarda patriğin     görüşü alınarak   atanmalıdır.

Erzincan ve Beyazid   mutasarrıfları   Ermeni olmalıdır.

Şu kazalara Ermeni     kaymakamlar atanmalıdır:

Merkez sancağından   Pasin,   Hınıs, Kığı ve Tercan;

 

Erzincan   sancağından   Kemah, Kurucay, Kuzucan, Ovacık ve Mazgirt;

Beyazid sancağından Diyadin, Karakilise ve Eleşgirt;

Bayburt sancağından İspir,   Guisguim, Kilkit ve Seyran.

Kaymakamlar ise valinin   onayı alınarak Vilayet   İdare Meclislerince   atanmalıdır.

 

Vilayet İdare Meclisinin   3 Türk-Müslüman   ve 3 Ermeni   üyesi olmalıdı.(Kürd üye yok)

 

Sancak Meclisinin 2 Türk-Müslüman ve 2 Ermeni üyesi olmalı(Kürd yok)

 

Halk tarafından seçilecek Vilayet Genel Meclisi üyelerinin yarısı Türk-Müslüman, yarısı Ermeni olmalı(Kürt yok)

Vali muavinine bağlı   Vilayet İstinaf   Mahkemesi: Bir   Müslüman başkan ile   6 üyeden oluşmalı: 3 Türk-Müslüman, 3 Ermeni üye(Kürd üye yok)

 

Vilayet Bidayet Mahkemesi: Bir Ermeni başkan ile 6 üyeden oluşmalı:   3 Müslüman-Türk, 3 Ermeni üye (Kürt yok)

 

Sancaklarda   da   birer bidayet mahkemesi olalı, bunlarda yukarıdaki gibi oluşturulmalıdır.

Kaza bidayet mahkemeleri   4’er üyeden kurulacak: 2 Türk, 2 Ermeni. Kazanın Kaymakamı Ermeni ise  bu mahkemenin başkanı Türk, değilse tersi olacak.

 

Vilayette, Vali yardımcısına   bağlı   bir ticaret mahkemesi olacak; başkanı Babıali tarafından atanacak, 4 üyeden ikisi Müslüman Türk, diğer ikisi Ermeni olacak.

Vilayette,   güvenliği sağlayacak   ölçüde   güvenilir kişilerden bir jandarma teşkilatı kurulacak. Bu teşkilatın yarısı Müslüman Türk, diğer yarısı Ermeni olacak. Kürd ve Çerkez gibi barbarlar bu teşkilata   alınmamalıdır.. Halen(1879’da) polis ve jandarmada  hizmet edenler de yeni teşkilatta   bulunmamalıdır. Yetenekli jandarma   subaylar yetiştirilinceye kadar bu teşkilatta . çalıaşacak albay, yarbay ve binbaşıların   Avrupalı olmaları, yüzbaşı ve daha aşağıdaki subayların yarısı Müslüman-Türk, yarısı Ermeni olmalıdır”

 

Ve   “Kürdlerin Patronluğu Mutlaka Kırılmlıdır” (Bilal N. Şimşir, age   sayfa 168-169)

 

Ermeni Patriği     hızını almayarak daha da ileri giderek “Birer zalim kral olan Kürdleri ve özellikle bey ve ağa   denilen bu kimseleri hükümet   buralardan sökmelidir…………………… Uzak memleketlere   sürülmeli ve bunların bir daha geri   dönmelerine asla   izin verilmemelidir”(age, sayfa 169)

 

“Ermeni Reform Projesi”       Kürdistan’ı   Kürdsüzleştirme     projesidir.   Kürd ileri gelenlerini   hepsini     devlet kurumlarından   ve   vatanlarından   uzaklaştırma projesidir.   Kürdler yok edildikten sonra   “Büyük Ermenistan”ın   yolu   açılabilirdi.   Düşünün     tüm tarihi boyunca   Osmanlı devletinin giremediği   Dersim’e   Merkez Kaza olan Erzincan’a Ermeni mutasarrıfları, Erzincan   sancağından   Kemah, Kurucay, Kuzucan, Ovacık ve Mazgirt’te   Ermeni   Kaymakamlar   atanacak!!!!!! Dersim’de   bir dizi Kürdistan bölgesi   gibi Osmanlı Kaymakamlarından   nefret ediyordu. Bir   de Ermeni kaymakamlar eksikti… Zaten bu zihniyet   1908-1914 yılları arasındaki Ermeni ve İttihat ve Terakki   Kutsal Paktına götürdü ve   felaketle sonuçlandı.

 

Daha önce   çevirisini  yaptığım ve Newroz.Com’da   yayınladığım “Dersimli Kürd Beyi Şah Hüseyin Vakası(5)”   yazısında görüldüğü gibi bölgeden Kürd   ileri gelenleri   kovmak ve yerlerine   Ermenileri   görevlendirme projesinin   bir   parçasıydı. https://www.newroz.com/tr/forum/352320/dersimli-k-rd-beyi-ah-h-seyin-vakas-5

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(14)

 

 

Aso Zagrosi

 

Eşmizde bulunan   belge   ve dokümantlere göre İstanbul Ermeni Patrikliğinin   1800’lerin sonundan 1900’ün başlarına   kadar     Batılı devletlere   sunduğu raporların  esası   Kürdlere   ve Kürdlerin   Ermenilere yaptıkları   haksızları konu alıyor.

 

Ermeni Reform Projesine daha   yakından bakıldığı zaman   esas olarak Kürdlere   karşı bir dizi suçlamalardan sonra     görev bölümü   ve   yerel alanda reformlara   gelince Kürdleri dıştalayarak   Türklerle kardeş   kardeş     iktidarı   paylaşmayı önderiyor. Böyle bir mantık ve   girişim   elbette Kürdlerin tepkisini çeker.   Kürdlerin   Abdulhamit yönetimi ile   girdiği ilişkileri     irdelerken     Ermenilerin planları ve   Rusların Kürdlere karşı tutumunu   asla bir   kenara bırakmamak lazım. Zaten bugüne kadar bu hususta   yapılan     bir dizi tahlilin       boşa çıkmasının nedeni de buydu. Berlin Antlaşmasının   Ermenileri “Kürdlere ve Çerkezlere karşı koruma” ve   “Ermenilere ilişkin reform”u içeren 61. Maddesi   Ermeniler tarafından     6 “Ermeni vilayeti” yani “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekır   olarak   yorumlanıyordu. Bir de    Kürdler gibi bölgenin en eski   halkı ve   kendisini o toprakların efendisi olarak gören bir millet   tümden dıştalanıyordu. Sadece batılı devletler ve Rusya değil Osmanlı devleti de   Ermenileri Kürdlere karşı   koruma   görevini üstlenmişti!!!

 

 

Garo Sasoni bu konuya ilişkin “Osmanlı delegasyonu Kürd ve Çerkez isimlerinin anılması konusunda   özellikle direnmiştir.”(Garo Sasoni, age   sayfa 102)

Yani   Rusya, Batılı devletler ve Osmanlı   devleti’nin   üçü de “Ermenileri koruma”   görevini üstleniyorlar. Osmanlı   devleti bir yandan   “Ermenileri Kürdlere karşı koruma”   teklifiyle   antlaşmaya varırken, diğer yandan Kürdlere   “Batılılar, Ruslar ve Ermeniler sizlere düşmanlık yapıyor” teziyle Kürdlerin karşısına   çıkabiliyordu.

 

Yüzyıllar boyunca bir dizi işgalcinin, Osmanlı ve Türk Cumhuriyetinin bölgede zorla   yok edemediği Kürdleri dışlayan bir reformun   hayat bulamayacağı açıktı.

 

Berlin Antlaşmasından   sonra   Antlaşmanın   uygulanmasını daha yakından takip   etmek amacıyla   İngiltere   bölgeye bir dizi   konsolos, misyoner ve ajanlarını gönderiyor.   İngiltere   “Kürdistan Konsolosu” adı altında     konsolosluk girişimi var. Hemde   Ermeni vilayetleri denilen “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekır a   Kürdistan Konsolosu….

 

Bu konuda   ilk girişim     İngiltere Erzurum   Konsolosu Binbaşı     Trotter’in ,   21 Aralık   1878 günü   İngiltere   İstanbul Büyükelçisi Layard’a         görderdiği mektupta   gündeme geliyor. O dönem   Trotter Erzurum’dan   Amed’e gelmişti ve   şöyle yazıyor:

 

“Burada sürekli bir konsolosluk bulunması yerli Hıristiyanların   genel arzusudur. Gerçekten burada   sürekli bir   konsolosun varlığı, Erzurum’daki kadar gereklidir.   Bu konuda   Majesteleri     Hükümetinin     düşüncelerini bilmiyorsam da   Kürdistan’a   bir   Baş Konsolos   atanmasını önermeye cesaret ediyorum.   Başkonsolos , yazları Erzurum’da , kışları da Diyarbekir’de   ikamet eder ve   bütün Kürdistan’da dolaşır diye düşünüyorum. Harput(Elazığ), Van, Bitlis ve Muş’ta da birer viskonsolosluk bulunur. Ama, Başkonsolosluk bütün Kürdistan’da   dolaşacaksa, Muş’ta ayrıca     bir Viskonsolosluk açmaya gerek olmayabilir. Erzurum, Van, Bitlis, Harput ve   Mardin’de   oturan Amerikan misyönerleri arasından   güvenilir ajanlar bulabiliriz”(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 171)

 

Bu mektupta   açık bir   şekilde   görülüyor, ki   İngiltere Erzurum   Konsolosu   Erzurum, Diyarbakır, Van, Harput, Muş ve Bitlis gibi vilayetleri   Kürdistan olarak görüyor ve     “yazın Erzurum’da kışın Diyarbakır’da ikamet edecek   Kürdistan Başkonsolosunu”  atanmasını istiyor.

 

İngiltere İstanbul Büyükelçisi Layard,   Konsolos Trotter’in     önerisini   destekliyor ve 21 Ocak’ta Londra’ya bir mektup gönderiyor. Layard mektubunda “Binbaşı   Trotter’den   aldığım ilginç raporun   örneğini ilişikte sunuyorum. Anadolu’ya   iyi İngiliz konsolosları atanmasına ilişkin önerisinin ciddiyetle   dikkate alınmasını arz ederim.”

 

Mayıs 1879’da   İngiltere   Kürdistan’a bir konsolos atadı.       Bu konsolos   İngiltere’nin   Van’da   görev yapacak   “ Kürdistan Viskonsolosu” Yüzbaşı   Claytondu.   Clayton     Erzurum Konsolosu   Binbaşı Trotter’e bağlı çalışıyordu.

 

Binbaşı   Trotter,   Clayton’a yazdığı bir mektupta:   “Kürdistan’a Viskonsolos olarak atandığınız   Marki   Salisbury’nin   17 Mayıs 1879 tarihli   yazısıyla bana bildirildi. Babıali bütün Kürdistan’da   görevlendirilmenizi uygun görmedi………..” (Bilal N. Şimşir, age, sayfa 173)

 

Binbaşı Trotter,   sadece Van’a     bir Kürdistan Viskonsolosun atanmasını istemiyordu..   Kürdistan geneline bir “Kürdistan Konsolosu”   ve   diğer şehirlere   “Kürdistan Viskonsolosları”nı atanmasını   istiyordu..

 

Fakat, kısa bir süre sonra   basında İngiltere’nin   bölgeye   “Kürdistan Konsolosu” adı   altında   Konsolos atadığına dair haberler çıkmaya başlıyor. Bu   haberlerin ardından   Ermeniler “Kürdistan Konsolosu”     tanımına   karşı çıkıyor   ve   o bölgenin “Ermenistan” olduğunu ileri sürerek   İngiltere üzerine baskı kurmaya başlıyorlar.

 

Bu sefer   baskı altında kalan Erzurum   İngiliz Konsolosu Trotter       Lord Salisbury’e bir   yazarak:   “Tercüman-i Efkar   gazetesinin   24 Haziran 1879 tarihli ve 583 sayılı nüshasında benim   tayinim Kürdistan Konsolosu diye çıkmış; görev bölgemin de   Erzurum, Diyarbakır, Muş ve Van vilayetleri   olduğu belirtilmiştir.   İstanbul’da çıkan   Ermeni gazeteleri buna büyük tepki gösteriyor. Kanımca   unvanım   Türk Ermenistan’ı ve Kürdistan Konsolosu olmalıydı. Eğer buna izin verilmese   Asya Türkiye’si   Doğu Vilayetleri Konsolosu   yada   Yarbay Wilson’un görev alanını bölerek   Doğu Anadolu   ve Batı Anadolu konsolosluğu

diye   ikiye ayrılabilirdi. Ermeniler   bu konuda çok duyarlılık gösteriyorlar.   Ermenilere böyle bir ayrıcalık vermek iyi olurdu” ”(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 174-175)

 

Bu arada     18 Mart   tarihinde   İstanbul   Ermeni Patrik’i Nerses   İngiltere İstanbul Büyükelçesi   Layard ile   “Kürdistan ve Ermenistan”     meselesini görüşüyor.     Layard, Patrik Nerses’e   Ermenistan derken     nereleri kastediyorsunuz diye bir soru soruyor.   Patrik Nerses “Ermenistan ile   Sivas, Van, Diyarbakır ve Kilikya’yı…………….   Ve   Ermenilerin ikamet ettikleri yani “Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekır gibi Ermeni vilayetleri”     diye bir cevap veriyor.

Bu arada     İstanbul İngiliz Başkonsolosu ile   İngiltere Dışişler Bakanı Lord   Sarisbury’i arasında       haberleşme   trafiği   yoğunlaşıyor.

Partik Nerses   1 Temmuz 1879 tarihinde   İngiltere İstanbul Büyükelçisi Layard’a yazdığı mektupta   bir çok şeyin yanı sıra “Ermenistan’ın Kürdistan olarak adlandırılmasının   kabul edilemez olduğunu”   yazıyor.( Bilal N. Şimşir, age, sayfa 177)

 

Devam edecek.

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(15)

 

 

Aso Zagrosi

 

İngiltere   Kürdistan Konsolosluğunu atadıktan   sonra İngiliz yetkilileriyle   Ermeniler arasında   bir tartışma başını alıp gidiyor.   Fakat,   enteresan   olan şey İngiliz yetkilileri   o dönem   bugün Türklerin   uydurdukları   “Doğu Anadolu Bölgesi” için “Kuzey Kürdistan” tabirini   kullanıyorlar..     Türklerin “Güney Anadolu” dedikleri bölgelerin bazı kesimleri içinde “Güney Kürdistan” tabirini kullanıyorlar.

 

Örneğin   Binbaşı   Trotter 4 Aralık 1878 tarihinde       İngiltere   Dışişler Bakanı Lord   Salisbury’e   yazdığı raporda “ Güney   Kürdistan’da isyan çıkmıştır. Bütün Cizre Kürdlerinin   ayaklandığı bildiriyor” diyor.   Burada sözü edilen     savaş     1877-1878 savaşından hemen sonra Mir Bedirxan’ın   oğullarından   Osman Paşa ve Hüseyin Kenan Paşa   önderliğinde   gelişen harekettir. Trotter, Diyarbakir’ı da “Güney Kürdistan” olarak görüyor.(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 169-174)

 

Ermenilerle   İngiliz yetkilileri arasındaki tartışmalardan sonra     Trotter Kürdistan Konsolosunu, “Türk Ermenistan’ı ve Kürdistan Konsolosu”  olarak değiştirilmesini istiyor ve bu önerisini   “Ermenilere böyle bir ayrıcalık vermek iyi olurdu” diyerek açıklıyor. ”(Bilal N. Şimşir, age, sayfa 174-175)

 

Yani Kürdistan’ın yanına   “Türk Ermenistan”ın   geçirilmesi olayı “Ermenilere bir ayrıcalık” olarak düşünülüyor.

 

Aslında “Kuzey Kürdistan” ve “Güney Kürdistan”   tabirleri geçmişte   farklı coğrafyalara hitap ediyordu.

 

Mesela   Dr. Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı eserinde     Hamidiye Alaylarından söz ederken Güney Kürdistan Kürtlerinden oluṣturmuṣ oldukları Hamidiye Alayları” diyor(age, 81)

 

Dr. Nuri Dersimi’nin burada   sözünü ettiği   “Güney Kürdistan”, Diyarbakir, Urfa, Mardin ve Botan   bölgesidir. Yoksa   bugün   “Güney Kürdistan” olarak tabir edilen   geçmişte Irak’ın işgalı altında olan     bölgelerle sınırlı   değildi. Demek     sömürgecilerin çizdiği sunni   sınırlar     bizim kendi ülkemizin   yönlerini ve coğrafi durumunu tespit etmemiz üzerine de bir hayli etkili olmuş.

 

O dönem   kürdlerin gözünde “Kuzey Kürdistan”ın   sınırlarıda   çok daha geniş bir alana yayılıyordu.      Mustafa Paşa Yamulki,   İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Bağdat ve Suleymaniye’ye gidiyor.. O dönem Yunanların genel bir saldırısı vardı.   Mustafa Paşa Yamulki Doğu Kürdistan’a geçiyor ve Simko ile   görüşüyor.   Mustafa Paşa Simko’dan İran’a karşı   savaşı durdurmasını     Kürdlerin esas düşmanlarının Türk devleti olduğunu,   onlara yönelmesi gerektiğini anlatıyor. Bu ikili konuşmada   Mustafa Paşa Yamulki Simko’ya   Yunanlar   karşıdan geliyorlar ve bizde Ankara’ya kadar gideriz diyor.(İhsan Nuri Paşa ve   Mustafa Paşa Yamulki üzerine   Newroz. Com’da yayınladığım yazı serilerine bakabilirsiniz)

 

Yüzbaşı C.L. Woolley bölgedeki izlenimleri ve halkın anlatımlarına dayanarak Kürdistan sınırlarını şöyle çiziyor: „Kürdistan, Kars ve Tiflis’ten Adana’ya, Trabzon ve Malatya’dan Revanduz’a kadar uzanır. Dolayısıyla bir kısmı Rusya’da bir kısmı İran’da olan 6 sözde Ermeni vilayetini de içerir. Bu alan içinde -iyimser bir tahminle- 13 milyonluk bir Kürd nüfusunun var olduğu iddia etmektedirler. ‚Ermeni vilayetleri‘ bir yanlış adlandırmadır. Bu 6 vilayette nüfusun yüzde 90-95’i Kürttür. Türkler, çoğu hükümet görevlisi olmak üzere ancak yüzde biri oluştururlar. Kalanlar ise Mardin yakınındaki bir kaç Yakubi dışında Ermenidir. Büyük güçler bu rakamları kabuletmek zorunda değillerdir. Ancak kendileri uygun bir araştırma yaparlarsa bu rakamların yaklaşık olarak doğru olduklarını göreceklerdir.“(Ahmet Mesud, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Doz Yayınları, 1992 İstanbul, sayfa 52)

 

Yusuf Ziya Bey   Azadi Partisi adına   Bolşeviklerle   görüştüğü ve gelecekte kurmak istedikleri   Kürdistan’a   ilişkin   düşündüklerini anlatığı zaman   Trabzon’u da   katıyor ve   bu konuda Lazlarla yapılan bir antlaşmadan söz ediyor.(Geniş bilgi için Aris Arda’nın çevirisini yaptığı Rus ve Sovyet Arşiv Belgelerine bakınız)

 

Kürdlerin Kürdistan sınırlarına ilişkin   söylemleri     ayrı   bir konu olduğundan geçiyorum.   Fakat,   “Kuzey ve Güney Kürdistan” termolojilerinin     süreç içinde   geçirdiği   değişimi   görmek gerekiyor.

 

1894 yılının     10 Aralık günü   Paris’te çıkan “Les Nouvelles D’Orient, Organe   des İnterets Français en Turquie”   adlı dergide     Berlin Antlaşmasının   61. Maddesine   ilişkin   bir yazı serisi var.. Bu yazı serisini kaleme alan   “ Siyasal Bilimlerde   Filosof olan bir dostum bana   bırakın Kürdler yaptıklarını   yapsınlar.   2 yıl önce   Kürdler, Türkleri   Küçük Asya’dan     kovmaya çalıştılar. Bu söylediklerinden doğruluk payı var. Zira Müslüman Kürdler   aşağılamak amacıyla ‘Rumların Sultanı” dedikleri İstanbuldaki Padişah’ın   otoritesini   Kabul etmekten uzaklar.   Kürdler kendilerine verilen   silah ve malzemeyi Kabul ediyorlar.   Yarın Kürdler bunları efendilerine karşı kullanacaklar. Fakat,   şunu da görmek lazım,   Kürdlerin Türkleri   Küçük Asya’dan   kovduğu gün gelince bölgede   fazla   Hıristiyan’da kalmaz”   diye yazıyor.

 

Buradaki tespitler     Hamidiye Alayların   silahlandırma   girişimleri   neticesinden   gündeme geliyor.

 

Yeniden     konumuza dönersek   1877-78 savaşından sonra     Kürdlerin   savaş alanine terk ettiklerini daha önce yazmıştım..     Garo Sasoni’nin   anlattıklarına   göre “Şeyh Celaleddin   Van valisı tarafından   zehirlenerek   öldürülüyor(bunları Sultan Abdulhamid tarafından verilen emirle yapmış olduğu söyleniyor). Şeyh Ubeydullah   ise Sultan’ın emriyle   Hacca     gönderdi”(Garo Sasuni, age, sayfa 100)

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(16)

 

Aso Zagrosi

 

Osman Paşa ve   Hüseyin Kenan Paşa Bedirxan Hareketi

 

Savaşın bitmesinden   ve   Berlin Antlaşmasının imzalanmasından sonra(bazı kaynaklar savaş esnasında   hareketin başladığını söylüyorlar)   Kürdistan’da   Bedirxanilerin   önderliğinde   yeni bir hareket başlıyor.   Bu harekete önderlik eden   Bedirxanilerden     Osman ve   Hüseyin Kenan(Cemal Kutay’ın dedesi) Paşaydı.   Osman ve Kenan Paşa   Osmanlı ordusunda/ İstanbul’da merkezi karargah da görevliydiler.   İki kardeş   denetimleri altında bulunan Kürd askerleriyle beraber   Kürdistan’a geçiyorlar ve bölgedeki   Kürd aşiret   ileri gelenleriyle   ilişkiye geçip hareketi başlatıyorlar.

Bazı   Kürd kaynakları     Şeyh Ubeydullah Nehri’nin bilinçli bir şekilde   Bedirxan’ın oğullarına destek vermediğini yazıyorlar. Örneğin Mucteba Burzuyi şöyle yazıyor:“Şeyh Ubeydullah o dönem 50 yaşındaydı, Bedirxan’ın oğullarına hiç   bir yardımda   bulunmadı ve kimsenin peşine düşmek istemiyordu”( Mucteba Burzuyi

Barudoxi siyasi Kurdistan 1880-1946, Dezgayi Mukriyani, sayfa 69)

Böyle bir sonuca   varmak için   ö dönemdeki kaynakları   ciddi bir şekilde     incelemek gerekiyor. Daha da açık bir şekilde   ifade etmek gerekiyorsa   Şeyh Ubeydullah’ın   Hacca   gidiş ve   geri   dönüş tarihleri   tespit edildiği taktirde   bir dizi     gelişme     daha da netleşir.. Garo Sasuni,   sözünü   ettiğimiz eserinde     savaş cephesinden dönen Şeyh Celaleddin zehirlenerek öldürüldü ve “Şeyh Ubeydullah   Sultan’ın emriyle Hacca gönderildi” diyor.(G. Sasuni, age, sayfa 100).   Yine   Sasuni   “1880’de Şeyh Ubeydullah Mekke’den   dönüp Şemzinan’a   gelerek   bütün Kürdleri kendi   ruhani reisliği etrafında toplamaya başladı” diyor.(age, sayfa 103)

Eğer   Garo Sasuni’nin verdiği bilgileri   temel alırsak   Bedirxanilerin geliştirdiği hareket sırasında     Şeyh Ubeydullah’ın     Mekke’de   olması gerekir.   Fakat,   Sasuni’nin   Mekke’den   dönüş tarihi olarak 1880’ı vermesi sorunludur. Çünkü,   bir dizi belgeye göre   1879 yılında   Şeyh Ubeydullah’ın önderliğinde   Nehri’de   toplantılar yapılıyor ve bir dizi bölgeye   halifeler/kuryeler gönderiliyor.

