Ana içeriğe atla
Submitted by Rêvebir on 6 July 2013


Türkiye, bir devletin adıdır, bir ulusun ya da vatanın adı değildir. Bu devletin vatandaşlarından bir ulus, egemenliği altındaki topraklardan da bir vatan yaratmaya çalışmak kolonyalizmdir ve 90 yıllık TC pratiğinin özü de budur.Temmuz 2011’den 2012 sonuna kadar PKK (hiç olmazsa bizim bildiğimiz kadarı ile) Öcalansız siyaset yapabileceğini, silahlı-silahsız mücadelesini kendi kararları ile sürdürebileceğini, bölgedeki güç dengelerinde yer alabileceğini gösterdi.

Gerek cezaevi direnişinin Kürdistan ve Türkiye kamuoyunu sarsması, gerekse de 2012 sonunda Suriye denklemi ile irtibatlı olsa da “alan hakimiyeti” adı altında onlarca deneyimli kadrosunu feda etmek pahasına TC’ye bölgede istediğin gibi at koşturamazsın mesajının verilmesi İmralı sürecini başlatan etmenlerdir.
“Silahlı mücadele miadını doldurmuştur” tezi tam bir kolonyalist palavradır. ABD, İsrail ve TC’nin son yıllarda silahlanmaya en çok kaynak aktaran ilk sıradaki üç devlet olması tesadüfi değildir. “Savaş siyasetin zor araçları ile sürdürülmesidir” ve maalesef savaşın bu eski tanımı hala geçerlidir.

Günümüz dünyasında silahsız millet yoktur ve Kürd ulusu da bu konuda istisna olmayacaktır. Bu, silahlı mücadeleye methiye değildir ve her koşulda ve her türden verilen silahlı mücadeleyi meşrulaştırmak amacında da değildir. Silah bir vasıtadır, asıl olan siyasal mücadeledir, siyasal mücadelede silah kullanıp kullanmamak sadece bize bağlı değildir.

PKK dışı Kürd çevrelerinin PKK’nin silahlı mücadelesinden duydukları rahatsızlıkla sürece destek vermelerini sağlıklı bir değerlendirme olarak görmüyorum.

“2009 DTK Ulusal Birlik Çalıştayı”, “2011 Türkiye Kürdistan’ı Konferansı” ve “2013 “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” İmralı’da kotarılan sözüm ona “çözüm projelerinin” bir parçası olarak gerçekleştirildi ve diğer nedenler bir yana bir de bu nedenle başarısız oldular. Bu toplantıların sonuçsuz kalmalarında BDP kadar, BDP ile beraber toplantıların çağrıcısı olan ve sonuç bildirisi hazırlık komitelerinde yer alan siyasi çevreler ve toplantıya katılıp dayatmalara itiraz etmeyen aydın, siyasetçi kadrolar da sorumludurlar.
Güney Kürdistan Yönetimi fiilen bağımsız devlet gibi davranmazsa, Karayılan GKY’den statü talep edemez.
Mesut Barzani 2003ten 2010 Anayasa referandumuna kadar TC ile ilişkilerinde mesafeli ve sorumlu bir dil kullanırken, referandum ve sonrasında bu tutumunu terk ederek yanlış yapmıştır. Gerek referandumda gerekse de İmralı sürecinde AKP hükümetini destekleyen açıklamalar yapması, bu süreçlere eleştirel yaklaşanları zor durumda bırakmıştır.

40 milyonluk nüfusu olan bir milletin 40 kişilik bağımsızlıkçı siyasetçi ve aydından, bağımsızlıkçı bir siyasi hareketten yoksun olması üzüntü ve utanç verici bir durumdur. Bu acınacak duruma rağmen Kürdistan’ı bekleyen geleceğin Bağımsız Birleşik Kürdistan olduğunu düşünüyorum.

Ulus-devlet dönemi geçmiştir deyip Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkanlar, Kürdistan’ın devletsiz olmadığını bir yerine 4 ayrı kolonyalist devlet tarafından yönetildiği gerçeğini gizlemeye hizmet etmektedirler.

