Skip to main content

Kürtlerin Kendi Tarihiyle Yüzleşmesi-III/Tahsin Sever

“Halepçe ve Enfal’de katledilen Kürtlerin anısına”
II.Abdülhamit Dönemi, Hamidiye Alayları, Aşiret Mektepleri ve Kürt Hareketinin Şekillendiği Dönem
Panislamizm’i öne çıkaran II.Abdülhamit, Kürt siyasi hareketinin şekillenmesinde ciddi etkiler bırakır.Bir tarafta Jön Türklerle beraber hareket eden II. Abdülhamit’e karşı olan Kürt aydınları, diğer taraftan Hamidiye Alayları gibi araçlarla II.Abdülhamit’e bağlanan tamamı suni olan Kürt aşiretleri.
http://www.peyamaazadi.com/images/content/2012/03/Xoybun-250x140.jpg İlk Kürt reformistleri bu dönemde ortaya çıkar. Tavırları Osmanlının genel politikasından öte II.Abdulhamit’in despotizmine yöneliktir. Ağırlıklı olarak İstanbul’da yaşayan ve Kürdistan’la bağları zayıf olan Kürt aydın kesimidir. Bunların birçoğu İttihat-ı Terakki olarak bilinen, 1889 yılında Selanik’te kurulan ve başlangıçta 12 kişiden oluştuğu söylenen gizli cemiyette ya yer aldılar ya da ilişkide oldular. Örgüt, İtalyan Carbonari modelini örnek alır. İttihat-ı Terakki kurulurken farklı milliyetlerden bireyler barındırsa da devşirme sisteminin yeni modeli, Balkanların Osmanlının elinden çıkmasına tepki olarak doğan ve gayri-nizami harbi esas alan bir örgütlenmedir.
İttihat-ı Terakki, II.Abduhamit’in genel politikalarına karşı olmamakla beraber, hedefinde iktidar olmak vardır. Bu nedenle Türkçülük politikasını gizli, II.Abdulhamit’i düşürmeyi açık hedef olarak koyar. II.Abdulhamit’in despotik yönetime karşıtlığı öne çıkarır ve Kürt aydınlarından Ermenilere kadar geniş kesimleri kanatları altına almayı başarır. Bu aynı zamanda Osmanlı ile sorunları olanları kontrol altında tutma ve onları kullanma siyasetinin ilk özgün örneği olarak tarihteki yerini alır. Örgüt, Anadolu’nun Türkleşmesi projesini şekillendirirken, Ermenilere ve Kürt aydınlarına gülücükler dağıtmayı ihmal etmez. Suat Parlar, İttihat-ı Terakki’nin özgün yapılanmasını ve politikasını şöyle anlatır:
“Batı potivizmi, Abdulhamit’in istibdat düzenini simgeleyen kurumlarla Jön Türkler, İstibdat düzeninin özüne sahip çıkmışlardır. Azınlıklara karşı oldukça düşmanca tavırlar içinde bulunmuş ve devletin dağılma tehlikesini bir fobiye dönüştürerek, azılık grupların bağımsızlık mücadelesine ateş püskürmüşlerdir. Devletin çelik çekirdeğini güçlendirmek adına en önemli aygıt olarak İttihat-ı Terakki’yi görmüşlerdi. Siyaset felsefesi, tarihsel geçmişi dışında yarattığı çelik çekirdek kurumlarıyla ele alacağımız bu siyasi akımın, dünya siyaset tarihindeki en kalıcı kurumu İttihat-ı Terakki partisidir.”[1]
İttahat-ı Terakki, mason örgütlenmesi ve Musevi Cemaatiyle kurduğu ilişkiler, günümüze değin Türkiye-İsrail ilişkilerinin şekillenmesini sağlamıştır. Bir taraftan Balkanlarda “gayri-nizami” harpte yetişen Enver Paşa, öte yandan Mason localarındaki Talat Paşa yönetimde İmparatorluğun her tarafını ağ gibi saracak asker-tüccar-lümpen örgütlenmesinin yeni adı İttihat-ı Terakki olacaktır.
