Ana içeriğe atla

• Gülen hareketi ve DTP - Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Çok yakın bir tarihe kadar Kürt meselesi dendi mi, hemen birileri düzeltme ihtiyacı hissederdi (Yok Güneydoğu sorunu, yok terör sorunu vs.). Artık MHP'liler de, generaller de bulunulan ortak platformlarda bu hakiki adlandırmaya itiraz etmiyor... Özetlersek, Kürt realitesini artık bu ülke bir şekilde tanıyor... Bu noktaya gelindi şükür... İslami kesim içinde ise Gülen hareketi Kürt meselesinin çözümlenmesi noktasında çok aktif pozisyonda birkaç yıldır... Türkiye'nin Kürt coğrafyasına yönelik yaygın eğitim ve hayır faaliyetlerini arttırdı bu hareket. Irak Kürdistan bölgesinde ise çok daha aktif. O bölgenin yönetimiyle de hareketin gönüllüleri arasında çok iyi bir diyalog var. Bu gönüllülerce açılan okullardan, hastanelerden, iktisadi teşebbüslerden ve sivil girişimlerden Barzani yönetimi de çok memnun... Türkiye Kürtlerinin ciddi bir kısmının desteğini alan DTP ise Gülen hareketinin bu çabalarını kuşkuyla karşılıyor... Gülen hareketi de DTP-karşıtı bir söylem içinde... İki taraf da birbirini “derin devletin adamları“ olarak yaftalıyor... Egemen DTP söylemi hem AKP'nin hem Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarını “derin devlet operasyonu“ olarak algılıyor... Bu söyleme göre Gülen gönüllüleri o coğrafyayı “Türkleştirmek“ amaçlı hareket ediyorlar. Din duygularını kullanarak dolaylı asimilasyon politikaları uyguluyorlar... Gülen hareketinin yayın organlarının DTP'den bahsederken kullandığı dil de bu söyleme paralel gidiyor... Bu algılamaya de göre PKK hareketi ve dolayısıyla DTP, Türk derin devleti tarafından kurdurulmuş, bu derin yapılanma tarafından dolaylı olarak desteklenmiş ve hâlâ da desteklenen bir siyasi oluşum... Son dönemde özellikle Gülen hareketinin yayın organları, genel olarak da İslami medya ETÖ ile DTP'nin sürekli bir ittifak içinde olduğunu, ortak çalıştıkları imasında haberler yapıyor... Özetlersek, Gülen hareketine göre de PKK-DTP mensupları “derin devletin adamları“... Her iki taraf da oradaki halka hitaben bu propagandayı yapıyor; “Karşı taraf derin devlet ile çalışıyor, onlara değil, bize güvenin“... Öte yandan, Türk devlet zihniyetinin bu hareketlerin tümüne bakışı özü itibariyle aynı... Ne AKP ne DTP ne de Gülen hareketi Türk devlet zihniyetince makbul oluşumlar... Fırsat bulunduğunda bu üç hareket de derin yapılanma operasyonlarının kurbanı olabilir. Zaten geçmişte de oldular... Fakat elbette derin yapılanma mantığı açısından geçici ittifaklar olabilir. Bunu Türk derin yapılanması hep yapmıştır. Başka bir “zenci“ ile mücadele ederken, diğer “zenci“yi yanına çekmiştir. O “zenci“ ile işi bitince, başka bir operasyon için başka “zenci“ ile irtibata geçmiştir... Cumhuriyetin tarihi bu tip denge politikalarıyla ayakta kalma tarihidir dense yanlış bir tahlil olmaz... Erbil'de toplanan 18. Abant Platformu'na yönelik Ahmet Türk'ün tepkisi de yukarıda anlattığımız algılamalar çerçevesinde yapılıyor. Abant Platformu girişimini kendilerini by-pass etme amaçlı bir girişim olarak görüyor Türk. Nerdeyse bu toplantıyı bile derin devlete bağlama eğiliminde kimi DTP'li aktörler... DTP'nin Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarına baştan set çekmesi çok yanlış. Fakat DTP dışlanarak ve yok sayılarak da Kürt meselesi çözülemez... Hem AKP içinde, hem Gülen hareketi içinde DTP'yi yok sayarak Kürt meselesini çözme yönünde bir irade var... Herkes kendi bakış açısından karşı tarafta bir dolu problem bulabilir. Fakat ne olursa olsun DTP Türkiye Kürtleri