Ana içeriğe atla

Ne Onlarla Ne Onlarsız Olmuyor”(!)

İsrail-Türkiye ilişkisi bu cümleden gizlidir.

Kuşkusuz sorunsuz süren bir ilişki olmaz. Bu Türkiye-ABD ve Türkiye-İsrail arasındaki ilişkide de böyledir. Türkiye’nin, ABD veya İsrail’le ikili ilişkilerinin son yıllara kadar sorunsuz seyrettiği ileri sürülür. Bu doğru değildir. AKP hükümeti önceside Türkiye'nin bu her iki ülkeyle sorunları oldu.

Sadece birkaç ara başlık.

Türkiye’nin Kıbrıs 1974’te işgal etmesi sonrası ABD Kongresi silah ambargosu uyguladı. Ambargo ancak İran'da İslam devriminin başarıymasıyla son buldu.

Knesset, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden yaklaşık bir-birbuçuk ay önce verdiği bir kararla Kudüs’ün tamamının İsrail’in başkenti olduğunu duyurdu. Bunun üzerine Araplar İsrail'in ihracı için BM verilmek üzere bir tasarı hazırladı. Tasarıya Türkiye'de destek verdi. Bunun üzerine ABD harekete geçti. ABD’nin BM nezdinde o dönem Büyükelçisi Jeane Kirkpatrick’in, bu tasarı daha ileriye gidecek olursa Amerika’nın genel kurul’dan çekileceğini söyledi. Bu nedenle tasarı unutulmaya bırakıldı.

Fakat Türkiye bunu hazmedemedi. İsrail’de ki temsiliyetini ikinci sekreter seviyesine çekiti. Bilindiği gibi 1956-1991 arası Türkiye’nin, İsrail'de Büyükelçisi yoktu.

Bülent Ecevit, İsrail’in 2002 Nisan’ında, İsrail'in Jenin’de yaptığı operasyon sonrasında yüzlerce Filistin’in ölmesine karşı İsrail devletini “soykırım” yapmakla suçladı.

AKP hükümeti Hamas lideri Halit Meşalı Türkiye'ye davet etti.

Erdoğan, Hamas sandıktan çıktı, toprağını yönetmesine izin verilmedi, bu nasıl demokrasi anlayışı diyerek fetva çıkardı.

2009 Ocak ayında İsrail Dışişleri bakan yardımcısı Türk Elçisini kabul ettiğinde düşük bir sandalyaye oturtmak istedi.

Davos'ta Erdoğan'ın İsrali soykırımcılıkla suçladı.

Ve en son olarak Mavi Marmara olayı ve sonrasında derinleşen kriz.

Türkiye, Arap dünyasıyla kültürel ve dinsel bağları olan bir ülkedir. Buna rağmen İsrail ile Arap dünyası arasında dengeli bir politıka izlemiştir.

Türkiye-İsrail arasindaki ilişki 1949’dan beri, zaman zaman inişli çıkışlı bir grafik sergilense de, ortak çıkarlar esas alınarak ete kemiğe bürünmüştür.

İsrail ve Türkiye 1958’de anti-komünizm ve pan Arabizm’e karşı, “Çevresel Pakt“ anlaşması imzalamıştır.

Soğuk Savaş sonrası, 1996 ve 1997 tarihli ekonomik ve savunma içerikli antlaşmalar yapmışlardır.

Türkiye bu arada, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile siyasal diyaloğunu geliştirmiştir. 1990’larda Filistin’in siyasal temsilciliğini, İsrail’le eş zamanlı olarak, Büyükelçilik düzeyine çıkarmıştır.

Bu ilişki türü zaman zaman sorun çıkarsada esasında son krizin nedeni buradan kaynaklanmiyor. Krizin kaynağı ABD ve İsrail'in Sovyet blokunun dağılması sonrası izledikleri BOP'dır. Bu politıkada Kürdlerle girdikleri ilişkilerdir. ABD ve İsrail'in izlediği bu politıkaya karşılık Türkiye bu iki devletle çıkar çatışması içinde olan ülke ve terörist örgütlerle ilişkiye geçerek, anlaşmalar yaparak cevap vermiştir.

