Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 19 May 2010

Türk sorunu olarak Kürt meselesi

- Taraf - Istanbul - 17.05.2010

AZAD BARIŞ

Tam anlamıyla anlamsızlaşan çatışmanın karşısında eskiden ön saflarda yer alan birçok Kürt, hataları sorgulama cesaretini bulmuştur.

Bu yazının esas amacı, her şeyden önce problemin tarihine göndermede bulunarak Kürt meselesinin neden bir Türk sorunu olduğuna değinmek ve Kürt cephesi açısından miadı çoktan dolmuş şiddetin ne denli lüzumsuzlaştığına vurgu yapmaktır. Çünkü son günlerde Marconi'nin radyosu durmadan “tekinsiz savaş ilahileri“ mırıldanıyor. Velhasılıkelâm, tarihi herkesçe malûm olan “kutsi cumhuriyetin“ doğuşu zaten hiç de “steril“ olmayan koşullarda gerçekleştiği için, sağlıklı bir varlıktan bahsetmek olanaksızdır. Zira “hasta adamın“ mirası üzerine bina edilen bir yapının yönetsel gayretinin evrensel değerlerle ne denli örtüşeceği konusu sır olmasa gerek.

Türklük adına kurgulanan şey

Dolayısıyla, söz konusu olan “mirasın birikimi“ haliyle birçok halkın milli değerinin kısmi inkârı veya kırımı üzerine bina edildiği için, sonraki halefleri de bu sorunsal çerçeveyi en radikal biçimde sürdürerek “ebedi başarı“ ummuşlardır. Sosyolojik kurama göre yıkıcı -destrüktif- olan her durum gizil birtakım gerçekleşmemiş arzulara gönderme yapar, onun içindir ki “tarihsel ecinniler“ olarak zaman dizinine münasebetsiz izler bırakılabiliyoruz. Bu münasebetsizliğin kapsamına, özellikle bu coğrafyanın temel unsurlarının tümünün etnik ya da kültürel bağlamda bertaraf edilerek, bizzat Türklük adına kurgulanan yeni ulus devlet inşası de girer. Yani, telafisi zor olan tarihsel ilk kusur ve haksızlık diğer tüm unsurların değer birikimlerini Türklüğün menafine - kısmen kırım, kısmen hilekârca inkâr- kullanıp marazlı ve sentetik bir ulus aidiyetini oluşturmaya çalışmakla başlamıştır diyebiliriz. Her ne kadar, mecazi anlamda “talihsizlik veya yazgı“ gibi terimler de kullansak, bir “doğum sakatlığı“ olgusuyla karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır. Kan, ölüm, katliam, sürgün ve isyan kavramları etrafında örgülenen Kürt meselesinin ana kaynağını Türk ulus unsurunu baz alarak kurulan Cumhuriyet'te aramak gerek. Tarihte nispeten uzun dönemler komşu veya beraber yaşamış bu halklar durup dururken birbirlerini boğazlamaya kalkışmamış olmalılar...

Şiddetle bastırılan Kürtlük

Çünkü yeniden şekillenen devlet, minimize ettiği diğer minör unsurlardan sonra kırım, inkâr ve asimilasyon icraatlarıyla Kürt milli aidiyetini akıl almaz şekillerde bastırdı ve tarihsel olarak devlet kuramının icazet ettiği şiddet tipolojilerini aşan türde güç kullandı. Yani, anayasal olarak temel hakların inkârı, toplumsal sözleşmelerin ihlali ve modern devlet yapılarının baz aldığı evrensel hukukun tümüyle refüze edilmesinden dolayı bir Türk sorunu biçiminde ortaya çıkmıştır Kürt meselesi. Onun için, Kürt meselesi olarak uluslararası arenada yaygınlaşan bu “kanlı mesele“ bütün günah ve sevaplarıyla bir Türk sorunudur, ama Kürtler bunu ne yazık ki ne Türkiye halklarına ne de uluslararası kamuoyuna hakkıyla anlatabilmiştir. Oysa mazlum Filistin halkının intifadaları ne kadar meşru ise, Kürtlerin de mücadeleleri bir o kadar meşrudur, ama Kürtler haklı olan halk serhildalarını olması gereken konuma getirememişlerdir. Belki de çatışmalı ortamlardan dolayı bugüne kadar elde edemedikleri desteği de, askerî etkinliğe son verip, sivil ve sosyal harekâta dönüşerek alabileceklerdir. Çünkü dünyamızın barış modeli ve adilane konsepti, sivil münazaraların sonucunda eşitlikçi demokrasilerin ortaya çıkacağını öngörüyor. Lakin, bugün sivil toplumlarda demokratik mücadelenin ve sivil siyasetin yolunun artık açıldığını yakın tarihin referansları da destekler türdedir, onun için yeniden hiddetlenen toplumsal atmosfer herkesten önce Kürt birikiminin zararınadır.