* * *

Kovara BÎR: Öcalan’ın 21 Mart’ta Diyarbakır Newroz’unda açıklanan bildirgesi, Kürt ulusal sorununu nasıl bir çerçeveye koymaktadır ve bu bildirgeyi nasıl değerlendirmek gerekir?

Fuat ÖNEN: Tümüyle Türkiyeci bir çerçeve sunan 2013 Newroz mesajını iki açıdan değerlendirmek gerekir. Birinci yanı, askeridir ve PKK’nin askeri olarak geri çekilmesini öngörmektedir. PKK, Öcalan’ın bu talebine olumlu yanıt vermiş ve silahlı gücünü Kuzey Kürdistan’dan çekmeye başladığını deklere etmiştir. Son günlerde geri çekilen gerilla sayısı ve süreç hakkında süren tartışmalardan da anlaşıldığı kadarıyla PKK bu kararı içselleştirerek almamış. Başkanı üzerinden kendisine dayatılan bu karara itiraz edemediği için bu oyunu oynamayı seçmiştir. Oyunu oynarken bu kararı içselleştirmesi ihtimal dahilinde olmakla beraber oyunun ülke ve bölge dinamiklerine çarpıp sonlanması da mümkündür. PKK’nin geri çekilmesini, barış ortamının oluşması, şiddetin sonlanması olarak lanse etmek tam bir kolonyalist manipülasyondur. Kürdistan’da şiddettin kaynağı TC’nin işgalci varlığıdır, yüz binlerce Türk askeri Kürdistan’ın kuzeyinde konuşlu iken barıştan ya da şiddet ortamının ortadan kalkmasından söz etmek kolonyalizmin içselleştirilmiş olduğuna işaret eder. Newroz mesajının ikinci yanı, PKK’nin geri çekilmesinin dayandırıldığı siyasi çerçevedir ve tam bir felakettir. Çanakkale ruhundan Türk ulusal andına (Misak-ı Milli), sözde Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan yine sözde İslam kardeşliğine kadar Türk Egemenlik Sistemi’nin yüz yıllık paslı silahları, sözüm ona yeni bir siyasi çerçeve olarak yüz binlerce Kürdistan’lıya alkışlatılmıştır. Bu açıdan bakıldığında 2013 Newroz mesajı Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne yöneltilmiş Türkiyeci ve Türkçü bir saldırıdır.

Kovara BÎR: “Barış süreci” ya da “İmralı süreci” olarak tanımlanan bu süreçle ilgili gerek AKP hükümeti yetkilileri tarafından ve gerekse de Öcalan ve PKK tarafından yapılan açıklamalara göre, Kürt sorununun çözümü adına üzerinde anlaşılan belirli bir çerçeve yoktur. Tarafların yaptığı açıklamaya göre üzerinde mutabık oldukları tek konu “demokratikleşme süreci”nin geliştirilmesidir. Sizce bahsedilen bu “demokratikleşme süreci” ve tarafların bu konuyla ilgili algılarını gözönünde bulundurduğumuzda, bu süreç Kürd ulusal sorununun çözümü açısından ne ifade etmektedir?

Fuat ÖNEN: Öncelikle İmralı Süreci’nin Kürdistan meselesi ya da sizin deyiminizle Kürd Ulusal Sorunu’nun çözüm süreci olmadığını belirtmek lazım. Bu sürecin çözmeye çalıştığı sorun Kürdistan’ın Kuzeyinde PKK’nin silahlı varlığıdır ve devlet bu sorunu çözmeye çalışırken Kürdistan Özgürlük Mücadelesini de siyaseten çözmeye, Kürdistan meselesini Kürd sorununa dönüştürmeye çalışmaktadır. Kürdistan meselesi, parçalanmış bir ulus ve ülke meselesidir ve en basit tanımıyla toprak ve iktidar meselesidir. Türkiye, bir devletin adıdır, bir ulusun ya da vatanın adı değildir. Bu devletin vatandaşlarından bir ulus, egemenliği altındaki topraklardan da bir vatan yaratmaya çalışmak kolonyalizmdir ve 90 yıllık TC pratiğinin özü de budur. Söz konusu devletin demokratizasyonu Kürdistan meselesini çözmez. Bu devletin Kürdistan’daki işgalci varlığının hangi metotlarla yürütüldüğü değil, işgalci varlığının kendisidir sorunumuz. Çözümü de bu işgalin sona erdirilmesindedir.

