Ana içeriğe atla
Submitted by Rêvebir on 21 April 2013
CENGİZ ÇANDAR

Irak Kürt hükümeti ile sıkı ilişkiler kuran Başbakan Erdoğan, PKK ile bir barış müzakeresi yapıyor... Ortadoğu jeopolitiği, şimdi Kürtler lehine çalışıyor...

Kürdistan petrolü, Türkiye, Ortadoğu jeopolitiği (1)Bu hafta Irak Kürdistanı, petrol ve Türkiye konusunda uluslararası basında arka arkaya çarpıcı yazılar yayımlandı. Yazı içerikleri, kimi bölümler bana hayli tanıdık geldi. Arşive girdim. Önce arşivden alıntılar, sonra uluslararası basının sözünü ettiğim yazılarından.
Arşivi 2012 Mayıs ayından daha geriye doğru giderek taradım. 26 Mayıs 2012. Yazı başlığı “İşin içine ‘Kürdistan petrolü’ girerse...” Yazıdan bir bölüm:
“... Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi, birkaç gün önce günde Türkiye’ye milyon varil petrol taşıyacak bir boru hattı inşa edilmesi planını açıkladı... Söz konusu açıklama, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin geçen hafta Ankara’ya yaptığı önemli ziyaretin ardından geldi. Türkiye, -özellikle medyasıyla-, Neçirvan Barzani’nin ziyaretine PKK konusunda yapılacağı öne sürülen ‘işbirliği’ üzerinden odaklanmıştı. Elbette ki ziyaretin bu boyutu önemliydi ama Neçirvan’ın asıl amacı, Irak Kürdistanı’ndan Türkiye’ye uzanacak ‘boru hattı’ anlaşmasıydı... Günde 1 milyon varil kapsamında ham petrol taşınmasına imkân verecek boru hattı yapımının ikinci aşaması ise 2013 Ağustos ayına kadar tamamlanacak ve bu hat, Kerkük-Yumurtalık hattına bağlanacak...
Hesap, tümüyle tutmuş vaziyette ve Irak Kürt yönetiminin ‘stratejik ufku’nu ortaya koyuyor. Bu ‘stratejik ufuk nedir?’ diye sorarsanız, cevabı zor sayılmaz. Irak Kürdistanı’nın ‘bağımsız devlet’ olarak oluşumu...”
Bir 11 ay sonra, 17 Nisan’da Bloomberg.com’da “Türkiye’nin, Bağdat’a meydan okuyarak, Kürtlerle Petrol Anlaşması imzaladığı bildiriliyor” başlıklı haber-yorum yazısından satırlar:
“Konuyu yakından bilen iki kişinin bildirdiğine göre, Irak’ın Kürt bölgesi Türkiye ile ona doğrudan petrol ve gaz sağlayan tarihi bir petrol anlaşması imzaladı. Anlaşma, geçen ay, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da Kürt Başbakan Neçirvan Barzani ile Ankara’daki buluşmasında imzalandı. Haberi veren kaynaklar, anlaşma özel olduğu için kimliklerinin açıklanmasını istemediler.
Kürt hükümeti, Kürtleri ayrı anlaşma imzalamamaları konusunda uyarmış olan Bağdat’taki Irak hükümetini by-pass edecek nitelikteki anlaşmaya göre, Türkiye’ye doğrudan petrol ve gaz satacak. Haberi veren kişilerden biri, Türkiye’nin, (Kürt bölgesinin) Irak’ın geri kalanıyla sınırını oluşturan alanda imtiyazlar elde etmiş olan Exxon Mobil Corp.’daki Kürt hükümet hisselerini da alabileceğini bildirdi...
Türkiye ile böyle bir anlaşma Kürtleri Irak bütçesine daha az bağımlı yapacak... İrlanda’da University College Cork’ta misafir öğretim üyesi olan Aziz Serdar’a göre ‘Petrol milliyetçilik ile bağlantılı’. Aziz Serdar bu konuda şöyle söylüyor: ‘Barzani petrolü pozisyonunu güvence altına almak ve bunu bağımsızlığa giden bir yol olarak gören halkı seferber etmek amacıyla kullanıyor. Türkiye için, anlaşma ithalat faturasını ve 800 milyar dolarla ekonominin temel zayıflığı olan cari açığı azaltacak daha ucuz enerji kaynağına ulaşmak demek...”