 

Eğer Garo Sasuni’nin   savaş sonrası   Şeyh Ubeydullah’ın Hacca gönderildiğini kabul edersek,   Bedirxanilerin önderliğinde gelişen hareket sırasında   Şeyh Ubeydullah’ın   Mekke’de olması gerekir.

 

İngiltere’nin Erzurum Konsolosu Trotter,   4 Aralık 1878 günü   İngiltere Dışişleri Bakanı Lord   Salisbury’e gönderdiği mektupta: “son bir kaç günde   alınan bilgilere göre   Güney Kürdistan’da   isyan çıkmıştır. Bütün Cizre Kürdlerinin ayaklandığı bildiriliyor. Başlarında   ünlü Bedirhan Bey’in oğulları Hüseyin Bey ile İsmail Bey var. Ayaklanmanın arkasında Rus entrikalarının bulunması kuvvetle muhtemeldir. Asilerin sayısı 5000 ile 20000 arasında tahmin ediliyor. İyi silahlanmış imişler, ellerinde son savaş sırasında ve savaşın ardında elde ettikleri Winchester ve Henry-Martini   tüfekleri varmış. Bölgedeki Türk kuvvetleri zayıftır. Diyarbakır valisinden   gelen   bir telgrafta, Cizire’de   güvenlik güçleriyle   asiler arasında   çarpışmalar olduğu ve Kürdlere büyük kayıplar verdirildiği bildiriliyor”( Bilal N. Şimşir, age sayfa   169-70)

 

Burada     Hüseyin Bedirxan’ın yanında “İsmail Bey”den   söz ediliyor..   Bir dizi belgeden biliyoruz ki   Osman Paşa Bedirxan bu   harekete önderlik ediyor..     Trotter’in     yazdığı   4 Aralık 1878 tarihli mektubunu   temel aldığımız zaman   hareket,   1878 Kasım’ın sonu yada Aralık’ın   ilk günlerinde başlamıştır.

Rus yazarı Aviryanov’da   Bedirxan kardeşlerin   hareketi üzerine duruyor ve bu hareketin   1878 yılının   sonlarına   doğu başladığını söylüyor.

Aviryanov’un verdiği bilgilere göre : “Ekim 1878’de   Kürdlerin başkaldırı hareketi Mutakanli ve Rackotanli aşiretleri içinde başladı. Fazla sürmeden   hareket diğer aşiretleri de içine alarak geniş bir Kürd bölgesinde   Van’ın güneyi Muş ve Bitlis’ten   başlayarak Mezopotamya’ya   Hakkari, Botan ve Bedinan’a da yayıldı. Türkiye’ye   karşı bu harekete   önderlik eden   meşhur Bedirxan ailesinden   Hüseyin Bey ve Osman Beydi. Hüseyin Bey o dönem Osmanlı Ordusunun Erkani Harbte Albay olarak görevliydi. Hüseyin Bey   Eylül 1878’de   izinli olarak İstanbul’dan Haleb’e geliyor ve oradan   Dicle nehrini aşarak Cizre’ye gidiyor.” (Aviryanov,   Kurd,   Le Cengi Legel İran U Turkiya da, Silemani, 2004, sayfa 236)

 

Aviryanov’un   anlatımlarına göre   Hüseyin Bey orada kardeşi ile birleşerek   harekete önderlik ediyor ve bazı   karakolları basarak   silahlanıyorlar.

 

Aviryanov   o dönem   Rusya’nın Erzurum Konsolosu olan   general Obmillere dayanak “ Bu hareketin amacı Kürdlerin Bedirxan önderliğinde ve     Sultan Mahmud döneminde sahip oldukları bağımsızlığı   geri getirilmesiydi” diyor.(Aviryanov, age, sayfa 239)

 

Hareketin başlamasından   sonra  “Osman Paşa   Mir ilan ediliyor, Cuma hutbeleri   Sultan’ın yanında   onun adına okunuyordu” (Mucteba Burzuyi, age, sayfa   69)

Bliç Şerko, M. Emin Zeki ve Kawus Kaftan   gibi Kürd yazarları da   Cuma Hutbesinin   Sultan adına değil   “Mir   Osman adına okunduğunu” yazıyorlar.(Dr. Abdullah Elyaweyi, age, sayfa 98)

Konumuz olmadığından dolayı   hareketin   örgütlenmesi, gelişmesi ve bastırması   sürecine ilişkin daha detaylara girmek istemiyorum.   Sonuçta   hareket,   Osmanlı devletinin   hile, entrika ve   yalanları neticesinden ve Bedirxani ailesine   mensup   bazı şahsiyetlerin araya girmesiyle   son buluyor.   Osman ve Hüseyin Kenan   kardeşler   belli bir dönem İstanbul’da   hapsediliyorlar ve sonra serbest kalıyorlar.

30 Aralık   1878’de İngiltere   Trabzon Viskonsolusu   Biliotti, İngiliz Dışişler Bakanı Lord   Salisbury’e yazdığı mektupta “Kürdistan’daki ayaklanma bastırılmıştır” diyor. (Bilal N. Şimşir, age   sayfa   170)

Görülen   o ki   Bedirxani kardeşler önderliğinde gelişen hareket   ilk etapta çok   geniş   bir alana   yayılmasına rağmen   kısa bir süre içinde   bastırılıyor.   Hareketin lider kadrosunun yakalanması   1879 yılının   ilk ayına/aylarına   sarkabilir.

 

Sayın Sait Çetinoğlu “Emir Bedirhan’ın Cizre-Bohtan Direnişini Doğru Okumak” adlı   yazı serisinde   Bedirxan Hareketi,   1878’de Osman ve Hüseyin Kenan Paşa önderliğinde gelişen hareketi ve   Şeyh Ubeydullah hareketini   irdeliyor. Yazar Bedirxanilerde ulusal   niteliğinde   bir girişim   bulmuyor ve Bağımsız Kürdistan’ı, Kürtlerin birliğini ve ulusal talepleri  dillendirmek Şeyh Ubeydullah’a nasip olacaktır” diyor.

Sait Çetinoğlu Bedirxanilerle ilgili yazdıklarını   toparlayarak:

“Şimdiye kadar Bedirhan Bey Hareketi ile ilgili söylediklerimizi kısaca özetlersek:

Bedirhan Bey’in direnişine bir Kürt isyanı denebilir ama ulusal uyanışın eseri değildir.Bir halk hareketi olduğu da kuşkuludur. Bölgedeki iktidar boşluğunu Bedirhan Bey doldurmayı denemiş ve başarılı olamamıştır. Bedirhan Bey’in Bağımsız Kürdistan emeli olduğuna dair bir konuşması ve yazışmasına rastlayamadık. Bu konudaki söylenceleri de doğası gereği kuşkulu bulup itibar etmedik.[15] Bize göre O kendisi için ya da bir başka deyişle Hanedanı için bir iktidar peşindedir”.( http://www.armenieninfo.net/sait-cetinoglu/2652-emir-bedirhan-ve-cizre-botan-direnisi-4.html )

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin     önderiğinde gelişen   “1880 Kürdistan Devrimi”   sırasında     Kürd ulusal talepleri açık   bir şekilde   ortaya çıktığı bir dizi   yabancı belgelerde     sabittir.   Eğer biz,   Rus, Fransız, İngiliz,   Avusturya ve Qaçari belgelerinin ışığında   değilde   sadece   Osmanlı belgelerinin ışığında   Şeyh   Ubeydullah’ın önderlik ettiği hareketi irdelersek   bu hareketinde   pek ulusal bir niteliği kalmaz. Türklerin   Kürd tarihi konusunda   “Kürd Ulusal Bilinci” ve “Bağımsız Kürdistan” konusunda belgelerle   oynadıklarını düşünüyorum.     Türkler   Kürdistan Ulusal Kurtuluş   Hareketinin eline   miras olabilecek   belgeleri sunmuyor ve     bu konu da tersi yönünde     yönlendirici oluyor.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   sahip olduğu yüksel ulusal bilincin   bir tarihsel süreci olmalı.   Bu bilinç   öyle   kısa bir sürede oluşmadı.seyidler1

 

Mesela   Osman ve Hüseyin Kenan Bedirxan önderliğinde gelişen harekete baktığımız zaman       hareket kısa sürüyor ve Bedirxan kardeşlerin   yabancılarla     yaptıkları görüşmeler   elimizde yok. Osmanlı belgeleri de   Türk ırkçılarının süzgecinden geçtiklerinden dolayı “Kürd”, “Kürd Ulusal Bilinci” ve “Bağımsız Kürdistan” konusunda   yönlendirici   olduklarından dolayı sağlıklı bir değerlendirmenin önünü tıkıyorlar.

Böyle bir ortamda bu hareketlerde “ulusal uyanışın eseri değildir”  demek     makul ve mantıklı değildir.

 

Mesela Osman Bedirxan’ın   sonraki sürecini ve   yabancı basına   yansıyan   demeçlerine   bakalım karşımıza   çok farklı bir kişilik olarak çıkıyor.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(17)

 

Aso Zagrosi

 

Fransa’nın   Le Matin   gazetesinin   Londra   muhabiri   1890 yılının   sonlarına   doğru   Osman Paşa Bedirxan ile     bir   söyleşi yapıyor.   Bu söyleşinin bazı   bölümleri   o dönem Paris’te   redaksiyonun da G. Clemenceau, Anatole France ve Jean Jaures’in bulunduğu   „Pro Armenie“ adlı dergide   yayınlamıştır.(aslında Osman Paşa Bedirxan’ın İngiliz ve Fransız gazetelerine verdiği demeç ve yaptığı tüm söyleşileri   derlemek   iyi olur)

 

Pro Armenie   „Kürdler ve Sultan“ anabaşlığı altında yayınladığı   yazıda     Osman Paşa’yı   Bedirxan’ın 40   erkek çocuğundan biri olduğunu ve Osmanlı Sultanı tarafından   gıyabından   ömür boyu   sürgün cezasına mahküm olan Abdulrahman Bedirxan’ın kardeşi   olduğunu   söyledikten sonra   söyleşiye geçiyor.

 

Osman Paşa Bedirxan „Ben   geçici olarak burada bulunuyorum. Mevsim   şartları elverdiğinde   bildiğim yoldan   yalnızca Avrupa’da değil, Mısır’daki taraftarlarımla   Kürdistan’a döneceğiz. Benim halkım Ermenilerle beraber el ele vererek beni bekliyor. Şu anda Kürdler ve Ermeniler gizli bir şekilde   silahlanmış ve tek bir vucut   gibi   ayaklanmak ve Türkiye’ye karşı ölüm kalım savaşına girmek için beni bekliyor ve belki de Osmanlı imparatorluğuna karşı en görkemli   mücadele yi destekleyecekler.

 

Beni ne bir deli ve ne de rüya gören biri olarak görün!! Benim rüyasını gördüğüm   Kürdistan ile Ermenistan’ın   Türkiye ile olan ilişkilerini kırmak değil, benim isteğim Kürdistan’ı anarşi ortamından ve sosyal aşağılıktan çıkarmaktır. Buna neden olan Türkiye’nin şeref kırıcı sultasıdır, ki uygar milletlerin saflarından uzaklaştırarak savaşçı bir halkı   zorba bir   rejimin ve yıkıcı ve   Türk mutlakiyetçiliğinin aleti   haline getirmesidir.  

 

Benim   arzum     Kürd ulusu üzerinde var olan   tartışmasız   etkimi kullanarak   düzeni, güvenliği ve ulusal onuru yeniden yerleştirmektir. Van, Bitlis, Diyarbakır, Erzurum ve diğer tüm şehirler ve kırsal kesimin tüm halkı   benim geri dönüşümümü bekliyor.

Kürdistan’a vardığım zaman farklı alanlarda   depoladığımız   silahları aldığımızda   100.000 silahlı kişi beni takip edecektir.

 

Benim Kürdistan topraklarına ayak basmamı engellemeye hiç bir iktidarın gücü yetmez.   Benim   Kürdistan topraklarına ayak bastığım gün   hiç bir iktidarın   gücü planlarımı   tatbik etmeyi     engellemeyemez. Kararlı olduğumu açık bir şekilde ifade ediyorum. Halkım beni bekliyor ve kendisine gideceğimi   bilmesini istiyorum.

 

Güçlü bir halkın   görevine layık olacak,   kanunlara riayet ettirecek ve   elde edilen özgürlükleri koruyacak     enerji dolu bir   lidere ihtiyacı var.

Halkım benim   babama   layik olabileceğimi biliyor. Bana gelince biliyorum ki   halkım başında her şeyini fedaya hazır sahip olduğu doğal haklar için adaleti yerine getirecek birine layiktir.“( Pro Armenia, 3. Sayı, 25 Aralık 1900   )

 

Pro Armenia, Osman Paşa’nın   projesinin Ermenilere ne getirip getiremeyeceğini   şimdiden   söylemek zordur diyor. Fakat,     eğer bu başkaldırı   sözden çıkıp pratiğe aktarılsa     sempatimiz   Sultan için değil, Osman Paşa   için olacak diye yazıyor.

 

Osman Paşa Bedirxan İngiliz “Daily Mail” gazetesine verdiği   demeçte “ Eğer   İngiltere   Kürdistan’ın   stratejik     önemini   hesaba   katarsa ,   Rusya’nın   dominasyonuna giren   Türklerden bizi kurtaracaktır. Biz İngiltere’nin   yardımını hesaba katıyorum. Zira   her   halükarda     biz Kürdistan’da   Rusları değil İngilizleri görmek istiyoruz”(L’Orient,   3.sayı   19 Ocak 1901)

 

O dönem     Paris’te çıkan   “Le Matin”   Gazetesi’nin   Londra muhabiri   Stephane   Lauzanne     Osman Paşa ile   ilgili haber   ve röportajları   geniş bir şekilde   gazeteye   ulaştırıyor.

 

Stephane Lauzanne’nın   yazıları   1888 yılından beri   Osmanlıların çıkarlarını   korumayı görev olarak   alan “L’Orient”      haftalık   gazetesinin hedefi   haline geliyor.

 

L’Orient Gazetesi     1901 yılının     Ocak ayında çıkan   3 sayısında Nicolaides imzasıyla   “Fransız Basını   ve Osmanlı İlticacıları” başlığı   altında Osman Paşa’yı   Osman Paşa’nın babası Bedirxan’ı   küçümseyen yazılar yayınladı

Sadece Osman Paşa Bedirxan’ı öven/yeren   haberler/söyleşiler Fransız, İngiliz,   Ermeni ve Osmanlı basınında çıkmıyordu.. Alman basını da   Osman Paşa’ya ilgi duymaya başlamıştı.. Mesela o dönem Münih’te çıkan “ Allgemeine Zeitung” da   kervana katılıyor, Sultanı destekleyen   Osman Paşa Bedirxan’ın   girişimlerini   bir İngiliz oyunu   Osmanlı devletine   Balkan ve Anadolu   sorun çıkarmak   için olduğunu   ileri sürüyordu. ( L’Orient,   3.sayı   19 Ocak 1901)

 

Osman Paşa Bedirxan’a     ilişkin   o dönem   Avrupa basınında çıkan   haber ve röportajları       toplayarak yayınlamak   özel bir çalışmayı gerektiriyor.. Zaten   ana konumuz olan   Şeyh Ubeydullah Hareketinden   kısa bir   süre   önce Osman Paşa   bir başka Kürd direnişine   önderlik ettiği için gündeme getirdim..   Ayrıca Said Çetinoğlu’nun   ulusal bilinç ilgili iddiasının   sorunlu olduğunu   vurgulamak amacıyla Osman Paşa   Bedirxan’ın   basında çıkan söyleşilerinden   bazı alıntılar yaptım. Bu söyleşilerde   o   “Ulusal bilince”   sahip bir Kürd şahsiyetidir. Onun   talep ve istemleri   tartışılıbilinir..     Ama   “ulusal bilince” ve “Kürdistan perspektifine” yabancı olduklarını söylemek   pek makul değildir.

 

Osman Paşa Bedirxan’da bir dizi Kürd lideri ve kadrosu gibi   sömürgeci Osmanlı devletinin     kurduğu bir tuzağa düşüyor..

 

Yıllarca Mısır’da   yaşıyan   ve üst görevlerde bulunan Lord Cromer   1915 yılında   yayınladığı “Abbas II” adlı   eserinde Osman Paşa Bedirxan’ın   trajik   yakalama öyküsünü de anlatıyor.     Lord Cromer’in verdiği bilgilere göre   Osman Paşa Sultan’ın sarayında   görevli   favorilerindendi… O dönem   Osman Paşa’nın   Jön Türklere   sempatiyle bakmasından     dolayı Sultan tarafından   azlediliyor. Osman Paşa Mısır’a sığınıyor.   Lord   Cromer     o dönem   Kahire’de   İngiliz Konsolosudur.   Cromer     Osman Paşa’ya     politik entrikalardan uzak   durduğu takdirde güvenliği ve yaşamı için   tüm garantileri veriyor. Mısır Hitiv’i   Abbas   Sultan   anlaşarak Osman Paşa’nın Türk   polisinin eline   düşmesini sağlıyor.   Abbas   Kürd Prensiyle dostluk   ilişkilerini   geliştiriyor. Sürekli olarak   Abbas   Kürd Prensi Osman Paşa’ya   Sultan ile görüştüğünü, Sultan’ın hatasını kabul ettiğini   el konulan     mal, mülk ve   servetinin    geri iade   edeceğini   söylüyor.

 

Hatta bir gün Abbas     Osman Paşa’ya   Sultan Abdulhamid ile       Osman Paşa’ya ilişkin   yaptıkları bu yazışmalara dair   sözde   bir belgeyi de gösteriyor.

Bu arada   Abbas II, Osman Paşa’ya daha fazla güven vermek amacılayla   o dönemin parasıyla   15.000 Franklık     bir çeki   kendi eliyle imzalayıp veriyor.   Abbas, Kürd Prensine     İstanbul’da   Sultan   mal ve mülklerini   iade edene kadar     bu parayla   geçinirsin diyor.   Kürd Prensi   cebinde   değerli bir çek,     Hitiv Abbas’ın   kendisine verdiği   biz dizi mektupla   Türkiye’ye dönmeye   karar verdi. Kürd Prensi   İstanbul’a   gemi ile vardığında   hemen Mısır’dan gittiği   gemi içinde   tutuklandı ve Tripoli’de   bir kaleye kapatıldı.   Daha   sonra Osman Paşa   kurtulmayı   başarınca Abbas II   imzalı çeki bozmak için   İstanbul’daki   Osmanlı Bankasına gidiyor.       Abbas II,     Osman Paşa’ya çeki verdikten bir gün   sonra     Osmanlı Bankası müdürüne yazdığı bir mektupta   Osman Paşa’ya verdiği çeki iptal ettiğini bildiriyor.(Revue   de Deux Mondes, 1. Mayis 1915)

 

Sonuç olarak   Kürd prensi   Osman Paşa’dan   bu yana     100 yıldan fazla   zaman geçti, onun yaşadığı trajedi dest çıkarılmadığından     komedileşerek     devam ediyor..

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(18)

 

Aso Zagrosi

 

1877-78   savaşından sonra Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Hacca   gitmesi   olayı kendisinin mi yoksa   Sultan’ın isteği üzerine   olup olmadığı meselesinde     Garo Sasuni   Sultan’ın, Kürd Şairi Wefayi ise   kendi isteği üzerine   gittiğini söylüyor.

 

Burada   şunun   altını çizmek istiyorum..   Şeyh Ubeydullah’ın   günlük yaşamını   Anılarında   geniş bir şekilde yer veren elimizdeki tek Kürd kaynağı   Şair Wefayi’nın anılarıdır.

 

Klasik   Kürd şairlerini incelediğimiz zaman ,   bugüne kadar   elimize geçen belgelere göre Anılarını     yazan ilk   Kürd şairi olarak   Wefayi   karşımıza çıkıyor.   Wefayi’den önce   başka   Kürd şairlerinin “Anılar” adı altında   dönemlerini anlatıp anlatmadıklarını bilmiyoruz.. Sadece   elimizdeki belge ve verilere göre Wefayi bir “ilk”tir.

 

Wefayi   “Anılarını”     Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   küçük oğlu   şehid Seyyid Abdulkadir(1925)in istemi üzerine kaleme aldığını yazıyor.

 

Mahabadlı şair Wefayi 14 yıl boyunca   Nehri’de   Şeyh Ubeydullah’a   katiplik yapıyor..   Şeyh Ubeydullah   Wefayi’ye sürekli olarak   “Mirza” diye   hitap ediyor.

 

Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın   Nehri sarayında   “kendisine bir oda verdiğini, hücrede     gece ve gündüz yazı görevlerini yerine getirmekle   meşgul olduğunu, Şeyh hazretlerinin emri ile değerli aziz ve büyük kıbleler olan Şeyhzadelerden Şeyh Muhamedi Sıddıq ve Şeyh Abdulkadir(ruhum kendisine kurban olsun) Farsça ve güzel yazı yazma konusunda ders verdiğini” yazıyor.(Wefayi, Birewerikani Wefayi, Malbendi Kurdoloji,   Silêmanii       sayfa 40-41 Wefayi biralbendi Kurdoji,   Siline kurban olsun)düz me aldığınıi belge ve verilere göre Wefayi bir       sayfa 40-41 )

 

Yani Şair Wefayi     14 yıl boyunca   Şeyh Ubeydullah Nehri ailesiyle aynı çatı altında yaşıyor ve   Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına     hocalık yapıyor. Ayrıca   1880 Devrimi   sırasında     Şeyh Ubeydullah’ın   farklı çevrelere gönderdiği yüzlerce   mektubun hiç olmasa   büyük çoğunluğu   Şair Wefayi’nin kaleminden çıkmıştır.

Mahabadlı   şair Wefayi   Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına,   Koyi’li   Haci Qadri Koyi   Bedirxan’ın çocuklarına ve torunlarına   hocalık   ediyor.(Celadet Bedirxani’nında   hocasıdır, kendisi   yazıyor) O dönemler var olan ilişkilerle sonraki ilişkileri   insan düşündüğü zaman   hayret ediyor.

 

Şair Wefayi   Anılarında   Şeyh Ubeydullah’ın     Hac seferi üzerine de   duruyor ve şöyle yazıyor: “Belli bir dönem sonra   Hacca gitmeye karar verdi.. Büyük Şeyhzadelerin dışında alim, has insanlar, hanedan, halife ve müritlerden oluşan yüz kişiye yakın bir grupla Van üzeri yolla düştüler. Bende Van bölgesine kadar hizmetindeydim. Bu arada   köylerden ve şehirlerden o kadar   insan onu karşılamaya geldiler ki,  saymakla   bitmez. Bir kaç gün   Van’da kaldı. Her taraftan   insanlar yıldızlar gibi yayan ve atlı   onun ziyaretine   gelip gidiyorlardı.”(Wefayi, age, sayfa 63-64)

 

Şair Wefayi   tüm anıları boyunca   Şeyh Ubeydullah’tan söz ettiği zaman   mutlaka     ona ilişkin şiirlerinden bir     dörtlük   yada   gazel   koyuyor.

 

Burada da :

 

“Pepule   asa, dewri çiray em zemane,

Le hemû lawe, lawan, pîran apûreyan da

Her wek Wefayî, bexoşewe bo tewaf kirdin,

Aw bû bo tînû, yaxud mirdûyek gîyan peyda bika“

 

Wefayi,   Şeyh   Ubeydullah’ı     karanlık bir ortamda “Zamanın çırasına” ,   insanları “Çıranın çevresinde dönen kelebeklere”   ve “susamışlara su” diye sunuyor.