açısından bir realitedir. Özellikle Kürt coğrafyasında yüzde 50lik bir iradenin temsilcisidir DTP. Dahası DTP'ye oy vermeyen Kürtlerin de DTP hakkındaki görüşü standart bir Türk gibi değildir... Hamas'ın bir siyasi realite olduğu gerçeğini İsrail nasıl kabul etmek durumundaysa, Türkiye de DTP realitesini tanımak durumundadır... Realiteyi tanımak o siyasi hareketin ideolojisini doğru bulmak anlamına da gelmez. Fakat aynı masaya oturmayı, ortak akıl arayışını zorunlu kılar... Gülen hareketinin Kürt meselesini çözmeye yönelik iradesi çok isabetli. Kürt yurttaşların taleplerinin acilen karşılanması noktasında hareket AKP'yi de daha sivil ve özgürlükçü-demokrat yöne doğru itme çabasında. Bunu da görmek lazım. Nitekim AKP içinde kimi devletçi aktörler Gülen hareketinden hiç hoşlanmıyor... Toparlarsak, DTP ve Gülen hareketinin birbirine rakip gibi davranmasının ne bu ülkeye ne de Kürtlere hiçbir yararı yok!! Avuçlarında taş izi var diye Kürt çocuklarını 40 yıl hapisle yargılayanların işine gelir sadece bu “zenciler kavgası“... DTP de bu lüzumsuz kavgayı kırmak yönünde bir adım atabilir. Nerdeyse 10 yıldır sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılan Fethullah Gülen meselesini Meclis'te gündeme getirmek, Haziran 1999'da Gülen'e karşı yapılan derin operasyon ve sonrasındaki linç harekâtını Meclis kürsüsünden sorgulamak mesela... Hasip Kaplan bu konuda harika bir Meclis konuşması yapabilir... Bu adımları atabilmek lazım... • Kuzey Irak'la temiz sayfa açmalıyız – Galip Ensarioğlu (Taraf) 18 Şubat 2009 - Çarşamba GALİP ENSARİOĞLU / Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kuzey Irak ile ilişkileri yeniden tanımlamamız gerekiyor. Bunu yaparken en önemli ihtiyacımız samimiyet. Eğer ilişkilerin geliştirilmesini isteğimiz de samimi isek, bunun gerektirdiği kolaylıkları da hayata geçirmemiz gerekiyor. Korkuların ve paranoyaların aşılması durumunda, bu köklü geçmiş, güçlü bir gelecek yaratacaktır Türkiye'nin bugünkü komşularının tamamı Osmanlı'dan kopmuş ülkelerden oluştuğu için, Batılı komşularını kendisine saldıran ve bölen, Doğulu komşularını ise ihanet eden unsurlar olarak görmüş ve ilişkilerinde her zaman mesafeli ve kuşkucu davranmıştır. Özellikle İran, Irak ve Suriye'ye, buralarda yoğun bir Kürt nüfusu yaşadığı için, daha da mesafeli yaklaşmıştır. Bu sebepten ötürü, dünyada bir ülkenin yakın komşularıyla ticaret oranı ortalama yüzde 60 civarındayken, Türkiye'nin komşularıyla yaptığı ticaretin toplam ticaretine oranı yüzde 10 dolayındadır. KUZEY IRAK İLE TİCARİ İLİŞKİLER Uluslararası ilişkilerde siyaseti, devletlerin karşılıklı çıkarları belirlerken, bizde tam tersine çıkarlarımız siyasi kaygılara kurban edilmektedir. Oysa egemenlik ve refah, korkular üzerine inşa edilemez. Ürkek davranan ülkeler ise hiçbir zaman egemen bir güç olamazlar. Bu tespitlerimizden sonra, öncelikle Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi'yle olan ticari durumumuza bir göz atalım: - Türkiye ile Irak arasında ticaret hacmi 1991 Körfez Savaşı öncesi 2,5-3 milyar dolar civarındaydı. 2003 ABD işgaline kadar, pek bir hareketlilik görülmemiştir. - 2006 yılında başlayan ticaret neticesinde, ihracat 2007 yılında yüzde 9,9, 2008 yılında ise yüzde 37,5 artış göstermiştir. İthalat oranlarında ise 2006-2007 yüzde 71,6, 2007-2008'de ise yüzde 104,7'ye yükselmiştir. - 1993'te 160 milyon dolar olan ticaret hacmimizin yıllar itibariyle düştüğü; 1998-2002 döneminde ise ambargo nedeniyle tamamen durmuştur. 