Önderlik neymiş?
Salih Aras
14 Temmuz 1982 Diyarbakır ve 15 Şubat 1999 İmralı
İkiside Önder!!! İki farklı duruş, iki farklı kişlik...
Kuzey Kürdistan'ın Politik önderi; Memet Hayri Durmuş, savunmalarında üç gerçeği ısrarla
ön plana çıkardı. Bir, 'Politikamız şiddettir', iki, 'asgari hedefimiz, Bağımsız Birleşik
Demokratik Kürdistan'dır' üç, 'Apoculuk Devlet oyunudur' Bu çağrıları dışardaki
yoldaşlarınaydı. Birilerine kuşkuları vardı, tedbir alınmasını istiyordu.
Balon önder; Abdullah Öcalan'da bu tarihten 17 yıl sonra savunmalarla karşılaştı, O'da
üç gerçeğini belirledi. Bir, Annem Türk, iki, 'Fırsat verilirse devlete her türlü hizmete hazırım,
üç, 'En büyük Atatürk' A. Öcalanda dışardakilere çağrı yaptı; 'beni böyle kabul etmeseniz
hepinizi imha ettiririm'
Amacım Diyarbakır Direnişi'nin Tarihçesini yazmak değil. Çok iyi yazanlar oldu; Kitaplar, romanlar
savunmalar, makaleler ve uluslar arası kuruluşların raporları... O kadar çok ki hepsine ulaşmak ve
okumak mümkün olmuyor. Diyarbakır direnişi bunu hak etti ve Kürdistan Tarihindeki görkemli yerini
aldı.
Ve bu direnişin Politik Önderi; Memet Hayri Durmuş'un, fiziki olarak çökertilmiş bir biçimde, (kaç kemiyi
kırıktı bilinmez) bir deri bir kemik yığını olarak, mahkemeye çıkartılması insanlık tarihinin en büyük
ayıplarından biriydi. Bu insanlık ayıbı; T. C'nin de vicdan şeref ve hukukunu belirliyordu.
Yabancı gazetecilerin gizli kameralarından alınan görüntüler, bütün Dünya'ya dalga dalga yayıldı. O
günlerin en önemli haberiydi. Yazılı sözlü ve görsel olarak bütün Dünya'da defalarca verildi. Aynı şekilde
arşivlere geçti, tekrar tekrar gösterildi. Dost da düşman da PKK'nin M. Hayri önderliğindeki direnişine saygı
duydu.
'Yaralı aslan daha iyi savaşır' sözü sanki O'nun için söylenmişti. Arkasında dava arkadaşları, yoldaşları
önünde mahkeme heyeti, yan taraflarda yerli ve yabancı basın ve etraflarını saran askerler.
Mahkemedeki yerinde ayakta durmak için tutunuyordu. İki yıldır karanlık hücrelerdeydi, Güneş'i
görmemişti. Güneş gibi aydınlatıcı olan yüzü, tüm işkencelere inat yine öyleydi. Kendinden emin ve
cesur tavırlarıyla Sömürgeci mahkemeleri protesto ederek ölüme meydan okudu ve ölüm orucuna karar
verdi. Direnmek Yaşamaktır, diyerek devrim önderliğinin ne demek olduğunu, pratiktede belirledi.
Balon önder, Abdullan Öcalan; mahkemede süt dökülmüş kedi gibiydi, sahiplerine karşı mahçuptu,
20 yıl Şam'da kalmıştı, Şam' ında emrine girmişti, bu durumu sahiplerini kızdırıyordu. Mahçubiyeti
bu olmalıydı. Uçakla getirilmişti. Tavşan yürekli olduğu bilindiği için kardologlarla karşılanmıştı,
Uçağın içindeki tim, gerçek dava arkadaşlarıydılar. 'Memlekete hoş geldin Abdullah' dediler
O ise; 'beni öldüreceklermi' dedi. Arkadaşları; 'sana bağlı' dediler. Fırtı zeka Abdullah mesaji
kavramıştı.