 

Wefayi’de   Şeyh Ubeydullah’a   refakat   etmek istiyor. Fakat, Şeyh Ubeydullah   bu öneriyi kabul etmiyor,   “Wefayi   ve   Ali Ağa Hayderi’ye   Hac’dan   dönüşüne   kadar evde kalmalarını ve Osmanlı topraklarında   tüm aşiretlerin reisliği   görevini veriyor” (Wefayi, age, sayfa 64)

 

Wefayi’nin   anlatımlarına   göre     Şeyh Ubeydullah’ın başında bulunduğu Kürd Hacılar kafilesi Van’dan sonra   Erzurum için yola düştüler ve yine her taraftan   insanlar     Şeyh Ubeydullah’ı görmek için kendisini ziyaret ediyorlardı. Erzurum’da   sadece   Kürdler değil,   bir tabur Osmanlı askeride     Şeyh Ubeydullah’ı karşılamaya   çıktı.wefayî

 

Yine   Wefayi’nin anlatımlarına göre Sultan Abdulhamid, “Piyale Gemisini bir kaç paşa ve devlet yetkilisiyle   özel olarak   Şeyh Ubeydullah’a gönderdi ve bir   başka gemiyi de   Hacca   gitmeleri için hazırladı”(Wefayi, age, sayfa 65)

 

Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Haci Kafilesi   Sultan Abdulhamid’in özel olarak gönderdiği   Piyale Gemisiyle   Karadeniz üzerine   İstanbul’a varıyorlar.. Gemi İstanbul’a vardığı zaman “İstanbul   din alimleri ,   yaşlı ve çocuklar   deniz kenarına akın etmeye başladılar ve Şeyh Hazretlerini görmeye gittiler”(Wefayi, age, sayfa 64)

 

Wefayi’nin anlatımına göre   Sultan’ın emri ile   ve binlerce hürmetle   Sultan’ın evleri   arasında   Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki kafileye   konaklanmak için     yer hazırlandı, 30 altın Osmanlı lirası günlük masrafları için   verildi. Sabah, öğle ve akşam yemekleri   Sultan’ın mutfağında ve özel aşçı tarafından   hazırlanıyordu.   Yine Wefayi’nin   verdiği bilgilere göre Şeyh Ubeydullah   ve beraberindeki Kürd Hacı kafilesi   20 gün   İstanbul’da kaldı. Şeyh Ubeydullah   Sultan ile görüştükten sonra     kafile özel gemi ile   Hac seferine devam etti.

 

Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Hacı Kafilesi   bir kaç gün Mısır ve İskenderiye de kalıyorlar , oradan gemi ile Yenbuh şehrine ve daha sonra Medine   şehrine geçiyorlar. Medine ziyaretinden sonra   Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki   Hacı kafilesi Mekke’ye geçiyorlar.

 

Şeyh   Ubeydullah ve beraberindeki Hacılar,   Hac görevlerini tamamladıktan sonra   Cedde ve Halep   üzeri geri dönüyorlar.

 

Şeyh Ubeydullah geri döndükten sonra   2 gün   Van’da kalıyor. Yine bu seferde   her taraftan   Mirler,   din alimleri,   halkın farklı kesimlerinde insanlar   Şeyh Ubeydullah’ı   ziyaret etmek için   akın ediyorlar. Şeyh Ubeydullah’ın Hac dönüşü vesilesiyle   her taraftan     kafileler   halinde   insanlar Nehri’ye akın ediyorlar…   Bu arada   Kürdistan’ın dört bir yanından olduğu gibi Mahabad’tan     Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmek için gelenlerde   varmış.   Şair Wefayi     Şeyh Ubeydullah’tan     kısa bir   süre için izin alarak   onlarla birlikte   Mahabad’a   ailesini   görmeye gidiyor.(Wefayi, age   sayfa 67)

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(19)

 

 

 

 

Aso Zagrosi

 

Ne yazık ki Şair Wefayi   Anılarında   Şeyh Ubeydullah’ın Hacca   gidiş ve dönüş   tarihleri hakkında   bir bilgi vermiyor. Şeyh Ubeydullah’ın başında   bulunduğu Kürd   Haccı kafilesinin       Hacca giderken Mısır ve dönerken   Şam yolunu kullandıklarını   Wefayi’nın anılarından   öğreniyoruz. Bilindiği gibi bu iki   yol o dönem en   önemli   ve devletin   doğrudan     koruması altında bulunan yollardı.

 

Garo Sasuni,     „ 1880 de   Şeyh Ubeydullah   Mekke’den dönüp   Şemdinan’a (Şemdinan-Hakkari) gelerek   bütün Kürdleri   kendi Ruhani   reisliği   etrafında toplamaya başladı“ diyor.(Garo, Sasuni, age sayfa 103)

 

Garo Sasuni     yazısının devamınde   Şeyh Ubeydullah

Mekke dönüşü 1880’de İstanbul’da Sultan Hamid tarafından büyük bir ihtişamla kabul edilir. Sultan ona birçok hediyelerle birlikte talimatlar verir. Tahta çıktıktan sonra Sultan Hamid bir Pan­islamizm siyaseti benimsemişti ve Halifeliği de kullanarak gücünü o ideolojiye yöneltmişti. Bu görüş açısından Şeyh Ubeydullah hunhar Sultan’ın elinde, aynı zamanda üç amacını gerçekleştirebilmesi bakımından önemli bir vesile idi.

1 – Sultan, Kürtler’i ayaklandırarak Ermeni vilayetlerini harabeye çevirmek suretiyle öncelikle Kürtler’e karşı yönelik olan reformları suya düşürmek amacındaydı. Bu reformlara karşıydı, çünkü, başı boş Kürtler’in önüne geçilecek ve böylece ülkenin içinde Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlar hakim duruma geleceklerdi. Sultan Şeyh’e geniş bir Kürt birliğinin teşkil edilmesini önerir, Ermenistan’ın Kürdistan olarak adlandırılmasına karar verir ve Ubeydullah’a Kürt kuvvetleriyle Ermeni bölgelerine sefer ederek, Ermeni ve Süryaniler’i kılıçtan geçirme hakkını tanır ve bu konuda ona emir verir.

2 – Sultan’ın amaçlarından ikincisi de aynı derecede önemliydi. Çünkü, Sultan Kürt beyleri hesabına şeyhleri güçlendirerek bir dini İslam devleti yaratmak istiyordu ve bu gayretkeşliğinde İslam dini sayesinde bütün Kürtler Halife Sultan’a bağlanacaklardı. Ab-dulhamid’in bu gerici amaçlarını gerçekleştirmesinde Kürt düzensiz birlikleri kaçınılmaz bir güçtü. Eski Sultanların elinde olan ve sonradan kaldırılan Yeniçeriler’in yerine Abdulhamid, Kürt düzensiz kuvvetlerini kullanmak istiyordu. Böylelikle Şeyhlik, bir taraftan bağımsızlıkları için mücadele eden Hıristiyan ulusları, özellikle Ermeniler’i ezmek için ve öte yandan da devlet hayatında despot Halifeye dini bir destek olma yönünde bir vasıta haline geliyordu.

3 – Üçüncü amaç ise kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, özellikle bir Şeyhlik düzeni önderliğinde olacak bir hareketle dini ideolojik fanatizmi canlandırmak ve halklar arası çarpışmalar yaratmaktı. Sultan, bu isteği altında çok gizli ve uzak mesafeli bir amacı güdüyordu. Şöyle ki, Kürtler’i ulusal bilinçlilikten yoksun bırakıp, onları ulusal bağımsızlık savaşından uzaklaştırmak ve onları yalnız bir dini toplum haline getirerek yavaş yavaş Türkleştirmekti.”( Garo Sasuni,   age, sayfa 106-107)

 

 

Sayin Sait Çetinoğlu’da „ Emir Bedirhan’ın Cizre-Bohtan Direnişini Doğru Okumak -4” adlı   yazı serisinde Garo Sasuni’nin   bu alıntısını   olduğu gibi veriyor.(http://www.armenieninfo.net/sait-cetinoglu/2652-emir-bedirhan-ve-cizre-botan-direnisi-4.html?start=1 )

 

Daha öncede vurduladığım gibi   Garo Sasuni’nin     1880 yılını   Şeyh Ubeydullah’ın Hac’tan dönüş yılı olarak vermesi   doğru değildir.. Çünkü,   Şeyh Ubeydullah’ın   30 Ağustos 1879 tarihinde   Osmanlı devletine   karşı açık direnişe geçtiğini biliyoruz.

 

 

 

İngiltere Van Konsolosu Clayton, Trotter’e yazdığı   30 Ağustos 1879 tarihli mektupta   şöyle yazıyor: „“Vali(Van Valisi) Hakkari tarafında karışıklık çıktığını haberi verdi. Şeyh Abdullah(Ubeydullah)da   Musul’un göçebe   Kürd aşiretleri de buna katılmış. Paşa’dan   kuvvet istenmiştir. Ama henuz kesin bilgi yoktur. Şu ana kadar     alınan bilgiler   mutasarrafın kendisinden değil de Başkale’deki   büyük bir görevliden   gelmektedir. Bu durumda şimdilik Nesturileri   ziyarete gidemiyeceğim.“( Bilal N. Şimşir, age, sayfa 187)

 

Ayrıca   Sultan Abdulhamid’in   bir   planı olarak „Ermenistan’ı Kürdistan“ olarak adlandırılması meselesi de   doğru değildir.   Çünkü, Van, Muş, Ahlat, Diyarbakir vb yerleşim alanlarının resmi olarak „Kürdistan Eyaleti“ olarak adlandırılması     Botan Mirliği’nin   yıkılmasından sonra   14 Aralık 1847 tarihinde gerçekleşmiştir. (http://kurd-tarihi.blogspot.de/2009/10/osmanl-imparatorlugunda-kurdistan.html )

 

İkinci madde de     sorunludur.   Çünkü Kürd Mirlerinin dönemi çoktan kapatılmıştı.   Kürdistan’da   Şeyhlerin   dönemi   çoktan başlamıştı.

 

Şu noktanın altını çizmek gerekiyor. Sultan Abdulhamid’in   çeşitli planları olabilir. Olmaması da düşünülemez.   Fakat bu ileri sürülen iddialar   belgelere dayalı değildir.   Kaldı ki Şeyh Ubeydullah’ın kendi planı var. Şeyh Ubeydullah’ın   „Bağımsız ve birleşik Kürdistan“ planı   1880 yılının öncesine   dayanıyor.

 

Halfin     „Rus Dış Politika Arşivi Genel Kosolosun Mektupları“ na   dayanarak    „1878 yılının sonlarında   Tahran’daki   Rus diplomatlarının   kulağına   Şeyh Ubeydullah’ın   bağımsızlık için   harekete geçeceği ve merkezi Musul olmak üzere   bağımsız   bir Kürdistan devleti kurmak niyetinde olduğu   söylentileri gelmeye başlamıştı“(Halfin, age, sayfa 82)

 

Şeyh Ubeydullah önderliğinde   gelişen 1880 Kürdistan Devrimine ilişkin yazan   bir çok   kaynak   Şeyh Ubeydullah’ın „Mısır Hidivi ve Mekke Şerifi’den   yardım için   söz aldığını“ yazıyorlar.(Halfin,   age, sayfa 82)

 

Şeyh Ubeydullah’ın     Mısır Hidivi ve Mekke Şerifinden   „yardım alma sözü“     Şeyh Ubeydullah’ın   Hacca giderken Mısır’a   uğraması ve ardından   Mekke’ye gitmesi sürecine   rastalayabilir. Bu konuda elimizde   gereken belgeler yok, fakat Şeyh Ubeydullah   Hac’dan   geri   döndükten sonra Osmanlı ve Qaçari devletlerine   karşı   harekete geçtiğini biliyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1877-78   savaşından sonra Şeyh Ubeydullah Nehri’nin Hacca   gitmesi   olayı kendisinin mi yoksa   Sultan’ın isteği üzerine   olup olmadığı meselesinde     Garo Sasuni   Sultan’ın, Kürd Şairi Wefayi ise   kendi isteği üzerine   gittiğini söylüyor.

 

Burada   şunun   altını çizmek istiyorum..   Şeyh Ubeydullah’ın   günlük yaşamını   Anılarında   geniş bir şekilde yer veren elimizdeki tek Kürd kaynağı   Şair Wefayi’nın anılarıdır.

 

Klasik   Kürd şairlerini incelediğimiz zaman ,   bugüne kadar   elimize geçen belgelere göre Anılarını     yazan ilk   Kürd şairi olarak   Wefayi   karşımıza çıkıyor.   Wefayi’den önce   başka   Kürd şairlerinin “Anılar” adı altında   dönemlerini anlatıp anlatmadıklarını bilmiyoruz.. Sadece   elimizdeki belge ve verilere göre Wefayi bir “ilk”tir.

 

Wefayi   “Anılarını”     Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   küçük oğlu   şehid Seyyid Abdulkadir(1925)in istemi üzerine kaleme aldığını yazıyor.

 

Mahabadlı şair Wefayi 14 yıl boyunca   Nehri’de   Şeyh Ubeydullah’a   katiplik yapıyor..   Şeyh Ubeydullah   Wefayi’ye sürekli olarak   “Mirza” diye   hitap ediyor.

 

Wefayi Anılarında Şeyh Ubeydullah’ın   Nehri sarayında   “kendisine bir oda verdiğini, hücrede     gece ve gündüz yazı görevlerini yerine getirmekle   meşgul olduğunu, Şeyh hazretlerinin emri ile değerli aziz ve büyük kıbleler olan Şeyhzadelerden Şeyh Muhamedi Sıddıq ve Şeyh Abdulkadir(ruhum kendisine kurban olsun) Farsça ve güzel yazı yazma konusunda ders verdiğini” yazıyor.(Wefayi, Birewerikani Wefayi, Malbendi Kurdoloji,   Silêmanii       sayfa 40-41 Wefayi biralbendi Kurdoji,   Siline kurban olsun)düz me aldığınıi belge ve verilere göre Wefayi bir       sayfa 40-41 )

 

Yani Şair Wefayi     14 yıl boyunca   Şeyh Ubeydullah Nehri ailesiyle aynı çatı altında yaşıyor ve   Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına     hocalık yapıyor. Ayrıca   1880 Devrimi   sırasında     Şeyh Ubeydullah’ın   farklı çevrelere gönderdiği yüzlerce   mektubun hiç olmasa   büyük çoğunluğu   Şair Wefayi’nin kaleminden çıkmıştır.

Mahabadlı   şair Wefayi   Şeyh Ubeydullah’ın çocuklarına,   Koyi’li   Haci Qadri Koyi   Bedirxan’ın çocuklarına ve torunlarına   hocalık   ediyor.(Celadet Bedirxani’nında   hocasıdır, kendisi   yazıyor) O dönemler var olan ilişkilerle sonraki ilişkileri   insan düşündüğü zaman   hayret ediyor.

 

Şair Wefayi   Anılarında   Şeyh Ubeydullah’ın     Hac seferi üzerine de   duruyor ve şöyle yazıyor: “Belli bir dönem sonra   Hacca gitmeye karar verdi.. Büyük Şeyhzadelerin dışında alim, has insanlar, hanedan, halife ve müritlerden oluşan yüz kişiye yakın bir grupla Van üzeri yolla düştüler. Bende Van bölgesine kadar hizmetindeydim. Bu arada   köylerden ve şehirlerden o kadar   insan onu karşılamaya geldiler ki,   saymakla   bitmez. Bir kaç gün   Van’da kaldı. Her taraftan   insanlar yıldızlar gibi yayan ve atlı   onun ziyaretine   gelip gidiyorlardı.”(Wefayi, age, sayfa 63-64)

 

Şair Wefayi   tüm anıları boyunca   Şeyh Ubeydullah’tan söz ettiği zaman   mutlaka     ona ilişkin şiirlerinden bir     dörtlük   yada   gazel   koyuyor.

 

Burada da :

 

“Pepule   asa, dewri çiray em zemane,

Le hemû lawe, lawan, pîran apûreyan da

Her wek Wefayî, bexoşewe bo tewaf kirdin,

Aw bû bo tînû, yaxud mirdûyek gîyan peyda bika“

 

Wefayi,   Şeyh   Ubeydullah’ı     karanlık bir ortamda “Zamanın çırasına” ,   insanları “Çıranın çevresinde dönen kelebeklere”   ve “susamışlara su” diye sunuyor.

 

Wefayi’de   Şeyh Ubeydullah’a   refakat   etmek istiyor. Fakat, Şeyh Ubeydullah   bu öneriyi kabul etmiyor,   “Wefayi   ve   Ali Ağa Hayderi’ye  Hac’dan   dönüşüne   kadar evde kalmalarını ve Osmanlı topraklarında   tüm aşiretlerin reisliği   görevini veriyor” (Wefayi, age, sayfa 64)

 

Wefayi’nin   anlatımlarına   göre     Şeyh Ubeydullah’ın başında bulunduğu Kürd Hacılar kafilesi Van’dan sonra   Erzurum için yola düştüler ve yine her taraftan   insanlar     Şeyh Ubeydullah’ı görmek için kendisini ziyaret ediyorlardı. Erzurum’da   sadece   Kürdler değil,   bir tabur Osmanlı askeride     Şeyh Ubeydullah’ı karşılamaya çıktı.

wefayi son

Yine   Wefayi’nin anlatımlarına göre Sultan Abdulhamid, “Piyale Gemisini bir kaç paşa ve devlet yetkilisiyle   özel olarak   Şeyh Ubeydullah’a gönderdi ve bir   başka gemiyi de   Hacca   gitmeleri için hazırladı”(Wefayi, age, sayfa 65)

 

Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Haci Kafilesi   Sultan Abdulhamid’in özel olarak gönderdiği   Piyale Gemisiyle   Karadeniz üzerine   İstanbul’a varıyorlar.. Gemi İstanbul’a vardığı zaman “İstanbul   din alimleri ,   yaşlı ve çocuklar   deniz kenarına akın etmeye başladılar ve Şeyh Hazretlerini görmeye gittiler”(Wefayi, age, sayfa 64)

 

Wefayi’nin anlatımına göre   Sultan’ın emri ile   ve binlerce hürmetle   Sultan’ın evleri   arasında   Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki kafileye   konaklanmak için     yer hazırlandı, 30 altın Osmanlı lirası günlük masrafları için   verildi. Sabah, öğle ve akşam yemekleri   Sultan’ın mutfağında ve özel aşçı tarafından   hazırlanıyordu.   Yine Wefayi’nin   verdiği bilgilere göre Şeyh Ubeydullah   ve beraberindeki Kürd Hacı kafilesi   20 gün   İstanbul’da kaldı. Şeyh Ubeydullah   Sultan ile görüştükten sonra     kafile özel gemi ile   Hac seferine devam etti.

 

Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Kürd Hacı Kafilesi   bir kaç gün Mısır ve İskenderiye de kalıyorlar , oradan gemi ile Yenbuh şehrine ve daha sonra Medine   şehrine geçiyorlar. Medine   ziyaretinden sonra   Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki   Hacı kafilesi Mekke’ye geçiyorlar.

 

Şeyh Ubeydullah ve beraberindeki Hacılar,   Hac görevlerini tamamladıktan sonra   Cedde ve Halep   üzeri geri dönüyorlar.

 

Şeyh Ubeydullah geri döndükten sonra   2 gün   Van’da kalıyor. Yine bu seferde   her taraftan   Mirler,   din alimleri,   halkın farklı kesimlerinde insanlar   Şeyh Ubeydullah’ı   ziyaret etmek için   akın ediyorlar. Şeyh Ubeydullah’ın Hac dönüşü vesilesiyle   her taraftan     kafileler   halinde   insanlar Nehri’ye akın ediyorlar…   Bu arada   Kürdistan’ın dört bir yanından olduğu gibi Mahabad’tan     Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmek için gelenlerde   varmış.   Şair Wefayi     Şeyh Ubeydullah’tan     kısa bir   süre için izin alarak   onlarla birlikte   Mahabad’a   ailesini   görmeye gidiyor.(Wefayi, age   sayfa 67)

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(20)

 

 

 

 

Aso Zagrosi

 

Şeyh Ubeydullah’ın Kürdistan’a döndüğü zaman     zaten   kuraklık ve beraberinde   büyük bir kıtlık   söz konusuydu. Osmanlı devleti ise   insanların açlıktan ve bulaşıcı     hastalıklardan ölmelerinin yanında halkın elinde ne varsa   zorla alıyordu. Rusya’ya ödeyeceği savaş tazminatları, orduyu besleme ve memurların maaşlarını ödeme adı altında   haraç üzerine    haraç koyuyordu..   Hatta   Hıristiyan misyonerlerin verdikleri   bilgilere   göre   “bir Kürd kadını küçük çocuğunu kızartarak   yediği” derecesine varmıştı.   Aynı yıl içinde katlanan haraçlar gibi   Osmanlı devleti sonraki yılların   vergilerini de toplama başlamıştı.. Bu durum ister istemez     Kürdlerin   direnişleriyle   karşılaşıyor ve çatışmalar oluyordu.

 

İşte tam böyle bir ortamda Kürdlerin büyük saygı gösterdikleri ve   “BAVÊ KURDAN” dedikleri   Şeyh Ubeydullah   Hacdan    “Navçîya“ya dönüyor.(O dönemler   bölgede bulunan yabancı misyonerlerde   Şeyh Ubeydullah ve Nehri’den söz ederken bölge için Navçîya tabirini   kullanıyorlar. Kürdçesi   Dağlar arası)

 

Şair   Wefayi’nin   bir şiirinde   ifade ettiği gibi   Osmanlı devletinin Kürdlere karşı   vahşetinin had safhaya vardığı   zifiri karanlık bir ortamda   Şeyh Ubeydullah „Zamanın Çırası“ olarak ortaya çıkıyor ve   Kürdler onun çevresinde „Kelebekler“ gibi toplanıyorlar.

Halfin’in anlatımlarına göre „ Osmanlı mülkiye amirlerinin haklarını kullanma biçimleri ile, askeri ve sivil vazifelilerin   vahşice davranışları Şeyh Ubeydullah’ı   kendi ulusunun haklarını korumak   durumuyla karşı karşıya bırakmıştı.

 

Ubeydullah bu amaçla, öncelikle İstanbul’la elçi gönderip   eğer hükümet tarafından süratli ve kesin tedbirler alınmaz ve halkın ızdırapları dindirilmezse,   kendisi ile birlikte olanlarla İran’a   sığınacağını bildirdi“(Halfin, age, sayfa 83)

 

Şeyh Ubeydullah hakkında   sürekli olarak olumsuz yazan Ahmet Muhtar Paşa’da     bu „İran’a sığınma   meselesini“ gündeme getiriyor.   Ahmet Muhtar Paşa „Şeyh Abdullah“ dediği   Şeyh Ubeydullah Nehri   için „İran devleti tarafından kendisine arpalık olarak  bir çok nahiye ve köyün geliri verilerek ikram olunacağı   teklif edildiğinden , kendisinin   o tarafa geçmek niyetinde olduğunu ve şayet bu   fikirden vazgeçirilmesi istenirse, kendisine müraacat edilmesini Van vilayetine yazmaz mı? Koca Şeyh………“ (Ahmet Muhtar Paşa, age, Cilt II, sayfa 142)

 

Tabi burada Ahmet Muhtar Paşa’nın sözünü ettiği   İran tarafından   Şeyh Ubeydullah’a arpalık bazı nahiye ve köy gelirlerinin teklif edildiği meselesi yalandır. Çünkü,     Şeyh Ubeydullah’ın babası Seyyid Taha Hakkari döneminde İran Şahı Muhamed   kendisine   bazı yerleşim birimlerini vermişti.. Şeyh Ubeydullah’ın   1877-78   savaşı sırasında Osmanlıların saflarında   savaşa girmesiyle birlikte     İran ile ilişkileri kopmuştu.    Seyyid Taha Hakkari döneminden   kalan arazilere de   Qaçariler el koymuştu.(Daha sonra bu meseleye geleceğimden geçiyorum)

 

Bu arada Osmanlı devleti   Van Müftüsünü görüşmek amacıyla   Şeyh Ubeydullah’a gönderdi.     Müftü ile Şeyh Ubeydullah arasında   yapılan görüşmede   Müftü Şeyh Ubeydullah’ı dinledikten   sonra „isteklerinin yerine getireceğine dair kendisine söz verdi“(Halfin, age, sayfa 83) Osmanlıların ve Türklerin   Kürdlere   tarih boyunca   verdikleri   tüm sözlerin   yalandan ibaret olduğu biliniyor. Müftü’nün verdiği sözlerde bir anlam ifade etmiyordu.   Daha sonra Semih Paşa   hükümet tarafından Şeyh Ubeydullah’a gönderildi ve bir kaç görüşme yapıldı.. Sonuç olarak bu görüşmelerde   fazla bir şey çıkmadı ve   yer yer çatışmalar başaldı.

