Ana içeriğe atla
Submitted by Hasan H. YILDIRIM on 5 November 2010

Bundan önceki yazımda Türkiye'de anti-semitizmin halktan tutun devlet katında da, etkindir demiştim. Bunun güçlü ideolojik ve psikolojik alt yapısının olduğuna işaret etmiştim.

Peki kimi çevrelerce her olumsuzluğa neden gösterilen bu “siyonizm” nedir?

Buna bakmakta fayda var. Bunun şifrelerini çözer, kavrarsak aynı çevrelerin niye bağımsız bir Kürd devletine karşı olduğuda ortaya çıkar.

İsrail, Yahudilerin anavatanıdır. Hiçbir dönem topraklarından kopmadılar. Gerek Asurlular, gerek Romalılar ve gerekse Haçlılar büyük Yahudi katliamını gerçekleştirmişlerdir. Bir kısmını yurtlarından sürmüşlerdir. Bir kısmıda kendi ülkelerinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Mecburi göçe zorlanan Yahudilerinde ülkeleriyle hiçbir zaman bağı kopmamıştır.
1897 yılında Yahudi önderleri, dünyadaki Yahudileri anavatanlarına dönmesini sağlamak ve kendi toprakları üzerinde devletlerini kurmak için “Siyonist Hareketi” kurmuşlardır.

Siyonizm, Yahudilerin kendi tarihi anavatanlarına sahip çıkma hareketidir.

Siyonizm; Yahudi milletinin, atalarının topraklarında bir devlet kurma ülküsünün adıdır.

Siyonizm, Yahudilerin ulusal kurtuluş hareketi ve kendi kaderini tayin etme felsefesidir.

Siyonizm, günümüz İsrail toprakları üzerinde “Yahudi Ulusal Vatanı”nın kurulmasını öyküsüdür.

Siyonistlerin çabası ve dünya karar kılıcıların desteğiyle Yahudiler İsrail devletini kurmayı başardılar.

Bugünden sonra bunu tersine çevirmek mümkün değildir. Anti-semitik çevrelerin sonuçta bunu kabullenmekten başka çaresi yok. Tersi girişimler dönüp kendilerini vurur. Bunun ceremesinide en çok hamiliğine soyundukları Filistin halkı çeker.

Şunu kabullenmek gerekir.

Dünya üzerindeki tek Yahudi devleti İsraildir.

Her toplum kendi geleneklerini, tarihini, dilini ve kültürünü yaşatabilmek için gerekli önlemler almak durumundadır.

Hele tarihi boyunca sürekli katliam ve sürgünler ile karşı karşıya kalmış Yahudi toplumu için bu çok daha büyük önem kazanmaktadır.

Buna cevap olarak İsrail devletini kurarak verdiler. Fakat İsrailoğullarının beka kaygısı devlet kurmakla bitmedi.

İsrail ile Araplar arasındaki çatışmanın gerçek nedeni Yahudi milletinin tarihi anayurdunda kendi devletlerini kurma hakkına karşı çıkmalarıdır.

Etrafını saran Arap ve islam ülkelerinde varolan ve günden güne giderek gelişen anti-semitizm bunun nedenidir.

Arap dünyası ve siyasalaşan islami güçlere göre tüm Yahudileri denize dökmek fikri köklüdür.

Bu nedele İsrail’in birincil önceliği güvenlik sorunudur.

İsrail’in kendi güvenliğinden ödün vermeden güvenliğini sağlayabilmek için yürüttüğü güvenlik politikasını anlamak gerekir. Her toplumun olduğu gibi Yahudi toplumunda kendini koruma hakkı vardır.

Aslında İsrail Araplarla anlaşmak, barış yapmak istiyor. Bölge ülkeleri ile problemleri çözmeye çalışıyor. Barış istemeyen taraf Araplar ve müslüman devletlerdır. İsrail'in barış girişimleri müslüman ve Arap ülkelerin kendilerine karşı düşmanca tutumlarının değişmesine yetmiyor.

Aralarındaki sorun Filistin sorunu ise bunun binbir çözüm yolu vardır. Çözüme giden yolda varolan sorunlar biliniyor. Arap alemi samimi olursa bu sorunların çözümü o kadar zor değildir.

Fakat Arap devletlerin başındaki siyasiler Filistin sorununu çözmek istemiyorlar. Bununda elbette sebebleri var. Bunun esas sebebi Filistin sorununu kendi iç ve dış politıkasında malzeme olarak kullanmalarıdır.