Bloomberg, söz konusu gelişmenin, mevcut ‘Süreç’ ile ilişkisine de şu cümlelerle değinmiş: “Son yıllarda Türkiye, Irak Kürtlerinin özerkliğine yönelik daha önceki husumetinden vazgeçmiş ve onlarla bir ittifaka yönelmişti. Daha önceleri Kuzey Irak’ta özyönetimin Türkiye’nin kendi Kürt azınlığını benzer haklar istemeye özendireceğinden kaygılanmıştı. Bu yıl Türk hükümeti neredeyse otuz yıldır Türkiye’nin güneydoğusunda savaşmakta olan Kürt militanlarla barış görüşmeleri başlattı.”
Arşive dönelim ve 2 Mayıs 2012’ye gidelim. Yazı başlığı: “Irak’ta ‘bağımsız Kürt devleti’ne sıra geldi mi?” Yazıda, Erbil’de yayımlanan Rudaw dergisinde, ABD’nin bir numaralı Kürt uzmanı Peter Galbraith ile yaptığı söyleşiye atıf var. Irak’ta ‘Kürdistan bağımsızlığı’ yanlısı olduğunu her vakit hararetle savunmuş olan Peter Galbraith konuşuyor:
“... Başkan Mesut Barzani ile Başbakan Neçirvan Barzani, tam bağımsızlık önündeki en önemli engelleri kaldırdılar. Türkiye ile sıkı bir siyasi ve ekonomik ilişki geliştirdiler. Kürdistan’da bağımsızlığın mali zeminini sağlayan bir petrol endüstrisi yarattılar ve çeşitli uluslararası yatırımları teşvik ettiler. Kürdistan’ın, Irak’ta ve patlamaya hazır bir bölgede Amerika’nın yegâne güvenilir ve demokratik müttefiki olduğunu ortaya koydular...”
Şu satırlar, aynı yazıda Peter Galbraith’e değil; bendenize ait:
“Eğer Irak’taki gelişmeler önlenemez bir seyirle Kürtlerin Bağdat’tan kopmasına yol açarsa, ‘bağımsız’ olsalar bile, bunun ‘Türkiye’nin şemsiyesi’ altında olmadan var olabilmesi mümkün değil...”
Bu yazıdan yaklaşık 11 ay sonra, birkaç gün önce, 14 Nisan’da Washington Post’un önemli kalemlerinden Jackson Diehl’in “In Iraq, a Kurdish Renaissance” (Irak’ta Bir Kürt Rönesansı) başlıklı bir yazısı çıktı. İki yıldır her toplantıda ‘Arap Baharı’ kavramına itiraz eden ve onun yerine ‘Arap Devrimleri’ demeyi tercih eden benim açımdan, çok ilgi çekici bir paragrafla girmişti yazısına:
“Şimdi artık ‘bahar’ 2011’in Arap devrimlerini izleyen siyasi kargaşa ve iç savaşın yanlış tanımıdır. Fakat Ortadoğu’da bir ulus için özgürlük ve refahın çiçek açmaya başladığı görülüyor. Irak Kürdistan hükümetinin üst düzey yetkilisi Fuad Hüseyin, keyiften dört köşe, ‘İnsanlar, Arap Baharı’ndan değil, Kürt Baharı’nı konuşmaya başladılar’ diyor...
Kürdistan, mükemmel olmasa da, bir demokrasi; toprakları barış içinde ve ekonomi yılda yüzde 11 ile büyüyor. Yabancı yatırımcılar ışıldayan yeni havaalanlarından, özellikle Kürtlerin kontrolündeki petrol sahalarına yatırım yapmaya geliyorlar. Exxon, Chevron, Gazprom ve Total, bölge hükümeti ile anlaşma imzalayan çokuluslu şirketler arasında. Kürdistan’dan Türkiye’ye döşenmekte olan yeni bir boru hattı, petrol ihracatının birkaç yıl içinde günde 1 milyon varile fışkırmasını mümkün kılacak. On yıl önce bölgenin 5.2 milyonluk nüfusu için tek bir üniversite varken, şimdi 30 tane var...
