Ana içeriğe atla
Submitted by Ahmet Alim on 31 October 2009

Onaltıncı Türk devleti olarak adlandırılan Türkiye Cumhuriyetinin varlığı ilk 10 yılında olduğumuz 21. yüzyılda tartışmalı hal almıştır. 2 yıldan beri gündemi belirleyen Ergenekon davası ile Hükümet ve TSK arasındaki çekişmeler TC'yi tartışmalı bir konuma getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun mirascısı olarak kurulan ve üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen Türk Ordusunun koruması ve vesayeti altındadır. Türkiye Cumhuriyetinde iktidarın ikili bir yapıya bürünmesi sonucunda başlayan iktidar mücadelesi TC'nin ne kadar temelsiz olduğunuda göstermektedir. Bu koşullarda, bir yönetim biçimi olarak Cumhuriyet ile TC'ye ilişkin analizler aşağıdadır.

Cumhuriyet bir yönetim biçimi olarak ilk defa Antik Roma medeniyeti döneminde ortaya çıkmıştır. MÖ 509 yılı civarında monarşinin kaldırılmasıyla Cumhuriyet dönemi başlamıştır. Cumhuriyet dönemi 500 yıla yakın bir süre devam etmiştir. Krallara karşı isyanın tarihi olarak kabul edilen MÖ 509 yılı tartışmaya açık bir konudur. Ulusal gururdan kaynaklanan sebeplerle Romalıların özgürlüklerini Atina'dan önce kazanmış gibi göstermek için Romalı tarihçilerin cumhuriyetin tarihinde değişiklikler yapmış olmaları mümkündür. Türkiye'ye gelince, Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça CMHR kökü "bir araya toplanma, topluluk oluşturma", bu kökten türeyen cumhÅ«r ise "cemiyet, toplum, kamu" anlamına gelir. 18. yüzyıl Avrupa'sında monarşi ile yönetilmeyen Holanda, İsviçre ve 1789 Devrimi sonrasında Fransa gibi ülkeleri tanımlayan Fransızca république sözcüğünün Türkçe karşılığı olarak Cumhuriyet kelimesi benimsenmiştir.

İngiltere ve Fransa ile anlaştıktan sonra Yunan ordusunu yenen Mustafa Kemal bir yıllık hazırlıktan sonra 28 Ekim" 28 Ekim gecesi arkadaşlarını toplayarak gelecekleriyle ilgili düşüncesini açıklamış ve İsmet İnönü'yle o gece, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırlamıştır.

29 Ekim 1923'te, bakanlar kurulu listesi üzerinde çalışan Halk Partisi Meclis Grubunda anlaşama sağlayamayınca, bazı milletvekilleri Mustafa Kemal'den fikir sorulmasına karar vermişlerdir. Gruptan bir saat mühlet isteyen Mustafa Kemal, bu sürede birçok milletvekilini odasına çağırarak gece hazırladıkları kanun tasarısı hakkındaki düşüncelerini öğrenmiştir. Devamında grup toplantısında söz alarak Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi gereğini açıklayarak tasarıyı okumak üzere katiplerden birine vermiştir. Tasarıda: "Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir" gibi ifadeler vardı. Uzun görüşmelerden sonra Cumhuriyetin ilanı parti grubunda kabul edilmiştir.