Sorunun çözümü için olmadık istemler ileri sürüyorlar. Dedikleri; “Siyonist devleti yok etmek, Yahudileri denize dökmek, ya da geldikleri yere göndermek” oluyor.

Yahudiler kimsenin toprağına yerleşmiş değiller. Yerleştikleri kendi tarihi ülkeleridir. Başta Arap alemi olmak üzere anti-semitik çevrelerin kabullenmek istemedikleri gerçek budur. Oysa Yahudilerin kendi anavatanları üzerinde İsrail devletini kurması meşruiyetini buradan almaktadır. Uluslararası hukuk ve kurumlar tarafından da bu meşruiyet tescil edilmiştir.

1947 BM kararı muteakiben Israil devleti kuruldu. Bunun yanısıra Filistin devletinin kurulması önünde bir engel yoktu. İki devlet çözümünü rededen Araplar oldu. Israil'e dört bir yandan saldırıya geçtiler. İsrail'in direnişi ve dünya konjoktörü Arapların gücü İsrail'i ortadan kaldırmaya yetmedi. Yanısıra Filistin devletinide kurmak istemediler. Bunun esas nedeni İsrail'e saldırmak için gerekçe saymalarındandır. Yoksa istenseydi Filistin devletini bal gibi kurabilirlerdi. Ki o zaman yani 1967 öncesi Doğu Kudüs, Yehuda ve Samariye Ürdün'nün, Gazze Mısır'ın elindeydi. Ve o süreçte Filistinliler buralar bizimdir diye bir iddia bulunmadılar. Ama 1967 savaşında İsrail buraları Ürdün ve Mısır'dan alınca bu topraklar birdenbire Filistin topraklarıdır iddiası ortaya atıldı.

Sorun bu da değildir. Sorun, Arap toplumu ve Filistinlilerin İsrailin bir Yahudi devleti olduğunu kabul etmemesinden kaynaklanıyor.

Edward Said, 1999'da; "Filistin milliyetçiliği İsraillileri yenme üzerine kurulmuştu. Filistinlilerin çoğunun hala İsrailden kurtulmak istediklerinin ispatı da, Mahmut Abbas gibi ılımlıların bile İsrailin bir Yahudi devleti olarak meşruiyetini kabul etmediği -veya buna cesaret edemediğidir. Filistin televizyonunda Abbas, "Yahudi devleti ne demekmiş? Sen kendine ne ad koyarsan koy ben bunu kabul etmiyorum....İstersen Siyonist Cumhuriyet de, istersen İbrani, Milli Sosyalist de umurumda değil.“

Bu yaklaşım sadece Edward Said ile sınırlı olmayıp bir bütün olarak ırkçı ve siyasallaşmış Arap ve islami çevrelerde de yaygındır. Amaç İsrail devletini ortadan kaldırmaktır. Soruna bu tarz bir yaklaşım beraberinde şiddetli bir savaşı çağrıştırmaktadır. Bundan sonra başlayacak savaş salt İsrail-Filistinliler ile sınırlı kalmayacak, tüm bölgeyi içine alacaktır. Ortadoğu bir bütün olarak savaş alanına dönecektir. Daha önce dediğim gibi bunun sayısız emareleri vardır. Çıkması olasılı böylesi bir savaştan sonra bölgenin coğrafi ve siyasi haritası yeniden şekilenecektir.

Suriye ve Lübnan devletlerinin ortadan kalkma ihtimali, burada Asuristan devletinin doğmasının en büyük ihtimal olduğu, İran'ın dört veya beş, Irak'ın üç parçaya bölüneceği varsaymak gerekiyor. Bu ara da Güney, Doğu ve Güneybatı Kürdistan'ın birleşeceği ve bağımsız devlet olarak doğacağı koşulları doğacaktır. Ve sıra Kürdistan'ın Kuzeyinin kurtarılmasına gelecektir. Bu saydığım konular geniş ve ayrıca irdelenmesi gerekir. Başka bir yazının konusu olduğu için şimdilik geçiyorum. ABD'nin 21. yüzyılın politıkası olarak tanımlanan ve devreye konulan BOP içinde yer alan sorunlardır zaten bunlar.