TC devletinin Arap ülkeleri, İran, Hamas ve Hizbullah gibi terörist gruplar ile geliştirdiği işbirliği politıkası İsrail tarafından ciddi olarak kaygı duyulmaktadır.

Kimi çevre, bunu AKP'nin temsil ettiği siyasi islama bağlasada aslında bu politıka sadece AKP hükümetinin değil, Türk devlet politıkasıdır. Her ne kadar İsrail-Türkiye arasındaki ilişkilerin yara almasını AKP hükümetinin “ideolojik yaklaşımı”nı gösterilsede mesele bu kadar basit değildir.

Bu yaklaşım, Türk ordu eksenli Kemalist çevrelerin AKP hükümetini yanlızlaştırma, güçten çıkarmaya yönelik bir propagandadır. Her ne kadar her iki ülke arasındaki ilişkilerin yara alması AKP hükümeti döneminde taban yapsada bunun tek günah keçisi AKP hükümeti değildir.

Yukarıda da, izah ettiğim gibi bunun esas sebebi, ABD ve İsrail'in yüzyılımızın başında izledikleri Ortadoğu politıkalarıdır. Bu politıkada Kürdlere bir aktör rolünün verilmesidir. Kürdistan'ın Güneyi'ndeki kazanımlar ve bu kazanımlardan ABD ve İsraili sorumlu tutmasındandır. Türk devletinin rahatsızlığı ve AKP hükümeti döneminde derinleşen İsrail-Türkiye ilişki bunalımın esas nedeni budur.

Türkiye-Amerika-İsrail üçlü stratejik ortaklığının soğuk savaş sonrası ve Birinci Körfez Savaşı ardından ters bir rotada seyrettiği gözlenen bir olay. Bunun nedeni Kürdistan sorunu. ABD ve İsrail tarafından izlenen Orta Doğu politikalarıdır. Türkiye bu politıkaları ulusal çıkarlarına ters görüyor. Sıcak bakmiyor, sorun çıkarıyor, ABD ve İsrail karşıtı bölge devletleri ve terör örgütlerine yakınlık duyuyor ve ikili anlaşmalar yapıyor.

Kimi çevreler her ne kadar bunun nedenini AKP hükümetinin ideolojik yaklaşımına bağlasada bu doğru değildir. ABD-İsrail ile Türkiye arasında doğan sorunlar AKP hükümeti öncesi zaten vardı. Ama o sorunlar bu kadar derin bir krize neden değildi. Baştada belirtiğim gibi şu anki krizin nedeni, ABD-İsrail ikilisinin Kürdlerle olan ilişkileridir.

ABD ve İsrail'in Güney Kürdistan hükümeti ile var olan açık ve gizli ilişkilerine karşın, Hamas ve Hizbullah'a silah yardımı yapan İran'a Türkiye'nin yol vermesi ilişki krizinin boyutunu vermektedir.

Mavi Marmara krizi her iki devletin karşılıklı izledikleri karşıt politıkaların sadece bir sonucudur.

Mavi Marmara Gemisi operasyonu sonrası giderek gerilen İsrail-Türkiye ilişkilerini normalleştirmek için karşılıklı girişimler başladı. Türkiye'nin Mavi Marmara Gemisi'ne yapılan saldırının uluslararası soruşturma komisyonunu tarafından incelenmesi talebini İsrail kabul etti. Arkasında el koyduğu üç gemiyi Türk yetkililere teslim etti. İsrail'in bu iyi niyetine karşın Türkiye krizi derinleştirmek için boş durmadı.

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail tarafından atılan bu adımlar olumlu ancak yeterli bulmadığını, özür ve tazminat taleplerinin yerine getirilmesi gerektiğini açıkladı.

Türk tarafın bu dayatmaları İsrail tarafından kabulenir mi bilmem, ama Türklerin görüşü İsrail'in buna mecbur olduğudur.