2003'te başlayan ticaret, başlangıç aşamasında bile rekor bir seviyeyi yakalamış, yıllar itibariyle de artış göstermiştir. Resmî rakamlara göre 2005 ve 2006 yıllarında 3 milyar dolar, 2007 yılında ise 4 milyar dolar civarında bir hacim tutturulmuştur. - 2006 yılında Kürt bölgesinde ticareti yapılan malların yüzde 70 ile yüzde 80 arasındaki bir kısmı Türkiye menşeiyliydi. Oysa 2008 yılında bu oran yüzde 25 ile yüzde 30'lara kadar geriledi. Bölgesel Kürt Yönetimi ile olan ticaret, yıllar ve rakamlar arasındaki dengesiz iniş çıkışlardan da anlaşılacağı gibi, siyasi tavırlara göre şekillenmiştir. - Bölgede yaklaşık 200 bin tanker Irak'la petrol taşımacılığı yapmaktadır. Hane halkı ortalamasını 7 olarak değerlendirirsek, yaklaşık 1.4 milyon kişi için önemli bir gelir kaynağı anlamına gelir. - Sadece Diyarbakır, ihracatının yüzde 55'ini Irak'a yapıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde yaklaşık 50 bin vatandaşımız çalışıyor. Bu bölgede yaklaşık bin 200 civarında Türkiyeli şirket var. - Türkiye'nin 97 kapısı ve 270 gümrük noktası bulunmaktadır. Ancak ihracatının onda birini tek başına Habur Sınır Kapısı üstlenmektedir. - Bugün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında inşaat iş kolu piyasasının yüzde 90'i Türkiyeli firmaların elindedir. 6 milyar dolarlık ticaret hacmini ve petrol boru hattı ile gelen 1.5 miyar doları da buna eklersek ulaşılacak rakam 7,5 milyar doları bulmaktadır. Bunun yanı sıra; - Türkiye başta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmak üzere bütün Irak'ın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler için en uygun ülkedir. - Türkiye'nin artan enerji ihtiyacı için en makul alan ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'dir. - Türkiye'nin Körfez ülkelerine yaptığı transit taşımacılıkta en güvenli ve uygun yol Irak iken, Irak'ın da Avrupa'ya ve Akdeniz'e en güvenli ulaşım yolu Türkiye'dir. Bu verileri çoğaltmak mümkün. GÜL KUZEY IRAK'A GİTMELİDİR Tüm bu veriler iki ülke arasında bütün ticari ve ekonomik ilişkilerin birbirini tamamlar nitelikte olduğunu ve yüksek profilli kalıcı bir işbirliğinden her iki ülkenin de azami derecede istifade edeceğini gösterir. Bizim en büyük pazarımız olan bu bölge, aynı zamanda birlikte büyümemiz için en uygun şartları da bünyesinde taşımaktadır. Bu çerçevede, yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz: - Diyarbakır'a uluslararası bir havalimanı açılarak, Erbil-Diyarbakır seferleri başlatılmalıdır. - Şanlıurfa ve Diyarbakır'dan Habur'a kadar otoban yapılmalıdır. - Karşılıklı olarak iki devlet için önemli olan, bölgemiz açısından ise hayati önem arz eden sınır ticareti kolaylaştırılmalı, teşvik edilmelidir. - Gerekirse ikinci bir sınır kapısı açılmalıdır. - Türkiye Cumhurbaşkanı'nın tarihi Ermenistan ziyaretinin bir benzerini Erbil'e yapması gerekmektedir. BENELÜX MODELLİ ENTEGRASYON Birkaç stratejik adımdan sonra, iki ülke arasına çekilen sınır kâğıt üzerinde kalacaktır. Bu ilişkiden Türkiye, Irak, Ortadoğu ve Dünya kazançlı çıkacaktır. Türkiye, başta Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti olmak üzere komşularını bir tehdit olarak görmekten kaçınmalı, onlarla işbirliğini de aşan stratejik ortaklıklar kurarak komşuluğunu ekonomik ve siyasi gelişme yaratan bir fırsata dönüştürmelidir. Bu noktada bizim önerimiz, Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında Benelüx modelini andıran bir entegrasyondur. Malların ve insanların serbest dolaşımı esasına dayanması gereken bu model, Ortadoğu'nun kalbinde nefes almakta zorlanan iki bölgenin önünü açacaktır. Konsoloslukların ekonomik, diplomatik ve kültürel misyonları