Bu durum da İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'nin ilhakı ve yönetimini üstleneceği kendiliğinden bir doğalık kazanacaktır. İsrail'in güvenli sınırlara kavuşması biraz da yukarıda beklenen gelişmelere bağlıdır. İsrail kendi bekası gereği buna baş vurmakla karşı karşıyadır. Zaten Ortadoğu'da yükselen savaş koşullarıda bir yerde bunu zorunlu kılmaktadır. Filistin hamiliğine soyunan anti-semitik sol ve sağ çevreler o zaman ne yapar bilemem, ama Yahudiler eskide olduğu gibi bir daha büyük bir felakete uğramaması, anavatanlarından kendilerini geleceğe taşımak istiyorlarsa önlerinde fazla tercihleri yoktur.

19. yüzyılın sonlarına doğru dini ve ırkçı anti-semitizm Rusya'da ve Doğu Avrupa'da pogromlara (toplu kıyım) yol açtı. Pogromlar İsrail'e olan Yahudi göçünü arttırdı. Bu göç sadece Rusya ve Doğu Avrupa ile sınırlı kalmadı. Yemen, Fas, Irak ve Türkiye'den de Yahudiler İsrail'e göç etti.

Bu bir yerde bir mecburiyet haline gelmişti. Yahudilerin kendilerini yaşatmak için başka bir çare bırakılmamıştı. Dünyanın dörtbir tarafından kendilerine karşı bir düşmanlık geliştiriliyor, mal ve can güvenlikleri ortadan kaldırılıyordu.

Anti-semitizm(Yahudi düşmanlığı) yeni bir olay değildir. Yüzyıllardır var olan bir olgudur. İsrail devletinin izlediği politıka sonucu çıkmış değildir. İsrail devleti kurulmadan önce de, Yahudilere karşı aynı düşmanlık vardı.

İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, bunu somut bir örnekle şöyle izah etmiştir:

Dokuzuncu yüzyılda Müslüman hakimiyeti altında Irak Yahudilerinin elbiselerinde görünen sarı bir yama - Nazilerden çok önce – takmaya ve bizi ayırd edecek diğer şeyler yapmaya mecbur edildiğimizi bilir misiniz? Veya Onbirinci ve ondördüncü asırlarda inanılmaz baskı altında olduğumuzu, yüksek vergiler vermek zorunda bırakıldığımızı ve sinagoglarımızın yakılıdığını duydunuz mu?“

Gerek İspanya, Rusya, Almanya ve gerek Doğu Avrupa ve Arap ülkelerinde Yahudilerin soykırımdan geçirilmesi, mal ve mülklerine el konulması ve dünyanın dörtbir tarafından Yahudilere karşı girişilen insanlıkdışı girişimler İsrail devletinin kuruluşundan çok önceleri vuku bulmuştur.

Bugünde dünyada geniş çevrelerce güçlü bir Yahudi düşmanlığı vardır. Hele müslüman ülkelerde bu düşmanlık ayuka çıkmıştır. Her olumsuzluğun altında Yahudi parmağı arama genel bir kanı olmuştur. Düşmanlık öylesine derin ki, siysallaşmış islami çevrelere göre “tüm Yahudiler denize atılması” fikri rağbet görmektedir. Bunun gizli saklı bir tarafıda yoktur. Bunun ismi anti-semitizmdir. Anti-semitizm de ırkçılıktan başka bir şey değildir.

Bu durumu Kanada Adalet Bakanı ve Başsavcı Irwin Cotler, "Yahudiler bugün aralarında hükümetlerin, dini grupların ve terörist örgütlerin imha listesinde olan dünyadaki yegane ulustur. En sinir bozucu olan ise anti-semitizme, sessizlik, umursamazlık ve hatta bazen müsamaha gösterilmesidir“ diye özetlemektedir.

Türkiye'de de, Yahudi düşmanlığı güçlüdür. Sağ ve sol çevrelerde ortak bir paydadır.

Sağ ve sol çevrelerin ortak çabasıyla Türk toplumunda anti-semitizm güçlü bir akım haline gelmiştir. Her olumsuz siyasal-toplumsal gelişmenin arkasında, “Yahudi komplosu” arama baş vurulan politıka olagelmiştir.

Türkiye'de gerek sağ ve gerek sol çevrelerde “İsrail karşıtlığı” üzerinde prim toplama daima baş vurulan bir yöntem olmuştur.

Sağ çevreler de, anti-İsrailcilik, “Orta Doğu Liderliği”, “Ümet Dayanışması” ve “Osmanlı İmparatorluk Hayalleri” ekseni etrafında vücut bulurken, sol çevrelerde; “Filistin Halkının Ezilmişliği”, “Halkların Kardeşliği” ve “Enternasyonalizm” teması işlenerek yapılır.