 

Halfin’in verdiği bilgilere göre „vergi almak için jandarmalarla gelen tahsildarlara   halkın   itiraz etmesi üzerine çıkan çatışmada   40 Osmanlı   askeri öldürüldü“(Halfin, age, s.83)

 

Şeyh Ubeydullah bu esnada boş durmuyor ve dış   güçlerden yardım   almak amıcıyla   elçilerini   gönderiyor.

Bu devletlerden biri Rusyadır.   Rusya   Eylül 1879’da     Van’da   Konsolosluk açıyor ve başına Ermeni asılı Kamşarkan/Kamsarakan’ı getiriyor.     Kamsarakan   Şeyh Ubeydullah’ın kendisine gönderdiği   elçiye ilişkin şöyle yazıyor: „Van konsolosluğu görevini aldığım zaman, hemen Ubeydullah   iki defa   güvendiği elçisi   Yusuf Ağa’yı önerilerle   bana gönderdi“ diyor.(M. Heme   Baqi, age, sayfa 128)

 

Şeyh Ubeydullah Ekim 1789 tarihinde   3. Defa   temsilcisi   Halife Mehemed Said’i Kamsarakan’a gönderiyor ve kendine   Kamsarakan’a   şu mesajı vermesini istiyor: „Şeyh o     kanıya varmıştır ki,   Osmanlı devletinin denetimi altında bulunan   halkın asayışını   koruma gücü kalmamıştır.   Bu ise   halkın   malı ve mülkü üzerine büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Bundan dolayı Şeyh milletin iyiliği ve yararına   bu işi ve görevi   boynun borcu olarak biliyor. Halk ise   Şeyh’i   gerçek koruyucusu olarak görüyor. Tüm kötülüklerin   şah damarı   var olan devlet kurumlarından başlıyor, en alt   sıradan memurdan başlıyor en üst   kurumlarda   görevlilere kadar   uzanıyor.   Onlar   halkın son damla kanına kadar emiyorlar.     Baskı gören ve ezilen halkın takatı kalmamıştır. Yalnızca Hıristiyanların değil Kürdlerinde   kanını emiyorlar.   Yönetici organların   haksızlıkları ve   rewa olmayan tavırları yüzünden,   Kürdler mecburiyet karşılığında soygun ve çetecilik yapıyorlar. Şeyh   bu mücadeleyi   Osmanlı devletine karşı başlatmıştır. ……………………….Eğer Rusya   Türkiye ve   Britanya’ya karşı savaşa girerse   Kürdler   savaşta   kader değiştirici bir rol alabilirler. Çünkü, Van ve Diyarbakır gibi   tüm     stratejik   dağ yolları Kürdlerin   elindedir“ (M. Heme Baqi, age sayfa 129)

 

Şeyh Ubeydullah’ın   Rusya ile   olan ilişkileri üzerine   daha sonra       duracağımdan   dolayı geçiyorum.   Rusya’nın Van konsolosu   Kamsarakan’a     Eylül ve Ekim 1789     tarihlerinde   üç defa   Yusuf Ağa ve   Halife Mehemed Said’i göndermesi   Osmanlı devletine karşı başlattığı   dürenişe dikkat çekmek içindi.

 

Rusya’nın Van Konsolosu Kamsarakan   pek temiz bir tip değildi. Ermeni   asılı olan Binbaşı Kamsarakan   Erzurum’dada   Rus Konsolosluğu   yapmış ve Erzurum işgal edildiği zaman da   Erzurum Rus Polis Müdürü olmuştu.   Kamsarakan   Erzurum’da     göreve geldikten sonra   yerli Ermenilerden   yoğun bir     kesimi polis teşkilatına alıyor..   Kamsarakan sürecini rapor eden İngiliz Konsolosu   Trotter   şöyle yazıyor: „Hiç kuşku yok ki,   Rus işgali   sırasında   yerel   polis örgütüne alınan bir çok Ermeni , fırsattan yararlanarak     müslümanlara   eziyet etmişlerdir. Rus viskonsolos vekili de bunu   doğruladı“( Bilal N. Şimşir, age   151)

 

Aktüel durumda   Güney Kürdistan’da   „Gorran Hareketi“ne önderlik   eden   Kürd     politikacısı     Nawşirwan Mustafa Emin   Raperin öncesi   kaleme   aldığı   „Kurd û Ecem   adlı eserinde       Rus Konsolosların yukarı verdikleri   raporları   şöyle özetliyor:

 

“ 1)Kürdlerin taleplerini desteklemeyin ve isteklerini red edin!!

2) Merkezi hükümetleri destekleyin!

 

3)Kürdlerin yerine Hıristiyanlara dayanın, daha ileri, daha çalışkan, çabuk öğreniyorlar   ve zenginler”(Nawşirwan Mustafa Amin, Kurd û Ecem, Senteri Lekolinewey Strateji Kurdistan,   Silêmanî   2005, sayfa 221)

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(21)

 

 

 

 

Aso Zagrosi

 

Rusya’nın Van   Konsolosu   Gamsarakan’ın   Kürdlere   karşı   bir   kişi olduğunu biliyoruz.   Şeyh Ubeydullah   Hareketinin     belli bir aşamasında   ve özellikle   Doğu Kürdistan     sürecinde   ön plana çıkan ve   hatta bazı   çevrelerin Şeyh Ubeydullah’ın „Dışişler Bakanı“ olarak   lanse ettikleri   Simon Çilingiryan adlı   bir Ermeni tucar var.. Yazı serisinin daha   sonraki   bölümlerinde   sık sık ismine rastlayacağımız   Şeyh Ubeydullah’ın „Simon Ağa“ dediği   Kütükçü     Simon   Çilingiryan hakkında     Garo Sasuni’nin ciddi iddiaları vardır. Garo Sasuni’i   Kamsaragan ile   S. Çilingiryan   arasındaki ilişkilere parmak basarak şöyle yazıyor:

 

Rus Konsolosu Gamsaragan   bu haberin(Hakkari’de Kürdlerin isyan haberi-Aso) doğruluğununun araştırılması ve rapor hazırlanması için   Kütükçü Siman Çilingiryan’ı yola düşürmekle yetinir……“   Garo Sasuni, S. Çilingiryan için   düştüğü dipnotta ise „ Kütükçü Simon Çilingiryan   sık sık   Hakkari’ye ceviz ağacı kütükleri satın almaya giderdi. Anlaşıldığına göre   aynı zamanda   hem Rus Konsolosu ile ilişki içinde   ve hemde Şeyh Ubeydullah’ı tanımaktadır“(Garo Sasuni, age   sayfa 103,   257)

 

Bu arada   İngiliz Konsolosu’da   yanına   bir başka   Ermeni Tucarı alarak Hakkari’ye gidiyor.   Garo   Sasuni’nin verdiği bilgilere göre Kamsaragan   Şeyh Ubeydullah hakkında   rapor hazırlamak için   Hakkari’ye gönderdiği   Simon   Çilingiryan   İngiliz Konsolosundan önce   Van’a geri dönüyor.

 

Burada   yeniden sözü   Garo Sasuni’ye bırakalım.   Garo Sasuni   şöyle yazıyor: „ Şeyh Ubeydullah’ın niyetini öğrenen Çilingiryan   aynı mecliste   bu hareketi başarısızlığa   uğratmak gerekli ‚köpeği köpekle boğdurmalıdır’ demiş ve ertesi günde Van’dan kabolmuştur“( Garo Sasuni, age   sayfa 103,   257)

 

Garo Sasuni kitabının bir başka yerinde ise „Çilingiryan   her ne kadar ticari nedenlerle   sık sık Şemdinan’a       gidiyor ise de, onun Rus Konsolosu Gamsaragan’ın   itimadına   layık bir kişi olduğu inkan edilemez ve dolayısıyla   bu Ermeninin   siyasi faaliyetleri de Rus Konsolosunun ve Rusya’nın telkinleriyle   yapılmış olmalıdır.“( Garo Sasuni, age   sayfa 103,   257)

 

Garo Sasuni’nin     Çilingiryan ve Kamsarakan   ilişkileri ve Çilingiryan’ın   Kürdlere   ilişkin „köpeği köpekle boğdurmalıdır“ gibi   sözlerine ilişkin   iddiaları başka kaynaklar ışığında yeniden     değerlendirme ihtiyacı var.   Fakat, şu noktanın altınıda çizmek lazım. Eğer Çilingiryan   Kamsarakan’ın adamı ise ve   açık bir şekilde     Şeyh Ubeydullah   Hareketine düşmanlık yapan ve İran’ı destekleyen Rusya’nın   ajanı ise     hareketin   gelişim   süreci içinde   bir dizi tahribata       neden olması gerekir.

 

Bazı çevrelerin   Simon Çilingiryan’ı   Şeyh Ubeydullah’ın „Dışişler Bakanı“,   „Diplomatik yazılarını kaleme alan“   ve Şeyh Ubeydullah’ın „Hıristiyanlara karşı düşünce yapısını etkiyen“   kişi olarak lanse etmelerinin   belgelere dayalı   bir temeli yok. Yani anlayacağınız ayakları   hava da iddialar!!

Aslında bu iddiaların altında Kürdleri küçümseyen bir zihniyet var. Çünkü,     Şeyh Ubeydullah,   Kürdistan’da   din, dil, mezhep ve ulus ayrımı yapmaksızın tüm Kürdistanlıları   tek bir çatı altında   toplayarak   sömürgecilere   karşı   harekete geçirmek istiyor.   İşte bu yaklaşım   Şeyh Ubeydullah   gibi bir lidere   değilde     dışardan birine mal etme yaklaşımı var.

 

Bugün   elimizde bulunan   belgelere göre       Şeyh Ubeydullah’ın   çeşitli   devlet temsilcilerine   ve yabancı organizasyonlara   gönderdiği     onlarca   „Dışişler Bakanı“   yani temsilcisi var.   Bundan sonraki yazılarda da görüleceği gibi     Şeyh Ubeydullah’ın   görüşmelere giden bazı temsilcileri de öldürüyorlar. Simon Çilingiryan da bu onlarca   temsilciden sadece biridir.   Bundan dolayı Simon Çilingiryan’ı   Şeyh Ubeydullah’ın „Dışişler Bakanı“ ilan etmek   hayal ürünüdür.

 

Simon Çilingiryan, Şeyh Ubeydullah’ın   „diplomatik yazılarını yürüten“   biri de değildir. Sayin   Sait Çetinoğlu „diplomatik yazıları yürüten“ olarak Çilingiryan’ı   ileri sürüyor.     Bu „yürütme“   tabiri   diplomatik yazıları   kaleme alanmı? Yoksa     diplomatik mektupların sahibini mi kastediyor belli değildir.

 

Hangisi   söylenirse   söylensin ikisi de doğru değildir.

Bir kere     1866’dan   Şeyh Ubeydullah     sürgüne gönderildiği   tarihe kadar   meşhür   Mahabadlı   Kürd şairi Wefayi     Nehri’de   kalıyor. Şeyh Ubeydullah’ın   katibi ve çocuklarının Mirzasıdır.   Bu yazı serisinde yer yer   gündeme getirdiğim gibi   Şeyh Ubeydullah’a   ilişkin anılarını   yazan   bir Kürd şahsiyetidir. Şair Wefayi     sadece bir şair değildi, aynı zaman da   meşhur   bir Hattat yani   güzel yazı yazan bir Kürd şahsiyetiydi.. Bedirxan’ın çocuklarına   ve torunlarına   hocalık   yapan   yurtsever Kürd şairi   Haci Qadri Koyi’de   bir şiirinde     Şair Wefayi’nın   Hattatlığına       vurgu yapıyor. Wefayi’nin kendiside Anılarında   Hattatlığından   söz ediyor.   Seyyid Abdulkadir   ve Seyyid   Sıdıq’a da     güzel yazı   sanatını öğreten   odur. Bugün   elimizde bulunan   verilere göre   Şeyh Ubeydullah’ın   mektupları büyük oranda   Farsça yazılmış ve   bu mektuplar büyük oranda     Wefayi’nin kaleminden çıkmıştır.

wefayi11111

Mektupların   içeriğine   gelince     Şeyh Ubeydullah’ın „Mesnewi“sini   okuyan   her hangi biri   bu mektupların   doğrudan     ona ait olduğunu görür.   Ayrıca   sıranın   Çilingiryan   gelmesi için   Nehri Medreselerinde eğitim gören   yüzlerce   Kürd din alimi var.       Şeyh Abdulkadir ve   Hamza   Ağa Menguri gibi   hareketin     askeri ve siyasi   önderliğini yürüten   kadrolar var. Şeyh Abdulkadir’in o   dönem   kaleme aldığı bazı   mektuplar var.     Onlarca yıl   İran dışında Osmanlı topraklarında   sürgünde yaşıyan ve büyük tecrübelere   sahip olan Hamza Menguri’nin mektupları var. Bu mektuplar incelendiği zaman,     Çilingiryan ile   ileri sürülen   bilgiler doğru değildir..   Çilingiryan Farsça bilip   bilmediğini   dahi bilmiyoruz.

 

Şeyh Ubeydullah’ın „Hıristiyanlara karşı yaklaşımına“    ilişkin   Çilingiryan’a   pay biçmek   de doğru değildir. Çünkü,   Şeyh Ubeydullah   Rus-Osmanlı   savaşı sırasında cepheyi terk ettiğ an Osmanlıdan   ilk kopuşu gerçekleştirmiş ve   arayış içine girmiştir.. Şeyh Ubeydullah „Mesnewi“ sini de   o süreçte yazıyor.. Mesnewi     Kürd   ve Kürdistan aşkıyla   dolu ve bugüne kadar hiç bir Kürd siyasal liderinin     şiirlerle bu kadar Kürdlerin   ulusal duygularına     hitap ettiğine raslamadım. Böyle bir perspektife   sahip olan biri, elbette   bölge ve uluslararası   konjüktürü okuyacak, dış destek arayacak,   Kürdlerin   tarihsel yanlışlıklarından ders alacaktı.. Farklı din ve   etnik yapılardan gelen Kürdistan ileri gelenlerinin   Nehri Kongresi   bu gerçekliğin ifadesidir.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(22)

 

 

 

 

Aso Zagrosi

 

Daha öncede   vurguladığım gibi   Şeyh Ubeydullah   önderliğinde gelişen ve 1880 Devrimi   olarak bilinen   Kürdistan Devrimi   ilk etapta   1879 yılının   sonralarına     Osmanlı devletine   karşı başlıyor.

 

Yüzbaşı Clayton     2 Eylül 1979   tarihinde   hazırladığı raporda „ Paşa aralarından   Şeyh Abdullah’ın (Ubeydullah) da bulunduğu   bazı Kürt   şeflerinin isyan halinde olduklarını bana haber verdi. Onlara karşı   saldırıya   geçmesi için İstanbulda telgrafla emir aldığını söylüyor“( Bilal N. Şimşir, age   sayfa 186)

 

Yine   Clayton   6 Eylül   1879 tarihinde verdiği raporda   Herki aşiretine bağlı Kürdlerin       Ağustos ayında   Gever’deki bir köye saldırılarını gündeme getiriyor ve     6 Ağustos’da       400 askerin bölgeye gönderildiğini   bir çok Kürdün öldürüldüğünü   haberini veriyor.

 

Binbaşı Clayton   raporunun devamında „ iki yıldan beri   isyan hazırlığı içinde olan   Nara’daki(Nehri olacak) Şeyh Abdullah(Ubeydullah) bu haberleri alınca   Beridçen’deki Şeyh Mahmud’a  ve diğer   reislere haber göndererek onları ayaklandırmaya çağırdı.   Çağırırken artık   bir Türk hükümetinin olmadığını, bir haftada   Amadia üzerine   yürüyeceğini söyledi. Şeyh Mahmud   hemen Musul vilayetine   haber verdi ve beş gün sonra vergi toplamak üzere Diyarbakır’dan     200 asker geldi. Şeyh Abdullah(Ubeydullah) 900 Kürt topladı ve bunları   oğlu Abdulkadir komutasında Türk askerlerinin üzerine saldırttı. Türk komutan tedbirli   davrandığı ve önceden   tertibat aldığı için   15 Ağustos günü saldıran    Kürdleri yenilgiye uğrattı. Abdulkadir     durumu babasına haber verdi ve takviye istedi. Olup bitenden haberi olmayan Başkale Mutasarrıfı, vergi toplamak   için Şeyh Abdullah’a(Ubeydullah) resmi bir yazı göndermiştir. Şeyh Mutasarrıfı tutuklamış, fakat bir kaç gün sonra, Gevvar’da   tutuklu bulunan Herekli(Herki olmalı Aso) Kürtlerinin serbest bırakılması   koşuluyla   onu serbest bırakmıştır. Mutasarrıf, tutuklu Kürdleri   serbest bırakmaya yetkilileri   ikna edemeyince, halktan bir çok   kişiyle birlikte   Başkale’ye kaçmıştır.“(Bilal N. Şimşir, age, sayfa   188)

 

Binbaşı Clayton     raporlarının devamında     Şeyh Ubeydullah’ın   5000   adamı   Başkale ve Gever’de   3000 Türk askerin olduğu , askerlerin   „Şeyh’i kutsal bir kişi“ olarak gördüklerini yazıyor.     Ayrıca     yine aynı dönemde       İngiltere Tebriz Konsolosu W. Abbott’a     çeşitli raporları   hazırlıyor ve İngiltere yetkililerine gönderiyor.

 

  1. Abbott 25 Eylül   1879 tarihinde   yazdığı raporda „Şeyh   Obeidoollah’ın(Ubeydullah) oğlu   Amadiya’dadır(Musul Vilayetinde) ve bu adı taşıyan   kale asilerin   eline   geçmişsede   Türkler tarafından   geri alınmıştır. Türklerin Kürd müttefikleriyle asi Kürdler arasında   bir çok çatışma olmuş ve asiler   yenilgiye uğratılmıştır.“(Bilal N. Şimşir, age   sayfa 193)

 

Görüldüğü     Şeyh Ubeydullah önderliğinde   Kürdler   hem   bugün Kuzey   Kürdistan ve hemde   Güney Kürdistan’da   çok   geniş bir alanda   Osmanlı devletinin askeri   güçleriyle çatışma   halindeler. Bu arada     Osmanlı devleti   farklı   kanallarla   Şeyh Ubeydullah ile   görüşmeler yapıyor.   Mesela     İngiltere’nin   Erzurum Konsolosu   Binbaşı   Trotter     27 Eylül   1879 tarihli raporunda     „ Ekselans   Semih Paşa   23 Eylül’de   buraya(Erzurum) gelmiş   ve bugün   Van’a   hareket etmektedir. Paşa Kürd ayaklanmasını bastırmak üzere   Babiali tarafından   alelacele   buraya gönderilmiştir. Bu işin kolayca   halledileceğini     düşünmektedir. Semih Paşa   Şeyh Ubeydullah’a     haber salarak   görüşmek için Van’a çağırdı…………. Paşa Haydaran aşireti   reisi   Musa Ağa’yı da Van’a çağırdı“(B.N. Şimşir, age   sayfa   194)

Daha önce de vurguladığım gibi   Osmanlı devleti Van Müftüsünü     aracı olarak Şeyh Ubeydullah’a gönderiyor. Yanılmıyorsam       o dönem   Van Müftüsü     Seyyid   Fehimi Arvasi’nin oğlu Muhammed Emindir.     Seyyid Fehimi Arvasi,   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   babası Seyyid Taha’nın   Halifesiydi. Seyyid Fehimi Arvasi,     Şeyh Ubeydullah’ın   Hacc seferi sırasında   kendisine   refakatlı eden   Kürd şahsiyetlerinden biriydi. Osmanlı devleti bu ilişkileri kullanarak     Şeyh Ubeydullah’ı „ikna“ etmeye çalıştı.   Şeyh Ubeydullah Van valisine   22 Ramazan 1879’da   gönderdiği mektubunda eleştirileriyle beraber   Sultan’a bağlılığını bildiriyor:

 

 

 

“Mektubunuzu aldım. Çok Müteşekkirim. Oğlum Abdulkadir’i aşiretlere gönderdim. İmparatorluk kuvvetlerinin Amadia’da(Musul Vilayeti) köyleri yakıp yıktıklarını, birçok köylüyü öldürdüklerini ve kadınlara tecavüz ettiklerini söyledi. Oğluma, oraya varınca karşıt tarafları barıştırması için talimat verdim. Ama imparatorluk askerleri onu dinlemediler, aşiretler ise çarpışmaları bırakıp çekildiler. Kürtler tarafından tutuklanan askerlerden bazılarını oğlum serbest bıraktırdı. Hükümet o askerleri sorgularsa oğlum Abdulkadir’in davranışı doğru olarak anlaşılır. Kötü niyetli kimseler durumu Hükümet-i Şahane’ye başka türlü anlatmışlar. Bu uydurmaları dinlememenizi rica ederim. Tam tersine, gerçek durumu Babıâli’ye anlattıktan sonra, o kötü niyetli kişileri tutuklatıp hapse atacaksınız. Her zamankinden daha fazla sadık olduğumu Hükümet’e arz ederim. Benim bu beyanımın Zatıâliniz tarafından ciddi olarak dikkate alınacağına inanıyorum. Huzur ve sükunetin sağlanması için kendimi feda etmeye ve Hükümet’in emrini yerini getirmeye hazırım. Teslim olduğumu ve tam olarak boyun eğdiğimi ispat için oğlum Seyit Muhammed Sıddıq’ı size gönderiyorum. Entrikacıların hakkımdaki asılsız iftiralarına kulak verilmeyeceğini umuyorum. Sizin gönderdiğiniz elçi Abdulkadir Efendi size söylediklerimin hepsini doğrulayacaktır. Sizin emirleriniz uyarınca, karşıt tarafları barıştırmak için gönderilmiş olan oğlum Abdulkadir’i geri çağırmak üzere bir haberci gönderdim. Bundan böyle benzer olayların tekrar çıkmayacağını ve huzurunuzun kaçırılmayacağını umuyorum.”(B.N. Şimşir, age, sayfa 191)

 

Semih Paşa ile   Şeyh   Ubeydullah’ın arasında  yapılan görüşme var. Bu görüşmede   Osmanlılar   Şeyh   Ubeydullah’a ne gibi sözler verdiler?   Van Müftüsü Şeyh Ubeydullah’a   giderken   beraberinden götürdüğü Sadrazam’ın mektubu var. Bu mektupta   Osmanlılar Şeyh Ubeydullah’a   hangı vaadlerde   bulundular? Ayrıca   Van   Müftüsü   sözlü olarak     Osmanlı devleti adına     Şeyh Ubeydullah’a   hangi sözleri verdi? Bedirxanilerin Şeyh Ubeydullah ile görüşmeleri var.   Doğrudan Sultan tarafından göndiriliyorlar.   Ne konuşuldu?

 

Tüm bu soruların   cevapları olmalıdır.

 

Bu tarihi     dönemece ilişkin   İngiliz belgelerine bakıldığı zaman,   büyük oranda Osmanlı yetkilileri ve gelişmeleri takip eden   üçüncü   yada   dörtüncü kaynaklardan alınıyor.   Fakat,     görüşmelere katılan tarafların   doğrudan verdikleri   bilgi ve belge yoktur.

 

Şeyh Ubeydullah   gibi   Kürdlerin “Ulusal Avukatı”   konumunda   olan bir şahıs   nasıl   oluyorda   hiç bir   güvence almadan   çatışmalara son veriyor.

 

Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine ve hatta günümüze kadar   Türkiye devleti   Kürdlerle yapılan   görüşmeleri ve verdikleri   sözleri   tek taraflı ve çıkarları   doğrultusunda çarpıtarak   sunuyor. Kürdlerin lehine olabilecek   tüm belgeleri ya yok ediyor yada   gizliyor. Buna karşılık,   Kürdlerin   teslim olduğuna dair   “belgeleri”   sunuyor.

