Skip to main content

“50.yılında Münih Kürdleri” Toplantısının Düşündürdükleri

Kamuran Melikendi

16 Aralık 2011 tarihinde Münih Belediyesinin ev sahipliği yaptığı “50.yılında Münih Kürdleri” adı altında bir panel düzenlendi.

Bilindiği gibi 31 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasında“İşçi Alımı Antlaşması” yapıldı. Bu antlaşmaya bağlı olarak yoğun bir işçi kitlesi Almanya’ya çalışmak amacıyla göç etti.

Bu yıl Almanya’nın bir çok şehrinde olduğu gibi Münih’te de bu antlaşmanın 50.yılı resmi olarak kutlandı.


Türkiye-Almanya işgücü değişiminin 50. yılında; Sirkeci Garı'ndan çıkan 'TRT Almanya Treni' Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Slovakya ve Avusturya'nın ardından Almanya'ya ulaştı. Münih Anatren İstasyonuna ulaşan heyet Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, Münih Belediye Başkanı Christian Ude ve Alman Demiryolları CEO'su Rüdiger Grube tarafından karşılandı.

Trende Türkiye’den bakanlar, farklı partilerden parlamenterler, gazeteciler ve sanatçılarda bulunmaktaydı.

Münih Anatren istasyonu Türk bayraklarından geçilmiyordu. Türk ırkçılığı başını almış gidiyordu. Bir çok Alman’da bu girişimden rahatsız oldu.

Aynı gün sözde teröre karşı Kürdlere karşı bir de yürüyüş girişimleri oldu.

Tabi ki tüm bu girişimler tek bir merkezden itibaren kordineli ve planlı bir şekilde yürütüldü.

Türkler Münih’te ortak bir şekilde haftalar boyunca farklı boyutlarıyla 50.yılı kutladılar. Bu kutlama girişimleri Alman kurumlarının da yoğun bir desteğini aldı. Bir çoklarına da Alman kurumları öncülük yaptı.

Türkler, Ekim 1961 Antlaşmasına bağlı olarak Almanya’ya gelen işçileri “Türk işçileri” perspektifiyle yaklaşarak herkese empoze etmeye çalıştılar.

Fakat, bu “Türk İşçileri” kutusu çoktan delinmiş ve hatta param parça olmasına rağmen, yine odun diliyle empoze yolunu seçtiler.

Çünkü, Almanya’nın “ Türk İşçileri” diye getirdiklerinin ezici çoğunluğu başka etnik ve dinsel gruplara ait oldukları ortaya çıkmaya başladı.

Almanya’da onlarca yıl boyunca Türkiye’den getirdiği “Gastarbeiter”ları “Türk” ve “Müslüman” olarak ele alıyor ve ona göre davranıyordu. Hatta Almanya onlarca yıl boyunca “Türk hukukunun ışığı altında” bu göçmenleri değerlendiriyordu.

Fakat, “Türk İşçileri” adlı pandora kutusu açıldığında içinden Kürdler, Lazlar, Ermeniler, Asuri-Keldaniler ve Rumlar gibi etnik gruplar, Hıristiyan, Alevi ve Êzîdî gibi dinsel gruplar çıkmaya başladılar.

Kendi ulusal ve dinsel kimliklerine sahip çıkan ve hatta Türklerin yaptıkları jenosidlerin kurbanı olduklarını ileri süren bu yapıları yeniden “Türk İşçileri” kalıbına sokmak Almanya içinde gittikçe zor olmaya başladı.

Geçen yüzyılın altmışlı yıllarından Almanya’ya getirilen “Türk İşçileri” 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra gelen politik ilticacılarla beslenince Almanya’nın önüne farklı bir tablo çıktı.

Pandora kutusu bir kere açılmıştı...

Türklerin Münih’te yaptıkları 50.yıl kutlamalarına parelel olarak Münih Mezopotamya Kültür Derneği’de Münih Belediyesine baş vurmuş ve Kürdlerin 50.Yılını kutlamak istediğini beyan etmişti. Bu istekleri Münih belediyesi tarafından makul görülmüş ve Münih Belediyesine bağlı Kültürlerarası Çalışma Birimi gereken desteği sunmuştu.

