Ana içeriğe atla

BDP- Temsil Sorunu-Meclise Dönüş-Yemin…İbrahim GÜÇLÜ

Bir sistemde ve rejimde, halkın gerçek temsilinin gerçekleşmesi için, o sistemin gerçekten demokratik, halkın kendi kendisini yönetmesi için gerekli olan yapılanmaya sahip, ona göre kurumları oluşan bir sistem ve rejim olması gerekir.

Bir siyasi partinin de halkın temsilcisi olması için, halkın içinde çıkması, halkın doğrudan çıkarlarını için mücadele etmesi, demokrat olması gerekir.

Türkiye’deki sistem ve rejim, gerçek anlamda demokratik bir sistem ve rejim olmadığı için, halkın doğrudan ve tüm yönleriyle temsil edilmesi olanaklı değildir.

Türkiye’deki sistemin, demokratik olmamasının ve halkın temsiline olanak sağlayan bir sistem olmamasının nedeni, ileri sürüldüğü gibi seçim barajının yüzde on olması, siyasal partiler ve seçim yasalarının demokratik olmamasından kaynaklanmıyor. Yine ileri sürüldüğü gibi 12 Eylül Askeri rejiminin Anayasa’sına da sadece bağlı değildir.

Türkiye’deki sistemin ve rejimin bütün halkın temsiline olanak sağlayan demokratik bir sistem olmamasının nedeni, yapısal, daha köklü tarihi nedenlere dayanmaktadır.

Devletin yapılanması ve karakterine bağlıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulus devleti, üniter devlet, tek din ve mezhep, ideoloji ve sınıf, tek bir elit devleti olarak yapılandı. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren, Türkiye’de Kürtler tam anlamıyla ve bütün zamanlarda, devlet dininden ve mezhebinden farklı dinler ve mezhepler, aleviler, halk kesimleri, Kemalizm dışındaki fikirler ve ideolojiler bütün zamanlarda büyük ölçüde temsil edilmediler.

Türkiye Cumhuriyeti, bir Türk devleti olarak yapılanmasına rağmen, Türkler de temsil olma hakkını tam anlamıyla elde edemediler.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de çok partili sistem yapılanmasının benimsenmesinden sonra da, temsil konusunda köklü ve radikal bir değişiklik olmadı, Nispî ve kısmî bir değişiklik oldu. Bu kısmî ve nispî temsil gücü de, her on yılda bir asker darbelerle son buldu.

Kürtler, bütün zamanlarda ve bütünüyle, hiçbir zaman devlet de ve rejim de temsil gücü elde etmediler.

Sistemin bu yapısından ve var olan siyasi partiler yasasından dolayı da oluşan siyasi partiler halkı temsil eden kurumlar olarak yapılanmadılar.

Bu sakat ve anti-demokratik durum Kürdistan’ın Kuzeyinde de aynı dramatik yapıyı taşıyor. Son seçimlerde Kürtler adına varlık gösteren BDP, Kürt Partisi olmadığını sık-sık ve altını çizerek belirttiği; PKK’dan özerk ve otonom bir yapı taşımadığı için Kürtleri temsil vasfına haiz olmadığı her yanıyla görülüyordu. Bu nedenle, BDP de milletvekili adaylarının saptanması, genel seçimlerde partinin seçim kampanyasında kullandığı semboller, kullandığı dil, manifestosunun içeriği, sloganları BDP’nin Kürt halkının temsilcisi olmaktan öteye, PKK’ya göre hareket eden bir parti olduğu bir kez daha ortaya çıktı.

Bu nedenle de, seçim sonrasındaki siyaset rotasını da, kendisine oy veren Kürtlerin çıkarlarına göre değil, PKK’nın çıkarlarına göre tayin etti. Bu siyaset rotasının ne olacağı, sorunlu bir siyaset rotası olacağı da seçim kampanyasında kullanılan enstrümanlarla ortaya da çıkmıştı.

BDP, cezaevinde seçilmiş olmayan milletvekillerinin serbest bırakılmamasını, Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesini, BDP’ye yönelik baskı ve operasyonları gerekçe göstererek parlamentoyu boykot ettiğini açıkladı.

BDP’nin kendisi açısından ileri sürdüğü gerekçeler önemli gerekçelerdi, ama bu gerekçelere rağmen meclise gidip ileri sürdüğü gerekçeler ve aksaklıklar için de mücadele etmesi gerekirdi, bunu yapmadı.

Oysa BDP’nin meclisi boykot etmesinin, daha hayati, belirleyici bir nedeni vardı. Bu neden de, PKK’nın isteğine bağlı idi.

PKK, seçim sonrasında ve hatta öncesinden, Devletin Öcalan’la olan görüşmelerinden sonra, görüşmelerin ilerlemesi ve sonuçlar vermesi halinde, PKK’nın kamuoyuna açıklanan, çoğu kesimlerin de ikna olduğu silahlı güçlerini dağıtması, silahlı mücadeleyi bırakması sürecine girecekti.