Sonra derhal Büyük Millet Meclisi toplandı. Evvela Anayasa Komisyonunun tutanağı okundu. Cumhuriyet'in ilanı, meclis çoğunluğunun tehlikede olması nedeniyle, vekillerin yarıya yakınının, Mustafa Kemal'in planı çerçevesinde meclisin diğer yarısına oynadığı bir oyun sonucunda gerçekleşmişti. Meclis, 28 Ekim 1923 günü akşamı, Mevlid Kandili nedeniyle tatile girmiş ve o gece, Mustafa Kemal'in sofrasına davet edilen asker milletvekillerinin çoğunlukta olduğu grupla bir toplantı yapılmıştı. Mustafa Kemal sabaha doğru, 1921 Anayasasının birinci maddesinin sonuna, 'Türkiye devletinin şekli, Hükümet-i Cumhuriyedir' ifadesinin eklenmesini empoze etmişti. Bu değişiklik, ertesi gün (tatilde olan) mecliste diğer milletvekillerinin haberi olmadan oylanarak uygulamaya konmuştu. Mustafa Kemal'e yakın Milletvekillerinden Yunus Nadi, Vasıf Çınar, Eyüp Sabri, Rasih Hoca kürsüye çıkarak cumhuriyetten yana ateşli söylevlerler çektiler, Şair Mehmet Emin (Yurdakul) ise heyecanlı bir konuşmadan sonra bütün milletvekillerini "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırmağa davet etti ve bütün milletvekilleri ayağa kalkarak üç defa "Yaşasın Cumhuriyet!" diye bağırdılar. Böylece, 29/30 Ekim 1923 Pazartesi saat 20.30'da ilgili kanun kabul edilerek Türk Devletinin adı konmuştu: “Türkiye Cumhuriyeti“.

Cumhuriyetin ilanıyla ilgili değişiklik, 29 Ekim 1923 günü, 334 vekilin çoğunluğunun mevcut bulunmadığı mecliste 154 oyla, yani salt çoğunluk dahi sağlanamadan azınlık kararıyla kabul edilmiştir. Aynı toplantıda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan 10 dakika sonra, Büyük Millet Meclisi oy birliği (158 oy) ile Cumhurbaşkanlığına Ankara Milletvekili Mustafa Kemal'yı seçtiğinde, Mustafa Kemal askeri idaden bu yana düşlediği hedefine ulaşmış oldu. Amacına ulaşmanın verdiği vakur ve sevinçli bir yüz ifadesi ile kürsüye çıktığı zaman büyük bir alkış koptu, bu sürekli alkışlar arasında konuşan Mustafa Kemal, "Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır" cümlesiyle konuşmasına son vermiştir. Mustafa Kemal yönetim tarzını açıklarken, “ben hedefime giden yolda önüme çıkan engelleri birer birer temizlerim, böylece amaç kendiliğinden hasıl olur“diyordu ve Mustafa Kemal oyunu çok ustaca oynanmış ve Cumhuriyetin ilanını Millet Meclisi üyelerinin çoğundan saklayarak bir oldu bittiye getirmiştir.

Daha sonrada görüleceği üzere, cumhuriyetin oldu bittiye getirilerek ilan edilmesi, ortamı sertleştirdiğinden, Birinci Meclis'in ardından İkinci Meclis'te de, tansiyonu yüksek ve şiddet içeren bir atmosfer doğuracaktı. Kazım Karabekir'in o döneme ilişkin olarak yapmış olduğu yorum, gerginleşen siyasi durumu yansıtmaktadır: “İşin aslına bakılacak olursa, 'cumhuriyetin ilanı' olarak sunulan ve sonraki yıllarda yeni nesillere efsaneleştirilerek aktarılan olay, sadece anayasaya yeni bir madde eklenmesinden ibaretti. Kurulan rejimin yapısal anlamda cumhuriyetle ilgisi olmaması bir yana, Tek Parti iktidarının güç kazanmasıyla birlikte Parti ve lideri anayasanın dahi üzerinde olacağından, 1923 tarihli gelişmeler giderek anlamını yitirecekti“ demiştir.

Bu konuyla ilgili olarak Mete Tunçay ise aşağıdaki yorumu yapmaktadır: “[A]slında bir anayasada neler yazdığı, hatta o belgenin ne gibi niyetlerle yapıldığı, nasıl uygulandığı kadar önemli bir konu değildir. Bir dünya anayasaları derlemesinin Türkiye ile ilgili bölümünün sunuşunda belirtildiği gibi, 1920 Polonya Anayasından esinlendiği ileri sürülen T.C.'nin 1924 Anayasası, Mustafa Kemal Paşanın yönetimi altında ... geniş ölçüde kağıt üstünde kalan bir belge olmuştur“.