Kürt reformistlerinden Mithat Bedirxan 1898 yılında Kahire’de Kürdistan gazetesini yayınlamaya başlar. Gazetenin yayın politikası II.Abdülhamit’i hedef almaz. Gazete daha sonra Cenevre, Londra ve Folkstone’de yayına devam eder. Gazetenin Avrupa’ya taşınmasından sonra Abdurrahman Bedirxan tarafından sürdürülür. Abdurrahman Bedirxan aynı zamanda Jön Türklerin yayın organı Osmanlı gazetesinin çıkmasında katkısı olduğu bilinir. İttihat-ı Terakki’nin kuruşunda yer alan Pötürgeli Dr.Abdullah Cevdet ile Diyarbakırlı İsak Sukuti 1896 yılında tutuklanarak Trablusgarp’a sürülürler. 1897 yılında Avrupa’ya geçen Dr. Abdullah Cevdet ve İsak Sukuti, Osmanlı elçiliklerinde gayrı resmi olarak çalışırlar. İsak Sukuti 1902 yılında Fransa’da hayatını kaybeder. Dr. Abdullah Cevdet ise Jön Türk Ademi Merkeziyetçilik Partisine katılır. Dr. Abdullah Cevdet’in Kürt örgütleriyle ilişkisi ancak 1908 yılında başlar. Buna benzer bir akıbeti yaşayanda Şeyh Übeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir’dir. Seyit Abdulkadir 1896 yılında tutuklanır ve sürgüne gönderilir. Abdulkadir’i İstanbul dönüşü ancak II. Abdülhamit’in İttihat-ı Terakki tarafından iktidardan düşürüldüğü 1908 yılında gerçekleşir.
Hamidiye Alayları
Osmanlı merkezileşme çalışmalarınin akabinde Kürtlerle yeni bir ilişki tarzı geliştirir. Yeni tarzın esasını Suni Kürtlerle İslam bağını güçlendirmek, gayri-Müslimleri (özellikle Ermeleri) devre dışı bırakmaktır. 1891 yılında uygulamaya geçirilen Alayların teşkiline, Kürdistan’daki tüm aşiretler başvurur. Hamidiye Alaylarına, Suni Kürt aşiretleri, Karapapağ ve Arap aşiretleri kabul edilirken; Alevi, Şii, Dürzi ve Ezidilerin müracaatları kabul edilmemiştir. Hamidiye Alayları, Erzincan’da bulunan 4. Ordu Müşiri Zeki Paşa’ya bağlıdırlar. Hamidiye Alayları teşkilat yasasına göre:
“1- Hamidiye Süvari Alayı çıkarmak isteyen aşiretler her evden bir süvari çıkarmaya mecburdurlar. Böylece süvari çıkaran her hane, ziraat ve koyun vergilerinden başka, devletin bütün genel vergilerinden muaftır.
2- Süvari çıkaran aşirete, boş olan devlet hazine arazileri verilecektir…
3-Hamidiye süvarilerinde askerlik hizmet süresi, 23 yıl olup, bu görevin ifası şu şekilde olacaktır…” [2]
Yapılan müracaatlar içerisinden uygun görülenler den 22 alay teşkil edilmiş, bu sayı 36’ya, akabinde 65’e çıkarılır. Hamidiye Alaylarının etkin oldukları dönem 1891-1908 yılları arasıdır. Zira, İttihat-ı Terakki’nin 1908 yılında yönetimi ele geçirmesinden sonra, hareket alanları sınırlandırılmış, her alaya birer muazaf subay verilmek suretiyle, Aşiret Hafif Süvari Alayları adıyla yeniden düzenlenmiştir. İttihat-ı Terakki’nin iktidarından sonra, Aşiret Alayları bir süre kabuklarına çekilecek ve Birinci Dünya Savaşının çıkmasıyla cepheye sürülerek bertaraf edilecektir. Zaten II. Abdülhamit’in iktidardan uzaklaştırılmasıyla Aşiret Alaylarıyla Osmanlı Sarayı arasındaki manevi bağ zayıflamış ve Cumhuriyetle beraber bağ tamamen kopmuştur. İttihat-ı Terakki, iki gerekçeden ötürü Aşiret Mekteplerine ve Hamidiye Alaylarına olumsuz bakmaktadır. Birincisi; Halife unvanı ile II.Abdülhamit’e olan bağlılıkları, ikincisi; “Kürtçülük cereyanına” kaynaklık etme ihtimalidir.Bu nedenle İttihat-ı Terakki mensupları özellikle Diyarbakır’da 1905 ve 1907Hamidiye Alay komutanlarından İbrahim Paşa’ya(Milli) karşı bir dizi eylem gerçekleştirdiler. Diyarbakır posta hanesinin işgali ile yapılan eylemlerde iki isim öne çıkmaktadır. Biri Muhammed Ziya(Ziya Gökalp) diğeri ise Arif Pirinçzadedir. Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi adlı kitabında bu olayı şöyle aktarır:
“Ziya Bey(Ziya Gökalp T.S.) yine ortaya atıldı. Şehrin ileri gelenlerini uyarmaya, bu konularda toplantılar düzenleyip hep birlikte bunun çarelerini görüşmeye koyuldu. Telgrafhane 14 Kasım 1907(1323) günü yeniden işgal edildi. Onbir gün ve gece işgal altında kalan telgrafhanede bütün haberleşme durdu. İbrahim Paşa ve adamlarının tenkili için birçok telgraf çekildi. Sarayı bütün ısrarlarına rağmen halk dağılmadı.”[3]
Tepkiler üzerine Halep’e çekilen İbrahim Paşa, II.Meşturiyet’in ilanından sonra Fırat’ı geçse de askeri kuvvetler tarafından kuşatılır, çatışmalardan sonra Nusaybin’in civarında, Safiye mıntıkasında 22 Ekim 1908’de ölür yada öldürülür.( ölüm nedeni kesin olarak bilinmiyor) Telgrafhane baskının mimarlarından biri Ziya Gökalp diğeri Arif Pirinçzade’dir. Ziya Gökalp, İttihatı-Terakki Diyarbakır şubesini kurar, 18 Temmuz 1910 yılında Selanik’te toplanın İttihat-ı Terakki kongresinde Merkez-i Umimiyesine seçilir ve Selanik’e yerleşir.
1905 ve 1907 olaylarında öne çıkan diğer isim Arif Pirinçzade’dir. Arif Pirinçzade, 1896’da Diyarbakır’da Ermeni katliamını organize eden kişi, 1915’te Diyarbakır’da Vali Dr. Reşit(Şirintay) başkanlığında 120 bin Ermeni’nin Tehcir bahanesiyle öldürülmesi olayını organize edenlerden Fevzi Pirinçzade’nin babasıdır.(Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arviş Belgelerinde: Fevzi Piriçzade, Diyarbakır’dan sürülen Ermenilerin arasına katılarak ve askerlerin iştirakiyle Cizre şehrinin tüm Hıristiyanları katleden kişi olarak geçmektedir.)[4]Fevzi Piriçzade aynı zamanda 1913 yılında İstanbul Kürt öğrencilerin kurduğu Hevi(Umut) derneğinin toplantılarına katılan biridir.
Malta sürgünleri içinde yer alan Fevzi Pirinçzade’yi daha sonra Birinci ve İkinci Meclis’te Diyarbakır mebusu olarak görmekteyiz. Fevzi Pirinçzade, Lozan görüşmelerinde Türk heyeti içinde yer alacaktır. Fevzi Pirinçzade, daha sonra Pirinçioğlu soyadını alacaktır.
Hamidiye Alayları, aşiretlerin Osmanlı Devleti’ne bağlığını teşvik eden, Halifelik makamı üzerinden sadakat duygusu aşılamaya çalışan; aynı zamanda aşiretlerin yerleşik hayata geçmesini sağlamaya yönelik bir dizi amacın bir arada yürütüldüğü görmekteyiz. Bu nedenle karışık sonuçlara yol açtığı ortadadır. Kürtlerden teşkil edilse de sonuçta Hamidiye Alayları bir Osmanlı kurumudur. Yarattığı tahribatları Osmanlı genel politikası içinde değerlendirmek daha doğru olur.
Aşiret Mektebi-1892
Hamidiye Alayları nizamnamesine göre bazı merkezi noktalarda, Kürt çocukları için okullar açılmasının düşünüldüğü ibaresi yer almaktadır. Bu okulların en ünlüsü “Aşiret Mektebi” adıyla 4 Ekim 1892 İstanbul’da açılır. 1892’de açılan okul ,1907 yılında kapatılır. Programa göre; ilk yıl 50 ve takip eden yıllarda 40’ar öğrenci alınacaktır. Tamamında 210 öğrencinin yetiştirilmesi planlanır. Yalnız planlama yarım kalacak, istenilen sayıya varmadan okul kapatılacaktır.
Yedi yıllık olan okul programı beş yıla sığdırılır. İlk iki yılda Arapça ve Osmanlıca; üçüncü sınıftan itibaren Fransızca ve Farsça eğitim yanında İslami bilimler, beşeri bilimler ve Aritmetik dersleri, son iki yılda ise mülki ve askeri eğitime uygun derslerin verilmesi planlanır.