Bunun da, PKK için bir intihar, bir yok olma, bir beka sorunu olduğu tartışmasızdı. Çünkü PKK silahla var oldu. PKK yönetici elitinin çıkarları yüzde yüz silahlı bir PKK’nın varlığına bağlıdır.

PKK bu nedenle gizli gündemini devreye sokmak için, siyasi ortamı germeye, silahlı çatışmaları yoğunlaştırmaya başladı. BDP’nin meclise gitmesi ile PKK’nın bu çıkarları ve siyaseti arasında bir çatışma çıkacaktı. BDP de özerk, otonom, kendisine oy veren Kürtlerin bile partisi olmadığı için, PKK’nın siyasi hesaplarına uygun hareket ederek, meclisi boykot etti.

*****

BDP’nin Meclisi boykotundan sonra, BDP Kürt ve Türk Demokrat kamuoyunun, uluslararası camianın ve özellikle de Avrupa Birliği (AB) kamuoyunun baskısı ile karşı karşıya kaldı. Buna rağmen uzun zaman ikna olmadı. Ancak son zamanlarda, boykot yaptığı koşullar ve şartlarda bir değişiklik olmadığı halde, meclisin açılışına birkaç gün kala BDP’nin meclis boykotundan vazgeçeceği anlaşılmaya başlandı. Sonuç olarak da BDP milletvekilleri son toplantılarında meclis boykotundan vazgeçtiklerini açıkladılar. Ama bundan önce de Meclis boykotundan vazgeçmenin koşullarını yaratmak için de, birçok aracı kullandıkları bilinmekte.

Koşullarda ve şartlarda bir değişiklik olmamasına rağmen, BDP’nin boykottan vazgeçmesinin bir nedeni olsa gerek.

Bu neden, PKK’ya yönelik operasyonlarda PKK’nın büyük darbeler yemiş olması karşısında, daha büyük operasyonların engellenmesi, PKK’nın daha fazla zarar görmemesi, ortamı yumuşatmak olabilir mi?

Bu ciddi bir soru olarak orta yerde.

Ama bundan daha önemli ve köklü olan neden ise, BDP’nin, PKK’nın siyasetlerini Mecliste yürütmesi için bir lobi gücü olarak ele alınıp, boykottan vazgeçmesinin sağlandığı da, aklın ve siyasetin bir yerinde tutulması gerekir.

Eğer BDP’nin dönüşü buna bağlı ise, bu şu anlama gelir ki: BDP mecliste sebepli ve sebepsiz sorun yaratmaya, parlamento sistemini ve meclis çalışmalarını engellemeye devam edecektir.

Bu durum da, BDP’nin kendisine oy veren Kürtlerin bile lehine parlamenter faaliyet yürütmeyi engeller.

Yeni Anayasa konusunda siyasi partilerin farklı yaklaşımları, dünya görüşleri, senaryoları çerçevesinde köklü ve radikal sorunlar olmasının yanında, BDP, kendisine oy verenlerin çıkarları yerine, PKK yönetici elitinin çıkarları doğrultusunda hareket ederse, sorunlu bir durum yaratmaya devam edecektir.

BDP’nin şunu iyi bilmesi gerekir ki, PKK elitinin çıkarları ile Kürtlerin ulusal hak ve özgürlüklerinin çerçevelendirdiği çıkar sistematiği bir çatışma içindedir. BDP’nin bu sistematiğin dışına çıkması, en büyük istek ve dilek olmalıdır.

BDP, bu sistematiğin dışına çıkmadığı zaman, BDP’den iyi niyetli beklentilerin karşılıksız kalacağı bilinmelidir.

*****

Meclis’te milletvekillerinin yaptığı yeminin içeriği incelendiği zaman, yeminin ırkçı, şoven milliyetçi, Türk ulus devletini üniterizmini korumayı içerdiği görülecektir.

Bu yemin, Kürtler, diğer etnik gruplardan gelen milletvekilleri için onur kırıcı, devletin resmi ideoloji ve politikasını benimsetici bir karakterdedir.

Bu nedenle, 1997 yılında Rizgarî Siyasi Hareketi, “Bağımsız Seçim Siyaseti”nin bir parçası olarak bu yemine karşı mücadele bayrağı açtı. Kürdistan’da Muş ilinde Şerafettin Kaya’nın bağımsız milletvekilliği desteklenirken, yayınlanan seçim bildirgesinde en önemli konulardan biri, mecliste bu yemini yapmamaktı.

SHP ile DEP’in ittifakı sonucunda seçilen DEP milletvekili Leyla Zana bu konuyla ilgili bir adım attı. Ne yazık ki, bu konuda tükürdüğünü yalamak zorunda kaldı.

BDP de, seçimler sonrasında meclis yeminin tartışma gündemine getirdi. BDP milletvekillerinin yemin etmeyecekleri speküle edildi. Ne yazık ki, Meclis’teki yeminde BDP milletvekilleri de kuzu-kuzu bu yemini ettiler.

Meclis yemininin de Kürtler için önemli ve hayati bir sorun olduğu, önümüzdeki dönemde önemli bir gündem maddesi oluşturacağı umudunu taşıyorum.

İbrahim GÜÇLÜ
([email protected])

Amed, 04. 10. 2011

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.