Kovara BÎR: Sözkonusu demokrasi ya da demokratiklik olduğunda Öcalan, PKK ve onlara bağlı birçok örgütün sıklıkla kullandıkları “demokratik” kavramı ve bunu da birçok kavramın önüne ekleyerek Kürt milletine sundukları çözüm perspektifleri; örneğin, “demokratik cumhuriyet”, “demokratik ulus”, “demokratik modernite”, “demokratik uygarlık”, “demokratik özerklik”, “demokratik Türkiye”, “demokratik Suriye” vb. gibi envayi kavramlarla Kürdistan ulusal sorununun çözümü nasıl tanımlanmakta ve nereye oturtmak istemektedirler?

Fuat ÖNEN: Demokrasi siyasi bir kavramdır ve bir devlet durumuna işaret eder. Sorunu devletleşememek olan bir ulusun aydınlarının, siyasetçilerinin işgalci devletlerin demokrasisini kendilerine temel hedef seçmeleri bir akıl tutulmasıdır. Görülen her kavramın önüne demokratik sözcüğü yerleştirilerek ne demokrat olunur ne de yeni bir şey söylenmiş olunur. 1999-2003 döneminde “Demokratik Cumhuriyet”, 2003-2009 döneminde “Demokratik Konfederalizm”, 2009-2012 döneminde “Demokratik Özerklik” ve en son 2013 İmralı sürecinde “Demokratik hiçbir şey ya da her şey” olarak Kürd siyasetinin önüne konan hedefler Türk usulü tekçiliğin demokratik sözcüğü ile cilalanıp yeniden üretilmesidir. Kolonyalist “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Ülke” saldırısına tek ama “Demokratik Devlet, Demokratik Millet, Demokratik Ülke” diye karşılık verilerek yurtsever, Kürdistani bir mücadele yürütmek mümkün değildir. Çünkü bu kolonyalist, tekçi Türk siyasetinin yeniden üretilmesidir. Bütün bu ideolojik saldırıların amacı Kürdlerin altından toprağı çekmek ve Kürdistan meselesini, TC’nin Kürd kökenli vatandaşlarının dil, kültür sorununa dönüştürmektir.

Kovara BÎR: Gerek Öcalan’ın Newroz bildirgesinde ve gerekse de PKK/BDP/DTK çevrelerinin değişik vesilelerle verdikleri mesajlarda Güney ve Batı Kürdistan’ı da kapsayacak manada sıkça “Misakı Milli” vurgusu yapılmaktadır. “Misakı Milli”nin bu derece vurgulanması Kürtler ve Kürt ulusal sorununun çözümünde neyi ifade etmektedir?

Fuat ÖNEN: Misak-ı Milli Türk ulusal andıdır. Bu and esas itibariyle Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda kaybedilen toprakları Mondros Mütarekesi ile sınırlandırmak için edilmiştir. Boş bir belgedir. Ne Türk hukukunda ne de devletlerarası hukukta hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Somut bir sınır tanımlaması olmayan bu belgeye göre sınırların içinde olması gereken Osmanlı’nın Musul eyaleti (gerçekte Orta-Güney Kürdistan) 1923 Lozan ve ardından 1926 Ankara anlaşmasıyla İngilizlere bırakılmıştır. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Özal’ın Orta-Güney Kürdistan’la Türkiye arasında bir federasyonla sorunu çözmek istediği söylenerek yeniden siyaset gündemine taşınan Misak-Milli’nin hiçbir sorunu çözme kapasitesi yoktur. Diyarbakır’ı eskisi gibi yönetemeyen TC’nin buna Hewlêr ve Kamışlı’yı da ekleyerek çözüm arayacağını sanmak gaflet değilse dalalettir. Çözümü Türkiye sınırları içinde arayanlar bunda sıkıntıya düşünce çözümü Türkiye’nin sınırlarını genişletmekte buluyorlar. Kürdistan meselesinin esas itibari ile bir sınır sorunu olduğu doğrudur. Kürdistan’ın olması gereken sınırları yoktur (Kürdistan’ı Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan, Suriye’den ayıran sınırlardır bunlar ve olması gerektikleri halde yokturlar). Olmaması gereken sınırlar ise vardır (Kürdistan’ı parçalayan Türkiye’nin Irak, İran, Suriye, İran’ın Irak, Irak’ın Suriye ile olan devlet sınırları). Kürdistan’da 150 yıldır verilen özgürlük mücadelesinin hedefi Kürdistan’ın Tarihsel sosyal sınırlarında devletleşmektir, Türk Ulusal Andı’na göre sınır aramak değil.