Mesela   yabancı   kaynaklara da yansıyan   Kemalistlerin 1922’de   Kürdlere verdikleri “Otonomi   sözü”,    yada     Kemalistlerin   Sovyetler Birliğinin   belgelerine de yansıyan   ve daha   önce Newroz.Com’da   yayınlanan   Kürdistan Kralı   Şeyh Mahmud ile   yaptıkları   antlaşma ………… https://www.newroz.com/tr/politics/344564/sovyet-ar-iv-belgelerinde-k-rd-sovyet-ili-kileri-ve-1925-devrimi-29

 

Daha önce   Newroz.Com’da yayınladığım   “Türkiye’ye Geri Dönen Xoybûn Üyeleri Üzerine Notlar(1)”   uzun   bir yazı serisinde   Kemalistlerin   çeşitli Kürd   liderleriyle yaptıkları     gizli görüşmeler var.   Bu görüşmelerin ikisi Celadet ve Kamuran Bedirxan ile yapılıyor.   Bedirxan kardeşler   Fransızları bilgisi ve   gözetimi altında görüşmeleri     yaptıklarında   belgeler   günümüze kadar   ulaştılar.   Ama, Türk cephesinde   hiç   bir   belge yok. Zaten o yazı serisinde de bir dizi soru sormuştum.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri,   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan Fikri(23)

 

 

 

Aso Zagrosi

 

Şeyh Ubeydullah’ın   Bağımsız ve Birleşik Kürdistan     için     mücadele   planı   başlangıçta     iki devlete yani Osmanlı ve Qaçari devletlerine karşı aynı anda   direnişi   öngörüyordu..     Osmanlılarla     girişilen ilk   çatışmaların ardından     Şeyh Ubeydullah var olan planının ciddi hataları   barındırdığını ve iki devlete karşı   aynı anda   mücadelenin sorunlu olduğunu     görüyor. Osmanlıların   kendisine verdiği „sözlere“ bağlı olarak     yakın mücadele hedefini   yeniden tespit ediyor.

 

Garo Sasuni   Şeyh Ubeydullah’ın   mücadele planına ilişkin   şu tespiti yapıyor:

 

„Kararlaştırılan   ilk plana göre aynı anda İran ve Osmanlı imparatorluğu üzerine harekete girişilecekti. Mankur ve Mameş aşiretleri Osmanlı sınırındaki   kendilerine yakın Osmanlı kuvvetleriyle birleşip Şeyh’in   büyük oğlu   Mehmed Sıddık’ın   yönetiminde   önce Revanduz’a saldırıp, orasını işgal ettikten sonra, Bağdat   üzerine yürüyeceklerdi. Şeyh Ubeydullah Van’ı   işgal için harekete   geçtiğinde, onun küçük oğlu Abdulkadir, Amadiya ile Musul’a saldırıya geçecekti. Bağdat’taki bazı   aşiretlerin   reisi   Ferhan   Paşa da Musul’a   saldırdıklarında   Şeyh’e yardım edeceklerine dair söz vermişti. Diğer kuvvetler ise aynı anda   İran’a karşı saldırıya geçecekti“ (Garo Sasuni, age, sayfa 88)

Garo Sasuni   bu   tespiti yaptıktan sonra   „ Ubeydullah’ın uygulamak istediği bu plan   ciddi   hatalar taşıyordu. Çünkü, aynı zamanda   iki büyük devlete   saldırmak onların güçlerini aşan bir   davranıştı. Bu durumu kendileri de anlayınca   planı değiştirdiler“(Garo Sasuni, age sayfa   88)

 

Bilindiği gibi     Şeyh Ubeydullah     o dönemler   Mekke Şerifi ve     Mısır Hitivi’nden     yardım yardım alma   çabası   içine girmişti. Bunu dışında     bir çok kaynak   Arap asılı olan Ferhan Paşa ile de     ortak hareket etme konusunda   anlaşmıştı.

 

 

Hatta bazı kaynaklar Şeyh Ubeydullah hareketi sırasında   „ Bağdat, Musul ve Hakkari mıntıkasında 5000 Arap   Şeyh Ubeydullah’ın yardımına gitmek için bir araya toplandıkları“nı yazıyorlar.(Nawşirwan Mustafa Emin, age,   sayfa 152)

 

Şeyh Ubeydullah Nehri Önderliğinde   İlk Kürd Örgütü..

 

Şeyh Ubeydullah   kendisinden önce   sömürgeci güçlere karşı baş gösteren   tüm   Kürd   devrim ve direnişlerin Kürdlerin   yardım ve desteği ile bastırdıklarını biliyordu.     Her hangi bir Kürd aşiretinin Türk yada Fars işgalcilerine   karşı direnişe geçtiği zaman   başka bir   Kürd   aşiretini karşısında buluyordu. Şeyh Ubeydullah   çok yakından   Kürd   Mirlerinin acı sonunu   görmüştü. Osmanlı devleti   bir Kürd   Mirine   karşı giriştiği   savaşta   diğer Mirlerin   ya desteğini almış yada   onlardan bazılarını     tarafsız kılmıştı.   Sonuç olarak     tüm Kürd Mirliklerine son vermişti.

 

İşte böyle bir     tarihsel     geçmişin tecrübesine sahip olan   ve o   dönem   Kürdistan’da   en sevilen ve   en güçlü   lideri olan     Şeyh Ubeydullah   Kürdleri/Kürdistanlıları   tek çatı altında   birleştirmek amacıyla   harekete geçti.

 

Osmanlı devletinin   Kürdlere karşı     düşmanca   tutumlarının   bilincinden olan   Şeyh Ubeydullah   Mesnewi’sinde   şöyle sesleniyor:

 

„Zulm îşan ra çû arem derbeyan,
her çe guyem andekî başed az an”

“eger ez behsa sîtem û zordarîya Tirkan bikim,
hindi ez bibêjim her min kêm gotîye“

“Eğer ben Türklerin sitem ve zorbalıklarından söz edersem,
ne söylesem azdır” (Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 44)

 

Bu yazı serisinin daha önceki bölümlerinde   Şeyh Ubeydullah’ın   Kürdlerden övgüyle   söz ettiği bazı şiirlerinden   bazılarını vermiştim.

 

Osmanlı ve   Qaçari   gibi Kürd düşmanlarına   karşı   açık   turumu bir çok şiirinde ve   çeşitli   devlet   yetkililerine   gönderdiği mektuplarda da   mevcuttur.

 

Şeyh Ubeydullah’ın   bir başkanı   yanı ise   Kürdistani perspektifine   sahip olmasıdır.   Bugün dahi   ülke, devlet ve   toprak   perspektifinden yoksun,   Kürd ulasal istemlerini     Türk proküstüne   yatıran   yaklaşımları   gördüğümüz zaman     Şeyh Ubeydullah’ın     ulusal büyüklüğü daha da anlaşılıyor.

 

Şeyh Ubeydullah bir şiirinde   Kürdistan için şöyle yazıyor:

 

“Nehr nam an qesabe,   zan merz o bûm,

an az Kurdistan   ne   Iran û Rom”

 

Kürdçesi:

 

Ango   Cihê ew   lê   dayîkbûye nave wê Nehrî ye   li sînorê welateke ye nave nave wê Kurdistanê,   ne Îran e ne Rom e “

 

Şeyh Ubeydullah   o dönem   Kürdistan, İran ve Rom(Osmanlı)   ülkelerinin ayırımını açık bir şekilde   yapıyor.     Doğduğu köy   Kürdistan’da   Nehri adlı köy olduğunu,   Kürdistan’ın ne İran   ve ne Rom olduğunu açık bir şekilde   beyan ediyor.

 

Şeyh   Ubeydullah bir başka   şiirinde ise   Kürdistan için:

 

“Rum û Kurdistan û Îran û Ereb,

Feyzîyab   û behrewerzan por adeb

 

Ango:   Rom û Kurdistan û îran û welatê Ereban,

Mifa û behre ji (Mewlana Xalidî Nexşîbendî) werdigirin”

 

Şeyh Ubeydullah   burada   da   Mewlana   Xalid   Nexşibendi’den yararlanan ülkelerden   söz ederken   İran, Arap   ülkesi ve Rom ile birlikte   Kürdistan’a   işaret ediyor.

 

Şeyh Ubeydullah   şiirlerinde ve çeşitli çevrelere gönderdiği mektuplarında     Kürdlerin yiğitliği,   savaşçılığı ve mertliklerinin yanında   içinde   bulundukları   kötü   ekonomik ve   siyasal   durumun sorumlusu olarak   Osmanlı ve Qaçari devletleri görüyordu.

Kürdistan   meselesinde de   tarihe baktığı zaman   ve kendi döneminde   Kürdistan’ın içinde   bulunduğu kötü şartları   dile getirmek bazında şöyle diyor:

 

“Bud Kurdistan zemanî pîş ey in,

çûn Buxara   cay   aqtab   yemîn”

 

Ango:   Welatê   Kurdistanê   serdemek berî niha, mîna   Buxara cihê   qutbên cîhanê bû”

 

Şeyh Ubeydullah döneminde     Buhara büyük gelişmelere sahne olmuş ve bir dizi   islam alimleri Buhara’ya giderek   eğitimini   tamamlıyorlardı.

 

Şeyh Ubeydullah bu şiirinde   Kürdistan’ın bir zaman   Buhara gibi olduğunu ve       sömürgeciler tarafından içine   düşürüldüğü ortamdan hayretle söz etmektedir.

 

Şeyh Ubeydullah   Kürdistan’ın içine düştüğü geri durumu   ve sönen   okyanus aydınlığını şöyle   ifade ediyor:

 

“Zîn cîhet amed be, Kurdistan fitur,

der qusur amed,   heman deryayê nûr”

 

“lewra     ew   barûdoxê     başkevtî   bo Kurdistan peyda bû, û   ew derya ronahîyê kiz bû”

 

Şeyh Ubeydullah açık bir şekilde   Kürdistan’daki aydınlık deryasının zayıflanmasını,   Kürdistan’da ortaya çıkan   geri   yapılanmasına   bağlıyor.

 

Şeyh Ubeydullah Kürdistan’ın içinde bulunduğu   kötü durumun devam edemeyeceği bilinciyle şöyle yazıyor:

 

“Şoq û sergermî be Kurdistan zehal,

baz   ared   heq pîs ez fwet û zwal,

 

Ango:   careke dîtir   xudawend dê   xweşî û şadîyê bizivirîne Kurdistanê, piştî ku   barûdoxê xirap bi serda hatî”( (Dr. Elî Nerweyî, age sayfa 46)

 

 

Şeyh Ubeydullah   var olan     kötü durumdan sonra     Yezdan’ın     Kürdistan’a     güzel ve mutlu   günleri   bahş edeceğini   yazıyor.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri ve  ilk Kürd siyasal örgütü(24)

 

 

Ülke perspektifi olan,   Kürdleri   ayrı bir millet olarak görüp övgüler   dizen, Kürdlerin   Osmanlı ve   Qaçari devletleri tarafından   ezilip, sömürüldüğünü   tespit eden ve Kürdlerin   içinde bulunduğu   geri     yapılanmanın   sorumlusunun   işgalci güçler   olduğu   altını çizen Şeyh Ubeydullah     Kürdistan’ın dört bir yanından   Kürd ileri gelenlerini   Nehri’ye çağırıyor.

 

Şeyh Ubeydullah,   daha önceki Kürd direnişlerinin     çeşitli Kürd aşiretlerinin   işgalci güçlere   verdikleri   doğrudan   destek aracılığıyla bastırıldığını biliyordu.   Bundan dolayı Şeyh Ubeydullah,     Osmanlı ve Qaçari sömürgecilerine karşı   Kürdistan’ın     ileri gelenlerini     ortak ulusal bir irade   oluşturmaları için Nehri’ye çağırdı. Şeyh Ubeydullah’ın bu çağrısı   sadece   Kürdlere değildi, aynı zamanda   Kürdistan’da   yaşıyan   Ermeni ve   Asurilere de yönelikti.

 

Şeyh Ubeydullah’ın bu çağrısını   bugünün söylemiyle   „Kürdistan Çağrısı“     olarak   değerlendirilebilinir.

 

Osmanlı ve   Qaçari   idarelerine karşı   direniş içinde olan Kürdlerin   „Nehri Ulusal Kongresi“ diyebileceğimiz   büyük toplantı öncesi bir dizi       küçük konferans ve ön görüşme     toplantıları da yaptıklarını belgelerden biliyoruz.

Bu toplantılar   Şeyh Ubeydullah ile   çeşitli aşiret liderleri ve din adamları arasında   yapılan   ikili toplantılar şeklinde olduğu gibi     düşman olan aşiretler arasındaki sorunları     çözme toplantıları   şeklindede geçiyor.

 

Daha açık bir şekilde   ifade etmek gerekiyorsa,   1879 sonbaharından   başlayarak   1880’lerin     yazına kadar     irili ufaklı   hazırlık toplantıları yapılıyor.   Bu süreçte   Şeyh Ubeydullah’ın   Halifeleri, müridleri   Kürdistan’ın   dört bir yanına   yayılarak   hem aşiretleri „Büyük Direnişe“   hazırlıyorlar ve hem de     Büyük Direniş  için   gereken dış destekler için diplomatik   ilişkiler kurmaya çalışıyorlar. 170215064715

 

O dönem   dünyanın büyük güçleri olan İngiltere, Rusya, Avusturya,   büyük bölgesel güçler olan Osmanlı devleti, Qaçari Hanedanlığı ve   alanda   bulunan tüm yabancı     misyonerlerin   gözü   Serçiyan da   yani   Nehri’nin üzerindedir.   İstanbul’da bulunan Ermeni Patriki   ve Hakkari’de   bulunan   Süryani Patriki yabancı devletleri   Şeyh Ubeydullah’ın   hazırlıkları hakkında       sürekli olarak bilgilendiriyorlardı.

 

Bu arada İngiliz Konsolosu Clayton yanına   bir Ermeni   tüccarı olan   M. Bağdasaryanı alarak     Serçiya’ya     gidiyor.

  1. Bağdasaryan   o dönem yayın yapan Ermeni „Murç“ gazetesine     „Tanık“ takma ismiyle bölgedeki gelişmeler hakkında   yazılar yazıyor.

Konsolos Clayton ile M. Bağdasaryan   Çolemerg’e yakın Süryani   Patriki’nin bulunduğu   Koçanis   köyüne gidiyorlar.

 

  1. Bağdasaryan „Tanık“ ismiyle   gelişmeleri şöyle aktarıyor:

Bu dağlı   din adamının basit ve   sade görünüşü ve davranışı üzerimizde   bir etki bıraktı. O’nun yanında ne   Sinot(Yüksek Rühani Meclis), ne Prokuror(dini kuruluş sivil memuru), ne katip   ve ne de sayman vardı. Etrafında yalnız bir kaç uzun boylu yiğit delikanlı bulunuyordu. Bizimle Türkçe konuşuyordu. Şüphesiz ki   konu Kürt   ayaklanması üzerine idi. Mar Şimon ne zaman ki   Şeyh Ubeydullah’tan bir mektup aldığını ve mektubunda çok önemli   bir iş için onunla   kendi makamında görüşüp   fikir teatisinde   bulunmak istediğini söylediğinde ve mektubuna , bu işin Bab-ı Ali’nin emri ve talimatıyla   başlayacağını da   eklediğinde   hayretler içinde kaldık.

 

-Peki   siz kendisine ne dediniz?

 

-Hiç bir şey. Yalnız O’na bizim beş Melikimiz vardır ve   bunlar   milli kader tayin edici konularımızda   karar verirler. Bundan dolayı onlara müracaat edip   bir genel toplantıda , benim     sizin(Ubeydullah) yanınıza gelip gelemeyeceğimin   karar altına   alınması gerektiğini söyledim.

 

-Acaba   bu cevabınızın Şeyh’i doğrudan doğruya   incitip, O’nun Süryanilere karşı düşmanlığını tahrik edebileceğini düşünmediniz mi?

 

-Böyle bir şey mümkün olabilirdi. Fakat ben   Meliklerin haberi olmadan   gidip gitmemem konusunda kendim karar veremezdim. Sonra   şu da varki 1842 de Kürtler tarafından bize yapılan böyle bir davete kanarak   ulusumuzu   dehşetli bir şekilde     zarara girmişti. Bunları çok iyi biliyorsunuz zannederim.“(Garo Sasuni, age,   103-104)

 

Mar Şimon   konuşmasının devamında   ise   Şeyh Ubeydullah’ın   amacı   Van’a   saldırmak olduğunu     son Osmanlı-Rus   savaşında   General   Der Ğugasov ordusu karşısında Beyazid’a aldıkları yenilginin   intikamını     Van Ermenileriden almak istediğini ve Sultan’ın   kendisini   destekleyeceğini söylüyor.

 

Tanık’ın   Murç gazetesinde yayınladığ   yazının   Şeyh Ubeydullah ile   İngiliz   Konsolosu arasında geçen   konuşmayı özetleyen   Garo Sasuni şöyle yazıyor:

 

Konsolos Şeyh   Ubeydullah’a Avrupa   büyük devletleri, özellikle İngiltere Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü her ne pahasına olursa olsun garanti ediyor. Büyük devletlerin almış oldukları karar gereğince   doğu vilayetlerinde reformlar yaparak Ermeni ve Süryani Hıristiyanlarının durumu   iyileştirilecektir. Konsolos, Kürdistan’ın her yerinden   Kürt ileri   gelenlerinin   Şemdinan’a   toplanmış olduğunu ve bundan dolayı   sözü geçen   vilayetlerde bir isyanın   patlayacağı hususunda dedikoduların yayılmış olduğunu   haberini aldığını ve Şeyh’in de nüfuzlu yüce   bir   insan olduğunu bildiği için kendisinden gerçeği öğrenmek ve onun sayesinde, çıkabilecek her hangi   bir kargaşalığın   önünü almak istediğini belirtti.

 

Tecrübeli ve   diplomat bir kişi olan Şeyh Ubeydullah, kendisinin ve bütün   Sunni   Kürdlerin   Sultan’ın     sadık vatandaşları   olduğunu, her hangi bir kargaşalık çıkarma   niyetinde olmadıklarını ve Sultan’ın iyi niyetli himayesi altında, ülkelerinin barışı için her türlü gayreti göstermeye hazır olduklarını belirtti. Kürdlerin   toplanma nedeninin ise   onların   kendisinin ‚Hac Seferini“   tebrik   için geldiklerini ve sadece bunun   dini bir hürmet davranışından gayri bir şey olmadığını sözlerine ekledi.

 

Konsolos bu konuda Şeyh’e   şöyle bir soru yöneltir:

Bu dağlarda telgraf irtibatı yoktur. Bu kadar çabuk bütün bölgelerin   Kürd liderleri   ne şekilde haber alabildiler?

 

-Mekke’den   dönüşümde İstanbul’dan  geçiyordum, oradan Kürd beyliklerinin bulunduğu yerlere telgrafla Şimdinan’a   varış tarihimi bildirdim“(Garo Sasuni, age, sayfa 105)

 

İngiliz Konsolosu   Şeyh Ubeydullah’a açık bir şekilde „Osmanlı toprak bütünlüğünden yana olduklarını“,   „kargaşa istemediklerini“   Ermeni ve Süryanilere ilişkin reformları   düşündüklerini söylüyor.   Şeyh Ubeydullah ise     Konsolos’un gönlünü hoşetmek amacıyla „Sultan’a bağlı olduklarını“   söylüyerek     geçiştiriyor. Ayrıca   Kürdlerin Nehri’de   toplanmaları meselesinde ise Şeyh Ubeydullah’ın cevabı diplomatiktir. İstanbul’dan     telgrafla   Kürd beylerine   Hac dönüşünü bildirmesi   meselesi de   Şeyh Ubeydullah’ın diplomatça cevaplarından biridir.

Osmanlı devletinin avukatı   kesilen   İngiliz dipolomatına  bu cevaptan   daha makul     bir cevap verilemezdi.

 

Halfin’in   Clayton’un   Şeyh Ubeydullah’ı ziyaret etmesinden sonra   İngiltere’nin Şeyh Ubeydullah’a bundan sonra kafileler halinde savaş malzemesi ve silahlar Şeyh’e gönderilmeye başlandı“(Halfin, age, sayfa 86) yönündeki tespiti doğru değildir. Bu tespit   daha çok Rusya’nın devlet çıkarlarını gözetleyen hayali bir   varsayımdan ibarettir.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri ve  ilk Kürd siyasal örgütü(25)

 

Rusya’nın   Şeyh Ubeydullah Hareketinin arkasında İngiltere’yi araması,   İngiltere’nin   hareketin arkasında   Rusya’yı,   yada İran’ın   Osmanlıyı, Osmanlının   İran’ı araması   bir dizi hesaplı, devlet çıkarlarına   dayalı   propagandadan ibaretti.. Bu güçlerin   hepsi     Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen Kürdlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine   karşıydılar.

 

Halfin’in yukarıda verdiğim   tespiti de   bu çerçevede değerlendirilmelidir.

 

Şeyh Ubeydullah Nehri   önderliğinde   1880   yılının   yazında   Nehri’de     yapılan ve Kürdistan’ın   dört bir yanından Kürdistan ileri gelenlerin katıldığı   “Kürdistan Kongresi”de     “ilk”   Kürdistan   siyasal   örgütünün   temeli atıldı.   “İlk”i tırnak içine alıyorum. Çünkü,     bugüne kadar   ulaştığımız   belge ve verilere göre   konuşuyoruz.   Daha önce de   böyle bir girişim olabilir!!

 

“İlk”   Kürd   siyasal   örgütlenmesi   derken,   Kürdler tarafından     kurulan ilk örgüt   değildir.

 

Osmanlı   tarihinde     ilk   siyasal örgütlülük olan “Fedailer Cemiyeti”(1859) var.   Osmanlı tarihine   ilişkin   yazan       herkesin birleştiği nokta   “Kuleli Vakası”   olarak     tarihe geçen   olayın     arkasındaki     siyasal       örgüt   olan “Fedailer Cemiyeti”   Osmanlı tarihinde   ilk siyasal   yapılanmadır.

 

TBMM   Kutuphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığının   Web   sayfasındada   Fedailer Cemiyeti’nin   Osmanlı tarihinde kurulan   ilk örgüt olduğunu     tespit edirek yöneticileri hakkında   şu bilgi veriliyor:

 

“FEDAİLER CEMİYETİ*

  • 1859, İstanbul
- Genel Başkan Süleymaniyeli Şeyh Ahmet
- Genel Sekreter: Didon Arif Bey,
- Üyeler: Hüseyin Daim Paşa, Binbaşı Rasim Bey, Cafer Dem Paşa, Tophane Müftüsü Bekir Efendi, Kütahyalı Şeyh İsmail, Hoca Nasuh Efendi, Tophane Mızıka Başçavuşu Erzurumlu Mehmed, Hezergradlı Şeyh Feyzullah Efendi, Kütahyalı Şeyh İsmail”(http://www.tbmm.gov.tr/kutuphane/siyasi_partiler.html )

 

Burada       Fedailer Cemiyeti Başkanı olarak ismi “Suleymaniyeli   Şeyh Ahmed” olarak geçen   Şêx Ahmedê Kurdî dir. Şeyh Ahmed aslen   Güney Kürdistan’ın Suleymaniye   şehrinden gelip   İstanbul’a yerleşiyor. Şêx Ahmedê Kurdî,   Osmanlı-Rus   savaşına     3000 adamıyla katıldığı ve çeşitli nedenlerden dolayı savaş cephesini   terkediyor.    Şeyh Ahmed   Bayezit Medresesi’nde Müderis   olarak görev çalıştığı bir dönemde   Medrese öğrencilerinden,   üst düzey subaylardan,   yüksek   pozisyonda bulunan din adamlarını,   Sultan Abdülmecit   karşıtı olan   aydınlara kadar   geniş bir kesimi   çevresine toplayarak   “Fedailer Cemiyeti”ni   kuruyor.

Hemen hemen   tüm kaynaklar Şêx Ahmedê Kurdî’nin   önderliğindeki   Fedailer Cemiyeti’nin   amacı   Sultan Abdülmecit’i   tahtan   düşürüp yerine kardeşi Abdülaziz’i getirmek   olduğunu   söylüyor.