Aşiret Mektebine, ilk yıl dokuz Kürt öğrenci ve tamamında 25 Kürt öğrenci alınır. Aslında Aşiret Mektebi, Arap aşiretlerinin çocuklarının eğitilmesi için düşünülmüş ve bu uygulama Kürt ve diğer aşiretler içinde genişletilmiştir. Bu konuda araştırmalar yapan Oxford Üniversitesi Modern Ortadoğu Tarihi öğretim üyesi Eugene L.Rogan, II.Abdulhamid’in Aşiret Mektebi isimli çalışmasında şunları söyler:
“1886’da Hicaz, Yemen ve Trablusgarp gibi periferik Arap vilayetlerinde kırk sekiz öğrenci Harbiye’de eğitim görmeleri için İstanbul’a gönderildi.”[5]
Harbiye bünyesinde yürütülen bu faaliyetler için ayrı bir okul düşülür. II.Abdülhamit okula yakından ilgilenir, nizamnamede sultan okulun velinimeti ve fahri müdürü olarak adlandırılır. Okul, Hamidiye Alaylarıyla paralel yürütülen entegrasyon projesidir. Din faktörü ön plana çıkarılır ve özellikle Ermenilerin Hıristiyanlığı zihinlerde kazınmaya çalışılır. Makalemizin ikinci bölümünde belirttiğimiz gibi 1860-1890 yılları arasında Osmanlı genel siyaseti(göreceli olarak Ermenileri kayıran) ve akabinde Ermeni politikacıların Batıya dayanarak sadece Ermeni Sorununu gündeme getirmeleri, iki halk arasında kopuşa neden olmuştur.
Osmanlı, yeni hamleleriyle sadece Kürt-Ermeni çatışmasını körüklemekle kalmamış, ciddi bir güç olan aşiretleri İslam ortak paydası üzerinden kontrol etmeyi de önüne koymuştur. Aşiretler, sosyolojik olarak bir üst yapı örgütlenmesine(devlet vs) engelse de zaman zaman Osmanlı hakimiyetini ciddi zaafa uğratabilecek potansiyele sahiptir.
Aşiret Mektebi deneyimi Osmanlı için tam anlamıyla başarı sayılmaz. Okuldan yetişenler Osmanlı için çimento olamadılar. 25 Kürt öğrenciden, dokuzu Kürt milli mücadelesinde yer alacaktır. Okul mezunlarından Cibranlı Halit Bey, 1920’ler Kürdistan Bağımsızlık Komitesi(Azadi)yi kuracak, Faysal Hüseyin, Arap milliyetçi örgütü El-Fatat’ın merkez komite üyeliğine kadar yükselecektir. Bu nedenle okul , planlanan programını tamamlamadan 1907 yılında kapatılacaktır. Aşiret-Mektep-Devlet kitabının sunuş yazısında çarpıcı bir değerlendirme yer almaktadır.
“Aşiret Mektebi için de sonuç hüsran ve klasik paradoksun yaşanması olur; nasıl(Hourani’nin deyimiyle) ‘Jön Tunuslular’ , ‘Jön Cezayirliler’ Fransızların modern okullarından, nasıl Jön Türkler Hamid’in okullarından yetişmişlerdiyse, ‘Jön Kürtler’ (…muhtemelen ‘Jön Araplar’) yine efendinin, Osmanlı’nın modern okullarından yetişmiş seçkinler arasından çıkacaktır.”[6]
Aşiret Mektebinin fikir babası Osman Nuri Paşa, Kürt, Arap ve Arnavut öğrenciler için; “unsur-u aslisi yani kök ve gövdesi Türk olan bir ağacın ancak dal ve yaprakları olabileceklerini” söylese de okul mezunlarının bir kısmı “dal”,”yaprak” olmayı kabul etmedikleri açıktır.
Ermenilerde Ulusal Hareketlenme, Taşnak- İttihat-ı Terakki İlişkileri
Bu atmosfer içinde Ermeni örgütleri ve silahlı direnişler başlar. 1882 yılında Erzurum’da Anayurt Koruyucuları, 1885 yılında Van’da Ermenikan Partisi, 1887 yılında Enternasyonal Hınçak Partisi ve 1890 yılında ise Taşnak kurulur.
