Ana içeriğe atla

Genel Seçimin Öyküsü: Tarihi olma iddiası, başarı, başarısızlık ve çözümsüzlük… İbrahim GÜÇLÜ

12 Haziran genel seçimleri gerçekleşti. Genel seçimlerin, demokratik bir şölen mi, yoksa bir savaş hali mi şeklinde geçtiği çok tartışıldı. Genel seçimler, demokratik bir şölenden ziyade, bir savaş, gerilim, çatışma, çelişki, uzlaşmazlık ortamından geçti. 12 Haziran genel seçimleri, tarihi olma, başarı, başarısız, çözümsüzlük öyküsünü tescil etti.

Tarihi olması…
12 Haziran 2011 genel seçimleri, tek partili sistemden çok partili sisteme geçiş sürecinde 1950 yılında yapılan, 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül Askeri 1980, 28 Şubat 1987 Askeri Darbeleri, 27 Nisan 2007 e-post modern darbesinden sonra yapılan seçimler kadar önemli ve tarihi bir seçim oldu.

12 Eylül 2010 Anayasa referandum sonrasında, AK Parti’nin, 3. Dönem yeniden iktidar ve hükümet olacağı ön kabul haline geldiğinden, devletin demokratik tarzda yeniden yapılanmasını istemeyen güçler tarafından, bu seçimde AK Parti’nin geriletilmesi ve AK Partiye karşı cephe oluşturulması bağlamında da, tarihi önemde bir seçim oldu.

Ayrıca PKK/BDP’nin AK Parti’ye karşı olmasının başka özel nedenleri vardı. Bir neden, AK Parti, Kürt Bölgesinde, PKK/BDP’nin tek alternatifi partiydi. İkinci neden, PKK/BDP çözümsüzlüğü gizli gündem olarak benimsediği için, “Kürt sorunu” konusunda adım atacağını düşündüğü AK Parti’nin zayıf düşürülmesini, kendi çözümsüzlük projesini hayata geçirmesini kolaylaştıracağını hesap etmekteydi. Üçüncü neden, PKK/BDP, Kürt Bölgesinde tek başına egemen, hegemonik tek tartışmasız otoriter güç olmak istemektedir.

PKK, Mart 2011’de, genel seçimlerde AK Parti’yi başarısız kılmak için, bir kaos plânı açıkladı. AK Parti’nin Kürt Bölgesindeki miting ve toplantıları provoke edeceğini, CHP ve MHP mitinglerine destek olacağını açıkladı. Genel seçimler boyunca da eylemleriyle bunu yaptı.

Bu genel seçimlerden sonra yeni bir anayasanın yapılmasının da engellenmesi gelenekçi devlet güçlerinin en büyük hedeflerinden biriydi. Bu hedefe ulaşmak bağlamında da, yeni, karanlık, tehlikeli plân ve projelerin hayata geçirildi. Bu alanda da derin devlet güçleri, PKK’yi kullandı. Bu bağlamda da bu seçimler, tarihi önem kazandı.

Bu seçimi, tarihi ve önemli kılan nedenlerden biri de, diğer genel seçimlerden farklı olarak askeri ve yargı vesayetinin müdahaleci olamadığı bir genel seçim olmasıdır. Bilindiği gibi, geçmiş bütün genel seçimlerden önce ve en son 2007 Temmuz Genel Seçimlerinden önce de, 27 Nisan E-Post Modern Darbesi gündeme gelmişti.

Bu genel seçimlerin özelliklerinden biri de, CHP’nin aniden Kemalist tarzı demokratik bir atılım içine girmeye çalışması, “Kürt sorunu” ile ilgili açılımlar yapması, hak ve özgürlükler, asıl olarak da yeni anayasa konusunda bir yaklaşım göstermesidir.

Seçimin başarı ve başarısızlık öyküsü…
AK Parti ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de hiçbir siyasi partiye ve siyasi parti liderine nasip olmayan, dünyada çok az lider ve partiye nasip olan bir başarı elde etti. Türkiye seçmeninin her ikisinden birinin, seçmenin %50 oranında oyunu aldı. Oylarından bir artış sağlamasına rağmen, milletvekili sayısında bir düşüş oldu.

AK Parti, aldığı oylarla, Türkiye’nin bütün bölgelerinde var olan bir parti olduğunu, bazı bölgelerde de kesin birinci ve tek parti olduğunu ortaya koydu.

Ayrıca, sahillerin partisi olduğunu da gösterdi.

Halk, demokrasi oyunu içinde AK Partiyi onayladı. AK Parti eski oylarının ezici çoğunluğunu aldı. Sadece bazı liberal demokrat aydınların ve kanaat önderlerinin oyunu kaybetti.