Türk ve Osmanlı   kaynaklar   Şêx Ahmedê Kurdî’nin önderliğinde kurulan bu yapılanmayı     Osmanlı tarihinde   “İlk Örgüt”, girişimi   “İlk darbe girişimi”     ve Şeyh Ahmed’in   örgüte aldığı   gençleri   “İlk gençlik hareketi”   gibi değerlendirmelere tabi tutuyorlar.   Şeyh Ahmed   örgütte üye alırken bir sözleşme   imzalatıyor ve   sözleşmenin sonunda ise „Süleymaniyeli Şeyh Ahmed ile aramızdaki sözleşmeyi kabul ettim. Ben söz vermiş bir fedaiyim“ ibaresi var.Bilindiği gibi   bir ihbar sonucu   “Fedailer Cemiyeti”nin   hazırladığı   plan boşa çıkıyor ve Şeyh   Ahmed te dahil yöneticileri tutuklanıyorlar.   Mahkemeleri Kuleli Askeri   Lisesinde yapıldığından dolayı   “Kuleli Vakası” olarak tarihe   geçiyor.

Şêx Ahmedê Kurdî önce   idama   mahkum ediliyor ve daha sonra   Sultan tarafından cezası kalebentliğe çevrilerek Magosa   sürülüyor.

Namık Kemal, Magosa’da sürgün iken Şeyh Ahmet’ e rastlamış ve kendisinden Magosa’dan yazdığı mektuplarda övgüyle  söz ediyor:
“Kuleli Vak’a’sında herkesin bildiği gibi hiçbir şey söylemeyerek ve sırlarını açıklamayarak fedakarlık eden, bunun için de önce idama mahkum olup daha sonra ölümden bin beter olan işkencelere dayanan hür insanların önderi Şeyh Ahmet de burada. Görüp işittiğime göre düştükleri belayı hiç dert edinmeyip, bu yaşından bu erdemlerinden sonra bizden birşeyler öğrenmek için talebeliğe bile tenezzül ederlermiş..”( http://www.birgun.net/book_index.php?news_code=1208930542&year=2008&month=04&day=23 )

 

Avrupalı basın   ve tarihi kaynaklarda   Şeyh Ahmedi Kurdi’nin önderliğinde gelişen   bu   hareket ile   yakından ilgilenmiştir.

Mesela Paris’te   çıkan “Anuaire Encyclopedique”in 1859-1860 ve 1862   yılında çıkan   yıllıklarından   Şeyh Ahmedi Kurdi’nin   “Kürd asılı” olduğuna   vurgu yapıyor ve   oluşturduğu örgüt yapılanması   hakkında   geniş bilgi veriyor.

“Anuaire Encyclopedique”   söylentileri de katarak   verdiği bilgilere göre   Fedailer Cemiyeti   10,   20 ve   80 binlere kadar insanı   etkilediğini yazıyor.   Ayrıca   örgütün   çalışma tarzına ilişkin olarak   Şeflerin dışında   kimse   kimseyi tanımıyordu.   Her şefe bağlı 100 yada 200 kişi vardı.   Buna   “Xudayi” ,     Örgüt üyelerine   ise “Fedayi”   diyorlardı.( Anuaire Encyclopedique, 1859-1860 Paris 1861, sayfa 836-839)

 

Aslında   bu örgüte   ve Şêx Ahmedê Kurdî’ye  ilişkin     Kürd   tarih araştırmacılarının daha derli toplu   bir incelemeye girmeleri gerekiyor.     Sultan Abdülmecid döneminde   Kürd Mirlerine karşı   yürütülen   savaşlar   ve Kürdlere karşı yapılan kıyımlar bilinmektedir. Şêx Ahmedê Kurdî Sultan Abdülmecid’i tahtan indirmek istiyor.

 

Benim bu yazıda kısaca da olsa   Şêx Ahmedê Kurdî’ye   değinmemin nedeni     Şeyh Ubeydullah önderliğinde     kurulan   ilk Kürd siyasal örgütlenmesi olan “Kurd Ligası” (1880)   Kürdlerin önderliğinde  kurulan   ilk örgütlenme   olmadığını   söylemek içindi.

Şêx Ahmedê Kurdî’nin   Kürdistan’da var olan     iki büyük tarikattan   hangisine mensup olduğununu bilemiyorum.(Şeyh Ahmed üzerine   ayrıca   bir   araştırma yapmak gerekiyor) Suleymaniye’den   gelen   bir Kürd   Şeyhi   olduğu biliniyor.     Suleymaniye şehri     hem Kadiri ve Nakşibendi tarikatlarına     merkezlik   yapan bir şehrimizdir. Şêx Ahmedê Kurdî’nin yaşadığı   dönemde  Mevlana Xalid Şarezori’nin   Halifelerinden olan Şeyh Osman Siraceddin’nin      başka bir     söylemle “Biyare”      şeyhlerinin     bölgede büyük bir etkileri vardı. Ayrıca   o dönem   ve daha önceleri de bölgede   yerleşik olan   Berzenci   Şeyhlerinin büyük bir gücü vardı.

Şêx Ahmedê Kurdî,   ister Kadiri ve   isterse Nakşibendi   tarikatına   mensup   olsun,   tarikatların   Kürdistan’da     kendisine has   bir örgütlenme   biçimi vardır.   Mevlana Xalid Şarezori’nin     Halife ve müridlerine gönderdiği mektuplara bakıldığı zaman        bu durum çok açık bir   şekilde görülmektedir.

 

Tarikat   Şeyhlerinin   siyasete angaje   olmalarıyla birlikte   Tarikat’tan gelen örgütlenme   tecrübeleri     büyük   bir hazine olarak   hizmetlerindedir. Şêx Ahmedê Kurdî’nin “Fedailer Cemiyeti” ve Şêx Ubeydullah Nehrî’nin   “Yekîtîya Kurdan buna   örnek olarak gösterilebilinir.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri ve  ilk Kürd siyasal örgütü(26)

 

Şêx Ahmedê Kurdî’nin   önderliğinde     kurulan “Fedailer Cemiyeti”nde     bir çok Kürd var. Bunların   içinde dikkati çeken   1850’de   varlığına   son verilen   Baban Mirliği’nden   gelen     şahsiyetlerdir. Evet   Baban Mirliği’nin   yıkılmasından   9 yıl sonra   yani 1859 yılında   “Süleymaniyeli Süleyman Paşazade   Ali bey ve Hasan Bey” kardeşler   bu oluşuma   katılıyorlar. İki kardeş de     mahkeme tarafından mahkum ediliyorlar.(Uluğ İğdemir, Kuleli Vak’ası,   Türk Tarih Kurumu Basımevi   Ankara, 2009, sayfa 54-55)

 

Yine   bu 41 kişinin içinde   Süleyman Paşazadelerden   Abdülkadir Bey var.

 

Yani asırlarca   Güney Kürdistan’ın bir kesiminden   hüküm süren ve “Baban Mirliği” olarak tarihe geçen   yapılanmanın   Mir   ailesinden   geliyor.

 

Bilindiği gibi Osmanlı   devleti   1850’de     Mir Ahmed Paşa’nın iktidarına   son vermesiyle   Baban Mirliği’de   sona erdi.

 

Kuleli Vakası’nda  yargılanan   Süleyman Paşazadelerden   Ali bey,   Hasan bey ve Abdulkadir Beylerin   isimlerini aldıkları   “Süleyman Paşa”     hangi Süleyman Paşadır?

 

Bilindiği gibi   Baban Mirliği döneminde     Mir   görevini yerine getiren   aynı aileden   bir kaç     Mir   Suleyman var.   Bunlardan biri       1784 yılında   Süleymaniye şehrini   kuran İbrahim Paşa Baban’ın   babasıdır. İbrahim   Paşa     geçmişte     Baban Mirliği’nin   başkenti   olan   Qeleçolan   bırakarak     Suleymaniye şehrini   inşaa   etti ve başkent   haline getirdi.   Şehir e de   babası olan   Suleyman Paşa’nın ismini verdi.

 

Diğer   Mîr Silêman    ise   yıllarca   Osmanlı devletine   karşı   kanlı mücadeleler yürüten     Mîr Abdulrehman Paşa’nın (resmi yanda) oğlu Mîr Silêmandır.

 

Mîr Abdulrehman Paşa’nın   Mahmud Bey, Suleyman Bey, Osman Bey,   Hüseyin Bey, Yusuf Bey ve Aziz bey   adlı 6 oğlu vardı. (M. Hemebaqi, Mîrnîşînî   Ardelan,   Baban, Soran   le Belgenamey Qaçarî de, Çapxaney   Wezaretî perwerde, Hewlêr, 2002, sayfa 69)

 

Bunlardan     Mîr Sîlêman, 1834 yılından ve vefat ettiği   1838     yılına   kadar Baban Mirliği görevini   sürdürdü

 

Mîr Sîlêman Paşa öldüğü zaman   3 oğlu vardı. Bunların     isimleri Ahmed Bey, Abdullah bey ve Muhamed Bey di.

Mîr Sîlêman’ın   ölümünden sonra     yerine büyük oğlu   Mîr Ahmed   Babanların başına geçti.

Mîr Ahmed   de     etki alanine genişletmeye çalıştığı     bir dönümde Osmanlı devleti ile çatışma içine girdi. Mîr Ahmed’in  kardeşi   Osmanlı devletinin   saflarında     kardeşine karşı savaştı. Mîr Ahmed    yakalandı ve   İstanbul’a   sürgüne gönderildi.    Onun yerine   Abdullah Beyi getirdiler. Osmanlı devleti   Abdullah Bey’i Mir olarak değil,   kaymakam olarak   atadı ve kısa bir süre sonra   Abdullah Beyi de   tutuklayarak İstanbul’a gönderdi. Onun yerine bir Türk’ü atadılar(Dr. Abdullah Elyaweyî,   Kurdistan   le Serdemî Dewletî   Osmanî de,   sayfa 48-49)

 

İşte “Kuleli   Vakası”   denilen     olayda   Sultan Abdülmecit ile   kozları paylaşmak   istiyen   Babanzadeler     bu aileden   geliyorlar.

 

Namık Kemal’ın Şêx Ahmedê Kurdî’yi   “Erbabı   Hürriyetin   Şeyhürreisidir” demesi   bile       bu girişimi   bir başka   gözle   irdelemeye gerektiriyor.

 

Şimdi   esas   konumuz olan     Şeyh Ubeydullah Nehri önderliğinde   kurulan   Kürd Ligası’na   geçelim.

 

Siyasal bir   Kürd   yapılanmasının   oluşum   haberini     İstanbul Ermeni Patriki’nin     İngiltere   Dışişleri Bakanı   Earl Granville’e   gönderdiği   20 Haziran   1880 tarihli   mektubundan   öğreniyoruz.

 

İngiltere   Dışişler Bakanı Earl Granville   hemen   İngiltere’nin     İstanbul Büyük Elçisi   Goshen   ile ilişkiye geçiyor ve kendisine “Ermeni   Patrik’inden     bir Kürd   Örgütünün   kurulmasına ilişkin mektup   aldım ve ekte   bilginize   sunuyorum” diye   yazıyor.( Le Tarîkewe bo Ronakî,   sayfa 11)

 

Ermeni Patriki’nin   mektubunda   “Artık   hiç bir kuşku kalmamıştır, merkezi hükümetin teşviki, aldatma ve oyunlarıyla   Ermeni Meselesini   söndürmek amacıyla     yeni bir Kürd   meselesi oluşturmak   için   bir Kürd Örgütü     oluşturma   çabaları   içindeler.

 

Osmanlı   siyaseti   olan bu örgütün ruhu olan Şeyh Ubeydullahd merkezinde bulunuyor,   Bahri Bey ise     kabiliyetli idarecisi/mesajcısıdır.

Bir   kışkırtma   olayı gündemdedir. Bahri Bey,     Kürd aşiret   reislerinin yanına gidiyor,   bazen   onlara söz veriyor,   bazen altan alıyor ve bazen de   tehdit ederek   hepsini tek bir Başkan’ın   yani Şeyh Ubeydullah’ın çevresinde   toplamak istiyor.

 

Bu örgütün   Türkiye’de   bir   ülke   kurması için   Ermenilerin Axbax(Başkale) bölgesini terk etmeleri için vahşice   faaliyetler içindeler. Bu açıdan     her   türlü kötülükleri yapıyorlar ve yatıştırmanın   imkanı yok.

Axbax’tan     yazan   güvenilir   bir kaç kişi bu meseleye ilişkin   nasıl yazdıklarına   bakınız:

 

‘Osmanlı hükümetinin Devlet Madalyasını kendisine verdiği Bahri Bey   Axbax’a geldiği zaman   şöyle diyordu: ‘Ben Şeyh’i İstanbul’a   gitmeye davet ediyorum, eğer direnirse bende   İmparatorluğun askeri güçlerini   üzerine gönderirim’ ….

 

Bu söylediklerine rağmen Bahri Bey   Şeyh’in yanına vardığı zaman, yalnızca   Ermenistan  Kürd reislerini değil, İran     Kürd Beylerini     Şeyh’in yanına çağırdı.

 

Alixan’ın oğlu Mem(Şikak   aşireti liderleri-Aso) ve yanındaki adamları     Şeyh’e yemin ettiler ve hediylerle geri döndüler.   Diğer   aşiret liderleri de   birinci   ayaklanmada   Şeyh ile birlikteydiler.

 

Bunun dışında   Bahri Bey’in   tüm çabalarına   rağmen   Abdulrehman Cihangiri ve   Kirot Ali Mahmud gibi aşiret reisleri   hala   örgütü tanımıyorlar. Büyük ihtimale   onlarda  bu örgütte katılırlar.

 

Bahri Bey Milan, Alkan ve İran’ın   Duderi,   aşiretlerini de   Şeyh’in   emrine   girmeye   davet etmiştir.

 

Bu örgütün   4000 Martini   tüfeği var. 200 tanesi İran’da     geriye kalanlar ise Türkiye’dedir.

 

Osmanlı hükümeti Avrupa’da   Kürd ırkının hürmetini artırmak için,   Türkiye ve İran’da çağdaş hareketleri     engellemek için doğal olmayan   çabalar içindedir.

 

Bu örgütün üyeleri bir başka opozisyon merkezini oluşturarak Asma ile Salmas   arasını   kontrol etmek istiyorlar.

Axbax ( Hakkari) mutasarrıf’ı   bu hareketten korktuğu   için, etkisi (reaksiyonu) hala   hükümet tarafından kendisine bildirmediğinden dolayı,   bu işten   ayrılmak   istiyor.

 

Bir dizi bahane ile Bahri Bey Van’a gitmek istiyor. Amacı bu vilayetteki   Kürdleri     genel hareketin içine girmeleri   için teşvik etmektir.

 

Şunu da bilmenizi   istiyoruz ki bu örgütün her tarafta   örgüt birimi var.

 

Gerçekten de   Van’daki bazı Türk aşiretlerinin   reisleri   şehir Şeyh tarafından   kontrol edilirse Van’dan   ayrılmak niyetindeler…………..( Le Tarîkewe bo Ronakî,   sayfa 11-12)

 

Ermeni Patriki,  Kürd Ligası’nın kuruluş   haberini   İngiltere  Dışişler Bakanı’na   panik içinde   bildiriyor.  Şeyh Ubeydullah önderliğinde   bir Kürd   siyasal     yapılanmasının   inşa edilmesi ve her tarafta   örgüt birimlerinin    oluşması   ister istemez     İngiltere’yi harekete geçiriyor.

 

Devam edecek..

 

Şeyh Ubeydullah Nehri ve  ilk Kürd siyasal örgütü(27)

 

Aso Zagrosi

 

 

Halfin’in   verdiği bilgilere göre     Suleymaniye, Amediya, Hawraman, Botan,   Sason, Siirt, Muş,   Van ve   İran   Kürd liderleri     Şeyh Ubeydullah   ile   görüş alış verişinden bulunmak amcıyla   Nehri’ye   geliyorlar. Şeyh Ubeydullah’ın   Nehri’de   gerçekleştirdiği   Kürd ileri gelenlerin toplantısına   „200’den fazla   kişi“ katılıyor.(Dr. Abdullah Elyaweyi, age sayfa 130) Aviryanov ise    “1880 Eylül’ün sonlarına     doğru   Ubeydullah tüm Kürdistan’dan   Sivas ve Amasya’dan Şemzinan’a gelen     Şeyh ve Halifelerden oluşan   bir Kongre   gerçekleşti. Bu kongrede Kürd Birliği     gerçekleşti…diyor(Aviryanov, Kurd, Le Cengi Legel İran U Turkiya da, Silemani, 2004, sayfa 240)

Ayrıca   Aviryanov toplantıya 5 Şeyh, 24 Halife, 42 Mirza ve 68 Bey”  katıldığını   yazıyor.( Aviryanov, age, sayfa 241)

 

 

Halfin’de   „Nehri Ulusal   Kongresi“ diyebileceğimiz   toplantıya „ikiyüzyirmi   aşiret reisinin katıldığını“ yazıyor.(Halfin, age, sayfa 88)

Sonuç olarak     Şeyh Ubeydullah’ın çağrısı üzerine toplantıya   katılanların     sayısı   hakında     tam net   bir tablo vermek   zor. Ama,     çağdaş   Kürdistan tarihinde   bu kadar geniş   bir yelpazeye hitap eden   toplantıda   yok gibidir. Geçmişte     bir birleriyle çatışma   içinde   olan bir dizi aşiret lideri     Şeyh Ubeydullah’ın çağrısına   uyarak   Nehri toplantısına     katılıyorlar.

Beyazid’tan Bağdat’a kadar   geniş bir alanda   etkili   olan Şeyh Ubeydullah „Yalnızca   Kürdleri birliştermekle kalmıyor, bu bölgede yaşıyan Ermenileri, Asurileri, Keldanileri ve Nasturileri de kendi   safına   çekmeye çalışıyordu. Bu amaçla   Nasturilerin   reisi   Mar Şimon ve diğerlerinin ileri gelenleri ile   temasa geçerek maruz kaldıkları zulümlerden   kurtulmaları için,   birlikte savaşmalarının önemini anlattı“(Halfin, age, sayfa 88)

 

Aviryanov     Osmanlı devleti     bazı Şeyhler   aracılığıyla     Kürdleri Ermenilere   karşı kışkırtmaya çalıştığını   ve Şeyh Ubeydullah’ın   bu planı     boşa çıkartığını şöyle   dile getiriyor: „Eğer Türk iktidarı   şimdi Kürtleri her açıdan destekliyorsa,amacı Kürdleri Anadolu’da   Hıristiyan halka karşı harekete geçirmektir. Eğer Ermeniler ortadan kaldırılırsa Türk devletinin gözünde Kürdlerin önemide   biter” diyor.(Aviryanov, age, sayfa 240)

 

Şeyh Ubeydullah’ın   küçük torunu,   yani   Seyyid Abdulkadir’in oğlu Seyyid Abdullah’ın oğlu Dr. Aziz Şemzini’de Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti(Mahabad) sırasında   eğitim amaçlı gittiği Sovyetler Birliğinde   hazırladığı   doktora çalışmasında     Nehri Kongresi üzerine   duruyor.

 

Dr. Aziz Şemzini   Osmanlı devletinin   Kürdleri Ermenilere   karşı   kışkırtmak   amacıyla   Şeyh   Fehimi    gönderdiğini yazıyor.   Ayrıca   Dr. A. Şemzini     Kürd   ileri gelenlerinin katıldığı Nehri Kongresinin   Temmuz 1880’de gerçekleştiğini, Kürdistan’ın   kurtuluşu için „Kürd Aşiretleri Örgütü“nun   oluşturulduğunu yazıyor.(Dr. Aziz Şemzini,Culanewey Rizgarî Niştimanî Kurdistan, Senterî Lêkolînewey Stratejî Kurdistan, Silêmanî, 2006, sayfa 117)

 

Şeyh Ubeydullah   Nehri   Kongresi’nin  açılışında   yaptığı konuşmada : „Bundan 550 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu kuruldu. Osmanlılar   meşru olmayan bir şekilde iktidara geldiler. 400, 500 yıl iktidardan sonra Osmanlılar   İslamın yolundan ayrılarak   dinsizliğin   yolunu seçtiler. Artık yıkımları   yakındır. Osmanlı devletinin çöküşü hızlı olacak. Hiç kuşku yok ki,   bu yakınlarda   yıkılacak.

 

Değerli Evlatlarım,

 

Kullaklarınızı   baba ve dedelerimizin   öğütlerine kapatmayınız!! Artık   başınızı   Allahsız Türklerin   sitem   ve baskısı karşısında   eğmeyin!! Yalnızca biz Osmanlı Kürdleri değil, İran Kürdleri de gelişmelerinin   önünde   engel olan güçlerden kurtulmak istiyor.

Atalarımız bizden   din için ve vatanın özgürlüğü için     yaşamımızı     feda etmemizi istiyor.

 

 

Alimler, ‘fırsattan yararlanma aklın gereğidir’ diyorlar. Farslar şimdi Türkmenlerle savaşıyorlar ve tüm güçlerini oraya sevk etmişlerdir.Demek ki şu anda İrana hücum etmemiz için koşullar uygundur. Eğer Farslar   savaş içinde   olmamış olsaydılar   yine de kendilerinden korkmazdık. İran ancak 100 bin mevcutlu bir ordu çıkarabilir ki bu ordunun yarısı İran baskısı altında yaşayan Kürd yurttaşlarımızdır.Kürdistan’ın bir kısmı İran’ın elindedir.Diğer düşmanlarımızdan daha zayıf olan İran ile savaşır ve kardeşlerimizi kurtarırsak Azerbaycan gibi zengin bir memlekete malik olursak diğer düşmanlarımız olan Osmanlılarla savaşmak kolaylaşır.

Eğer   sadece   dağlarımıza   güvenirsek       savaş için gerekli   erzak   ihtiyacını   karşılayamayız.   Sizin bu konuda     tavrınız nedir? Acaba   siz     ileriye   dönük olan bu   harekete   katılmaya   hazırmısınız?

Sizlerin bu konuda   söyleyebileceğiniz bir şey varmı?   Buyurunuz ………..”(Dr. Aziz Şemzini, age   sayfa 120-121)

 

Burada     açık bir   şekilde   görülüyor ki,   Şeyh Ubeydullah       Osmanlı ve   Qaçari devletlerinin denetimi altında   bulunan   Kürdistan’ı   özgürleştirip birleştirmek   istiyor.

 

Şeyh Ubeydullah     kendi döneminin     uluslararası ve   bölgesel     şartları analiz ederek   hareketi   ilk önce   İran’da   başlatmak   istiyor.   Doğu Kürdistan’ın   özgürleşmesinden sonra   Osmanlı   devleti ile hesaplaşmak   amacındadır. Şeyh Ubeydullah   Hilafetin   Türkler tarafından  gaspedildiği inancındadır. Şeyh Ubeydullah    Kürdlerin   içinde bulunduğu   geri   yapılanmanın   sorumlusu olarak   Osmanlı ve Qaçari   devletlerini görüyor. Bu devletlerden   kurtulmak amacıyla   planlı bir savaş stratejisini   oluşturuyor ve pratiğe aktarıyor.

 

Farklı tarihçilerin   farklı şekillerde adlandırdığı   “ilk”   Kürd   siyasal yapılanması, ister ismi   “Kürd Ligası”,   ister “Yekîtîya Kurdan ve     isterse   “Kürd Aşiretleri Örgütü”   olsun   Kürdistan tarihinde   yeni bir dönemin     ilk habercisiydi.

 

Şeyh Ubeydullah   siyasal bir  yapılanmanın önderliğinde   Qaçari ve Osmanlı   sömürgecileri Kürdistan’dan   atarak   bağımsız ve birleşik bir   Kürdistan’ı   hedefliyordu.

 

Elimizde   bulunan verilerden     hareketle   bu   “ilk” Kürd   siyasal   yapılanması hakkında     şu tespitler yapılabilinir:

 

1)Şeyh Ubeydullah Nehri   bu örgütün     lideridir.

 

2)Bedirxan’ın oğlu Bahri Bey   sekreter   konumundadır.