Daha büyük hikâye, 30 milyon civarında Arap-olmayan bir ulus olan ve bir devletten mahrum bulunarak Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında bölünmüş durumdaki Kürtlerin, bölgenin sürekli kurbanları ve piyonları olarak uzun karanlık tarihlerini aşmak üzere olmalarıyla ilgili. Yirmi beş yıl önce Kürtler Saddam Hüseyin’in kimyasal silahlarıyla katlediliyor ve Türkiye tarafından eziyet ediliyorlardı. Kürt isyancılar ile Türk ordusu arasında şiddetli bir gerilla savaşı hüküm sürüyordu.
Şimdi Türkiye, Kürtlerin en yakın müttefiki ve Suriye’den Irak-İran sınırına uzanan alanda kendi kendini yönetecek olan Kürt toplulukların potansiyel dayanağı olarak ortaya çıkıyor. Irak Kürt hükümeti ile sıkı ilişkiler kurmuş olan Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdi isyancı PKK ile bir barış anlaşmasının müzakeresini yapıyor...
Onca zamandır aleyhlerine çalışmış olan Ortadoğu jeopolitiği, şimdi Kürtler lehine çalışıyor...”
Kaldığımız yerden yarın devam...

Kaynak : Radikal Gazetesi

Kürdistan petrolü, Türkiye, Ortadoğu jeopolitiği (2) 22 Nisan 2013 Pazartesi 08:37 [email protected] Türkiye, Irak Kürtleriyle, 2023'e doğru ekonomik hedeflerinden ötürü nasıl doludizgin ise 'Süreç' de bunun kaçınılmaz izdüşümü. Bir önceki yazımızı ‘kaldığımız yerden devam’ diye noktalamıştık. ‘Kaldığımız yer’, Washington Post’ta 14 Nisan’da yer alan ‘In Iraq, a Kurdish Renaissance’ (Irak’ta bir Kürt Rönesansı) başlıklı yazının şu satırı idi: “Onca zamandır aleyhlerinde çalışmış olan Ortadoğu jeopolitiği, şimdi Kürtler lehine çalışıyor.” Ortadoğu jeopolitiğinin, şimdi, Kürtler lehine çalışıyor olmasının iki temel göstergesi var: 1. Petrol 2. Birinci Dünya Savaşı sonrasından beri ‘Kürtlüğün inkârı’nın, ‘Kürt kimliğinin reddi’nin bir numaralı merkezi olan Türkiye’nin, neredeyse 180 derece ters yönde, adeta ‘Kürdistan’a ebelik’ konumuna kaymaya başlaması. Kürtler, nasıl Birinci Dünya Savaşı ertesinde parçalanarak, görünürde Avrupa ulus-devlet formatındaki dört ayrı ülkede ‘çıban başı etnik azınlık’ durumuna düşürülmüş ve tarihin karanlık sahne arkasından uluslararası projektörler altında tarih sahnesine çıkıyorlarsa, adeta bunun emniyet sübabı olarak ‘Kürdistan petrolü’ de yeraltından çıkarak, Kürtleri, yeni dönemin önemli bir ekonomik ve siyasi aktörü olarak yerüstüne yerleştiriyor. ‘Kürdistan petrolü’ (ve de doğalgazı, yani Kürdistan hidrokarbon zenginliği) esas olarak, Irak’ın kuzeyinde, Irak Kürdistanı’nda (ya da Güney Kürdistan’da) var. Eğer yerüstünde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (İngilizcesinin başharfleri ile kestirmeden KRG) olmasa ve KRG’nin merkezi Erbil, ‘stratejik ortak’ olarak gördüğü Türkiye ile yakınlaşması sayesinde Bağdat ile arasındaki mesafeyi –belki de nihai bir bağımsızlık doğrultusunda- açmasa, Irak’ta Kürdistan’ın, onun şahsında tüm Kürtler için bir rönesansın gerçekleşmekte olduğundan söz edilemezdi. Oysa ediliyor. Örneğin, etkili ve itibarlı The Economist dergisi birkaç gün önceki son sayısında ‘Barış, uyum ve petrol’ başlıklı önemli yazısında, ‘Aksine beyanlara rağmen Irak Kürtleri doğrudan