Hayat, ne tuhaf bir şey! Günlerdir, haftalardır, aylardır hayat denen şeyin ne olduğunu, insanlar için ne anlam ifade ettiğini anlamaya ve kavramaya çalışıyorum. Uzun bir zamandır beynim ’anlam' ve ’anlamsızlık' kavramlarıyla meşgul. Aklıma Albert Camus geliyor. Anlam ve anlamsızlığı ne güzel anlatmış kitabında (Der Mytos von Sisyphos). Anlamsızlığın felsefesini yaratmış Albert Camus. Sormadan edemiyorum; neden bir Albert Camus' müz yok diye! Aklıma bir çok cevap geliyor ama hiçbiri beni tatmin ve ikna etmiyor. Ortadoğu toplumları rahatlığı sever ama düşünmemeyi daha çok sever diye düşünüyorum. Düşünen insan sorunlu bir insan olarak algılanır. Çoğu zaman ’deli' olarak tanımlanır zaten. Fazla kitap okuyan birine bile ’kafayı yemiş', yememiş ise de yakında ’yer' diye bakılır bizim gibi toplumlarda. Düşünce denen kuyunun dibine inmeden nasıl düşünür çıkabilir ki böyle toplumlardan?
Her şeyin kolayına kaçan bir toplumun bireyleriyiz. İçimize işlemiz; emek sarfetmeden her şeyi elde etmeye çalışırız. Çalışmadan para kazanmak isteriz; kitap okumadan roman yazmak isteriz; araştırmadan bilim insanı olmak isteriz. Kısacası birşey olmadan herşey olmaya çalışırız. Sanki herşey olduğumuzda hayat daha anlamlaşacakmış gibi hareket ederiz. Ve anlam ve anlamsızlığı birbirine karıştırırız.
Birden aklıma Milan Kundera geliyor. Yaşamın anlamsızlığını ne güzel anlatmış romanında (Var olmanın dayanılmaz hafifliği). Roman kahramanı doktorun hayatın anlamsızlığı karşısında önüne gelen her kadınla yatıp kalktığını hatırlıyorum aniden. Yaşamın anlamsızlığı karşısında anlam arıyor doktor. Ne ilginç bir şey, aklıma birden anlamsızlık karşısında anlamı yakalamak isteyenlerin acılı sonu geliyor. Roman kahramanı doktor hayatını bir trafik kazasında kaybediyor. Anlamsız bir ölüm!
Yaşamını anlam ve anlamsızlık üzerine kuran ve yaşayan Albert Camus de hayatını bir trafik kazasında kaybediyor. Ne tuhaf bir durum, aklıma başka bir çok isin daha gelmeye başlıyor. Hayatlarını anlamlı şeyler için feda edenlerin anlamsız ölümlerine şahit oluyorum. Birden İhsan Nuri Paşa' yı anımsıyorum. Uzun sürgün yaşamı yetmiyormuş gibi bir de hayatını sürgünde bir trafik kazasında kaybediyor. Ne tuhaf bir şey değil mi? Yıllarca anlamlı bir şey için mücadele edeceksin ama sonunda anlamsız bir şekilde hayatını kaybedeceksin. Bu tür ölümlerde beni en çok sarsan ve etkileyen ise Celadet Bedirxani'nin ölümü olmuştur. Bir ömür boyu anlamlı bir dünya için mücadele edeceksin ama sonunda bir ’kuyuya' düşerek can vereceksin. Trafik kazası bile değil! Hayatın anlamını yitirdiği bir an; anlamsızlığın anlam kazandığı bir an.
Yaşamını anlamlı bir dünya için veren ama anlamsız bir şekilde bu dünyaya veda eden o kadar örnek varki, saymakla bitmez. Geriye anlamlı eserler bırakan ama anlamsız şekilde ’intihar' eden yazarlar geliyor aklıma. Hayatın anlamsızlığı karşısında ölümü anlamlı bulan yazarlar: Stefan Zweig, Hemingway. Goethe'nin roman (Die Leiden des Jungen Werthers) kahramanını unutmak mümkün mü? Başka biriyle nişanlı olan Lotte'ye aşkından dolayı intihar eden genç Werther. Mektup denen nostaljik şeyin tarihe karıştığı bir çağda Werther'in aşk mektupları geliyor birden gözümün önüne.