Kendisine hiç bir işkence yapılmadığını kendisi belirtiyor. 12 kat yağ bağlamış kış uykusuna yatacak
bir ayı görünümüyle mahkemeye, zırhlı camekan içinde çıkarıldı, o halde bile korkuyordu, arkasında
Türk bayrağı, önünde mahkeme heyeti tek görevleri Abdullah'ı korumakla görevli askerler, yerli
ve yabancı basın, ama bu kez gazetecilerin gizli kameralarına gerek yoktu... Her şey Devletin istemine
göre ayarlanmış, Abdullah' ın ne konuşacağını çok iyi biliyorlardı. Bundan dolayı orada bulunan
uluslararası mediaya sonsuz özgürlük vermişlerdi! Bu mahkeme görüntüleride olduğu gibi, bütün
Dünya'ya yayıldı. A. Öcalan açık itirafçı olmuştu. ( o döneme kadar bu faaliyetlerini gizleyerek
yapmaya çalışıyordu) Kürtlerin, tarihini, kültürünü savunmak bir yana inkar etti. Kürt ulusal
hareketinin önderlerini ve geliştirmiş oldukları haklı mücadele ve savunmayı, 'emperyalizmin oyunu'
olarak gösterdi. Yandaşları; 'önderimize ilaç vermişler, iğne yapmışlar' iddialarında bulundularsa da
çok kısa bir sürede gerçek anlaşıldı, A. Öcalan artık gizli değil, Kemalist kimliğini açık açık
savunuyordu. Bütün parti militanlarını ihbar etti ve yapılan eylemleri militanlar üzerinde
paylaştırdı.
Özellikle PKK taraftarı kitleler şoke oldu, dostlar şaşkındı, düşmanlar da kahkahalar atıyordu.
İşte Abdullah, her şeyi ayan beyan ortada. Kandil' deki ekibi zor durumdaydı. Bu kadar da
açık verilmez hesabıyla, kardeşleri ( Mehmet ve Fatma' yla) haber gönderip, az da olsa
direnmesini istediler. O ise, 'yaşamak direnmektir' diyerek yaşamak istediğini belirtip 'ucuz
kahramanlık' yapmayacağını açıklıyordu. 'Ucuz kahramalık' dediği; insanlığın saygı duyduğu
Diyarbakır Zindan Direnişi' iydi. Zamanında bu direnişe en fazla sahip, çıkan Abdullah' ın kendisiydi.
Bu günkü varlık nedeni bile bu direniş sayesinde olmuştur.
Tabiki Büyük Önder, M. Hayri'yle, Abdullah kıyaslanacak insanlar değil. (isimleri yan yana getirdiğim
için özür diliyorum) Böyle bir kıyaslama insanlık aybı olur.
Ama Şanih Dönmez'le A. Öcalan'ın ufak bazı farklılıklarla durumları tamemem çakışıyor. Abdullah'ın
durumu Şahin'den berbat. Biri ihanetçi, diğeri 'qehremane İmrali' burada 'haksızlık' var!!!
Neden mi?
Şahin bir kaç gün gün direndi, yoğun işkenceler gördü, intihara teşübbüs etti, dayanamadı çözüldü,
arkadaşlarını ihbar etti, O Zamanki PKK ve Yöneti' mi O'nu hain ilan etti. Şahin'in çözülünce
Kemalist olduğunu ve cezaevinde 'Genç Kemalistler Örgütü' nü kurduğunu ve Kemalizmi
savunduğu, bütün PKK yayınlarında ve sözlü olarak teşhir edildi. Şahin itirafçılık yasasından da
yararlanarak serbest bırakıldı. İstanbul' da PKK militanlarınca ölümle cazalandırıldı. Şahin'in
durumu ve cezalandırılmasında tam bir netlik var. İhanet cezasız kalmayacak...
Peki kırk saniye bile direnemeyen, bütün PKK militanlarını ihbar eden, küçük bir Kemalist örgüt
değilde, başta Ekib'ini, (onlar zaten hazırdı) PKK' yi ve bu günkü DTP'yi ve geçmişte oluşturdukları
tüm legal olşumları Kemalist ideolojiye hizmet için ( bu Kürdistan gerçekliğinin reddidir) açık bir
dönüşüme uğratmasına rağmen, O, neden 'qehreman' oluyor?.