bağımsızlığa yaklaşıyorlar’ başlıklı çarpıcı bir yazı yayımlandı. Kürdistan’ın özellikle Newroz’la birlikte ortaya çıkan doğal güzelliklerinin tasviriyle başlayan yazıdan bölümler: “Doğa, Kürdistan’ın tek cazibesi değil. Irak’ın üç Kürt vilayetinde yaşayan 5 milyon insanın yararlandığı görece düzen, güvenlik ve zenginliğe, Irak’ın hasarlı ana bölümünde yaşayan geri kalan 25 milyon ve diğerleri tarafından imreniliyor... Kuzeyden tatlı, burnun direğini kıran kokusu her yere sinmiş petrol ile öylesine zengin bir toprakta kâr arayan uçaklar dolusu Türk işadamları geliyor. Irak, şu sırada, yüzde 70’i Kürt bölümüne yönelik ticaretiyle, Türkiye’nin Almanya’dan sonra ikinci ihraç pazarı. Sınırdan günde 4000 kamyon geçiyor... Kürt yetkililer henüz bağımsızlıktan söz etmeyecekler. Ama çeşitli faktörler bu tür bir tahmine işaret ediyorlar. Bunlardan biri Irak’ın geri kalanının içinde bulunduğu sıkıntılı durum. El-Kaide bombalı saldırılarıyla sarsılmış haldeki ve Suriye’nin Şii-yanlısı hükümetinin devrilmesi ihtimalinden kaygılı artan sayıdaki Iraklı Şii, geri kalanı daha iyi kontrol edebilmek için Kürtleri bırakmaları gerektiğini fısıldıyorlar... Siyasetçilerin mevcut arzuları ne olursa olsun, petrol bulguları, Irak’ın sınırlarını bir kez daha çizebilir. Kürtler, Irak anayasasının özerk bölgeleri, yeni petrol sahaları geliştirmek için serbest bıraktığını söylüyorlar ve büyük yabancı şirketleri üretim paylaşımı anlaşmalarıyla kendilerine çektiler. Bağdat, bu yapılanların yasadışı olduğunu, petrolün halkın malı olduğunu ve bütün gelirlerin merkezi hükümete gitmesi gerektiğini söylüyor. İhtilaflı bölgelerde KRG’nin 50 anlaşma imzalamış olmasından da rahatsız. Irak’ın petrolünün büyük çoğunluğu güneyden çıktıkça ve ihraç boru hatlarını kontrol ettikçe, Bağdat üstünlüğü sağlıyor. Ama Kürdistan’ın çok petrolü olduğu ortaya çıktı. Kanıtlanmış rezervler, Irak toplamının üçte biri ya da biraz daha azı olan 45 milyar varil olarak şimdi hesaplanıyor, ki bu rakam Amerika’nınkinin iki misli. Kürdistan’ın üretim kapasitesi hızla artıyor. 2015’te günde 1 milyon ve 2020’de muhtemelen 2 milyon varile erişecek... KRG, Türkiye’ye bir boru hattının eylülde tamamlanmasını umuyor. Bu arada, Türkiye de İran ve Rusya’ya olan bağımlılığının çeşitlenmesine çok dikkat ediyor. Son zamanlarda hiç de raslantısal olmayan biçimde, Türkiye’nin kendi Kürtleri ile barış yapmak için adımlar atan iktidardaki AK Parti’ye siyasi bakımdan yakın birçok enerji şirketinin siyasi yakınlığı da (Irak Kürdistanı ile yakınlaşmaya) yardımcı oluyor. Ankara’daki yetkililer, hem petrol ve hem de doğalgaz arama, üretim ve taşımayı kapsayan bir anlaşmanın hazırlanmakta olduğunun ipucunu veriyorlar. Bu gelecek ufku, Bağdat hükümetini alarma sevk ediyor. Sadece Maliki’nin Türkiye’yi mezhepçi gözlüklerle bakarak içişlerine karışan bir Sünni dev olarak görmesinden ötürü değil. Eğer Kürdistan bağımsız bir petrol zenginliği elde ederse, Irak’ın diğer parçaları da onu izleyebilir. (Yani, Irak bu nedenle bölünebilir, parçalanabilir- cç) Bu, yeterince garip bir şekilde, Irak’ın en büyük iki