Türkiye, bunun nedenide “İsrail'in bölgede artan yalnızlığı”nı göstermektedir. Buna dayanarak kendini dayatmaktadır. Hata bununla yetinmemekte, daha önceleri dile getirdiğ İsrail-Suriye barış görüşmelerinde arabulucu olma isteğini İsrail'e kabul ettirmeye kadar işi yokuşa sürdüğü söylentileri ortalıkta dolaşmaktadır. Bilindiği gibi Türkiye'nin bu talebi Suriye tarafından kabul görülmüştü. Fakat basına sızan bir habere göre İsrail'in toplantı yerinin Bulgaristan olabileceği açıklaması Türkiye'yi çileden çıkmasına yetti.

İki ülke arasındaki ilişkiler sanıldığı kadar sıcak değildir. AKP Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in Ankara’daki yabancı ülke ve kuruluş temsilcilerine verdiği iftar yemeğine İsrail Büyükelçisi'nin çağrılmaması bunun kanıtıdır.

İsrail Ankara Büyükelçisi Gabi Levy'nin AKP iftar sofrasına çağrılmaması üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada; “Erdoğan'ın tansiyonu yükseltmek için hiçbir fırsatı kaçırmadığı bir kez daha görüldü, biz sorumlu davranacağız ve Türklerin Kılıçlı dansına eşlik etmeyeceğiz” denildi.

Bu yaklaşım İsrail'in Türkiye ile ilişkilerini sıcak tutmak istediklerine yorumlandı. Buna karşın AKP'nin ise İsrail karşıtı tutumunu sürdüreceği sanılıyor. Bu tutumla toplumda iyi bir sempati kazandığı ve oylarını artırdığı var sayılıyor. İzlenen politıka aslında sandıktan ötedir. Dönemin TC devlet politıkasının gereğidir.

Aslında Türkiye'nin elinde gelse İsrail'i bir kaçık su da boğmak ister. Fakat mevcut konjoktör buna yol vermiyor.

Bazı çevreler bunu AKP hükümetinin politıkasına bağlıyorlar. Türk dış politıka yönünün Batıdan Doğuya çevirdiği ile izah ediyorlar. Atatürk dış politıkasından sapıldığı ve batı değerlerini takmadığı iddia edliyor.

Türk yetkilileri bunu red ediyorlar. Ama ABD ve İsrail'in izledikleri BOP'na karşın kendi çıkarlarını Kürd düşmanı devlet ve terör örgütleriyle ilişki geliştirmesinden buluyorlar. ABD ve İsrail'i geriletmek için baş vurmadıkları oyun bırakmıyorlar. Kendi lehlerine olabilecek her fırsatı değerlendiriyorlar.

Bunun somut örneği Mavi Marmara olayını BM taşımasıdır.

Türkiye'nin istemi ve İsrail'inde hoşuna gitmesede uluslararası konjoktör gereği olur demesiyle Mavi Marmara saldırısını araştırmak için BM tarafından Türkiye, İsrail, Yeni Zelanda ve Kolombia'dan oluşan bir komisyon oluşturuldu. Her ne kadar komisyonun karar alma hakkı olmasada, sadece olayın gelişimini ortaya çıkarıp raporlaması ve raporun bağlayıcılığı olmaması bile İsrail'i köşeye sıkıştırmaya yol açacağını hesaplamaktadır.

Ki bu komsyonun yanısıra Türkiye ve İsrail zaten kendi çapında olayları soruşturan komisyonlarını kurdular. İsrail'in, iç mekanizmalarını harekete geçirerek kurduğu komisyonda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Ehud Barak, Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'in Komisyon karşısında arka arkaya verdikleri ifedelerinde İsrail'in haklı olduğunu, olup bitenden Türkiye'yi sorumlu tuttular. Türkiye'de İsrail'i sorumlu tutuyor.

Erdoğan, katıldığı ve İsrail Ankara Büyükelçisinin davet edilmediği iftar yemeğinde; “31 Mayıs saldırısı sonrasında uluslararası kamuoyu önünde açıkladığımız taleplerimiz halen geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda İsrail, hatasını kabul etmeli, özür dilemeli ve tazminat ödemelidir. Bu şartlarımızın karşılanması için konunun takipçisi olmayı sürdüreceğiz.''