Bu sözüm cezaevi direnişleri içinde olan ve A. Öcalan' a sadakatle bağlı olan (Sakine Cansız, Sabri Ok
Mustafa Karasu, Muzaffer Ayata ve benzer durumda olanlara) kişileredir.
Biri işkence sonucu çözülen ve cezalandırılan, diğeri gönüllü olarak çözülen ve baş tacı yapılan...
iki zat... İkiside kurucu üye ve ilk Ankara grubundan.. Abdullah ve Şahin....
Ya Abdullah Öcalan'da ihanetçidir...
yada Şahin Dönmez'de qehremandır. Çifte standart olmaz... Hangisi doğru???
Cevap verebilirlermi???
Yüzyılımızın,davamızın ölümsüz Önderi, M.Hayri; 'mezar taşıma borçlu yazın' derken nasıl büyük
dava adamı olduğunu, halkına sevdalı, O'nun için ölüme meydan okuyan Önderimiz, ölümüne
sana ve Sen'i en iyi anlayan dava Yoldaşların ve Öğrencilerin; Memet Karasungur, Çetin
Güngör ve Memet Şener'lerin yolundayız.
Kuşkuların vardı, çokta haklıydın. Parti'den habersiz kaçan - yada kaçırılan- Abdullah Sen'i
düşündürüyordu. O'nu ihraç etmek istedin. Ama 12 Eylül O'nun imdadına yetişti. Ve Sen
tutsak edilmiştin, yüzlerce yoldaşınla birlikte.
Savunmalarında bunu belirttin; (1982) 'apoculuk devletin oyunudur'
Ne kadar da haklıydın. İki yoldaşın bu mesajini çok iyi anladılar. Aynı yıl tedbir almaya başladılar.
İhanet ortamı güç kazanmıştı, sömürgeci güçlerin istihbarat örgütleri Abdullah'ın arkasındaydı,
Biri Kandil'de, Biri Avrupa'da ve kendileriyle birlikte olan onlarca yoldaşlarıyla karanlık pusular da
alçakça yöntemlerle duzaklara düşürüldüler. Ve Sen'in mahküm ettiğin Apoculuk,1983'ten
itibaren 'resmi PKK' oldu.
Evet büyük Önderim, yeniden dirilişin adı olan, direnişinize, 'benim ruhum direniyor' herşeyi
denetime aldıktan sonrada, 'bir kaşık çorba için direndiler' dedi. Öğrencin Sakine; 'sus terbiyesizlik
yapıyorsun' diyerek asil bir çıkış yaptı. Ne yazık ki bu tavrını sürdüremedi ve Sana layık olamadı,
teslimiyete yattı.
Seni anlamadığımız için halkımızın elli yılı gitti. Sevdalı olduğun ve borçlu olduğunu belirttiğin
Kürt halkı için, A. Öcalan son sözünü söyledi; 'bende kürt aşkı yok'
Direnmek yaşamaktır şiarınız, Abdullah tarafından, 'Yaşamak direnmektir' oldu.
Önderim; Memet hayri Durmuş
Geçte olsa Sizi ve Sizi anlayan yodaşlarınızın yoluna diziliyoruz.
Sizler gibi halkımıza ve davamıza sevdalanacağız.
Başka yol yok. Kötü kaderimize rağmen şanslı bir halkızda,
çünkü Sen ve senin gibiler bu topraklarda doğdu.
Kürtlüğüme aşığım ve grur duyuyorum.
Anınız Önünde saygıyla eğiliyorum, Size layık olabilirsem, ne mutlu bana,
Önder Siz'siniz...
Selam sizi doğuran anaya, ellerinden ayaklarından öperim,
İykide doğdun ve ölümsüzleştin, doğum günlerinde Ağrı'nın
zirverelerinde Zerdüşt ateşleri yakacağız, küllerini Dicle ve Fırat'a
savuracağız.
BÜTÜN KURDISTAN HAYRİ'LEŞSİN DİYE...
Re: Önderlik neymiş?