müttefiki, İran ve ABD tarafından paylaşılan bir korku. Amerikalılar, sürekli olarak Kürt ihtiraslarını gemlemek için hareket ederken Bağdat’ı da Kürtleri tatmin etmesi için teşvik ediyor. Ama Türkler ve Kürtlerin gözlerini çevirdikleri ödül, Irak’ın geleceğinin sonu belirsiz uzlaşmalarla çözülebilmesinden çok daha büyük.” Anlayacağınız, Türkiye, Irak Kürtleriyle, 2023’e doğru ihtiraslı ekonomik hedeflerinden ötürü nasıl doludizgin ise içeride başlatılan ‘Süreç’ de bunun kaçınılmaz izdüşümü. Unutmayalım, Türkiye için işin en can alıcı kısmı Kürdistan petrolü. 26 Mayıs 2012 tarihli, “İşin içine ‘Kürdistan petrolü’ girerse” başlıklı yazımızın şu satırlarını hatırlayalım: “... Irak Kürdistanı’nın petrol rezervi 45 milyar varil; doğalgaz rezervi ise yaklaşık 6 trilyon metreküp. Türkiye’nin günlük petrol tüketimi günde 500.000 varil dolayında; yıllık doğalgaz tüketimi ise 36 milyar metreküp... Türkiye’nin önümüzdeki yıllara dönük ekonomik büyüme ve gelişme ihtiraslarını unutmamamız gerekiyor. Türkiye’de enerji ve elektrik talebi, yakın geçmişten beri yılda yüzde 7 oranında artıyor ve bu artışın daha da fazla olması bekleniyor. Türkiye’nin petrol ve doğalgazda, yani ‘hidrokarbon’da Rusya ile İran’a bağımlılığını azaltması, dış politikada manevra alanını açabilmesi için de şart. Suriye’deki kriz, Türkiye’nin Rusya ve İran’la nasıl ters köşelere yerleşeceğini ortaya koydu...” Türkiye’nin Irak Kürdistan Yönetimi ile yakınlaşmasını bu fotoğrafın içinde görmek ve kavramakta yarar var. Buna değindikten sonra, söz konusu yazıda şu noktayı dikkate getirmiştik: “Türkiye ile KRG arasında gelişen ve son dönemde olağandışı bir yakınlaşma gösteren ilişkilerde, malum, ‘PKK pürüzü’ bulunuyor. PKK, bu ‘yeni çerçeve’de uluslararası-bölgesel boyutların içine yerleşiyor. Suriye’nin geleceği ile birebir irtibatlanıyor...” Burada duralım. İçinde bulunduğumuz ‘Süreç’i ve Abdullah Öcalan’a oynatılan ya da onun oynamak istediği ‘rol’ü ‘daha büyük resim’ içinde görmeye çalışalım. Kaldığımız yerden devam edeceğiz... Kürdistan petrolü, Türkiye, Ortadoğu jeopolitiği (2) 22 Nisan 2013 Pazartesi 08:37 [email protected] Türkiye, Irak Kürtleriyle, 2023'e doğru ekonomik hedeflerinden ötürü nasıl doludizgin ise 'Süreç' de bunun kaçınılmaz izdüşümü. Bir önceki yazımızı ‘kaldığımız yerden devam’ diye noktalamıştık. ‘Kaldığımız yer’, Washington Post’ta 14 Nisan’da yer alan ‘In Iraq, a Kurdish Renaissance’ (Irak’ta bir Kürt Rönesansı) başlıklı yazının şu satırı idi: “Onca zamandır aleyhlerinde çalışmış olan Ortadoğu jeopolitiği, şimdi Kürtler lehine çalışıyor.” Ortadoğu jeopolitiğinin, şimdi, Kürtler lehine çalışıyor olmasının iki temel göstergesi var: 1. Petrol 2. Birinci Dünya Savaşı sonrasından beri ‘Kürtlüğün inkârı’nın, ‘Kürt kimliğinin reddi’nin bir numaralı merkezi olan Türkiye’nin, neredeyse 180 derece ters yönde, adeta ‘Kürdistan’a ebelik’ konumuna kaymaya başlaması. Kürtler, nasıl Birinci Dünya Savaşı ertesinde parçalanarak, görünürde Avrupa ulus-devlet formatındaki dört ayrı ülkede ‘çıban başı etnik azınlık’ durumuna düşürülmüş ve tarihin karanlık sahne