Daha niceleri bu anlamsız listeye eklenebilir. Fakat listeyi uzatmanın bir anlamı yok. Anlamsızlığı anlamlı kılmanın bir mantığı yok.
Anlam ve anlamsızlık. Yüzyılımızın en önemli felsefik sorularından bir olsa gerek. Her bireyin karşı karşıya olduğu bir durum. Her yeni bir güne başladığımızda kendimize sorduğumuz ama kolay cevap alamadığımız sorulardan biridir anlam ve anlamsızlık. Bu söylediklerim sadece düşünen insanlar için geçerlidir. Düşünmeyen insanlar için felsefik soruların bir önemi yoktur. Onlar var olanla yetinirler ve soru sormayı anlamlı bulmazlar. Onların gözünde allah zaten her şeyi yaratan ve belirleyen kişidir. Nietsche boşuna ’haberin yok mu, allah öldü' demedi. Felsefe bu şekilde bireyin kendisinin allah olduğunu keşfetti. Bireyin allahı yarattığını, tersinin doğru olmadığını anlatmaya çalıştı bize felsefe. Bu şekilde bireyi allahlaştırdı ve allahı da bireyleştirdi. Fakat bunun için düşünce kuyusunun en karanlık kuytularına inmek zorunda kaldılar felsefeciler.
Çoğu zaman yaptığımız şeylere bir anlam vermeye çalışırız. Anlamsızlığı anlamlı kılmaya çalışırız. Aksi taktirde insan denen yaratığın yaşam şansı kalmaz. Yaşamına son vermek zorunda kalır. Evet, intihar etmek zorunda kalır. Ama o zaman da anlamsızlığı yüceltmiş olur. Bir şeylerle meşgul olmak, düşünce üretmek, haksızlığa karşı çıkmak anlamsızlığa karşı yapılan eylemsel bir spordur. Bunu yaparken anlamsızlığı anlamlaştırdığımızı düşünürüz. Oysa anlamsızlığın ruhumuzda ve beynimizde saklı olduğunu farketmeyiz.
Düşünmek. Düşünebilmek. Ne kadar zor bir iş. Düşünce üreten beyinlerin eserlerine bakınca anlıyor insan. Anlayabilmek için eserlerini bir kaç defa üst üste okuduğum sosyologlar ve felsefeciler geliyor aklıma. Max Weber'i anımsadım bir an. Ne güzel anlatmış ’protestan etiği ve kapitalizmin ruhunu' (Die protestantische Ethik und der Geist des Kapitalismus). Hem de yüzdört yıl önce. Düşünmüş ve üretmiş; saygı ile önünde eğilmemek mümkün mü? Habermas'ın bir ders kitabını (Die Zukunft der menschlichen Natur) ikinci defa okuyuşumda zor anlamıştım. Kendini büyük bir bilim adamı gören hocam, bunun normal olduğunu, Alman felsefe ekolunun zor olduğunu, felsefeyi herkesin rahatlıkla anlayamayacağını söylediğinde biraz olsun rahatlamıştım. Diğer Alman öğrencilerin de kitabı anlamakta zorluk çektiklerini öğrendiğimde anlamsızlığın yerini anlamın aldığını farketmiştim. Boşuna okumamış olmak duygusu beni rahatlatmıştı ve anlamsız yaşamıma az da olsa bir anlam katmıştı.
Bazen bazı şeyleri anlamakta zorluk çekiyorum. Bazen bazı tartışmalara şahit oluyorum. İnsanların tartıştıkları konularda düşünmediklerini farkediyorum. Fakat düşünmeden fikir belirttiklerine şahit oluyorum. Kişinin düşüncesini bilmeden kişiye çamur attığını ve bunun adının da eleştiri olduğuna inanan insanlar görüyorum. Dikkat ettiniz mi bilmem, ama bizim kültüre ait insanlar bir konuyu tartışırken, konunun içerğini tartışmaktan uzak dururlar. Fakat kişinin kendisini tartışırlar, söylediğini değil. Batı kültürüne ait insanlar ise kişiyi değil, kişinin düşüncesini tartışırlar. Bu ve benzer sorunlara karşı felsefenin cevap olacağına, edebiyatın fikir vereceğine inanıyorum. Fakat en önemlisi anlamsız yaşamımıza anlam katacağını düşünüyorum felsefe ve edebiyatın. Daha fazla fesefe, dah
anlam ve anlamsizlik