Türk devlet yetkilileri Münih Belediyesinin ev sahipliğinde yapılan bu toplantıyı boşa çıkarmak amacıyla bir hayli çabalar içine girmiş ve bu çabaları boşa çıktı. Çünkü, Münih Belediyesi yetkilileri Münih’te yaşıyan farklı etnik ve dinsel yapılardan gelen vatandaşlarına karşı eşit mesafede olduklarını ileri sürerek gelen istekleri geri çevirmişlerdi.

16 Aralık günü saat 14.00’te başlayan “50.yılında Münih Kürdleri toplantısına gittiğim zaman. Ben, daha önceden tahmin ettiğim gibi bambaşka bir tablo ile karşılaştım.

Münih Belediye’sinde yapılan Panele ülkedenMilletvekili Leyla Zana, Milletvekili Erol Dora(Suryani) ve İnsan Hakları Derneği Eski Başkanı avukat Yusuf Alataş konuşmacı olarak çağrılmışlardı.

Münih’den ise Yeşiller Partisi'nden Belediye Meclisi üyesi Gülseren Demirel, Sol Parti Belediye Meclisi Üyesi Orhan Akman, gazeteci-yazar Haydar Işık ve Avukat Hubert Heinhold çağrılmıştı.

Her ne kadar Panel’in ismi “50.yılında Münih Kürdleri olarak konulmuşsada panelin içeriği bu ana başlık ile tezat içindeydi. Panelin 4/1’i Münih Kürdlerine, geriye kalanı ülkeye ve başka konulara bırakılmıştı.

Toplantıya gelen bir çok arkadaş gibi benim de beklentim Kürdlerin Münih’e gelişlerinin tarihçesi, aktüel durumları, yaşadıkları sorunlar, girişimleri, kuşakların durumu ve istekleri masaya yatırılmasıydı.

Fakat, olmadı. Münih’ten toplantıya katılan bir kaç arkadaş kısmen Münih Kürdleri üzerine durmaya çalıştılarsa da zaman darlığından dolayı gereken verimliliği sağlamadılar.

Aslında “50.yılında Münih Kürdleri” gibi kapsamlı, ciddi bir akademik birikim ve çaba istiyen bir husus, klasik Kürd dernekçiliğinin çok ötesinde bir olaydır. Böyle bir konuyu siyasal partilerin taraftar devşirme aracı olarak kullandığı klasik derneklere bırakmak dahi doğru değildir.

Münih Belediyesi adına Panelin açılış konuşmasını yapan 3. Belediye Başkanı Hep Monatzeder, konuşmasında Metin İncesu’nun başında bulunduğu “Kürd Araştırmalar Merkezi-Navend”ın Münih Belediyesi bünyesinde Kürdlere ilişkin yaptığı toplantılara dikkat çekmişti.

Hep Monatzeder’nin aklında Navend’in kalmasının nedeni Navend seçtiği konunun uzmanlarını bir araya getiriyor ve o konu hakkında derli toplu bir bilgi ilgililere sunuyor. Navend bugüne kadar Almanya Kürdlerinin farklı alanlarındaki sorunları üzerine yüzlerce panel ve toplantı yaptı. Konuların uzmanlarını bir araya getirerek bunları yaptı.
Sorun“50.yılında Münih Kürdleri” olunca konu çok daha geniş, daha farklı uzmanlık dallarını gerektiren bir husustur.
Böyle akademik, aktüel ve geleceğimizi ilgilendiren bir konuyu irdelemek Navend ve ona benzer kurumlara bırakmak gerekiyordu.
Ne yazık ki olmadı.

Panel’in ilk bölümü Asuri-Suryanilere ayrılmıştı. Milletvekili Erol Dora(Suryani) zaten az olan konuşma süresini M.Ö Asuri ve Suryani devletleriyle ve yaptıkları buluşlarla geçirdi.
Madem ki konu 50.yıl göçmenlik meselesi ise Münih ve çevresinde yaşıyan bir Asuri-Keldani-Suryani akademisyeni yada konuya hakim biri çağrılır, var olan bu etnik-dinsel yapının Münih’teki konumu irdelenirdi.
Aslında Asuri-Suryani azınlığının Almanya’da bir dizi sorunları var.