bulunur. Bu işlevleri itibariyle konsolosluklar, ülkelerin büyük resmi görmesine ve ekonomilerini büyütmelerine olanak verir. Mekik diplomasisi yürütmekle övünen Türkiye, hâlâ irtibat subaylıklarıyla yetiniyor, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminde yatırım yapan vatandaşlarıyla iletişim dahi kuramıyor ve yüzyıllık fırsatı korkuya heba eder bir pozisyona sürükleniyor. İlişkileri yeniden tanımlamamız gerekiyor ve bunu yaparken muhtaç olduğumuz şeylerden biri de samimiyet. Eğer ilişkilerin geliştirilmesini istediğimiz konusunda samimi isek, bunun gerektirdiği kolaylıkları da hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu coğrafyadaki değerlerin köklü ve güçlü olduğuna inancımızı korumalıyız. Korkuların ve paranoyaların aşılması durumunda, bu köklü geçmiş, güçlü bir gelecek yaratacaktır. Irak Kürt Federe yönetiminin dünyaya açılan kapısı Türkiye, Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan kapısı Irak Kürt Federe Bölgesidir. Geçmişimiz bir, acılarımız bir, çıkarlarımız ve geleceğimizin de bir olduğunu unutmamalıyız. Not: Bu yazı, 15-16 Şubat'ta Erbil'de düzenlenen Abant Platformu toplatısında sunulan tebliğin kısaltılmış halidir. • “Kürdistan'a hoş geldiniz“ - Hakan Albayrak (Yeni Şafak) 16 Şubat 2009 – Pazartesi İstanbul-Erbil. Atlasjet. Dünyanın en nazik uçuş ekibi. Mütemadiyen “Bir arzunuz var mı“. Arzumuz, Türkiye ve “Kuzey Irak“ın kaynaşıp bütünleşmesi. Kuzey Irak'ı şahane bir Kürt fıkrasına istinaden tırnak içine aldım. Erbil'de, Dohuk'ta, Selahaddin'de “Kürdistan“ ismi hanımlar arasında çok yaygın. Bu ismi taşıyan bir kız Türkiye'ye gidiyormuş. Sınırda Kürdistan Bölge Yönetimi polisi ismini sorunca göğsünü gere gere “Kürdistan“ demiş. Sıra Habur sınır kapısındaki kontrole gelmiş. Türk polisi de ismini sormuş. Kız biraz düşünmüş ve... “Kuzey Irak“ demiş! Abant Platformu ve Selahaddin Üniversitesi'nin düzenlediği “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak“ konulu konferans için geldiğim Erbil'de Hawler Plaza Oteli'ne yerleşirken saat 04:00 civarındaydı. Dışarıdan Kur'an sesi geldi. Pencereyi açtım. Ses cami hoparlörlerinden geliyormuş. Kur'an'dan sonra dua, niyaz, salavat. Sonra yine Kur'an. Bu böyle bir saat kadar devam etti. Nihayet ezan okundu. Çok yorgun olduğum için namazı otel odasında kılmaya niyetliydim, ama bu topraklara 'giriş' için en uygun yerin cami olduğu fikri beni canlandırdı. Çıktım, 100-150 metre yürüdüm, bir cami buldum, cemaate karıştım. Cemaat kalabalıktı. Kalabalık ve poşulu. Sünnetler kılındıktan sonra müezzin Kur'an okudu ve “Ya Rabbena ecirna minennar“ (Ey Rabbimiz, bizi ateşten koru) diye dua etti. Tekrar tekrar, tekrar tekrar. Biz de müezzine katıldık. Adeta trans halinde, bir ağızdan, “ecirna minennar, ecirna minennar, ecirna minennar...“ Amin velhamdu lillahi rabbi'l alemin. Cemaatle namazdan ve tesbihattan sonra yine cemaatle dua. Duadan sonra yine bir ağızdan -belki yüz kere- kelime-i tevhid... Poşulu kardeşlerimle musafaha edip camiden ayrılırken içimden bir ses –sansürüz- “Kürdistan'a hoş geldin“ dedi. Bunu özellikle belirtiyorum, çünkü “Kürdistan“ denince akıllara her şeyden evvel din kardeşliğinin gelmesini istiyorum. Gerisi teferruattır. Teferruata gelecek yazılarda değineceğim inşaallah. • E hadi artık! - Hakan Albayrak (Yeni Şafak) 17 Şubat 2009 – Salı İsmi bölgesel yönetimdir, federe hükümettir, şudur budur, ama neticede bir devletle karşı karşıyayız. Kürdistan devleti bölgemize hayırlı-uğurlu olsun. Hayırlı-uğurlu olabilmesi için onu tırmalamaktan vazgeçmeli, ona saygı gösterip itimat telkin etmeli, onunla sıkı dostluk ilişkileri kurmalıyız. Öz kardeşlerimizin bize karşı bir tedbir olarak ABD-İsrail şemsiyesi altına girmek zorunda kalmaları (yahut böyle bir mecburiyet hissetmeleri) bizim için büyük bir utançtır. Erbil'den sonra Süleymaniye'de de konsolosluk açan ve bu vesile ile Dışişleri Bakanı'nı göndererek Kürdistan Bölge Yönetimi ve halkına layıkıyla iltifat eden İran, ilm-i siyasetin gereğini yapıyor. Habur Sınır Kapısı'ndan geçip 'karşı tarafa' gitmek isteyenlere “Nereye gidiyorsun?