Kovara BÎR: Mayısın başlarından itibaren fiilen başlayan çekilme süreciyle PKK, tamamen silahlı mücadeleyi bırakacak mı? Öcalan’nın “gerila gücümüzü yüzbine çıkartacağız” ve A. Tuğluk’un da “silahlı mücadele 25 yıl daha sürecektir” gibi açıklamaları süreçle çelişmemekte midir ya da bu tür açıklamaların amacı nedir?

Fuat ÖNEN: Devletin istihbarat memurları marifetiyle 14 yıldır İmralı’da tutulan Öcalan’la başlattığı sürecin tüm içeriğine vakıf değiliz. Yansıyan bilgiler üzerinden ve kendi siyasal pozisyonlarımızla, değerlendirmeler yapıyoruz. Bu sürecin sonunda Kürdistan’ın dört parçasında silahlı varlığını sürdüren PKK’nin tümüyle silah bırakmasının hedeflendiği hakkında bir veriye sahip değiliz. Gerek Öcalan’ın “Güney’e çekilirsek gerilla gücümüzü on katına çıkarırız’ sözleri, gerek bu süreçte gerillaya katılımın hızlandırılması ve Tuğluk’un “Öcalan Türkiye ile ittifak yapmayı seçti” ve “PKK’nin silahlı mücadelesi diğer parçalarda 25 yıl daha sürecektir” beyanları, söz konusu olanın silah bırakmak değil silahları TC’ye yöneltmemek olduğunu göstermektedir. Türkiye ile savaşmayacak olan PKK’nin arttırdığı silahlı gücünü nerede ve nasıl kullanacağı da bunları Türkiye ile ittifak halinde kime karşı kullanacağı da tartışmalıdır ve ülke-bölge gerçekleri bakımından gerçekçi gözükmemektedir. Türkiye ile ittifak halinde Kürdistan’ın diğer parçalarında (şimdilik Rojava’da sonrasında Rojhelat’da ve muhtemelen Başur’da da) askeri operasyonlar planlandığı düşünülebilinir. Ancak bölgedeki gelişmeler Kürdistan’ın ulusal dinamikleri (PKK’dekiler de dahil) bu planın yürümesine engeldir ve İmralı’daki hesapların Kürdistan’daki çarşıya uymayacağı görülmektedir. Açıklamalardaki çelişkiler normaldir, Türk Misak-ı Milli’si ile “Kürd sorununu” çözüm sürecini başlatmak iddiası, tarafların biri diğerini yalanlayan açıklamalar yapmak zorunda bırakmaktadır, bunda yadırganacak bir şey olmamalıdır.

Kovara BÎR: AKP hükümet çevresi, PKK ve genel olarak da medyada yapılan yayınlar ve bu süreçle ilgili yürütülen faaliyetlerde Kürdistan ulusal sorununun çözümü, Öcalan’ın mutlak denetimindeki PKK’nin silahlı militanlarının bölgeden çekilmesine indirgenmekte ve diğer Kürtlerin de bu sürece eklemlenmesi yönünde görünmektedir. Böyle bir durumda, diğer Kürt kesimlerinin ve farklı sınıfsal grupların iradesinin yansımadığı çözüm süreci, ne oranda demokratik olur ve çözüm sağlayabilir?