O da olmadı..

Aslında “50.yılında Münih Kürdleri” ve Asuri-Suryani göçü irdelenirken pekala Leyla Zana, Erol Dora ve Yusuf Alataş gibi insanlar davet edilirdi. Bu insanlar dayanışma amaçlı yada hâlâ devam eden göçün nedenleri hakkında kendi düşünce ve gözlemlerini aktarabilirlerdi.
Yoksa bu insanlarımızın “50.yılında Münih Kürdleri” konusunda bize verecekleri fazla bir şeyleri yok.
Aslında Leyla Zana’da konuşmasında bu konudaki düşüncemi doğruladı. Leyla Zana toplantı salonunda bulunan herkesi Kürd olarak aldı ve Kürdlere hitaben konuşmaya başladı.
Bu konuşma biçimi doğru değildi.
Çünkü, salonda Alman, Kürd(farklı Kürdistan parçalarından) ve Asuri-Suryani çevrelerinden insanlar vardı..
Leyla Zana, “Türkiye’nin demokratikleşmesine” bağlı olarak Kürdlere ülkelerine dönme çağrısı yapmaya çalıştı.
Leyla Zana’nın bende bıraktığı intibah sanki Leyla Münih Belediyesi salonunda değil, Amed meydanlarında konuşuyordu.
Genel olarak Diaspora’da ve özel olarakta Almanya’da bulunan Kürdlere bu şekilde yaklaşmak doğru değildir.
Dünyada var olan göçmenlik tecrubesine bakıldığı zaman, bırakın “Türkiye’nin demokratikleşmesi” bağımsız Kürdistan kurulsa dahi yurtdışında bulunan Kürd kökenli vatandaşların büyük çoğunluğu büyük olasılıkla geri dönmeyecekler.
Diaspora Ermenileri Ermenistan bağımsızlığa kavuştuktan sonra dahi dönmediler.
Ama, aynı diaspora Ermenileri Ermeni jenosidinin tanınması için motor görevi görüyor. Ermeni tarihi ve edebiyatı konusunda adeta makine gibi çalışıyor.
Aslında Leyla Zana Güney Kürdistan tecrubesine bakmış olsaydı, Güney Kürdleri en yoğun göç verdikleri süreçlerden biride 2003 yılı sonrasında olduğunu görecekti.
Yani herkesin “Özgür Kürdistan’ın Kurululuşunu” alkışladığı süreç sonrasında(2003) Güney Kürdleri ciddi göç verdi.
Diaspora’da bulunan Kürdlerin 2. ve 3. Kuşakları doğdukları ve büyüdükleri ülkelerde eğitimlerini gördüler ve yaşamlarını kurmaya başladılar. Bu kesimler içinde Kürdlüğü kimliklerinden biri olarak kabul eden yoğun bir kesim var. Bunlar, kendilerini “Kürd kökenli” Fransa, Almanya, İsveç, Holanda, İsviçre vs vs gibi ülkelerin vatandaşı olarak kabul ediyorlar.
En azından bu gerçekliği Münih Belediyesinde yapılan bu toplantının hazırlanması ve pratiğe aktarılmasından ciddi bir role sahip olan Kürd Kökenli Belediye Meclis üyelerinin yaklaşımındada görüyoruz.
Onlara “Türk kökenli Belediye Meclis Üyeleri” denildiği zaman hemen düzelmeye gidiyorlar ve “Kürd kökenli” olduklarını açıkca ifade ediyorlar.
Bırakın 2. yada 3. kuşağın ülkeye dönmesini, birinci kuşaktaki insanlarımız dahi ceplerinde taşıtıkları Diasporanın pasaportlarıyla doğdukları ülkelerle ve çocuklarının yaşadıkları ülkeler arasında mekik dokuyorlar.
Yıllarca Kürd meselesi için yürütükleri mücadeleden dolayı sürgünde yaşıyan ve ülkeye dönen kadroların aileleri ve çocukları dahi yurtdışındalar. Onlarda iki ülke arasında mekik dokuyorlar.
İnsanların bir ülkede yaşamak istemelerinin bir çok nedeni var. Ekonomik durum, sosyal ve sağlık hizmetleri, eğitim koşulları, siyasal özgürlükler ve daha bir çok sebep var. Bu sebepler ortadan kalkmadan insanların dönüşü imkansız. Diaspora’da ülkeye dönüş edebiyatı yapan ve dönmekte istemiyen kesimlerin büyük çoğunluğu dil, meslek vb. konularda entegrasyon sorunu yaşıyan insanlardır.
Aslında Leyla Zana burada bulunan Kürdler “okuyun!!! Meslek yapın!! Almanya partilerinde siyaset yapın!!! , anne ve babalarınızın geldiği Kürdistan’ı unutmayın!!! Bizim sizin dayanışmanıza ihtiyacımız var!!!” deseydi, daha makul olurdu..
Türkler bu işi çoktan kavradılar. Kürdlerin de öğrenmesi gerekecek.... Her halde bunun için bir hayli zamana ihtiyacımız var.