Cumhuriyet tamamen askerileşen bir ortamda özelde Mustafa Kemal'in, genelde ise ordunun iktidarının oluşturularak kalıcılaştırılması amaçlanarak ilan edilmiştir. Yani, gerek iktidarın, gerekse iktidara muhalefet eden grubun liderlerinin askerlerden oluştuğu, 'emirin demiri kestiği' bir ortamda, rejim ve siyasetin yapısının anayasallıktan militerliğe kayması bu noktada zaten doğaldır. Falih Rıfkı dahi, anılarında yaptığı şu yorumla bu noktaya dikkat çekmektedir: “Mustafa Kemal de, İsmet İnönü de, nihayet Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden bir askeri dikta rejimi olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir“.

Osmanlı soyundan olmayan Mustafa Kemal'in Osmanlı tahtına geçmesi imkansız olduğundan; 1924 Anayasası'nda cumhuriyeti bir devlet biçimi olarak kaydettirerek, Osmanlı saltanatına dönüşü tasarlayan çevrelere karşı tavrını belirlemiş ve TC'nin kendi egemenlik alanı olduğunu ilan etmiştir. Zira, 1924 Anayasası'nda devlet biçimi olarak cumhuriyetin, hukuksal olmaktan çok siyasal bir anlamı vardır; amaç, devlet başkanlığının bir hanedana ait olup soydan geçmesine, yani saltanata karşı çıkmaktır. Böylece, Mustafa Kemal başkumandan ve ebedi şef pozisyonunu anayasal anlamda garanti altına almıştır. Bu garantiler resmi ideolojiye dönüşerek TC'yi taşlaştırmış ve devletin kendini yenilemesini engeleyerek faşizan, halk için değil, devlet için olan çağdışı bir yapı ortaya çıkarmıştır. 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında yer alan, "devlet şeklinin cumhuriyet olduğunun değişmezliği" ilkesi de bunun bir kanıtıdır. Anayasa hukuku açısından devlet biçimi, devletin tek merkezli veya federal olmasıyla ilgili bir konudur. Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında yer alan "Türkiye Devleti, ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütündür" ifadesiyle, devlet biçiminin tek merkezli olduğu belirtilmektedir.

Kapitalizmin ürünü olan ulus-devlet, Cumhuriyet ilan edildiği dönemde sınırlı sayıda olduğundan Dünyanın büyük alanları sömürge pozisyonunda idi. Özellikle 2. Dünya savaşı sonrasında sömürgelerin büyük çoğunluğu bağımsızlığını kazanmış ve Dünyadaki devletlerin sayısı 1945'te 51 iken 2006'da 192 olmuştur. Bu devletler arasında 128'i tek merkezli Cumhuriyet tarzı devletlerden oluşurken 23'u federasyon, 27'si krallıktır. Bu süreçte devlet modeli değişikliğe uğramış, ulus-devlet ekonomik ve sosyal gelişmeleri engeller hale gelmiştir. Bu değişim sürecine direnen TC, ulus-devlet yapısını koruyup geliştirmek için TSK'nın denetiminde Ergenekon gibi çağdışı yapılar ortaya çıkartmıştır. Fakat, Dünyadaki genel gelişmelere ters olan Ergenekon'un aşırı kısımları tutklanarak kontrol altına alınmıştır. Esas gövdesi halen faal olan Ergenekon, Dünyadaki gelişmelere direnmeye çalışmasına rağmen gittikçe güç ve alan kaybetmektedir. Bu gelişmeleri derinleştirerek çağdışı TC'yi tasfiye ederek yerine Federal bir devlet örgütlenemesine gidilmelidir. Böylece toplum ile devlet arasındaki gerginlik ve uyumsuzluklar son bularak ekonomik, toplumsal ve sosyal gelişmenin önündeki engeller kalkacağindan Kürt halkı böyle bir yapı içinde özgür iradesiyle kendi geleceğini belirleyebilecektir.

Ahmet Alim

[email protected]

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.