Fuat ÖNEN: Öcalan’ın PKK üzerinde mutlak bir denetimi olduğu varsayımını doğru bulmuyorum. Son 14 yılı esas alırsak PKK’nin Öcalan’la ilişkisinin pragmatik bir ilişki olduğunu düşünüyorum, karşılıklı kullanımı esas alan, biri diğerinden vazgeçemeyen bir tür ölüm ilişkisidir bu. Öcalan’ın PKK, BDP kitlesi (özellikle gençler ve kadınlar) üzerinde güçlü ve hegemonik bir etkisi olduğu doğrudur. Öcalan bu kitlenin karizmatik önderidir. Aynı şeyi PKK yöneticileri ile olan ilişkisi için söylemekse bence doğru değildir. İmralı sürecinin hedeflerinden biri de Öcalan’ın PKK üzerindeki kontrolünü yeniden sağlamak ve güçlendirmektir. Temmuz 2011’den 2012 sonuna kadar PKK (hiç olmazsa bizim bildiğimiz kadarı ile) Öcalansız siyaset yapabileceğini, silahlı-silahsız mücadelesini kendi kararları ile sürdürebileceğini, bölgedeki güç dengelerinde yer alabileceğini gösterdi. PKK’nin bu dönemdeki eylemliliği ve siyasette yer alışının Öcalanlı dönemlerden daha geri ya da başarısız olduğu da iddia edilemez. Gerek cezaevi direnişinin Kürdistan ve Türkiye kamuoyunu sarsması, gerekse de 2012 sonunda Suriye denklemi ile irtibatlı olsa da “alan hakimiyeti” adı altında onlarca deneyimli kadrosunu feda etmek pahasına TC’ye bölgede istediğin gibi at koşturamazsın mesajı verilmesi İmralı sürecini başlatan etmenlerdendir. TC’nin Oslo süreci yerine İmralı sürecine yönelmesinde başka nedenlerin (Oslo’da üçüncü bir tarafın hakemliği gibi) yanında bunlar da vardır.
“Silahlı mücadele miadını doldurmuştur” tezi tam bir kolonyalist palavradır. Ülkesi amansız bir işgal altında inleyen bir ulusun aydınları, siyasetçilerinin bu tür manipülatif hezeyanlardan uzak durması gerekir. Dünyada bu tezi en çok dillendiren üç devletin (ABD; İsrail, TC) son yıllarda silahlanmaya en çok kaynak aktaran ilk sıradaki üç devlet olması tesadüfi değildir. “Savaş siyasetin zor araçları ile sürdürülmesidir” ve maalesef savaşın bu eski tanımı hala geçerlidir. Suriye ve Libya olayları Batılı devletlerin kendi siyasal hedeflerine uygun olduğunda devlet dışı silahlı faaliyetleri de meşru görüp desteklediklerini, silahlandırıp iktidara yönelttiklerini göstermektedir. Günümüz dünyasında silahsız millet yoktur ve Kürd ulusu da bu konuda istisna olmayacaktır. Bu silahlı mücadeleye methiye değildir ve her koşulda ve her türden verilen silahlı mücadeleyi meşrulaştırmak amacında da değildir. Silah bir vasıtadır asıl olan siyasal mücadeledir, siyasal mücadelede silah kullanıp kullanmamak sadece bize bağlı değildir. Dünya, bölge konjonktüründen, güç dengelerine, işgalci devletlerin meşru mücadelemize gösterdiği tepkiye kadar bir dizi faktöre bağlıdır. Bu bağlamda PKK’nin silahlı güçlerini Güney’deki karargahlarına çekmesini, Kürdistan meselesinin çözülmesi gibi göstermek safsatadır ve TC’nin Kürdistan’ın kuzeyindeki silahlı varlığını meşrulaştırmak amacına dönüktür.