Halkın desteği, AK Parti’nin güçlü kitlesel, dinamik, teknolojik, heyecanlı bir örgütlenmeye de sahip olduğunu ortaya koydu.

AK Parti, kazandığı oylarla ve milletvekili sayısıyla, 3. Dönem tek başına hükümet olmayı başardı.

Seçim sonuçlarının, başkanlık sistemini onaylayıp-onaylamadığı kesin olmamakla birlikte, R. Tayyip Erdoğan için Cumhurbaşkanı olması için kapı araladığı tartışmasızdır.

AK Parti’nin bu kazancının demokrasi’nin bir kazancı olup-olmayacağını, yeni hükümet döneminde yapacağı yeni anayasa konusundaki tutumu ve yeni anayasanın niteliği; Türkiye’nin en hayati, tarihi, merkezi sorunu olan “Kürt sorunu” konusunda takınacağı tutum, yaklaşım, projeleriyle somut bir hal alacaktır.

Seçim kampanyası boyunca, yeni anayasa ve “Kürt sorunu” ile ilgili tutum ve yaklaşımları, bu konuda iyimser olmak için az veri sundu.

AK Parti’nin, genel seçimlerde belirli toplumsal, dinsel güç odaklarını temsil etmeyen milletvekili adaylarıyla başarılı olamayacağı ileri sürülmekle birlikte, seçim sonuçları bu konuda da AK Parti ve liderinin bir ölçüde başarılı olduğunu gösterdi. Özellikle de Urfa’daki seçim sonuçları bu sorun bağlamında önemli bir laboratuar görevi görmek konumunda.

Seçimde, başarılı olan aktörlerden biri de PKK/BDP’dir. PKK/BDP’nin başarılı olması, oy oranlarını artırmış olmasından ileri gelmiyor, milletvekillerini artırmış olmasından ileri geliyor.

PKK/BDP’nin başarılı olmasında, PKK/BDP’nin sol sosyalistlerle ve kendi dışındaki Kürtlerle Baas türü seçim ulufesi ile bir iltihak cephesi oluşturması bir neden olsa da, asıl belirleyici olan neden: AK Parti’nin “Kürt Sorununa” en azından demokratik, uluslararası hukuka, Avrupa Birliği kriterlerine uygun bir davranış ve yaklaşım içinde olmamasıdır.

Kürt Bölgesinde PKK/BDP karşısında hiçbir siyasi Kürt örgütlenmesine sahip olmayan muhafazakâr, demokrat, liberal Kürtler; 2007 genel seçimlerinde, AK Parti ve Genel Başkanı’nın 2005 yılında Diyarbakır’da Kürt sorunu ile ilgili yaptığı, “Türkiye’de Kürt sorunu vardır. Bu benim sorunumudur da. Kürt sorunu, daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlüklerle çözülecektir. Tarihte yaptığımız yanlışlarla yüzleşmeliyiz” konuşmasından yaptıkları olumlu çıkarsamalardan dolayı AK Partiye destek oldular ve oy verdiler.

2007 Genel seçimlerinden sonra, yeni sivil, demokratik katılımcı yeni anayasa projesini önermesi; “Kürt sorunu” ile ilgili açılım çabası, bu çabadaki tutarsızlıklara, kavramsal değişikliklere rağmen: Önce “Kürt Açılımı” daha sonra gelen eleştiriler üzerine “Demokratik açılım”, en sonunda da “ Milli Beraberlik ve Kardeşlik” projesi denilmesine ve Kürt sorununda ciddi adımlar atılmamasına rağmen, aynı Kürt kesimleri 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği referandumunda da “yetmez ama evet” oyu verdiler.

Ama ne yazık ki 12 Haziran Genel Seçimlerinde AK Parti, Kürt sorunu ile ilgili seçim beyannamesinde başka, açık toplantılarda başka tanımlamalar yaptı. “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır”, “Kürtçe anadilden eğitime kesinlikle karşıyım” demekle ve “Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil” resmi tezinde ısrar etmekle, ”Kürt sorunu” ile ilgili bir çözüm projesinin olmadığını ortaya koydu.

Bu yaklaşımıyla, PKK/BDP’yi güçlendirdiği gibi, kendisine oy veren kesimlerin tepkisini kazandı, onları alternatifsiz hale getirdi. PKK/BDP’ye moral ve psikolojik üstünlük sağladı.

Buna, Kürt bölgesinde “Kürt sorununda” toplumsal ve siyasal olarak demokrasi, Avrupa Birliği Kriterleri ve azınlık hakları çerçevesinde çözüm yaklaşımı ve çabası içinde olan Kürtleri dışlayarak, sıradan ve oldukça zayıf milletvekili adaylarını tespit etmesi de, işin ve başarısızlığın tuzu biberi oldu. AK Parti’nin Kürt Bölgesini PKK/BDP’ye terk ettiği tartışmaları bu tutumun bir sonucuydu.