Mozayiğin eksik parçası

Kürt etnik kimliği her ne zaman bir “suç“ unsuru olarak değil de mozaiğin eksik bir parçası olarak kabul görür ve bu mozaiğe diğer unsurlar da dahil edilirse, o zaman normalleşmiş bir Türkiye'den bahsedebiliriz. Özellikle Kürtlük ve onun herhangi bir siyasal hareketine sempati duyma veya üye olma -Türk parti, dernek, vakıf, bilimsel kurumları vb gibi- ne zaman anayasal güvence altına alınırsa, belki o zaman bu toprakların ortak değerler etrafında birleşen ve halklarını herhangi bir ayrım yapmaksızın kucaklayan ortak memleketin ortak Cumhuriyet'inden bahsedebiliriz. Devletin Kürdi olan tüm sembol, simge ve öğelere karşı potansiyel suçlu muamelesi yapması ve çoğu zaman “etnik temizlik“ pratiğine varan yönelimlere başvurmasından dolayı birçok Kürt kendi cephesinde yapılan yanlışlara “vicdani“ olarak sessiz kalmak zorunda bırakılmıştır. İşte o zaman, bugüne kadar baskı ve sömürünün tarihsel aktarımı olarak içselleştirilmiş “töresel ahlakın“ gereği olarak kısmen tercih edilmiş “ölümcül“ suskunluk bozulacak ve bütünlüklü demokrasi mücadelesi daha da evrensel ivmeler kazanacaktır. Örneğin, “ahlaki ve etik -“namus borcu“- olarak susmayı tercih etmiş birçok Kürt en aykırı seslerle şiddetin her türüne tereddütsüzce dur demenin yanı sıra, yeninin de en radikal savunucuları olacaklardır. O vakit, Türkiye'de bütün unsurları kapsayan özgürlükçü bir demokrasinin kurulması da olanaklı olacaktır, çünkü Kürtler bu ülkenin demokrasi tarihinde azımsanmayacak derecede bedel ödemiş ve yer yer başarılı da olmuşlardır. Her halükârda, barış ve demokrasi için tarafların yapması gereken en acil görev çatışmalardan bir an önce vazgeçip, kalıcı bir barışı tesis etmektir.

Bu yöntemler kara lekedir

Hiç şüphesiz insanlık, tarihinde maruz kaldığı inkâr ve asimilasyonu hiçbir koşulda hazmedememiş ve imkânları dahilinde karşı durmuştur. Çünkü bu tür ilkel yöntemler ve zorbalıklar artık geçen asırların bir kara lekesi olarak karşımıza çıkmaktadır ve tarihinde hata yapan birçok millet ve devlet mağdurlardan af dilemektedir. Bundan hareketle devlet kendi insanına yaptığı her haksızlığın telafisini giderecek şekilde arınmalı, bütün günahları adına birer özür anıtı dikebilmelidir, çünkü devlet her zaman hakikati tahsis etmekle yükümlüdür - mükelleftir-. Ancak o zaman toplumsal barışın ve üniversal demokrasinin kapsayıcılığı söz konusu olabilir ve bu ortamda Kürtler şiddeti artık bir araç olarak tasvip etmeyeceklerdir. Zira şiddet kısır bir döngüdür ve sadece “savaş ilahlarının“ işini kolaylaştırmaktadır.

Sabır taşları çatladı

Lakin, bu kirli savaşın yarattığı “ruhsuzluk“ ve bezginlik en çok Kürtleri sarmalamış ve her türlü akılsallığı aşan bir huzursuz ortama fırlatmıştır. Buradan hareketle, milenyumla beraber tam anlamıyla anlamsızlaşan çatışmanın karşısında bütün sabır taşları bir bir çatlamış, eskiden ön saflarda yer alan birçok insan yanlışları görmeye başlamış ve yaşanan acıların dayanılmazlığı karşısında sorgulama cesaretini de bulmuştur. Dolayısıyla şiddetin kesif bir hal almasına karşı, birçoğu artık duanın diliyle bu anlamsız savaşa hayır diyor. Haklı olan kaygılarımdan dolayı bu duanın ritüelini bozarak, en yüksek perdeden özellikle Kürt cephesine sesleniyorum: Kürdüm, Kürt halk mücadelesini destekliyorum ve kategorik olarak her türlü savaşa hayır diyorum.

Belki de “suç“ işliyorum...

Sosyolog, Ph. D.

[email protected]

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.