PKK dışı Kürd çevrelerinin PKK’nin silahlı mücadelesinden duydukları rahatsızlıkla sürece destek vermelerini sağlıklı bir değerlendirme olarak görmüyorum. Benzer tutumları 1999-2000 sürecinde de gözlemledik, PKK dışı Kürd çevreleri PKK’nin esas gücünün silahtan kaynaklandığını düşünüp silahlı mücadele sona ererse kendilerine siyasette güçlenme yolunun açılacağı varsayımı ile davrandılar, 13 yıllık deneyimimiz bunu doğrulamadı. Siyasal çevrelerimizin güçlenip siyasi aktör olmayı PKK’nin silahsızlanması, zayıflaması üzerinden değil kendi pratikleri üzerinden kurgulamaları lazımdır.

Silah ateşlenerek kullanıldığı gibi gösterilerek de kullanılır. İmralı sürecinde silah gösterilerek Kürd hareketi siyaseten Türkiyeci bir asimilasyona tabi tutulmak istenmektedir. Hepimizin, en az PKK-BDP çevresi kadar, dışında olanlarımızın da bu oyuna dikkat etmeleri gerektiğini düşünüyorum

Kovara BÎR: Bürüksel ve Ankara’da yapılan, 15-16 Haziranda da Diyarbakır’da düzenlenecek “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” ve diğeri de Hewlêr’de yapılması düşünülen benzer konferansların düzenleme yöntemleri, amacı, bileşenleri, tartışılan çerçeve ve alınan kararlara baktığımızda bu tür konferanslar Kürtlerin birliği ve Kürdistan ulusal sorununun çözümü için nasıl bir zemin oluşturmaktadır ve sizce nasıl olmalıdır?

Fuat ÖNEN: 2009’dan beri gündemimizde yer alan “Ulusal Birlik, Kürdistan Konferansları”nın temel zaafı “Türk Açılımı”nın bir parçası olarak kurgulanmalarıdır. Ülkesi bölünüp, parçalanarak paylaşılmış bir halkın siyasetçileri olarak bizler için gerek her parçada gerekse parçalar arasında ulusal birlik konusu hayati öneme sahiptir ve Kürdistan Devrimi’nin temel stratejik meselelerindendir. “2009 DTK Ulusal Birlik Çalıştayı”, “2011 Türkiye Kürdistan’ı Konferansı” ve “2013 “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” adıyla düzenlenen her üç toplantıya da katıldım ve bu düşüncelerimi o toplantılarda da dile getirdim. Öncellikle yapılması gereken bu çalışmaların “Türk Açılımı”ndan kurtarılmasıdır. Her üç toplantı da İmralı’da kotarılan sözüm ona “çözüm projelerinin” bir parçası olarak gerçekleştirildi ve diğer nedenler bir yana bir de bu nedenle başarısız oldular. Kürdistan’ın farklı siyasal, ideolojik renklerini bir araya getirmeleri bakımından gerekli ve yararlı olan bu toplantılar bir türlü gerçek işlevlerini görememekte ve her seferinde sonuç bildirisi krizinin uzlaşmayla aşılması ile son bulmakta, birinden diğerine deneyim, kurumsal bir düzenleme aktarılamamaktadır. BDP-DTK çevresi bu toplantıları İmralı konseptlerinin diğer Kürd çevrelerine onaylatılması hedefine kilitlemekte, diğer Kürd çevreleri de uzlaşma, birlik görüntüsünü koruma adına buna itiraz etmemekteler. Oysa bize gereken birlik görüntüsünü korumak değil, sokağa eyleme dönük bir yol haritası eşliğinde gerçek bir Ulusal Birlik Kurumudur. Bu toplantıların sonuçsuz kalmalarında BDP kadar, BDP ile beraber toplantıların çağrıcısı olan ve sonuç bildirisi hazırlık komitelerinde yer alan siyasi çevreler ve toplantıya katılıp dayatmalara itiraz etmeyen aydın, siyasetçi kadrolar da sorumludurlar.

Kovara BÎR: “Barış süreci”nin başlamasıyla birlikte PKK gerilaları Güney Kürdistan’a çekilmekte ve Murat Karayılan’ın yaptığı açıklamaya göre Güney Kürdistan yönetiminden de bir statü talebinde bulunmaktalar. Güney Kürdistan yönetiminde böyle bir statü talebinde bulunmanın anlamı nedir ve Öcalan’nın başkan Mesud Barzani’ye yazdığı ve kamuoyuna yansıyan son mektubunu da göz önünde bulundurarak baktığımızda Kürdistan yönetimi bu sürecin neresindedir?