İlk saldırı Ermenilerin iç kale olarak adlandırdıkları Sason’da Kürt köylülerin pusuya düşürülmesiyle başlar. Çatışmalarda yaklaşık bin kişi hayatını kaybeder. 1894-1896 yılları arasında İstanbul’dan başlayarak, Trabzon, Erzurum, Kayseri, Sivas, Erzincan, Arapkir, Malatya, Diyarbakır ve Urfa’da Ermenilere karşı saldırılar ve katliamlar yaşanır. Dikkat edilirse Ermenilere karşı saldırılar, sadece Ermeni ve Kürtlerin iç içe yaşadıkları bölgelerde değil; İmparatorluğun başkentinden başlayarak, Ermenilerin yaşadıkları tüm şehirlere yayılmıştır. Hamidiye Alaylarının bu süreçte İmparatorluğun genel politikasına bağlı kalarak olumsuz bir rol oynadıkları ve var olan yaraların derinleşmesine sebep oldukları açıktır. Yaşanan gelişmelerden sonra özellikle Taşnak tarafından yayınlanan Troşnak dergisinde; Kürt aydınlarının yaptıkları çağrıların yayınladığını görüyoruz(1898-1899).
Bu çağrılar, 1877-78 Osmanlı Rus savaşından sonra Şeyh Übeydullah’ın “Çok eski zamanlardan beri Ermeniler ve Kürtler bu topraklar da komşu olarak yaşamaktadırlar.”G.Sasuni,s:123 Sözleriyle başlayan,”Ermenileri kırmayın” çağrısı kadar etkili olamadılar.
1900’larda Ermeniler, Kürt ileri gelenleriyle ilişkiye girme çabası içine girerler. Ne ilginçtir ki 1903 yılının Sonbaharında Taşnak’ın aktif üyelerinden Mahlas , Şeyh Ubeydullan’ın oğlu Şeyh Mehmet Sıddık’la görüşmek üzere Hakkari’ye gelir. Taşnak temsilcisi; “Kürt komşularımızla işbirliği yapabilme konusunda büyük istek duyuyor…Ne yazık ki Sultan Hamid despotizminin Kürtlerin bilgisizliğinden faydalanarak onları bize karşı kullandığını…Aslında savaşımızın yalnız Osmanlı idaresine yönelik olduğunu, bu rejimi değiştirmek için sahneye çıktığımızı…”[7]anlatır.
Şeyh Mehmet Sıddık cevabında; “ Osmanlı öldürür fakat suçlu daima Kürttür. Osmanlı baskı yapar, kabahatli olan yine Kürttür. Hiçbir fenalık ortada mevcut değildir ki bunu yapan Kürt olmasın ve hiçbir zulüm yoktur ki buna maruz kalan Ermeni olmasın. Büyük yabancı devletler buna böyle inanıyorlar ve sizde aynısını iddia ediyorsunuz. Sizi sevmek için özel bir neden bulamıyorum. Fakat biliyoruz ki bu topraklar üzerinde sizde bizler kadar eskisiniz…”[8]
İki tarafın kısa da olsa görüşlerini aktarmamızın nedeni, okuyucunun tarafların olaya bakış açısı konusunda fikir edinmesidir. Taşnak temsilcisine göre; sorun, Sultan Abduhamit’in despotizmidir. Yönetim değişikliği sorunları çözer. Şeyh Sıddık’a göre de; sorun Osmanlının genel politikasıyla ilgilidir, Berlin Anlaşmasındaki Ermeni tutumuna atıfta bulunarak, Kürtleri batılılara şikayet ederek yanlış yerde durduklarını anlatmaya çalışır. Tarafların tüm iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen, bakış açısı farklılığı giderilememiş ve anlaşmaya varılamamıştır.
Taşnak, hızla İttihat-ı Terakki’ye yanaşır, müttefik güç olarak hareket ederler. Anadolu’da örgütlenmesi zayıf olan İttihat-ı Terakki; bildiri ve faaliyetlerini Taşnak’ın şubeleri üzerinden yürütür. 1908’de İttihat-ı Terakki yönetime el koyduğunda Taşnak’la üç maddelik bir anlaşma imzalar.Kendisi de Taşnak üyesi olan Garo Sasuni, Ermenilerin genel tutumunu ve anlaşmanın maddelerini şöyle aktarır:
“Ermeniler bu hürriyet atmosferi içinde, kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına öncelik tanıdıklarından, Osmanlı devletine karşı tutumlarını değiştirdiler. Ermenilerin ve Taşnak Partisinin bu dönemde Türksever oldukları söylenemez ise de, şurası bir gerçektir ki onlar Meşrutiyetçi-Meşrutiyet rejiminin sadık taraftarı idiler. Ermeni-Türk düşmanlığı dost komşu halklar şekline dönüşüp son bulurken, silahlı Ermeni bağımsızlık hareketi de Osmanlı Meşrutiyetçilerine karşı mücadeleden vazgeçiyorlar ve onlarla dost haline geliyorlar.