 

Örgütün amacı:

 

1) Kürdistan’ı   Osmanlı ve Qaçari   sömürgecilerinden arındırma,

 

2)Kürdistan’ın   Qaçari ve   Osmanlı   denetiminde bulunan parçalarını birleştirerek   bağımsız ve birleşik Kürdistan’ı   ilan etmek,

 

3)Şeyh Ubeydullah Nehri’yi   Kürdistan Kralı   ilan etmek,

 

4)Kürdistan Ermeni, Asuri ve Keladanilerle     dostluk   ilişkilerini   geliştirmek,

 

Örgütün hakkında verilen bilgilere göre   örgütün Kürdistan’ın   her tarafında       örgüt birimleri var ve   silahlıdır.(M. Hemebaqi,   age, sayfa 77-78)

 

Şeyh Ubeydullah Nehri ve  ilk Kürd siyasal örgütü(28)

 

Aso Zagrosi

 

Nawşirwan Mustafa’da   „Kurd û Ecem   adlı eserinde Şeyh Ubeydullah’ın     çeşitli devletlerle   girdiği ilişkileri,   yazdığı mektupları, Kürdistan’daki     farklı etnik ve dinsel yapılanmalara   karşı yaklaşımları ve   hareketin gelişim   süreci içinde     yaşanan olaylardan   hareketle   şöyle yazıyor:

 

“Şeyh Ubeydullah’ın stratejik amacı     bağımsız bir Kürdistan devletini   kurmaktı.

 

1)Din, aile,   kabile, aşiret, bölge ve lehçe ayırımı   gözetmeksizin tüm Kürdleri   ulusal temelde   birleştirerek     iki İslami devletten   ayırmak,

 

2)Kürdlerin düşmanı olan Osmanlı ve Qaçari İmparatorlukları Kürdistan’dan kovmak,

 

3)Kürdistan’ın Qaçari ve Osmanlı   işgali altında bulunan iki parçasını   bu devletlerin   denetiminden çıkararak   birleştirmek,

 

4)Halkın mal ve can güvenliğini sağlamak, ticareti geliştirmek,     eğitim ve öğretimi yerleştirmek,   sanayi ve uygarlığı Kürdistan’a yerleştirmek,

 

5)Kürdlerle     Hıristiyan   halklar olan Ermeni ve Asuriler arasında   dostluk ilişkilerini geliştirmek, dinsel tolerans ve karşılıklı saygı temelinde   vatandaşlık   prensibini   yerleştirmek,

 

6)İran ve Arap halklarıyla(Mısır, Bağdat ve Hicaz)   dostluk   ilişkilerini geliştirmek,

 

7)Avrupa’nın büyük devletlerinin   siyasi ve   hukuki desteklerini almak,

 

Bu büyük amaçların   gerçekleştirilmesi için siyasi, diplomatik ve   askeri araçları   kullanmayı   ön görüyordu.”(Nawşirwan Mustafa, age,   sayfa 186)

 

Şeyh Ubeydullah Nehri’nin   Nehri’ye çağırdığı ve   görüşmeler yaptığı   kesimler   Kürdistan toplumunun   tüm kesimlerini   kapsıyordu.   Şeyh Ubeydullah   hiç bir   etniksel ve dinsel   yapıyı dışlamaksızın   tüm   kesimleri   tek bir cephede   toplayarak     seferber etmek istiyordu.

 

Daha önce de aktardığım gibi İngiliz Konsolosu Clayton ile M. Bağdasaryan   Çolemerg’e yakın Süryani   Patriki’nin bulunduğu   Koçanis   köyüne gidiyorlar.   Mar Simon   onlara     Şeyh Ubeydullah’ın kendisiyle görüşmek amacıyla   bir mektup gönderdiğini ve kendisinin   Şeyh Ubeydullah’a verdiği cevapta     Süryani Melikleriyle görüştükten   sonra   cevap vereceğini     söylemişti.

 

Halfin   „Marşamon,   kendi kuvvetleriyle Şeyh’e katıldı ve savaştı“ diye yazıyor.(Halfin, age, sayfa 88)

 

İngiltere       Kürdistan’da     yaşıyan Hıristiyanların   Şeyh Ubeydullah önderliğinde gelişen   harekete     katılmamaları   konusunda   ciddi bir faaliyet içinde olduğunu   İngiliz belgelerinden   biliyoruz.   Fakat, İngiltere’nin   düşmanca   faaliyetlerine rağmen   Urmiye   kuşatması dahil   bir dizi alanda   Hıristiyanlarında, özellikle Süryanilerin   harekete   katıldığı bir gerçektir.

 

Marşimon’da   ve bazı   Süryani Melikleri de   Şeyh Ubeydullah ile     görüşmeye gidiyorlar. Yani Nehri toplantılarına   katılyorlar.   Bunlardan biri Melik Harundur.

 

Melik Harun Olayı

 

Şeyh Ubeydullah   önderliğinde   gelişen   1880 Devrimi’nin bastırılmasından   sonra Osmanlı devleti   Kürdistan’da   tam bir terör estiriyor ve   harekete katılan   bir dizi Kürd ileri gelenlerini   sürgüne gönderiyor. Yani sadece   Şeyh   Ubeydullah   ailesi   sürgün edilmiyor.

Bilindiği gibi   Kürdistan’da     faaliyet gösteren   Katolik ve Protestan misyonerler bölgede   yaşayan   Hıristiyanları     kendi mezheplerine   çekmeye çalışıyorlar.    Katolik Misyonerler   Hakkari’de   ikamet eden meşhur   Çeloların     lideri olan   Harun’u     kazanıyorlar.

O dönem Katoliklerin başı olan Mgr Audo   Osmanlı   sarayı ile  ilişkiye geçerek   Harun’u Çelo’ların   Melik’i olarak     kabul etmesini   talep ediyor. Celo’ların lideri Harun’da   İstanbul’a gidiyor.   Yapılan görüşmelerden sonra   Sultan Abdulmecit   Harun’u   Çeloların Melik’i olarak resmen   tanıyor ve kendisine   aylık olarak 3 Osmanlı   lirası   maaş bağlıyor. Melik Harun   Sultan’ın   kendisini   resmen   “Melik” olarak   atanmasını içeren mektubuyla   Hakkari’ye   geri dönüyor.

 

Şeyh Ubeydullah   Nehri   Kongre ve Konferanslar     süreci içinde   Melik Harun’u da   davet ediyor ve kendisiyle görüşmeler yapıyor.

 

Şeyh Ubeydullah önderliğindeki hareketin bastırılmasından sonra   Osmanlı devleti     Melik Harun’un       “Melik” unvanını geri alıyor ve onun yerine başkasını   görevlendiriyor.

 

Melik Harun’un   Meliklik unvanının geri alınmasının asıl nedeni ise   “Şeyh Ubeydullah’ın   örgütlediği   toplantılara   ve harekete katılmak, ayrıca     Şeyh Ubeydullah ile Marşimon arasında   aracı rolünü   oynamak”       olarak     özetlenebilinir.

 

15 Mayis 1885 tarihli   Les Missions   Catholques     adlı dergide     “Melik Haroun, Chef   catholique dans le tribu du Djelo(Kurdistan Turc)/Notice de R.P Rhetore, Missionaire   en Mesopotamie adı altında     uzun bir yazı serisi var.

 

Melik Harun’un   ölümü üzerine   kaleme alınan bu yazı serisinde   hem Melik Harun’un   yaşamı ve hem de   Şeyh Ubeydullah ile girdiği   ilişkiler   üzerine duruyor.

 

Yazı da Şeyh Ubeydullah’ın   Sultan’a karşı   direnişine vurgu yaptıktan sonra   Şeyh Ubeydullah’ın   Süryani liderlerini   davet etme olayına getirerek   şöyle yazıyor: “ Şeyh Ubeydullah Nesturi   meliklerine görüşmek amacıyla   bir davetiye göndermişti. Melik   Harun kendi ülkesinden   diğer Meliklerle birlikte davetiyeyi kabul ederek   gittiler……………… Melikler Şeyh’in   evine giderken   gidişlerine nezaketli bir   biçim verdiler.   Biliyorlardı ki,     daha sonra kurbanı olacakları   bir isyana    katılmaları     çıkarlarına   değildi. Bu arada   kendilerini Şeyh’in karşısında buldular. Melikler   Şeyh’in   ayaklanma ile ilgili projelerine   karşı çıkmaya cesaret edemiyorlardı.   Şeyh’in söyledikleri tüm şeylere       oryantal adetlerde   olduğu     utangaçça   “Amin” diyorlardı.

 

Var olan Melikler içinde Melik Harun kendi düşüncelerini açık bir şekilde ifade etti. Melik Harun ‘bu sonuçsuz bir çaba,   bunu teşvik edenler   işler kötüleştiği zaman   ilk terkedenler olacak’ dedi.   Melik Harun     Şeyh ile   Türk hükümetini   uzlaştırma   yolunu denedi…………….. Şeyh Ubeydullah’ın       girişimleri   başarısızlıkla   sonuçlanınca     Şeyh ‘ Bu Hıristiyan akılı biriydi. Eğer benim çevremde onun gibi   3 kişi olsaydı böyle olmazdı”   diyor.”( 15 Mayis 1885 tarihli   Les Missions   Catholques     adlı dergide     “Melik Haroun, Chef   catholique dans le tribu du Djelo(Kurdistan Turc)/Notice de R.P Rhetore, Missionaire   en Mesopotamie)

 

Ayrıca   Melik Harun’un   Şeyh Ubeydullah   ile Marşimon arasında aracılık   yaptığı suçlaması da   yazı serisinde reddediliyor ve   “iftira” olarak   değerlendiriliyor.   Buna   gösterilen   gerekçe de   Melik Harun’un tüm   yaşamı boyunca     Marşimon’a karşı mücadele   ettiğine bağlıyor.

 

Melik Harun’un   Şeyh Ubeydullah’a   söyledikleri ve hareketin yenilgisi sonrası   Şeyh Ubeydullah’ın   Melik Harun hakkında   yaptığı tespitlerin doğrulanması   ilişkin başka kaynaklara ihtiyaç var. Ayrıca   yazı serisi boyunca “Melik Harun’un iftiraya uğradığı…………. devlete bağlı olduğu” gibi tespitler var.

 

Fakat,   yazı da   Melik Harun’un     diğer Meliklerle birlikte   Şeyh Ubeydullah’ın   davetiyesini   kabul ederek   Nehri’ye   gittiklerini inkar edilmiyor.   Burada da açık bir şekilde     görülüyor ki       Süryani   Melikleri   Nehri’deki Devrim   Hazırlık Toplantılarına   katılmışlardır.

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Hareketinin   Ulusal Kahramanlarından: Hamza Axayê MengurBilbas(29)

 

Aso Zagrosi

 

 

Nehri’de   Temmuz 1880’de     Nehrî Kongresi   diyebileceğimiz   toplantıya  200’den fazla   Kürdistan ileri gelenlerinin katıldığını   daha önce yazmıştım.   Bu toplantıda       hareketi ilk   olarak     Qaçari devletine     karşı   Doğu Kürdistan’da   başlatma kararı alındı.   Doğu Kürdistan’ın   özgürleştirilmesinden   sonra   elde edilecek   güçlerle   Osmanlı işgali altında   bulunan       Kuzey Kürdistan’ın kurtuluşu   daha da   kolaylaşacaktı.

 

Hareketin     Doğu Kürdistan’da   başlatma kararının gerekçelerini     Nehri Kongresinde   Şeyh Ubeydullah’ın       yaptığı   konuşmada   açık bir şekilde     ortadadır.     O konuşmanın   tüm metnini daha önce aktardığımdan geçiyorum.

 

 

Şeyh Ubeydullah’ın   hareketi     Doğu Kürdistan’da   başlatma   nedenlerinde   biri de       halkın direnişe   hazır olması ve   Hamza Axayê MengurBilbas’un     önderliğinde         Qaçarilere karşı   direnişin     başlamasıydı.

 

Zaten   hareket   başladığı zaman   Hamza Axayê Mengur       savaş   cephesinin   bir   komutanı olarak   ortaya çıkıyor.

 

Şeyh Ubeydullah   Hareketi’nin detaylarına girmeden   önce   Hamza Axayê MengurBilbas  hakkında   bazı   bilgileri   vermeden   olmaz.  Hamza Axayê Mengur’u   hesaba   katmadan     Şeyh Ubeydullah   hareketini değerlendirmek çok zordur.       Hamza Axayê Mengur suz       hareket bir   kanattı olmayan     kuşa   benzer.

 

Onun için   kısa da   olsa Hamza Axayê Mengur’un   yaşamı ve mücadelesini anlatmak gerekiyor.   Çünkü, Hamza Axayê Mengur un yaşamı   Osmanlı ve Qaçari devletlerine   karşı   mücadele içinde   geçti. En azından   elimizde   bulunan belgelere   göre   tam   25 yıl   Hamza Axa     bu iki devletle çatışma içinde oldu,   işkence gördü, hapis yattı ve defalarca   aşireti ile beraber   derbeder oldu.

Hamza Axayê Mengur’un   kişisel   yaşamı ve Mengurların     tarih boyunca   Kürdistan’ı işgal eden   güçlere   karşı giriştikleri   direnişler ve   çektikleri   çok   az bilinmektedir. Burada   Hamza Axanın     reisi olduğu     Bilbasların   tarihine girmeyeceğim, ama   kısa da   olsa bazı bilgileri vermek istiyorum.

Kürd   tarihçilerinden   Mir Şerefxan Bedlisi, Şerefname’de   Bilbaslar üzerine duruyor ve   şöyle yazıyor:

 

“Rojkan aşireti 24 kürt aşiretinin bir günde Bitlisin  batısındaki Xwét (Huvit) köyü cıvarındaki  Tab denilen yerde toplanıp ittifak kurmalarından  doğmuştur. Kabilelerden meydana gelen bu topluluk, daha sonra iki ünlü kola ayrılmıştır.

Birinci kola Bilbasi, ikinci kola ise Qewalisi(Kavalisi) adıyla adlandırılmıştır. “Bilbas” yada   “Bılbis” ile   “Qewalis”   sözcükleri ise Hakkari hükümdarlarının köylerinden iki köyün adlarıdır.

Diğer bir rivayete göre ise; Bu iki sözcük Baban aşiretlerinden iki aşiretin adlarıdır”(Şerefxan Bedlisi, Şerefname,   sayfa 411)

 

Claudius James Rich 1820’de   Kürdistan’a   yaptığı   gezi   notlarında   Bilbas   aşiretinden   söz ediyor.   Rich       gezi notlarında   Bilbas*   aşiret konfederasyonunu gündeme getiriyor ve bu birliğe Kabiz, Menzur, Mameş, Piran, Remik, Sin ve Qaqa   aşiretlerin dahil olduğunu yazıyor.(M. Hemebaqi,   Raperini Hamza Axay Mengur, Dezgay Çap û Belawkirdinewey Aras,   Hewlêr, sayfa   27)

Rich     1820’de Bilbasların       aşiret reislerine   „MEZİN „ dediklerini yazıyor.  Bilindiği gibi     „Soranca“ da     „Mezin“ değil     „Gewre“   terimi     büyükler   için kullanıyor.

 

Şeyh Ubeydullah     Hareketi     döneminde yaşıyan Haci   Qadri Koyi,   ve   1800’lerin   sonlarına   doğru Osmanlı ve Qaçari     devletlerin     Kürd   aşiretlerine   ve bu   arada   Bilbasların Zozanlara   gitmelerini yasakladıklarını   bir şiirinde şöyle   gündeme   getiriyor :

 

“Wa rêgetan debestê êlatî Caf û Bilbas

Ger mirdun li german memn’uhe biçine Kwêstan”.( http://aso-zagrosi.over-blog.com/article-30477328.html )

 

Bu yasaklamanın Şeyh Ubeydullah hareketinin   bastırılmasından   sonra   gündeme geldiği açıktır.

 

  1. Hemebaqi’nin   Hamza Axa’ya ilişkin   yaptığı   değerli   çalışmasında   Hamza Axa’ya     dair   çok   bilgiler var. Bu   bilgileri   özetleyerek     paylaşmak istiyorum.

 

Doğu Kürdistan’da     halk arasında   Hamza Axayê Mengur’a    dair hala   bir dizi    atasözü,     stran ve     onun kahramanlıklarını   anlatan   hikayeler /destanlar vardır.

 

Halk arasında dolaşan ve   atasözü haline gelen “Herçi   simêl sûr bû, Hamza Axa nîye deyişi     onun için söylenmiştir.

 

Anlatımlara göre       Hamza Axa   kumral   hatta sarışın biriydi.   Fakat bu atasözü   daha çok   Hamza Axa’nın cesurluğu, yiğitliği ve direnişçi   özelliklerine   vurgu   yapılmak   için     söylenmiştir.   Yani fiziki olarak     birileri   Hamza Axa’ya benzemiş olsa da   yiğitlikte, mertlikte   cesurlukta   Hamza Axa   olamaz   anlamında     kullanılıyor.   Doğu Kürdistan’da   halk arasında   söylenen   beyitlerde   Hamza Axa   bir efsanevi   kişilik olarak   karşımıza çıkıyor.

 

 

1881 yılında   Qaçari     sömürgecileri tarafından   alçakça   bir komplo neticesinden   şehit edilen   Hamza Axayê Mengur’ün ölümü üzerine   132   yıl geçti.  Hamza   Axa’nın     öldürülmesi   olayından   Kürdler   ders çıkarmadılar. Simko ve Qasimlo’nun   tuzağa   düşmeleri   bunun açık örnekleridir.

 

Bugün elimizde bulunan   belgelere göre   Hamza Axa   Mengur   1854 ve 1881 yılları arasında   tam     25 yıl boyunca   Osmanlı ve Qaçari devletlerine karşı mücadele   içindedir.

Hamza Axayê Mengur     yaşadığı   dönemde     Osmanlı, Qaçari, Rus ve İngiliz belgelerine   yaygın bir şekilde     konu oluyor.

 

 

  1. Hemebaqi,    Qaçari   arşivlerinde   Hamza   Axa’ya ilişkin yaptığı   araştırmada     ona ilişkin   ilk belgenin   1854    yılına   denk geldiğini yazıyor.   Bu belge     Qaçari Şah’ı   Nasreddin Şah’ın     Qaçari Dışişler Bakanı   Mirza Abbas Xan Qawam Eldewle’ye gönderdiği mektuptur. Nasreddin Şah   bu mektubunda “Hamza Axa’nın     faaliyetlerini takip etme” emrini veriyor.

 

 

Hamza Axa’dan ilk söz eden   bir   başka belgede   13 Nisan 1854 tarihli   Rusya’nın   Mahabad   bölgesindeki konsolosluğun mektubudur. Bu   mektup     Osmanlı-Rus   savaşının   sıcaklığı(1853-56) ortamında yazılıyor.   Bu mektupta     Doğu Kürdlerinin     Rusya’ya karşı   Osmanlı devletine destek sunduklarını ve “Hamza   Axa’nın   oğlu   Pîrot’tan” söz ediliyor.(M. Hemebaqi, Hamza Axayê Mengur, sayfa 37)

 

Devam edecek

 

*Bilbas       aşiretinin     Sefewi ve   Qaçari       döneminde     uğradığı   katliamları   ve   gerçekleştirdiği direnişleri     irdelemek istiyen arkadaşlar   Hemebaqi’nin   ismini verdiğim eserinin 27-35     bölümüne bakabilirler.

 

Şeyh Ubeydullah Hareketinin   Ulusal Kahramanlarından: Hamza Axayê MengurBilbas(30)

 

Aso Zagrosi

 

Hamza Axayê Mengur’e ilişkin   daha geç diyebileceğimiz     26.09.1881   tarihinde     İran Dışişler Bakanı   Mirza   Seyidxan’ın     Osmanlı devletine gönderdiği   mektuptur.   Bu mektupta   Mirza Seyidxan     bir dizi   tarihsel gerçekleri çarpıtarak     Hamza Axa’nın daha önce     İran devletinin hizmetinde   olduğunu,     huzursuzluklar   yaratarak     Osmanlı devletine   sığındığını ve   oradan itibaren   Osmanlı topraklarında   ikamet eden bazı aşiretlerin   yardımıyla     İran sınır bölgelerine, Serdeşt’e saldırdıklarını yazıyor.

 

İran Dışişler Bakanı     olayı çarpıtıyor. Çünkü   Hamza Axa     1880   Hareketi   başlamadan         onlarca     yıl önce   Osmanlı   devletine   sığınıyor ve uzun yıllar boyunca   Osmanlılar tarafından   hapse atılıyor.(bu   konu üzerine daha detaylı   duracağım)..

 

1880 Devrimi   sırasında   ise     Hamza Axa   İran’dadır.   Hamza Axa   direnişe   geçtiği zaman   Doğu Kürdistan topraklarını   terk etmiyor, Osmanlılara sığınmıyor ve   şehid       olana kadar     İran’da       çatışmalar içindedir.

 

O dönem   Kürdistan’daki gelişmeleri çok yakından   takip eden     İngiltere   Van Konsolosu Clayton, İngiltere Erzurum Konsolosu   Trotter’e yazdığı       05.01.1880 tarihli   mektubunda     Osmanlı   Ordusunun   komutanı     General Semih Paşa’ya     dayandırarak   Hamza Axayê Mengur   hakkında   şöyle yazıyor:

 

Semih Paşa’nın bana   anlatıklarına    göre   Şeyh Ubeydullah’ın adamlarıyla   İran yöneticileri arasında   çok büyük   sorunlar meydana   gelmiş. Semih Paşa’nın anlatımlarına göre 15 yada   16 yıl önce   Kerkük halkından olan Hamza Axa tutuklanarak   İstanbul’a   gönderilmişti.   Bunun ardından   15   yıl   hapiste kaldı. Daha sonra   tavır ve hareketlerinin     iyi oluşundan dolayı serbest bırakıldı. Fakat,   Hamza Axa   Kerkük bölgesinde   sessizce kalacağına   İran’a kaçıyor ve   Kürd Mengur   aşiretinin   reisliğine getiriliyor.     Mahabad’daki   İran yetkilileri vergi     borçlarını vermediği ve başka bahanelerle   Hamza Axa’nın   bir akrabasını   tutukluyorlar. Hamza Axa   Sablax’a gidiyor ve   parayı vereceklerini söylüyor. Fakat,   İran’ın Mahabad   hakimi     Hamza Axa’yı tutuklamak istiyor. Hamza Axa   hançerini   çekiyor ve orada   bulunanlara   saldırıp onlardan bir kaç kişiyi öldürüyor ve   yaralıyor.   Daha sonra   Hamza Axa     atını binip bölgede   uzaklaşıyor. Yaşanan  olay hakkında   Tebriz’e bir rapor   gönderiliyor ve   hemen askeri   güçlere   Mengurları cezalandırmak ve   Hamza Axa’yı tutuklama   emir veriliyor.”(Le Tarikewe bo Ronaki,   sayfa   39)

 

Hamza Axayê Mengur’un     Mahabad’da     kendisini   tutuklamak istiyenlere   saldırıp, onlardan   bir kaç   kişiyi     öldürüp kaçmasından   sonra         Şeyh Ubeydullah   önderliğindeki     hareketinde     başlangıcı oluyor.    Daha sonra   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin     küçük oğlu Seyyid Abdulkadir   Nehri   askeri   güçleriyle   Hamza Axa’ya   yardıma geliyor ve   hareket   büyüyor.