Leyla Zana Kürdçe yaptığı konuşmada aktüel durumda var olan sorunların Lozan Konferansı ve 1639 Kasri Şirin Antlaşmasına bağlaması doğruydu. Fakat, içini doldurmaya çalıştığı zaman dinleyicileri “aptal” yerine koyması yada bilgisi olmadığı bir alana girmesi doğru değildi.
Leyla Zana “1639 yılından önce Kürdlerin, Ermenilerin ve Asuri-Suryanilerin özgür olduğu” söylemesi doğru değildi.
Çünkü, 1639 öncesi bir Çaldıran Savaşı var. Alevi, Êzidî ve Şafi Kürdlerinin Osmanlı ve Safevi devletleri tarafından kıyımları var.
Asuri-Suryani halkları M.Ö iktidarlarını yitirdiler.
Ermenilerde, Selçuklar 1071 yılında Bizanslarla girdikleri Malazgirt savaşından önce Kars ve Ani çevresinde var olan iktidarlarını kaybetmişlerdi. Bizans İmparatorluğu Ermenilere karşı saldırıya geçtiği zaman Ermeniler, Şeddadi Kürd Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında bocalamaya başladılar. Ermeni aristokratlarının ezici çoğunluğu Şeddadilerin hakimiyetini bazı din adamlarıda Bizansları tercih ettiler. Sonuçta Kilise yetkilileri gizli bir şekilde kale anahtarlarını Bizanslara teslim ettiler.
Malazgirt Savaşından sonra Selçuklular Ani’yi Şeddadi Kürdlere satıyorlar ve Ani Şeddadi Kürd Devleti’nin son başkenti oluyor.
Birde bu arada Selçuklar, Moğollar, Akkoyunlular ve Karakoyunlar geldi. Bölgeyi harabeye çevirdiler..

Yani 1639 öncesi ne Ermeni, ne Kürd ve ne de Asuriler özgürdü.

Ayrıca Leyla Zana’ya “Sünni Kürd din adamlarının maaşa bağlama” girişimi hakkında bir soru soruldu. Leyla Zana “Kürd din adamlarının medreselerde astroloji ve hatta antropoloji dersleri aldıkları” şeklinde bir açıklama ile cevap vermeye çalıştı.
Hangi Kürd medresesi kaldı? Sömürgeci Türk devleti Kürd medresesimi bıraktı?
Acaba Ahmedê Xanî, Melayê Cizirî, Feqîyê Teyran, Elî Termuxî, Baba Tahîr Hamadanî, Alî Berdeşanî, Nalî, Salim ve Kurdîlerin dönemine atıfta bulunarak mı “Kürd Medreselerinden” söz etti, bilemiyorum.
Bildiğim bir şey var bugün Kürd Medreseleri yok.