Bunun yanında, MHP’yi baraj altında bırakmak için seçim kampanyası boyunca geliştirdiği Türk şoven milliyetçi yaklaşım, MHP’yi baraj altında bırakmadığı gibi, AK Parti ve liderini başarısız kıldı, Kürtlerin tepkisini geliştirerek, PKK/BDP’nin ekmeğine yağ sürdü.

Ama açık olan bir şey var ki PKK/BDP’nin başarısı, belirli Kürt kentleriyle sınırlı kaldı. Kürtlük, derin devletin 40 yıldır istediği ve PKK eliyle gerçekleştirmeye çalıştığı dar bir alan ve çözümsüzlük sürecine sokuldu.

Ayrıca PKK/BDP’nin başarısı, Kürtlerin bir başarısı değildir. PKK elitinin bir başarısı ve Öcalan diktatörlüğünün tabanının genişlemesi olayıdır.

CHP oylarını artırdı. Ama bütün gizli güç odaklarının desteklerine rağmen, başarılı olamadı. CHP’nin açılımları inandırıcı bulunmadı. İç mücadele gündemine taşındı.

MHP, baraj altında kalmayarak başarı sağlamasına rağmen, oy oranında küçük bir düşüş oldu. Milletvekili sayısında büyük bir kayıp yaşadı. Seçim sırasındaki kaset savaşının doğurduğu sonuçlarla birlikte seçim sonucunun MHP’de yeni bir iç kavganın ipuçların verdi.

Ayrıca halk, Tuncay Özkan, Hulki Cevizoğlu, Doğu Perinçek, Cumhuriyetçi cephe adaylarına da onay vermeyerek, Türk tarzı yeni “demokratik bir devlet ve rejim”, daha fazla değişim ve reform istediğini ortaya koydu.

Seçimin çözümsüzlük sonucunu yaratması…
Türkiye halklarının en büyük isteği, yeni bir anayasanın yapılması, 1982 darbe anayasasının ortadan kaldırılmasıdır. AK Parti, 2007 genel seçimlerinden sonra akademisyenlere yeni bir anayasa hazırlattı. Ama geleneksel devletçi güçlerin saldırısı ve AK Parti hakkında Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davasının açılmasından dolayı bu konuda geri adım attı. Ama yeni anayasa koşullarını hazırlamak için, 1982 Anayasa’nın 26 maddesinde değişiklik yaptı ve bu değişiklik referandumla halk tarafından onaylandı.

Yeni Anayasa aynı zamanda “Kürt sorununda” asgari çözümü yaratacak bir konsept ve belge niteliğinde görülmekte.

AK Parti’nin tek başına yeni anayasayı yapması için, referandum koşuluyla 330, referandumsuz 367 milletvekiline ihtiyacı vardı. Seçim sonuçları, AK Parti’ye bu olanağı vermedi. Bu nedenle, AK Parti’nin yeni anayasa için CHP, MHP, BDP ile uzlaşma içinde olması gerekir.

Seçim, uzlaşmayı onayladı.

Ama ne yazık ki, AK Parti’nin anayasa anlayışıyla diğer üç partinin anayasa anlayışı kesinlikle birbirinden farklıdır. Bu nedenle uzlaşmaya çalışılsa da, bir sonuca varılacağını tahmin edemiyorum. CHP ve MHP, kesinlikle eski anayasadaki değişmez ilkelerin kalmasını, AK Parti bunların sınırlı da olsa değişmesini istemektedir. Ayrıca gizli gündeme rağmen BDP “demokratik özerkliği” savunmakta, AK Parti buna karşı.

Ayrıca en sorunlu alan, yeni anaysadan bağımsız ele alındığı zaman da Kürt sorunu alanıdır.

BDP, Kürt sorununun çözümünü, ileri sürülen projeler ve önermeler çerçevesinde de istememekte, gizli bir gündeme sahip. PKK/BDP, Öcalan’ın lideri olacağı, PKK silahlı güçlerinin ve askeri vesayetinin hâkim olduğu egemenlik sistemi talep etmektedir.

Bu talebin yeni anayasa ile karşılanması ne kadar mümkün olduğu, parlamentodaki siyasi partilerin yaklaşım ve görüşlerine bakıldığı zaman da, bir çözümsüzlüğün ortaya çıktığı rahatlıkla görülmektedir.

Bu bağlamlarda, seçim sonuçları yeni anayasa ve “Kürt Sorunu” alanında çözümü değil, çözümsüzlüğü doğurdu..

Amed, 13 Haziran 2011

([email protected])

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.