arkasından uluslararası projektörler altında tarih sahnesine çıkıyorlarsa, adeta bunun emniyet sübabı olarak ‘Kürdistan petrolü’ de yeraltından çıkarak, Kürtleri, yeni dönemin önemli bir ekonomik ve siyasi aktörü olarak yerüstüne yerleştiriyor. ‘Kürdistan petrolü’ (ve de doğalgazı, yani Kürdistan hidrokarbon zenginliği) esas olarak, Irak’ın kuzeyinde, Irak Kürdistanı’nda (ya da Güney Kürdistan’da) var. Eğer yerüstünde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (İngilizcesinin başharfleri ile kestirmeden KRG) olmasa ve KRG’nin merkezi Erbil, ‘stratejik ortak’ olarak gördüğü Türkiye ile yakınlaşması sayesinde Bağdat ile arasındaki mesafeyi –belki de nihai bir bağımsızlık doğrultusunda- açmasa, Irak’ta Kürdistan’ın, onun şahsında tüm Kürtler için bir rönesansın gerçekleşmekte olduğundan söz edilemezdi. Oysa ediliyor. Örneğin, etkili ve itibarlı The Economist dergisi birkaç gün önceki son sayısında ‘Barış, uyum ve petrol’ başlıklı önemli yazısında, ‘Aksine beyanlara rağmen Irak Kürtleri doğrudan bağımsızlığa yaklaşıyorlar’ başlıklı çarpıcı bir yazı yayımlandı. Kürdistan’ın özellikle Newroz’la birlikte ortaya çıkan doğal güzelliklerinin tasviriyle başlayan yazıdan bölümler: “Doğa, Kürdistan’ın tek cazibesi değil. Irak’ın üç Kürt vilayetinde yaşayan 5 milyon insanın yararlandığı görece düzen, güvenlik ve zenginliğe, Irak’ın hasarlı ana bölümünde yaşayan geri kalan 25 milyon ve diğerleri tarafından imreniliyor... Kuzeyden tatlı, burnun direğini kıran kokusu her yere sinmiş petrol ile öylesine zengin bir toprakta kâr arayan uçaklar dolusu Türk işadamları geliyor. Irak, şu sırada, yüzde 70’i Kürt bölümüne yönelik ticaretiyle, Türkiye’nin Almanya’dan sonra ikinci ihraç pazarı. Sınırdan günde 4000 kamyon geçiyor... Kürt yetkililer henüz bağımsızlıktan söz etmeyecekler. Ama çeşitli faktörler bu tür bir tahmine işaret ediyorlar. Bunlardan biri Irak’ın geri kalanının içinde bulunduğu sıkıntılı durum. El-Kaide bombalı saldırılarıyla sarsılmış haldeki ve Suriye’nin Şii-yanlısı hükümetinin devrilmesi ihtimalinden kaygılı artan sayıdaki Iraklı Şii, geri kalanı daha iyi kontrol edebilmek için Kürtleri bırakmaları gerektiğini fısıldıyorlar... Siyasetçilerin mevcut arzuları ne olursa olsun, petrol bulguları, Irak’ın sınırlarını bir kez daha çizebilir. Kürtler, Irak anayasasının özerk bölgeleri, yeni petrol sahaları geliştirmek için serbest bıraktığını söylüyorlar ve büyük yabancı şirketleri üretim paylaşımı anlaşmalarıyla kendilerine çektiler. Bağdat, bu yapılanların yasadışı olduğunu, petrolün halkın malı olduğunu ve bütün gelirlerin merkezi hükümete gitmesi gerektiğini söylüyor. İhtilaflı bölgelerde KRG’nin 50 anlaşma imzalamış olmasından da rahatsız. Irak’ın petrolünün büyük çoğunluğu güneyden çıktıkça ve ihraç boru hatlarını kontrol ettikçe, Bağdat üstünlüğü sağlıyor. Ama Kürdistan’ın çok petrolü olduğu ortaya çıktı. Kanıtlanmış rezervler, Irak toplamının üçte biri ya da biraz daha azı olan 45 milyar varil olarak şimdi hesaplanıyor, ki bu rakam Amerika’nınkinin iki misli. Kürdistan’ın üretim kapasitesi hızla artıyor. 