 

  1. Hemebaqi’nin     İran arşivlerine dayanarak     25.11.1880 tarihinde   Osmanlı devletinin Hamza Axa’ya   ilişkin olarak   İran Büyükelçiliğine gönderdiği mektup var.   Bu mektupta Osmanlı yetkilileri

 

Hamza Axa   Kerkük cıvarında   yaptığı yasadışı   faaliyetlerinden   dolayı Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklanıyor. Daha sonra     Musul’da   zorunlu   ikamet şartıyla     serbest bırakılıyor. Hamza Axa   oradan Sablax’a kaçıyor ve   Mengur   aşiretinin reisliğine getiriliyor”(M. Hemebaqi, Hamza Axayê Mengur, sayfa   38)

 

Aslında     yukarıda     verdiğimiz   belge ve bilgilere bakılırsa   Hamza Axa’nın     Kürdistan’ın   Osmanlı   mı   yoksa   Qaçari   parçasından   olduğu   pek net değil. Hamza Axayê Mengur’un       Farslardan     kaçarak   Osmanlıya, Osmanlılardan   kaçarak     Farslara   sığınması   ve her   iki devlet tarafından   tutuklanma ve hapse atılması   olayı   daha da   bulanıklaştırıyor.     Hamza Axa’nın   bu durumu   pekte     Kürdistan gerçekliğine   yabancı değildir. Osmanlı, Fars ve   Ruslar tarafından   Kürdistan’ın     parçalanması   sürecine bakıldığı zaman   Kürd aşiretleri   duruma göre, çıkarlarına göre   bu   3 devlet arasında   sürekli yer değiştirmişlerdi.   Bir   Kürd aşiretinin mensupları aynı anda bir çok   işgalci devletin “vatandaşları” olabiliyordu. Bir aşiret   reisi   yaşamı   süreci içinde     3 ayrı devletin   himayesi     altında   yada   “vatandaşı” olabiliyordu.

 

Mesela   bugün   Kuzey Kürdistan’da     Celali   olarak bildiğimiz   Kürd aşireti     buna   iyi bir örnektir.   Hatta   binsekizyüzlerin   ortalarında   Celaliler   Ağrı Dağı’nın en   üst   eteklerinde   karargahlarını kurar   hiç kimseye ve   herkese “bağlı”   gibi     pozisyondaydılar. Ne   Osmanlılar, ne Ruslar ve   de ne Farslar Celalilere     dokunurlardı. Çünkü, birileri Celalilere saldırdığı zaman   Celaliler karşı   tarafa geçer   ve kendilerine   karşı saldırıya geçene   büyük zarar verirlerdi.

 

Celalilerin bu   pozisyonu   Caflar, Hemawendler, Burukiler, Mengurlar ve   daha bir çok   Kürd aşireti için   geçerlidir.

 

Osmanlı ve İngiliz belgelerinde “Hamza Axayê Mengur’un     Kerkük cıvarından olduğu” gibi tespitler var.

 

  1. Hemebaqi   haklı olarak   burada   Hamza Axayê Mengur’un           Osmanlılardan   kaçarak     Doğu Kürdistan’a geçmesi ve   orada     Qaçari devletinin   denetimi altındaki   Mengur   aşiretine reis olması olayını   bir   soru olarak getiriyor. Çünkü,   o donemler     aşiret reislerinin seçiminde devletlerin de rolü vardı.   Eğer   Hamza Axa    İran Mengurlerinden   olmasa   nasıl aşiretlerinin başına   getiriyorlar?

 

Bu sorunun cevabına   ilişkin olarak İran kaynakları   Hamza Axayê Mengur’un   aslen   İranlı olduğu ve sonradan   Osmanlı devletine   sığındığını yazıyorlar.

 

Örneğin Hisam Mülk’ün oğlu Ali Ekber   Serheng,   babası gibi   Qaçari devletin   en üst subaylarındandı. Şeyh Ubeydullah hareketi   sırasında Binaw, Miyanduwaw, Mukriyan, Sendus, Şino, Mergewer ve Laçan’da   8 yada   9 ay boyunca   Kürdlere karşı   doğrudan savaştılar. Ali Ekber Serheng     yazıp   Nasreddin Şah’a sunduğu eserinde “Hamza Axa   İran   yetkililerinin çok   baskısına uğradı” diyor.

 

27.11.1880 tarihinde   Osmanlı yetkilileri tarafından   İran Sefirine yazılan bir mektupta “Hamza Ağa   Azerbeycan   yetkililerinden çok baskı gördü, haksızlığa uğradığından İran’ı terk etti.” diyor.(M. Hemebaqi, Hamza Axayê Mengur,   sayfa 39)

 

Şeyh   Ubeydullah Hareketi sırasında yaşamış ve hareketi   Qaçari devletinin   perspektifi ile değerlendiren   Ermeni   yazarı   İskender Xuryanis “Hamza Ağa   aslen İran Kürdüdür. Osmanlı topraklarından eski yerleşim yerine Mengurlerin içine  İran’a dönmüştü” diyor.(M.Hemebaqi, age, sayfa 39)

Şeyh Ubeydullah   Hareketi sırasında   İngiltere’nin   Tebriz Konsolosu olan   Abott,   devrimin   sıcak günlerde   Hamza Axayê Mengur ile   defalarca görüşmüştü. Abott   04.12. 1880 tarihinde     İngiltere’nin Tahran Büyükelçiliğine   gönderdiği mektupta “ Hamza Axayê Bilbas- Mengur bir   kaç yıl önce İran’a   vergi ve haraç   vermeyi reddettiğinden   dolayı     Türkiye’ye kaçmıştı.” diyor. (M. Hemebaqi, age, sayfa 40)

 

Devam edecek

 

Şeyh Ubeydullah Nehri(ek 1) M. Ali Birand’ın Kürdlüğü ve   Seyyid Taha Nehri’nin   çocukları

 

Aso Zagrosi

 

Geçenlerde   basına   Mehmet Ali Birand’ın   Kürd asılı   oluşu   yer aldığı zaman bazı arkadaşlarla     uzun     sohbetlerimiz oldu.   M. Ali Birand’ın “Kürdlüğü”     Can Dündar’ın yazdığı   biografisinde   gündeme   geldi.   Geçenlerde de   Ayşe Arman   kendisiyle   yaptığı söyleşide   Birand Asimile olmuş bir Kürt! Kendimi hiç Kürt gibi hissetmedim. Zaten bilmiyordum da. Demek ki ailem için Kürtlük bir zulümmüş. Kürt kökenli olduğunu söylemek kötü bir şeymiş. Söylemediler. Cemre, didikliye didikleye, dayım Mahmut Dikerdem’e sora sora öğrendi. Ama Kürtlerin sorunlarıyla ilgilenmemin, Kürtlüğümle alakası yok.


Peki niye şimdi bu kitapla açıklıyorsunuz?


– Herhalde daha önce ortaya çıkmasına ben de hazır değildim. Zaman aldı.

Tam olarak neresi?

– Elazığ, Palu.
Gidip gördünüz mü?

– Yok hayır. Zaten o Palu gitmiş başka bir yere taşınmış, izi mizi de kalmamış.”( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21953683.asp )

Her ne kadar   Mehmet Ali Birand   kendisini   Kürd olarak hissetmiyor, ama   çok   önemli   iki   noktaya dikkat çekiyor. Bunlardan biri “ailem için Kürtlük bir zulümmüş ve ikinci nokta ise   Kürd asılı oluşunun bu kadar geç açıklamasının nedeni ise “Herhalde daha önce ortaya çıkmasına ben de hazır değildim” diyor.

Aslında   M. Ali Birand’ın     üzerinde durduğu bu iki   husus   onun   Kürd asılı olmasından   daha     önemlidir. Asırlardan beri   şehir Kürdleri,   zorla   göçe   tabi tutulan Kürdler ve   Osmanlı ve Türk devletlerinin   mekanizması içinde   yer alan Kürdler büyük oranda     “asimile” oldular yada   Kürdlüklerini   gizlediler. Çünkü   Birand’ın da dediği   gibi “Kürd olmak zulüm” dür..

Acaba bugün Kaç yüzbin Kürd   “Kürd asılı olduklarını” bile bile   “açıklama   hazır” değiller.

Türk Cumhuriyeti   sadece   şehirli Kürdleri, ekonomik olarak plazlanmış Kürdleri,   devlet içinde   görev alan Kürdleri ve zorla göçettirilen Kürdleri   “Türkleşme”   ile yetinmedi.   Kürd ulusal bilincine   sahip olan     Osmanlı ve Türk Cumhuriyetine karşı   Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü için   mücadele eden Kürd ailelerinin   çocuklarını   da   devletin   hassas   noktalarından   uzak tutarak   entegre etmeye çalıştı.

Ararat Kürdistan Cumhuriyeti’nin   dorukta     olduğu bir dönem de   Türk devleti      direnişe katılan     ileri Kürd ailelerinin   ileri gelenlerini   direnişten vaz geçirmek için   giriştiği entrikaları kısmen de olsa   “Türkiye’ye Geri Dönen Xoybûn Üyeleri Üzerine Notlar()   adlı   yazı serisinde   belgelere   dayanarak   açıklamaya çılışmıştım. (   https://newroz.com/tr/forum/349882/t-rkiye-ye-geri-d-nen-xoyb-n-yeleri-zerine-notlar7 )

Hatta Doğu Kürdistan   direnişinin   önderlerinden Simko Şikak’ın   oğlunun   Türk ordusunda     subay olduğunu “Simko’nun Oğlu Xusrew Türk Ordusunda Subaymı Oldu?” adlı makalede     gündeme getirmiştim. (https://newroz.com/tr/forum/336935/simkonun-o-lu-xusrew-t-rk-ordusunda-subaym-oldu )

Türk devleti,     Kürd ve Kürdistan   direnişlerinin   önderleri olan   çeşitli       Kürd ailelerine   “sahip” çıkarak     kafaları karıştırmaya ve   Kürdlerin  “ulusal ve sosyal   ortak hafızalarının”   oluşumunu engellemek amacıyla   çeşitli etkinlikler   gerçekleştiriyorlar.

Bunlardan biri   geçenlerde   Hakkari’de     Hakkari   Valiliğinin   girişimiyle yapılan “SEYYİD TÂHÂ-İ HAKKÂRİ”   panelidir.   Kürdlerin   Birinci Seyyid Taha dedikleri     ünlü Kürd din alimi   Mewlana Xalid Şarezori’den   hilafetnamesini alan     ve 1853 yılında ölen Seyyid Taha       1880   yılında  Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan için direnişe geçen   Seyyid Ubeydullah   Nehri’nin   babasıdır. Yani  1925 Devriminin   yenilgisinden sonra Şeyh Said ,   oğlu Muhamed ve daha bir çok   Kürd yurtseveriyle birlikte     alçakca   katledilen   Seyyid Abdulkadir’in   dedesi,   1930’larda   İran’da Şah rejimi tarafından   zehirlenerek öldürülen İkinci   Seyyid Taha’nın   büyük dedesidir. Birinci Seyyid Taha’ya   Şeyh Ubeydullah Nehri üzerine hazırladığım   yazı serisinde   değineceğimden dolayı geçiyorum. Panele     konuşmacı olarak katılan Van İl Müftüsü Nimetullah Arvas ise   1914 yılında   Osmanlı devletine karşı     Bitlis Direnişini gerçekleştiren   Mela Selim ile birlikte   idam edilen Seyyid Sibgatullah El-Arvâsî’nin   ailesindendir.

Benim   makalemin anabaşlığında   gündeme   getirmeye çalıştığım   “Seyyid Taha’nın oğulları”    1853’de     vefat eden     Şeyh   Ubeydullah Nehri’nin babası   değil,   Kürdlerin   ikinci yada   Seyyid   Taha Sani dedikleri     Şeyh Ubeydullah’ın oğlu   Seyyid Muhammed Sıddık’ın oğlu       Kürdistan için yürütüğü faaliyetlerden dolayı   Osmanlılar, İttihat ve Terakkiciler ve onların devamı olan   Atatürk ve Kazım Karabekirin nefretle sözünü ettikleri  Seyyid Tahadır.

Yeni Şafak yazarlarından Müfit Yuksel   Seyyid Taha’nın çocuklarının 1961 yılında   Türkiye geri geldiklerini   MSP ve parelelindeki partilerde   faaliyet gösterdiklerini   “Kürdler ve Milli Görüş adlı yazı serisinde söylüyor. Fakat, yazar   kim olduklarını yazmıyor.

Son yıllarda     Kürdlerle ilgili     Türk İslami çevrelerinin   gerçekleştirdikleri   panel ve toplantılarla   ismini   çokca duyduğumuz ve kendisini   ana tarafından “Berzenci Kadiri Şeyhlerine”   bağlayan A. Tarık Çelenk, Ekopolitik Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği Başkanı,   Müfit Yuksel ile   yaptığı uzun söyleşide     Seyyid Taha’nın çocukları   yeniden gündeme geliyor.   O söyleşide I. Dünya Savaşı olunca, Seyit Abdülkadir’in yeğeni olan II. Seyit Taha, o zaten Osmanlı ile bayağı bir sorunlu, İngilizleri destekliyor. Sonra Revandız kaymakamı yapılıyor Seyit Taha. Irak, Osmanlılardan koparıldıktan sonra. Basra’ya kadar kaybediyor Osmanlı. Bir süre sonra İngilizlerle de anlaşamıyor, Tahran’a gidiyor, orada vefat ediyor. 60’lı yıllarda her iki oğlu Türkiye’ye dönüyor. Her iki oğlu Milli Selamet Partisi, Refah Partisi çizgisinde yer aldı.

Tarık Çelenk: Kimlerdi onlar?

Müfit Yüksel: Bir tanesi iki sene önce vefat etti. Birisi hayatta. Şu anda İhlas Marmara evlerinde oturuyorlar. Evren Ören birer villa verdi bunlara. İngilizlerle anlaşanın çocukları bile burada Milli Selamet Partisi, Refah Partisi hareketi içerisinde yer alabiliyorlar. PKK’ya giden olmuyor. Kürt aristokrasisi içinde PKK’ya giden yok onu söyleyeyim size. Gerek eski Bey aristokrasisi gerek Nakşi aristokrasisi içerisinde.” ( http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5977 )

 

Aslında çok   enteresan bir konu.   Sayın   Müfit Yuksel’e   doğrudan sorulmasına rağmen   Seyyid Taha’nın çocuklarının isimlerini açıklamıyor. İlk başta   çok masumane   ve aileyi   koruma   güdüsüyle   hareket edildiği   düşünülür. Ama   kimden   koruma? Sorusu gündeme   geldiği zaman   sorun daha da     netleşiyor.   Herhalde   Türk devletinden koruma   diye   bir şey olamaz. Çünkü bu insanlar     1960/1961 yıllarında   Türkiye geldikleri zaman   devletin   izniyle geldiklerini   biliyoruz. İhsan Nuri Paşa’ya   da af çıkarılmıştı.   Yaşar Hanım bir kaç defa Türkiye gelip gitti. İhsan Nuri   Türklere güvenmediğinden dolayı   Türkiye gelmedi.(İhsan Nuri Üzerine   Yazdığım yazı serisine bakabilirsiniz)

Türkiye’ye geri dönen       Seyyid Taha’nın çocukları   Türk devletinin bilgisi dahilinde geldiler ve   her Kürd gibi   fişlendiler ve sürekli   takip altındalar.

Geriye kim   kalıyor?   Kürdler…….

Sayın   Müfit Yuksel’in Seyyid Taha gibi Kürdlerin bir ulusal liderlerinin   çocukları   hakkında   bilgi sahibi olmasını   istemediğinden dolayı   isimleri açıklamıyor.

Seyyid Taha Sani   yada    İkinci Seyyid Taha   üzerine “Şeyh   Ubeydullah Nehri”   yazı serinde daha uzun   duracağımdan   dolayı   şimdilik   kısa   bir belirlemeden   bulunarak geçiyorum.

Bugün elimizden bulunan İngiliz, Fransız, Rus-Sovyet ve İran arşiv belgeleri ve ayrıca     Seyyid Taha döneminde yaşıyan Kürd şaysiyetlerin   anılarında açık bir şekilde   görülüyor ki,     Seyyid Taha   1913 yılında     Bitlis’ta baş gösteren      direnişi     Abdulrezak Bedirxan,   Kamil Bedirxan ve bir çok Kürd din ulemasıyla birlikte   örgütleyen Kürd   şahsiyetlerden biridir.   Yine     Seyyid Taha   Doğu Kürdistan’da   Simko ve Abdulrezak Bedirxan ile birlikte   Fars rejimine karşı   Özgür bir Kürdistan için   çalışan   bir kaç önder kadrodan   biridir.   Bugün Rus arşiv belgelerinde   açık bir şekilde   öğreniyoruz ki,   Seyyid Taha   Birinci Dünya Savaşı öncesi     Şeyh Abdulselam Barzani ve Simko ile birlikte   bağımsız bir Kürdistan için   pazarlık yapan ve yardım almaya çalışan bir Kürd şahsiyetidir.   Seyyid   Taha   daha sonra     Türklerin kurduğu bir   komplo neticesinde   Ruslar tarafından tutuklanıyor.   Kürdlerin   Ruslara karşı tavrı   sertleşinde Ruslar bir   araştırma komisyonu kuruyor ve Seyyid Taha hakkında   var olan bilgilerin yanlış olduğunu   görüyor ve serbest bırakıyorlar.   Daha sonraki süreçte   Seyyid Taha , Mustafa Kemal ve Türk Cumhuriyeti’nin     kurucu kadrosunu   idama mahkum eden   değerli Kürd şahsiyeti Mustafa Paşa Yamulki ile birlikte   Simko’yu ve Şeyh Mahmud Berzinci’yi     Türklere karşı bir cephe de   toplama   girişimide bulunuyorlar. Seyyid Taha ve Mustafa Paşa Yamulki(Türkler Nemrut Mustafa   diyorlar)   Türkleri   Kürdlerin baş düşmanı olarak görüyorlar. (Daha detaylı bilgi için Mustafa Paşa Yamulki’nin anısına   yazdığım yazı serine bakınız)

Seyyid Taha     Kürdistan’ı özgürleştirmek için     İngiltere’nın       yardımına     başvuruyor. Fakat, ne yazık ki   o dönemler Kürd liderleri arasında   birlik olmadığından dolayı bir dizi plan boşa çıkıyor.   Şeyh Mahmud   Berzenci önderliğindeki   Kürd hareketi   İngiltere ile sorun   yaşarken   Kemalistler ve Bolşevikler   de   ortamı kızıştırdılar. Şeyh Mahmud’un   Kemalistlerle girdiği ilişkiler ve imzaladığı antlaşmaya   karşı çıkan   Seyyid Taha   ve Mustafa Paşa Yamulki   İngiltere’yi desteklediler.   Seyyid Taha     Özdemir Paşa’nın önderliğindeki   Güney Kürdistan’daki Türk   güçlerinin   dışarı atılmasında   büyük bir rolü oldu. Seyyid Taha   daha sonra   Rewandiz Kaymakamı oldu ve Rewandiz’ı   Kürd yurtseverlerinin   toplama merkezi   haline getirdi.   Kürdlere   ilişkin   hesaplarını kapatan   İngiltere   Seyyid Taha’dan kurtulmak için  İran Şahı ile anlaşarak   Şah tarafından   Tahran’a davet etmeyi sağladı.(1928) Ve   daha sonra   zehirleyerek öldürdüler.

Yeni Şafak yazarı Müfit   Yuksel’in   Kürdlerden gizlediği   Seyyid Taha’nın çocuklarına gelince     bazı   bilgileri   vermeye çalışacağım.

Kürd Ulusal Liderlerinden   Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu   Seyyid Muhammed Sıdık’ın   oğulları:

1)Seyyid Taha Sani(İkinci)

2)Seyyid Reşid,

3)Seyyid Şemseddin,

4)Seyyid Musehaldin,

 

Seyyid Taha Sani(ikinci)nin   erkek çocukları:

 

1)Seyyid Muhammed Sıdık Sani-ikinci-(Puşo)

2)Seyyid Ubeydullah Sani(Tero)

3)Seyyid Salih Darucan,

4)Seyyid İzzedin(Çeto)

5)Seyyid Ahmed,

6)Seyyid Haci Sani,

7)Seyyid Mazhar(Kerkes)

 

Seyyid Muhammed Sıdık Sani’nin   erkek çocukları:

1)Seyyid Kamuran,

2)Seyyid Xusrew,

3)Seyyid Perawez Teroş

4)Seyyid Faruqi

 

Seyyid Darucan’ın erkek çocukları:

1)Seyyid İmadedin

2)Seyyid Sami,

3)Seyyid Egid,

 

Seyyid İzzeddin (Çeto)in   erkek çocukları:

 

1)Seyyid Birzo,

2)Seyyid Feramerz,

3)Seyyid Aras,

 

Seyyid Ahmed’in çocukları:

 

1)Seyyid Taha(Çeko)

2)Seyyid Hoşeng,

3)Seyyid Ferheng,

4)Seyyid Said

Seyyid Haci Sani’nin erkek çocukları:

1)Seyyid İsmail,

2)Seyyid Abdulnasır,

3)Seyyid Suleyman(Muhendis)

 

Seyyid Mazhar(Kerkes)ın erkek çocukları:

1)Seyyid Nureddin,

2)Seyyid Gazi,

3)Seyyid Geylani,

4)Seyyid Abdullah

 

Seyyid Şemseddin’in ise erkek çocuğu:

1)Seyyid Reşid,

 

Seyyid Muslehddin’in ise   çocukları:

1)Seyyid Kazım Jajabadi,

2)Seyyid Enwer,

3)Seyyid Wahdeddin,

4)Seyyid Reşid(     Şeyh Ubeydullah Nehri ile   ilgili     yazı serisinde gerekli kaynakları   vereceğim)

 

Şimdi   1960 yada 1961 yılında     Türkiye dönen   Seyyid Taha’nın   çocuklarına gelelim.

 

8 Kasım 2008 tarihli   Türkiye gazetesinin   verdiği habere   göre   Mazhar Geylani   vefat etmiş..

Ama   haber çok ilginç.

Haberin   ilginçliği     şöyle “Büyük İslam alimi Seyyid   Abdulkadir Geylani ve Taha Hakkari Hazretlerinin torunlarından   İhlas Vakfının mensubu Mazhar Geylani” diye kendisinden   söz ediliyor. (http://portal.tg.com.tr/haberdetay.aspx?haberid=392592#.ULI2M7T7lJF )

Tam   utanılacak bir   durum.

 

Tamam   Nehri Şeyhleri kendilerini   Kadiri Tarikatının kurucusu   Seyyid Abdülkadir Geylani (1078 – 1166) bağlıyorlar.   Değerli Kürd araştırmacısı   Giw Mukriyani “Soran Mirleri” üzerine olan   çalışmasında   onun Kürd asılı olduğunu verilerle ortaya koydu.

 

Tamam,   Seyyid   Mazhar(Kerkes)   Seyyid Taha Hakkari’nin ailesinden   geliyor, ama   Seyyid Kerkes’in     bir babası,   dedesi ve büyük dedeside var.

Niçin   Seyyid Kerkes’in babası   Seyyid Taha’dan söz etmiyorlar? Çünkü   Kemalistlere ve Türk işgalçilerine düşmandı.

Niçin   Kürdlüğü   ve İslam dinini birleştiren,   Kürdistan’daki   dini azınlıklara karşı toleranslı   birleşik ve bağımsız Kürdistan   önderlerinden   Şeyh Ubeydullah   Nehri’den   söz etmiyorlar.

 

Çünkü, Kürd   direnişinin   önderlerini unuturmaya çalışıyorlar.

 

Seyyid Mazhar’ın   çocuklarına ilişkin verdiğim listede   oğullarının   biri   Türkiye gazetesinin “Bilgi işlem servisinden   Ubeydullah Geylani’dir”

 

Ubeydullah   Geylani   kendisine verilen   bu ismin   büyük dedesinin   ismi   olduğunu   bilmiyormu?

 

Türkiye gazetesinin “bilgi işlem servisinde”   çalışıyorsa   dedesi Seyyid   Taha   hakkında   bilgi   veremiyor mu?   Niçin bin yıl öncesini   hatırlıyor ve dedesini   hatırlamıyor?

 

Şeyh Kerkes’in diğer oğlu Qazi’de   “İhlas Holding personelinden”   olduğuna   göre     TGRT, Türkiye gazetesi ve   tekellerinden bulunan   diğer basın ve yayın organlarına   sağlıklık   bilgi veremezmiydi?

 

Mazhar Geylani’nin   büyük oğlu Nureddin Geylani ise 13 Aralık 2006 da vefat etti.   Mazhar Geylani’nin eşi Mahru Ana   ise 22 Aralık 2011’de vefat etti.

 

Türk devletinin     Kürdlere karşı yürütüğü zulüm ve vahşeti sürdükçe     daha nelere   tanık   olacağız.

 

 

Devam edecek

 

Aso Zagrosi

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.