“ diye soran ve “Kürdistan'a gidiyorum“ cevabını verenlere müşkülat çıkaran Türkiye neyin gereğini yapıyor? Şükür ki, son zamanlarda, Kürdistan Bölge Yönetimi'ne bakışın değişmekte olduğuna dair işaretler alıyoruz. Habur Sınır Kapısı'na henüz ulaşmayan bu değişim ne kadar hızlı ve 'radikal' olursa, fitnenin önü o kadar çabuk kesilir. “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak“ için Erbil'de Kürdistanlı aydınlarla bir araya gelen Abant Platformu'nun burada resmi makamlardan gördüğü büyük itibar, Ankara'nın bir yakınlaşma hamlesinin Kürdistan Bölge Yönetimi nezdinde ziyadesiyle karşılık bulacağına delalettir. Üst düzey yöneticilerin yakından takip ettiği ve mümkün mertebe bizzat katıldığı konferans, Kurd-Sat TV'de canlı yayınlanıyor... Kürdistan Televizyonu'ndaki haber bültenlerinin yarısı konferans haberleriyle geçiyor... Neredeyse bütün konuşmalar haber bültenlerinde uzun uzun özetleniyor... “Bütün konuşmalar“ değil; çünkü Ankara'yı incitebileceği düşünülen konuşmalar ayıklanıyor. “Peşmerge“ üzerinden Kürt düşmanlığı yaparak fitneyi beslemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan bir kısım medya ve dahî bir kısım siyaset utansın! • Kürt konferansı – Mümtazer Türköne (Zaman) 13 Şubat 2009 - Cuma Abant Platformu bu hafta sonu Erbil'de toplanıyor. Selahaddin Üniversitesi ve Mukriyani Enstitüsü'nün işbirliği ile yapılacak bu toplantının başlığı "Barışı ve geleceği birlikte aramak". Toplantı, iddialı bir toplantı. Tek başına bu toplantı Kuzey Irak ile Türkiye arasında yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Şartlar elverişli. Statükoyu sürdürmek imkânsız. Herkes bir kavşakta, gideceği yönü tayine uğraşıyor. Erbil toplantısı sivil toplum diplomasisinin başarılı bir örneği olmaya aday. Ben de bu toplantının açış konuşmasını yapacağım, bilahare izlenimlerimi sizlere aktaracağım. Bir ay sonra Erbil, başka bir toplantıya evsahipliği yapacak. "Kürt konferansı" başlığını taşıyan bu toplantı tam olarak "Kürt ulusal kongresi" niteliği taşıyor. Kürtlerin "Dört Parça" adını verdikleri dört ülkeden, yani Türkiye, İran, Suriye ve Irak'tan legal ve illegal Kürt örgütlerinin bu toplantıya katılması bekleniyor. Toplantıyı KDP organize ediyor ve bir ölçüde Irak'taki Kürt Bölgesel Yönetimi'nin diğer Kürt grupları üzerindeki önceliğini vurgulama amacı taşıyor. Uygun kelimeyi bulmak zor. Kürt milliyetçilerinin kullandığı tabir "Kürt ulusal hareketi". Bu konferans "Kürt ulusal hareketi"nin geleceği üzerinde etkili olacağa benziyor. Hepimizin çok yakından bildiği bir Kürdistan haritası var. Erzurum'un yukarısından Hatay'a doğru inen geniş bir yayı da içeren bu harita birilerinin kâbusu, birilerinin de hülyası. Kuzey Irak'taki, fiilen bağımsız hareket eden bölgesel Kürt Yönetimi'ni "Büyük Kürdistan"ın ana çekirdeği olarak görenler iki tarafta da mevcut. Hem kâbus görenler, hem de hülyalar peşinde gidenler için bu konferans bir dönüm noktası olabilir. Gerçek dünya ne kâbustakine, ne de hülyalardakine benziyor. Aynı odadayız. Odanın iki tarafında