Böylece Türk-Kürt işbirliği Sultan Hamid döneminin dizginsizliği ile birlikte ortadan kaybolup, yerini anti-Türk bir siyasete bırakıyordu.”[9]
“1-Meşrutiyeti her türlü gerici güçlere karşı korumak.
2-Ermeni vilayetlerinde en önemli sorun olan toprak sorununa bir çözüm yolu bulmak.
3-Ermeni vilayetleri için, yöresel geniş bir özerk idareyi kurmak.”
Roller değişmekle beraber, senaryoda değişiklik yoktur. Abdülhamit döneminin mağdurları, yeni cellatları İttihat-ı Terakki kollarında özgürlük hayalleri kurmaktadırlar. İttihat-ı Terakkinin bırakın özgürlüğü, Abdulamit’in uygulamalarını daha da ileri taşıyarak, nizami ve geyri-nizami devlet (çetelerin) yapılanmasını sistemleştirdiğini yaşayarak göreceklerdir. II.Meşrutiyet (1908), tarihe 31 Mart vakası olarak geçen düzmece “ayaklanmanın” akabinde, Selanik’te oluşturulan Hareket Ordusunun İstanbul’a gelerek yönetime el koymasıyla gerçekleşir. Hareket Ordusunun subayları ile Cumhuriyet döneminin Kemalist kadroları arasında inanılmaz paralellik vardır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın şeflerinden Hüsamettin Ertürk’ün listesine göre;
“Harekat Ordusu’nun 10 Nisan Cuma günü İstanbul’a resmen girmesi takarür etmiş ve Hareket Ordusu ile hürriyet taraftarları şehrin sokaklarından geçmişti. Bu ordu ile gelenler içinde şu meşhur kimseler vardı. Erkanıharp Feriki Mahmut Şevket Paşa, Erkanıharp Kolağası Selanikli Mustafa Kemal Bey, Erkanıharp Binbaşısı Pirlepeli Fethi Bey(Okyar), Erkanıharp Kolağası İzmirli İsmet Bey(İnönü)…”[10]diye liste uzayıp gidiyor.
“31 Mart Ayaklanması” bahanesiyle yönetime el koyan İttihatçıların uyguladıkları senaryo ile Derviş Vahdet figürü, 28 Şubat müdahalesinde kullanılan Aczimedilerin ünlü lideri Müslüm Gündüz oynadıkları rol ne tesadüftür ki aynıdır. İstanbul sokaklarında “Şeriat isteriz”, “Padişahım çok yaşa” sloganları atarak dolaşan kalabalıkları şaşkın izleyen Sultan Abdülhamit, dönüp danışmanı Dr. Reşit’e “Mitingleri biz istemediğimize göre, sonumuz geldi.” diye mırıldanır. 28 Şubat’a Ankara sokaklarında eli asalı garip kılıklı Aczimendiler türeyince, dönemin Başbakanı Erbakan ecel terler dökse de kaderine razı olacak, sisteme dokunmaya cesaret etmeyecektir.