Türkiye, İsrail'i köşeye sıkıştırmak için yakaladığı tüm kozlarını kullanıyor. Mavi Marmara baskınını BM taşıması ve bir araştırma komisyonunu olşturmayı başarması İsrail'i zor durumda bıraktığı açık. Her ne kadar komisyonun oluşumuna evet dediysede bunu hazmettiği söylenemez.

Türkiye, İsrail'i köşeye sıkıştırmak için operasyona katılan askerlerinde ifadesinin alınabileceği tavrı İsrail tarafından red edildi. Hatta bunun dayatılması halinde komisyondan çekileceği bile gündeme getirdi. Her halükarda ister çekilsin, ister askerlerin ifadelerine izin verilsin, bu olay bazında Türkiye İsrail'i zora soktu.

Türkiye'nin Mavi Marmara baskınına ilişkin başlattığı incelemeden İsrail'den beklentisi, Türkiye'den özür dilemesi ve baskında yaşamını yitirenlerin yakınlarına maddi ve manevi tazminat ödemesi. Türkiye politıkasını böyle oluşturdu. Resmi olarak bunu defalarca dile getirdi. Her defasında İsrail bu istemi red etti. Dahası özür dilemesi gereken tarafın Türkiye olduğunu savı İsraili yetkililer tarafından dile getirildi.

Karşılıklı suçlamalar ve tehditlerin devam edeceği açık. Türkiye işi habire yokuşa sürerek İsrail'i geriletmeye çalışmaktadır. İlişkilerini koparacağı tehditlerini bile sesli olarak dile getirmekten kaçınmamaktadır. Kulağı delik bir Türk yazarının yazdığına göre, “üst düzey bir dışişleri yetkilisinden, özür ve tazminat koşulları yerine getirilmezse üstüne ‘bir bardak soğuk su’ içilmeyeceği söylenmişti bizlere. Ayrıca İsrai’e ‘makul bir süre’ tanındığı, o süre zarfında özür ve tazminat gelmezse, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bulunduğu noktadan da geri gideceği belirtilmişti yine aynı diplomat tarafından. Türkiye-İsrail ilişkilerinin halihazırda gelmiş bulunduğu nokta göz önüne alındığında, daha da gerisi ‘kopma’dan başka ne olabilir di ki?”

Türk diplomatları her ne kadar bu tür blöf yapsada İsrail'in buna yanaşmayacağınıda bilecek kadar tecrübelidirler. Türk-İsrail ilişkileri bilinen mecrada sorunluda olsa akacaktır. Bir yerde birbirlerine mecburdurlar. İki tarafında dediği gibi, 'ne onlarla, ne onlarsız olmuyor.'

Biz yine umut edelim ki, aralarındaki kriz derinleşsin...

Bu vesileyle biz Kürdleri ilgilendiren bir başka konuya kısaca değinip yazımı bitireyim.

Hepinizin dikkatini çektiğini sanıyorum.

Türkiye, Mavi Marmara operasyonunda 9 vatandaşı İsrail öldürdü diye BM baş vurdu. İsrail'den özür ve tazminat talebinde bulundu.

Peki Kürdler, Türk devleti tarafından 12 Aralık 1980 gecesi sınır ötesi bir operasyonla 16 Kürd insanını katletmesi, 1980 sonrası kalorifer kazanına, asit kuyularına, şu veya bu yol ile “”devletin politıkası gereği” katlettiği 17 bin Kürd'ün ve Kürd gerillalarına karşı kimyasal silah kullanması ve benzerli davalar BM taşıyamaz mı? Veya bir başka uluslararası mahkemeye?

Bunun hukuki prosedörünü bilmem, Bu tür suçları bu kuruluşlara taşımak için ilahi devlet olmayı mı gerektiriyor? Eğer bu şart koşuluyorsa bu koşulu Kürd milletinin önüne koyan her kimseler işlenen bu insanlık suçunun ortakları olmuyorlar mı?

Yok eğer bu koşul yoksa, Türk egemenlik sistem sahipleri tarafından işlenen bu insanlıkdışı suçlar BM veya benzeri uluslararası kuruluş ve mahkemelere taşınmıyorsa bunun vebali Kürd aydın ve politıkacıların boynundadır.

16 Ağustos 2010

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.