2015’te günde 1 milyon ve 2020’de muhtemelen 2 milyon varile erişecek... KRG, Türkiye’ye bir boru hattının eylülde tamamlanmasını umuyor. Bu arada, Türkiye de İran ve Rusya’ya olan bağımlılığının çeşitlenmesine çok dikkat ediyor. Son zamanlarda hiç de raslantısal olmayan biçimde, Türkiye’nin kendi Kürtleri ile barış yapmak için adımlar atan iktidardaki AK Parti’ye siyasi bakımdan yakın birçok enerji şirketinin siyasi yakınlığı da (Irak Kürdistanı ile yakınlaşmaya) yardımcı oluyor. Ankara’daki yetkililer, hem petrol ve hem de doğalgaz arama, üretim ve taşımayı kapsayan bir anlaşmanın hazırlanmakta olduğunun ipucunu veriyorlar. Bu gelecek ufku, Bağdat hükümetini alarma sevk ediyor. Sadece Maliki’nin Türkiye’yi mezhepçi gözlüklerle bakarak içişlerine karışan bir Sünni dev olarak görmesinden ötürü değil. Eğer Kürdistan bağımsız bir petrol zenginliği elde ederse, Irak’ın diğer parçaları da onu izleyebilir. (Yani, Irak bu nedenle bölünebilir, parçalanabilir- cç) Bu, yeterince garip bir şekilde, Irak’ın en büyük iki müttefiki, İran ve ABD tarafından paylaşılan bir korku. Amerikalılar, sürekli olarak Kürt ihtiraslarını gemlemek için hareket ederken Bağdat’ı da Kürtleri tatmin etmesi için teşvik ediyor. Ama Türkler ve Kürtlerin gözlerini çevirdikleri ödül, Irak’ın geleceğinin sonu belirsiz uzlaşmalarla çözülebilmesinden çok daha büyük.” Anlayacağınız, Türkiye, Irak Kürtleriyle, 2023’e doğru ihtiraslı ekonomik hedeflerinden ötürü nasıl doludizgin ise içeride başlatılan ‘Süreç’ de bunun kaçınılmaz izdüşümü. Unutmayalım, Türkiye için işin en can alıcı kısmı Kürdistan petrolü. 26 Mayıs 2012 tarihli, “İşin içine ‘Kürdistan petrolü’ girerse” başlıklı yazımızın şu satırlarını hatırlayalım: “... Irak Kürdistanı’nın petrol rezervi 45 milyar varil; doğalgaz rezervi ise yaklaşık 6 trilyon metreküp. Türkiye’nin günlük petrol tüketimi günde 500.000 varil dolayında; yıllık doğalgaz tüketimi ise 36 milyar metreküp... Türkiye’nin önümüzdeki yıllara dönük ekonomik büyüme ve gelişme ihtiraslarını unutmamamız gerekiyor. Türkiye’de enerji ve elektrik talebi, yakın geçmişten beri yılda yüzde 7 oranında artıyor ve bu artışın daha da fazla olması bekleniyor. Türkiye’nin petrol ve doğalgazda, yani ‘hidrokarbon’da Rusya ile İran’a bağımlılığını azaltması, dış politikada manevra alanını açabilmesi için de şart. Suriye’deki kriz, Türkiye’nin Rusya ve İran’la nasıl ters köşelere yerleşeceğini ortaya koydu...” Türkiye’nin Irak Kürdistan Yönetimi ile yakınlaşmasını bu fotoğrafın içinde görmek ve kavramakta yarar var. Buna değindikten sonra, söz konusu yazıda şu noktayı dikkate getirmiştik: “Türkiye ile KRG arasında gelişen ve son dönemde olağandışı bir yakınlaşma gösteren ilişkilerde, malum, ‘PKK pürüzü’ bulunuyor. PKK, bu ‘yeni çerçeve’de uluslararası-bölgesel boyutların içine yerleşiyor. Suriye’nin geleceği ile birebir irtibatlanıyor...” Burada duralım. İçinde bulunduğumuz ‘Süreç’i ve Abdullah Öcalan’a oynatılan ya da onun oynamak istediği ‘rol’ü ‘daha büyük resim’ içinde görmeye çalışalım. Kaldığımız yerden devam edeceğiz...

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.