Fuat ÖNEN: Kandil’de yaptığı basın toplantısı ile Güney Kürdistan Yönetiminden statü talep eden Karayılan, aynı günün akşamı gazetecilere verdiği röportajda Güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanına muhalif olduklarını ancak karşı çıkmayacaklarını söylemiştir. Bu iki beyan çelişkilidir. Güney Kürdistan Yönetimi fiilen bağımsız devlet gibi davranmazsa Karayılan onlardan statü talep edemez ve GKY de böyle bir statü talebine yanıt veremez. Bu durumda GKY’nin yapabileceği azami şey, Karayılan ve PKK’nin bu talebini bir dilekçe ile Bağdat’taki Maliki yönetimine iletmek olur. KCK lideri Karayılan bölge devletlerine mesaj vereceğim diye biri diğerini yadsıyan iki açıklamada bulunmuştur. Kürdistan’ın herhangi bir parçasında bağımsız devlet ilanına karşı çıkılarak Kürdistani bir siyaset yürütülemeyeceği açıktır. Öcalan’ın Barzani’ye böyle bir mektup gönderdiği rivayet edilmiş ancak taraflara doğrulatılamamıştır. PKK dış ilişkiler sözcüsü böyle bir mektup olmadığını ancak Barzani ile görüşen heyetin bu çerçevede Öcalan’ın sözlü mesajını ilettiğini belirtmiştir. Basına yansıdığı şekli ile bir mektubun gönderildiğini sanmıyorum.

Güney Kürdistan Başkanı Mesut Barzani 2003’ten 2010 Anayasa referandumuna kadar TC ile ilişkilerinde mesafeli ve sorumlu bir dil kullanırken, referandum ve sonrasında bu tutumunu terk ederek yanlış yapmıştır. Gerek referandumda gerekse de İmralı sürecinde AKP hükümetini destekleyen açıklamalar yapması, bu süreçlere eleştirel yaklaşanları zor durumda bırakmıştır. Bunun nedenlerinden birinin Türkiye’nin Güney Kürdistan’ın ekonomisinde ve siyasetinde etkisini arttırması olduğunu düşündüğümüzde durum kaygı vericidir. Kürdistan’ın bağımsızlığının ve birliğinin önündeki en büyük engelin TC olduğu unutulmamalıdır. Sık sık Kürdistan’ın bağımsızlığının Kürd milletinin vazgeçilmez hakkı olduğunu dile getiren Mesut Barzani’nin TC ile ilişkisinde bu prensibi rehber etmesini beklemek hakkımızdır.

Kovara BÎR: Dünyadaki ve Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda, yaklaşık olarak 40 milyonluk nüfusuyla kendi iradesi dışında emperyal devletlerin de onayıyla dört bölgesel devlet arasında bölüşülmüş Kürtler ve Kurdistan’ı nasıl bir gelecek beklemektedir? Ve Kürtler millet olmaktan kaynaklanan haklarına kavuşmak için ne yapmalıdır?

Fuat ÖNEN: 40 milyonluk nüfusu olan bir milletin 40 tane bağımsızlıkçı siyasetçi ve aydından, bağımsızlıkçı bir siyasi hareketten yoksun olması üzüntü ve utanç verici bir durumdur. Bu acınacak duruma rağmen Kürdistan’ı bekleyen geleceğin Bağımsız Birleşik Kürdistan olduğunu düşünüyorum. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında güncellenen Dünya Devletler sisteminin çöktüğü günümüz dünyasında Kürd milleti de devletleşerek dünya devletler sisteminin eşit haklı bir üyesi olmalıdır, olacaktır. Ulus-devlet dönemi geçmiştir deyip Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkanlar, Kürdistan’ın devletsiz olmadığını bir yerine 4 ayrı kolonyalist devlet tarafından yönetildiği gerçeğini gizlemeye hizmet etmektedirler.

05.07.2013

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.