Ayrıca Leyla Zana konuşmasında “Kürdlerin kendi kaderlerini tayini için referanduma gitmesi gerektiğini “ söylediği zaman doğru doğru bir tutum takındı.
Leyla konuşmasında Kürdler kendi kaderlerini tayin hakkına sahipler. Bağımsızlık mı, federasyon mu yoksa otonomi mi buna Kürdler karar verecekler.
Bu tutum doğruydu.
Fakat, hemen ardından “ben Almanya gibi bir sistemin Türkiye’de kurulmasını istiyorum” diyerek daha önce yaptığı tespit ile çeliki halinde olan bir tablo çizdi.
Almanlar bir millettir. Bu ülkede bir federal yapı oluşturulmuş. Ama, Türkiye’de farklı uluslar var ve Kürdlerin ulusal talepleri var. Belki dünyada Kürdler için örnek gösterilebilecek son ülke Almanyadır. Ama, soruna Türkiye’nin demokratikleşmesi bazından yaklaşıldığına göre.... Almanya’da birilerine örnek olabilir.

Özgür Politika gazetesi 19 Aralıkta Münih’teki toplantıya ilişkin yayınladığı bir haberde “„Kürtler kendi topraklarında Demokratik Özerklik ile yaşamak istiyor. Herkesin Kürtlerin istemlerine saygı duyması gerekir. Kürtler kendi aralarında kaderini tartışmalı. Ancak Kürtlerin büyük bir bölümü birlikte, Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm çatısı altında yaşamak istiyor. Bu konuda uygun bir sistem oluşturulabilir“(http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=4860) diye hayali bazı şeyler anlatmış.
Leyla Zana konuşmasında hiç bir şekilde “Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederalizm “ den söz etmedi.
Leyla Zana, 19 Aralık 2011 tarihli Süddeutsche Zeitung’a verdiği söyleşide “federal sistemi” savunuyor.

Av. Yusuf Alataş’ın Türkiye’de yaşanan hukuksuzlara dikkat çekmesi olumluydu. Fakat Yusuf Alataş’ın “Ulusal devlet dönemi geçmiş” geçmiş gibi tespitleri Kürdleri rencide ediyor. Çeşitli halklar kendi devletlerini kurdular ve bugün daha farklı boyutlarda bu devletleri çağa uydurmaya çalışıyorlar. Yani Ulusal devletler “ekmekti” ve bugün bu halklar “pasta” peşinde koşuyorlar.. Bırakın Kürdler “ekmek” talep etsin!!

Ayrıca konu Münih Kürdleri olunca farklı Kürdistan parçalarından Kürdler Münih’te yaşıyorlar. Münih Kürdlerini “Türk Kürdlerinin” perspektifiyle ele almak doğru değildir. Böyle bir toplantı dünyanın farklı bölgelerinden Münih’e gelip yerleşen Kürdleri temel alarak bakmak gerekiyordu.
Fakat, ne yazık ki parçacı bir mantıkla yaklaşıldı.
Sonuç olarak Münih Belediyesinde yapılan bu toplantının pratiğe aktarılmasında Münih Belediye Meclisi üyesi olan Kürdlerin ve Münih Kürdlerin yıllardan beri harcadıkları soyut ve somut emeğin büyük payı oldu. Fakat, toplantı açılışını yapanlar Münih Belediyesinden katılan Kürd olmayan herkese teşekkür ederken Kürdleri es geçtiler. Söz konusu Kürdlerde rahatsız oldular. Bu konuda Albert Memmi ve Franz Fanon çok yazdılar ve tekrar buna girmeye gerek yok. Ayrıca bu toplantının hazırlanmasında önemli bir rolü olan ve aynı zamanda Kürd dostu olan Dr. Margret Spohn’da Kürdlere yakınlığından dolayı Kürd Belediye Meclis üyelerinin kaderini paylaştı.
Kürdler Türk devletinin herkesi Türk ve Kürdlere düşmanlık politikalarını boşa çıkardılar. Bu kendi başına olumlu bir adımdı. Fakat, toplantının içini doldurmadılar. Umut ederim ki bundan sonra bu tip yanlışlıklar yapılmaz.

Kamuran Melikendi

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.