“Kutsal devlet” mistiğini temel alan, hukuk dışı araç ve eylemleri(siyasi cinayet, sabotaj, üretim dışı unsurları fedai adı altında kullanma vb) kullanmaktan çekinmeyen İttihatçılar, kurdukları ilişki ağlarıyla; 20. Yüzyılın en büyük cemaati haline geldiler. Laik Kürt aydınları ve Ermeni örgütlerini oyalarken, geçmiş deneyimlerinin ışığında yüzyılın felaketlerini(Ermeni ve Kürt katliamlarını) hazırlayan kurumları bir bir inşa ettiler. Bunların başında Teşkilat- Mahsusa gelir. Teşkilat-ı Mahsusa kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1913’ler kurulduğu tahmin edilmektedir. Enver Paşa tarafından kurulduğu ve 1916’da otuz bin mevcudu olduğu söylenir. Teşkilatın birinci amacı:
“1- Yıkıcı faaliyetlere karşı mücadele etmek ve İmparatorluk içindeki ayrılıkçı ve milliyetçi grupların düşmanla olan işbirliğine, başka bir değişle Enver’in vatana ihanet diye tarif ettiği faaliyetlere engel olmak.”[11]
Dağılmaya yüz tutan İmparatorluğun bünyesinde kalan farklı ulusların imhasını önüne koyan Teşkilat-ı Mahsusa’nın başlıca finansörü Almanya’dır. Birinci Dünya Savaşına Osmanlı ile müttefik olarak giren Almanya, 1915 trajedisinin sorumlularının başında İttihat-ı Terakki ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın geldiğini kabul edecektir. Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşiv Belgelerinde; “Soykırım Sorumluları” başlığı altında şunlar söylenmektedir:
“…Milis olarak tanımlanmış olan ‘askeri olarak örgütlenmiş resmi olmayan düzensiz Türk grupları, çeteler ve çapulcular bir araya getirildiler, sayısız yağma , soygun, cinayet ve Ermeni köylerine karşı saldırılar bunların sırtına yüklenecektir.’ Kaldı ki İttihat-ı Terakki Cemiyeti Komitesi içinde temsil edilen gayri meşru unsurlar bu konuda çok önemli roller oynadılar.
Daha sonra 7 Haziran’da Scheubner-Richter şöyle düzeltme yaptı: “Kanımca katliam hükümetin müsahaması ve komitenin özendirmesiyle gerçekleştirildi. Burada, hükümetin yanı sıra komite üyeleri katliamlarda iğrenç rol oynadılar.”[12]
Alman Dışişleri Bakanlığı, bölgeden rapor gönderen Scheubner-Richter’i olup-biteni tam bilmediğine vurgu yapıyor ve şöyle devam ediyor: “Belli ki Scheubner-Richter, Şakir’in “[13]çete”sinin yanı sıra, çok kötü bir üne sahip “Özel Örgütün(Teşkilat-ı Mahsusa) Ermenilerin imhasını gerçekleştirdiğini açıkça bilmiyordu.”[14]
İttihat-ı Terakki’nin adım adım inşa ettiği tabloyu Ermeni örgütleri özellikle Taşnak göremedi ve farkına vardıklarında yapabilecekleri fazlaca bir şey yoktu. Cibranlı Halit Bey’in 1920’lerde Kürtlerin pozisyonunu ifade ederken sarf ettiği; “Boynumuzu kesecek kılıcı kendimiz biledik.” sözü tamda Taşnak’ın içine düştüğü durumu özetlemektedir.
Devam edecek…
10.032012


[1]Suat Parlar, Osmanlı’dan Günümüze Gizli Devlet, Bibliotek Yayınları, II.Baskı:Ocak 1997, s:40
[2]Kemal Şüphandağ, Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları, Komal Yayınları, Birinci Baskı-İstanbul-Ekim 2006, s:68
[3]Şevket Beysanoğlu, Diayarbakır Tarihi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınlar-2003, II.Cilt, Ankara,s:766-768
[4][4] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri Ermeni Soykırımı 1915-16, Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arviş Belgeleri, Belge Yayınları,Birinci Baskı Ocak 2012, s:50
[5]Eugene L. Rogan, Aşiret Mektep Devlet, Aram Yayınları,Aralık*2001, İstanbul,s:16
[6]A.g.e, s:9
[7]Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve Ermeni-Kürt İlişkileri, Orfeus Yayınları, Stocholm-1986, s:130
[8]A.g.e s:130
[9]A.g.e. s:136-138
[10]Aktaran Sait Çetinoğlu, Bir Zincirin Halkaları:İttihatçılar, Harekatçılar, Maltacılar, Kemalistler-Peyamaazadi-2006
[11]Suat Parlar, Osmanlı’dan Günümüze Gizli Devlet, Bibliotek Yayınları, 2.Baskı, Ocak 1997, s:65
[12]Wolfgang Gust, Alman Belgeleri, Ermeni Soykırımı 1915-16, Belge Yayınları, Ocak-2012, s:107
[13]Şakir; Bahaddin Şakir-Teşkilat-ı Mahsusa Erzurum Bölge Şefi
[14]A.g.e, s:107

Kaynak: Peyamaazadi

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.