uykuya dalmışız. Kâbus görenimiz ateşler içinde boncuk boncuk terliyor. Diğeri daldığı hülyaların etkisinde, mutlulukla tebessüm ediyor. Ev ateşler içinde; hepimiz uyanmalı ve ateşi söndürmeliyiz. Kürt milliyetçiliği tarih yolculuğunda geç kalmış bir milliyetçilik. Geç kalmanın telaşını ve bütün çocukluk hastalıklarını yaşıyor. İnsana değer vermek yerine dağı-taşı-toprağı kutsayan milliyetçilik kendini yiyip bitiren bir canavara dönüşür. Kürt milliyetçilerinin Kürtlerle Kürdistan haritasını üst üste koyma hesabını yapması ve bu hesabın içinden çıkması lâzım. İlk hesaplaşacakları gerçek şu: Kürtlerin yarıdan fazlası bu haritanın dışında yaşıyor. Yerküre üzerindeki en büyük Kürt şehri ne Diyarbakır, ne de Erbil. En çok Kürt'ün yaşadığı şehir İstanbul. Karşılıklı olarak etnomilliyetçiliklerin içinden çıkamadığı hesapları görmek üzere kavgaya tutuşmaları kolay; ama bu düşmanlıkla bu topraklarda yaşamak mümkün değil. Erbil'deki Kürt Konferansı'na katılacak örgütlerden biri de PKK. Basmakalıp hükümleri bir kenara bırakıp, bu konferansın PKK'nın silah bırakmasına, nihayetinde tasfiye olmasına vesile olacağını öngörmek lâzım. Erbil'de yayımlanan Kürdish Globe'da yer alan ve Türkiye Kuzey Irak ilişkilerini değerlendiren bir yazı, bu öngörüyü doğruluyor. "Bütün Kürt siyasî grupları arasında geniş ve kapsamlı bir konferans, PKK'yı Kürt ulusal çıkarlarını koruyacak çizgiye getirebilir ve genel uzlaşmaya uyarak silah bırakmak zorunda kalabilir." Kısaca bu konferans PKK üzerinde bir baskı oluşturmayı da amaçlıyor. Türkiye'nin Kürt sorununu çözebilmesi için kanın durması lâzım. Obama, Amerika'nın yeni başlangıcını Ortadoğu üzerinden yapıyor. Ortadoğu en fazla iki üç sene içinde bambaşka bir bölge olacak. Türkiye'nin en başta Kürt sorunu olmak üzere bütün sorunlarına ve bölgeye bakışında köklü değişiklere gitmesi lâzım. Kürt sorununun çözümü ise önce kendi vatandaşlarımızla, sonra yakın komşularımızla barışmaktan geçiyor. Kâbusların da, hülyaların da gerçeklerle ilgisi yok. Hayal âleminde yaşayanlar da kâbus görenler de nasıl olsa kafalarını sağa sola vura vura uyanacaklar. Zaman kaybedip ağır bedeller ödemek yerine, bu coğrafyada bizi birbirimize adeta mahkûm eden ortak çıkarlara eğilmeliyiz. Bizler yekdiğerimizi aşkla ve şevkle sevmeye mecburuz. Aksi takdirde birlikte mahvoluruz. • Abant-Erbil: 'Kürtlere Güvenmek' – Mümtazer Türköne (Zaman) 17 Şubat 2009 – Salı Abant Platformu, kısa tarihinin en anlamlı toplantısını Erbil'de yaptı. Bu toplantının beklentilerin üzerinde bir başarı sağladığı ve koyduğu mütevazi amaçları fersah fersah aştığı katılanların ortak kanaati. Toplantı bir ilkti, bir başlangıçtı. Belki bir yoklamaydı. Sonuç: Katedilmesi gereken uzun bir yol uzanıyor önümüzde. Erbil'in üzerine gelecek korkusu çökmüş. İddialı şantiye görünümü, bu korkuyu saklayamıyor. Kürtler, iğretilik duygusu veren bir geçiş dönemi yaşıyor. Türkiye'de "düşmanlarla sarılı olmak" lafı ne kadar edebiyat ise burada o kadar gerçek. Akla yakın görünen tek alternatif Türkiye'den bir kapı aralamak. Belirsizlik ve korku güvensizliğe dönüşüyor. Süleymaniye valisinin odasında gördüğüm "Kürdistan Bölgesel Yönetimi" haritası belirsizliğin somut bir göstergesi. İnce boyunlu bir kuğu silüetini andıran haritanın sınırları belirsiz. Tartışmalı bölgeler yeşil bir hat halinde gösterilmiş. Irak'ın orta bölgesinde yer alan Sünnî Araplar, Şiilerle bir gelecek aramaktan vazgeçmiş. Düşmanca gözler yukarıya, Kuzey'e çevrilmiş. Karşılıklı olarak Kürt ve Arap milliyetçilikleri tırmanış halinde. Milliyetçilik bu bölgede