Aslında iki cenahında amacı aynıdır. Irkçı-faşist TC devletinin çıkarlarını korumaya endekslidir. Bunun en bariz örneği, Gazze'ye sözde “insani yardım” operasyonu konusundaki ortak eylem ve söylemleridir. Türk egemenlik sistem sahiplerinin Gazze'ye sözde “insani yardım” adı altında Gazze Seferi” sıfatlandırılması niyetlerini açığa çıkarmıştır.

Aslında bu Türk devlet politıkasıdır. Türkiye, İsrail'in izlediği politıkadan çok rahatsızdır. Özelikle ABD'nin Irak işgaliyle bu ayuka çıktı. Bu defalarca dilede getirildi.

Türkiye'nin İsrail ile pek çok siyasi, ekonomik ve askeri antlaşması bulunuyor. İlişkilerini bütünüyle koparması mümkün değil; fakat Türkiye Filistin sorununu kullanarak bir taraftan Arap ve müslüman aleminde sempati toplamaya çalışırken, diğer yandan İsrail'i köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. AKP'nin son dönemlerde izlediği politıkaya bakılınca bundan emin olduğu anlaşılıyor. Buradan hareketle kendilerine islam alemin öncü rolü biçtikleri görülüyor. Aç tavuğun rüyasında kendini buğday ambarında görmesi gibi bir olay olsa gerek. Bana kalırsa bu parmağını prize sokma gibi bir şeydir. Bu politıkanın başlarına büyük belalar açacağını tahminimden hareketle umalım ki, Türkiye bu tutumundan vazgeçmesin. Haihazırda izlenen politıka da diretilmesi halinde sonları Saddam'ınkinden farklı olmayacaktır.

Anlaşıldığı kadarıyla bu politıkalarından vazgeçmeyecekleridir. Geçmişten beri süre gelen Türk toplumundaki anti-semitizm'i canlı tutarak İsrail'e tarihi bir hesaplaşmayı düşünmektedirler.

İsrail eski Dışişleri Bakanı, muhalefet lideri ve Kadima Partisi Genel Başkanı Tzipi Livni Türkel komisyonunda verdiği ifade de; “Türkiyenin stratejisi değişiyor. İsrail bu stratejinin sadece küçük bir parçası. Türkiye politik boşluktan yararlanarak İsraili tahrik edip Hamas’a meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Türkiyenin asıl amacı Gazze'ye yardım ulaştırmak değildi. Kendilerine bu seçenek teklif edildi. Türkiye'nin amacı uluslararası kararlara karşı gelen politik bir eylem yapmaktı.”

Gazze'ye sözde “insani yardım” adı altında tırmandırılan söylem ve eylemlerin amacı da buydu. Kitleler belli bir merkez tarafından sokağa döktürülerek Yahudi düşmanlığı ayuka çıkarıl. Bu düşmanlık yeni değildir. TC devletinin kuruluşundan beri süregelen bir durumdur.

Trakya katliamı, 2. Dünya savaşı döneminde katliamdan kurtulmak için Romanya'dan gelip İsrail'e gitmek isteyen gemiye geçiş izni verilmediği gibi karadenizde batırılarak yüzlerce insanın ölümüne yol açılması bunun somut delilidir. Daha sonra 1948’de İsrail devletinin kurulması; 1967 ve 1973’de Arap-İsrail savaşları; 1969'da Mescid-i Aksa'nın yakılması ile Türkiye'de anti-semitizm ayuka çıkmıştır.

Geçmiş Türk hükümetleri gibi AKP hükümetide anti-semitizmdir.

Türk devleti, sadece AKP hükümeti döneminde değil, eskiden beri “Filistin hamiliği”ne soyunduğu bir sır değildir. İsrail ile kurduğu ilşkilerlere parelel olarak bu politıkayı sürdürdü. İsrail'e karşı bir koz olarak Filistin sorununu elinin altında tuttu. Fakat tepki almamak içinde bunu “Ortadoğu barış sürecine katkı” olarak kılıfladı.

Dikkat edin. AKP hükümetinin son İsrail karşıtı politıkasının örtüsüde yine bu anlayış oldu. Bu politıkanın ikiyüzlülüğü ayrıca iyot gibi ortada.

Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan: ''Ortadoğu Barış Süreci'nin tüm kanallarına canlılık kazandırılmasını destekliyor ve teşvik ediyoruz“ derken ikiyüzlü bir politıka izlediğinin farkında olmaması mümkün değil. Türk egemenlik sahiplerine göre Ortadoğu barış süreci bilinçli olarak çarptılıyor. Ortadoğu barışı sadece İsrail-Filistin sorunuyla sınırlı değildir. Bu sorun Ortadoğu sorununun sadece küçük bir parçasıdır. En büyük parçasının ise Kürdistan sorunu olduğu tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır. Soruna taraf olan aktörlerin bunu görmemezlikten gelmesi sorunu ortadan kaldırmaktan öte dahada derinleştirmektedir.

Türk yetkilileri Filistin hamiliğine soyunup barış güvercini kesileceklerine kapıları önündeki Kürdistan sorununa baksınlar. Ne kadar barış düşmanı olduklarını görürler.

Dikkat edin. Dafur'da 300.000 insanı katleden rejime destek veren AKP'dir. Sudan diktatörü Ömer el Beşir BM tarafından soykırım yapmakla suçlanıyor. Fakat Türk Başbakanı Erdoğan; “Ona eleştiri yok, çünkü müslümanlar soykırım yapmaz” diyerek savunabiliyor.

Taş attı diye yüzlerce Kürd çocuğunu işkencelerden geçirip tutuklayan, Kürd gerilla cesetlerine işkence yapan Türk ordusunun tavrını, “onlarda bizimkilerine yapıyor” deyip onaylayan AKP'dir.

25 milyon Kürd'ün varlığını inkar edip Türk uluslaşması içinde erimesi politıkasını sürdüren AKP'dir.

Ama aynı AKP, “Gazze katliami”ni telin için okullarda saygı duruşunu düzenlemekten geri kalmamaktadır.

Bu neyin nesidir? Irkçılık ve anti-semitizm değilse nedir?

Sorun “Gazze katliamı”nı, “Gazze'ye uygulanan ambargo”yu kınamak mıdır? Elbette değildir. Bu olsaydı; İsrail nasıl telin edildiyse Mısır'ında telin edilmesi gerekirdi. Bilinen şu ki, Mısır, Gazze ile olan sınırını çelik duvarla kapatmıştır. AKP hükümeti bunu görmemezlikten geliyor. Sesini çıkarmıyor. Vur abalıya dercesine İsrail düşmanlığını ayuka çıkarıyor. İşte anti-semiztizm veya Yahudi düşmanlığı dediğimiz olay budur. Bunun inkar edilecek bir yanıda yoktur. Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dedikleri nurtopu gibi ortadadır.

Biz ecdadınız kovulduğu zaman, sizi bu topraklarda misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz.”, “Bugün Yahudi imajının Nazi imajından hiç farkı yoktur.”, “Netanyahu ile o kadar rahat konuşamam ama Beşir ile rahatlıkla konuşurum.“
“Niye?“ sorusunu soruyor ve kendisi; “çünkü müslümanlar soykırım yapmaz” diye cevaplıyor. Bozacının yalancı şahidi şıracıdır dedikleri bu olsa gerek.

Bu söylenenler anti-semitizmdir, yani Yahudi düşmanlığıdır.

İsrail, bunu görüyor, ama Türk devleti ile varolan derin ilişkileri ve ortak çıkarları nedeniyle tansiyonu düşüren bir politıka izlemeyi uygun görüyor. Fakat Türkiye kendini ağırdan alıyor. Ortaya çıkan şu ki, ilişkiler sürecektir. Ama eski sıcaklık olmayacaktır.

Her iki tarafın sesizce dile getirdikleri, “onlarla da, onlarsız da olmuyor“.

Fakat bu kez durum ciddi.

Son MGK toplantısında kabul edilen “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nde İsrail'in tehdit unsuru olarak ifade edilmesi suyu taşıran son damla oldu. Konuyla ilgili olarak İsrail İçişleri Bakanı Eliyahu Yişai'de, "Son meydana gelen olaylardan dolayı çok üzgünüz. Yakın döneme kadar Türkiye ile ilişkilerimiz dostça idi. İlişkilerimizin gelişeceğine yönelik umudum tam, ama bu yakın gelecekte imkan dahilinde görünmüyor. Bu tür olaylar, savunma açısından, hiç kimseye güvenmememiz gerektiğini ispatlıyor. İran'la da 30 yıl önce iyi ilişkilere sahiptik, ama bakın bugün neredeyiz" dedi.

Diplomatik bir değerlendirme. Ama bu değerlendirmeden anlaşılacak esas mesele Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan krizin devam edeceğidir. Düzelip düzelmeyeceğini zaman gösterecek.

...

Devam Edecek...

5 Kasım 2010


Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.