kızamık gibi bir çocukluk hastalığı. Ama aklı başında olanlar bile bu eğilimin bir hastalık olduğunun farkında değil. Çünkü milliyetçilik burada, ötekinden nefret etmek anlamına geliyor. Bu nefret sadece farklı etno milliyetçilikler arasında değil, aynı zamanda Kürtler arasında da mevcut. Güvensizlik, birbirine yakın olanlar arasında bile uzlaşma ve işbirliğini engelliyor. Süleymaniye ile Erbil arasındaki rekabetin kanlı bir geçmişi var. Bir Kürt aydını Türkiye'nin Kürt gruplar arasında arabuluculuk yapması gerektiğini söyledi. Kuzey Iraklı Kürtler bizim vatandaşlarımızın akrabaları. Tıpkı Kafkaslar'daki Çerkeslerin, vatandaşlarımızın akrabaları olması gibi. Türkiye, Kuzey Irak'ı bir tehlike olarak dışarıda tutmak yerine kucağını açmak zorunda. Kürtlerin Türkiye'den başka çaresi yok. Türkiye'nin de kendi vatandaşları ile barış içinde yaşayabilmek ve bölgedeki iddiasını ileriye taşımak için burası ile entegre olmaktan başka önünde bir fırsat yok. Birinin çaresizliği, öbürünün fırsatı. Öbürü için bir fırsat, diğeri için bir çözüm. Tek alternatif bu ikisini bir araya getirmek. Bunun için �Bejan Matur'un vurguladığı gibi- Türkiye'nin Kürtlere güvenmesi lâzım. Tesis edilecek güvenin tarihsel ve aktüel arka planı çok sağlam. Türkiye attığı her adımda Ortadoğu bölgesinin en önemli oyun kurucusu olduğunu fark etmek zorunda. İbrahim Kalın, Türkiye'nin bu önceliğini bir ahlakî durum olarak formüle etti. Bölgesel dengelerin salt çıkar kaygısı dışında bu ahlakî güç tarafından tanzim edilmesi şart. Bu ahlakî düzenleyici devrede olmazsa bölge en küçük bileşenlerine ayrılmak üzere sonu gelmez bir kaosun içine yuvarlanmaya hazır. Kuzey Irak'taki otonom yönetimi Büyük Kürdistan idealinin başlangıcı olarak gören ve kendi Kürtlerini baskı altına alarak "bölünme paranoyası"ndan kurtulmaya çalışan Türkiye'nin yerini; Kuzey Irak'ı ekonomik ve sosyal anlamda kendisine entegre eden, kendi Kürtlerine de eşit ve onurlu vatandaşlar olarak saygı gösteren bir Türkiye alıyor. Kürt aydınları Türkiye'nin üstlendiği barış ve istikrar rolünün bölgenin geleceği için tek umut olduğunu vurguluyorlar. Karwan Akreyi, Kürt cephesindeki bütün siyasî tarafların katılacağı "Kürt Konferansı"ndan bahsetti. Barışın ve diyaloğun, demokratik yöntemlerin egemen olacağı böyle bir toplantının, şiddet yöntemlerini reddetmesinin beklenen ve arzu edilen sonuç olacağını vurguladı. Türkiye'nin böyle bir konferansın düzenlenmesinden rahatsız olmaması gerektiğini söyledi. Bu toplantı gerçekten bir eşik olabilir ve kanın durmasına katkıda bulunabilir. Barışın ve istikrarın egemen olduğu geleceği inşa etmenin ön şartı Türkiye'nin hem kendi Kürtlerine hem de sınırları dışındakilere güvenmesi. Abant-Erbil, birçok önemli gelişmeyi tetikleyecek ve verimli bir başlangıç olarak hatırlanacak bir toplantı şeklinde şimdiden kayıtlara geçti. • "Hepimiz Kürt'üz" – Mümtazer Türköne (Zaman) 19 Şubat 2009 – Perşembe Milliyetçi jargona vakıf olanlar, Devlet Bahçeli'nin bu haftaki grup konuşmasında bana yönelttiği "aydın başıbozukluğu ve kokuşması" ithamının hafif bir tariz olduğunu bilirler. Devlet Bey beni "hain" ilan etmeyerek incelik gösteriyor. Konu, Erbil'deki Abant Toplantısı'nda benim yaptığım açılış konuşması. MHP lideri "Bir gün bile kendisi olamayanların ve ne olduklarını bir türlü ilan edemeyenlerin; her bir araya geldiklerinde "hepimiz" diye başlayarak toptancı bir anlayışla sürekli başkaları olduklarını ilan etmeleri..." diyerek, benim konuşmamda geçen "Hepimiz Kürt'üz" sözünü yargılıyor. Devlet Bahçeli'yi sever ve sayarım. Sadece üzerimdeki emeği ve hakkından dolayı değil; MHP lideri olarak siyasî çıkarlarının çok üstünde, bu ülke adına doğru bir yerde ısrarla durduğu için. Bahçeli'nin şiddete ve kaosa izin vermeyen sağlam duruşu olmasaydı bugünün Türkiye'si tam bir cehenneme dönüşebilirdi. "Hepimiz Kürt'üz" sözüne gelince... Cevabı, bana gelen bir mektupla veriyorum. Yazan 12 Eylül firarilerinden, Hollanda'da yaşayan Elazığlı bir Kürt. "1980'di, nitekim vatanın tanklarla kurtarıldığı günlerdi. Senin "ülkücülük" yaptığın zamanlar ben de "devrimcilik" yapmıştım. 20 yaşındaydım. Yakınlarda siyasi bir cinayet işlenmişti. (...)Beni ihbar edenler "örgütümü" bilmiyorlarmış. Önce onu "itiraf" ettirmeye çalıştılar: -PKK misin? TİKKO musun? DHB misin? Dev-Yol musun? Sonuç alamadılar. Hiçbiri değildim. -Yoksa Atatürkçü müsün? Her buraya gelen Atatürkçü oluyor yahu. O anda çok spontan olarak cevap verdim: -Ben Türk değilim. Türk değilim ki Atatürkçü olayım. Şahsen bu cevabımdan sonra hayatımın artık biteceğini sandım. Hayır, öyle olmadı. (...) Neyseki dördüncü gün bir PKK'li getirdiler, itiraf etti. Detayları verdi, ben cinayetten yırttım. Bir ay sonra savcıya çıktım. (...) Savcı sordu: "Türk değilim demişsin?.." O anda hayatımın en iğrenç şeyini yaptım, yalan söyledim. Çünkü o şartlarda "Kürt'üm" demek on yıl ceza demekti. Benim de siyasi savunma yapmak gibi bir planım yoktu. -Türk'üm, dedim. Ama arkasından güldüm. Savcı da güldü. On yıl cezadan kurtuldum ama vicdanım hiç rahat olmadı. Dün seni dinleyince o günlerimi hatırladım. Mümtaz'er Türköne Hoca "Hepimiz Kürt'üz" demiş. Çok duygulandım. Demek ki bugünleri de görme şansımız varmış. Savcıya yalan söyledim, sana doğruyu söylüyorum: Mümtaz'er Hoca için ben Türk'üm. Sevgi ve saygılarımla." Gazi Fincan Bana düşense "Hepimiz Kürt'üz" demeye devam etmek. Hepimiz yaralıyız. Hepimiz kırgınız. Hepimizin hâlâ canı yanıyor. Basmakalıp önyargıları, şiddet kokan düşmanca bir dili kenara bırakmalıyız. Konu, gündelik siyasetin polemiklerine uygun değil. Bu yüzden Bahçeli'nin Abant-Erbil toplantısı için "Okyanus ötesinden güdümlü bu toplantı" diye bahsetmesi, aradığımız çözüme yönelik yapıcı dile uymuyor. MHP liderinin etno-milliyetçilikleri ve şiddeti reddeden bu toplantıyı polemik konusu yapıp mahkûm etmesinin Türkiye'ye bir faydası yok. MHP bilincinde yer alan esaslı unsurlarından birini hatırlatmalıyım. Koskoca bir imparatorluk ben ve sen kavgası ile ve birilerinin "daha fazla Türk olmak" hülyasıyla kaybedildi. Şimdi de, herkesi Türk yapmak uğruna koca Türkiye Cumhuriyeti'ni mi gözden çıkartalım? Rahmetli Türkeş "Bir Kürt ne kadar Kürt ise ben de o kadar Kürt'üm." demişti. "Hepimiz Kürt'üz" lafının mucidi odur. "Bir Kürt kadar Kürt olmak" için Kürt'ün bir insan olarak sahip olduğu bütün haklara saygı göstermek gerekir. Bu sözün asıl anlamı ise etnik kimlikler üzerinden siyaset yapmayı bir kenara bırakmaktır. "Hepimiz Kürt'üz" lafından sadece Türk olmayı etnik bir kimlik olarak algılayanlar, Türk etno-milliyetçileri rahatsızlık duyar. Evet "Hepimiz Kürt'üz". "Hepimiz Kürt" olduğumuza göre farklı bir şeyler yapalım. Meselâ Kurmançi Kürtçesinde birkaç cümle öğrenelim. Kürtlerin anadilde eğitim hakkına saygı gösterelim. İflas etmiş ve tükenmiş ulus-devlet tezlerini tekrarlamak yerine yüreğimizdeki sıcaklığı büyütelim. Aynı coğrafyayı, aynı kültürü, aynı tarihi, aynı geleceği, kısaca ortak bir kaderi paylaştığım Kürt, ancak benim Kürtlüğüm kadar Türk olabilir. Daha fazlasını kimsenin beklemeye de istemeye de hakkı yoktur.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.