TUPAMAROSLARDAN “NEO-LİBERAL“ VÃZQUEZ'E URUGUAY[*]
SİBEL ÖZBUDUN
“Geçmişi değiştiremezsin ama,
gelecek daha elinin içindedir.“[1]
176.215 km²'lik yüzölçümüyle Surinam ve Fransız Guyana'sından sonra Güney Amerika'nın en küçük ülkesi olan Uruguay, ya da, Uruguay nehrinin doğu yakasında yer almasına atfen, İspanyolca resmî adıyla República Oriental del Uruguay (Uruguay Doğu Cumhuriyeti), Güney Amerika'nın güneydoğusunda; kuzeyde Brezilya, batı ve güneybatısında Arjantin, güneydoğusunda Atlantik Okyanusu'yla çevrilidir. 3.46 milyonluk nüfusunun 1.7 milyonu başkent Montevideo'da yaşamaktadır.
Uruguay adının etimolojisi konusunda üç yorum bulunmaktadır:
i) “Uru'nun nehri“, ya da “Uru diyarının nehri“: Felix de Azara'ya atfedilen yoruma göre ülkenin adı Uruguay nehri dolaylarında “kuş“ anlamına gelen urú sözcüğünden türetilmiştir (uru=“kuş“, gua = “yeri“, y = “su“)
ii) Juan Zorrilla de San MartÃn'e atfedilen şiirsel bir yorumla, “Renkli, ya da ’boyalı' chinchillalar (kuşlar)'ın nehri“.
iii) Yiyecek getirenlerin nehri“; Cizvit Lucas Marton'un yazdığı eski bir belgenin ortaya çıkmasından sonra yaygınlaşan anonim bir yorum.
URUGUAY'IN KISA TARİHİ
Bugün Uruguay olarak anılan toprakların ilk sakinleri, Paraguay GuaranÃlerinin güneye doğru sürdüğü avcı-balıkçılıkla geçilen Charrúa halkıydı ve İspanyollar bölgeye ulaşmadan önce nüfusları 5 ila 10 000 olarak hesaplanmaktadır.
İspanyolları bol miktarda yiyecekle karşılayıp kadınlarını ikram eden Paraguay GuaranÃlerinin tersine, Charrúalar bölgeye nüfuz etmeye çalışan Avrupalı kaşiflerin korkulu rüyasıydı; bu nedenledir ki bu topraklara beyazların nüfuzu daha gecikmeli gerçekleşti. Uruguay topraklarına ilk kez 1536'da ayak basan Avrupalılar XVI. ve XVII. yüzyıl boyunca ülkede az sayıda yerleşim kurdular. Ancak İspanyol çiftçilerin XVII. yüzyıl başlarında büyük sığır çiftlikleri kurmaya başlaması, altın ve gümüş yoksunu bölgenin kaderini değiştirecekti. Büyük sığır çiftçileri Uruguay topraklarını istila ettikçe Charrúalar, yerlerini Brezilyalı acımasız köleci efendilerinden kaçarak Montevideo dolaylarına sığınan Afrika kökenli siyahîlere bırakarak, bugün küçük cepler hâlinde yaşamlarını sürdürmeye çabaladıkları Brezilya sınırlarına doğru sürüldüler.
Yine de İspanyolların ilk andan itibaren bölgede egemenlik sağladıkları söylenemez. Cizvitler 1624 yılından itibaren sahnedeydiler; Portekizliler ise 1680'de Buenos Aires'e yönelik kaçakçılık faaliyetlerini yürütebilmek için bugünkü Colonia'yı kurmuşlardı. İspanyollar ise ülkeyi kontrol altına alabilmek için Montevideo'da bir kale inşa ettiler. Kent kısa sürede Buenos Aires ile rekabet eden bir ticaret merkezine dönüşecekti. Ancak İspanyollar, Portekizliler ve İngilizler arasındaki hâkimiyet mücadelesi, 200 yıl kadar sürecekti.
İspanyolların tam denetimi sağlamasıyla La Plata Viskrallığına bağlanan Uruguay'da bağımsızlığın kazanılması da, diğer Latin Amerika ülkelerinden daha uzun süren, sancılı bir süreç olacaktı. Uruguay'ın en saygı gören ulusal kahramanlarından José Gervasio Artigas, 1811 gibi erken bir tarihte Las Piedras muharebesinde İspanyolları püskürtmeyi başarmıştı; ne ki, bu zafer Portekiz birliklerinin ülkeyi istila etmesi (1816) ve Uruguay'ın Provincia Cisplatina adıyla Brezilya'ca ilhak edilmesiyle sonuçlandı. Artigas Paraguay'a sürgün edilerek orada yaşamını yitirdi (1850). Ama cesareti, 19 Nisan 1825'te bir ayaklanma başlatmak üzere Buenos Aires'den Uruguay'a dönen Juan Antonio Lavalleja komutasındaki Otüzüç Doğulu'yu esinleyecek, Arjantin'in de desteklediği başkaldırı, Florida kentinde toplanan temsilcileri Brezilya'dan bağımsızlık ilan etmesiyle sonuçlanacaktı (25 Ağustos 1825). Bu bağımsızlığın komşularınca tanınması ise, Brezilya-Arjantin savaşından sonra, ve bölgede nüfuz sağlamaya çalışan İngiltere'nin aracılığı sayesinde olacaktır.
BAĞIMSIZLIKTAN SONRA
Ancak bağımsızlık barış getirmedi. Bölgenin iki yükselen devi Brezilya ile Arjantin arasındaki tampon konumu, Uruguay'ın durumunu hep kırılgan kılmıştır. Ayaklanmalar, darbeler birbirini izlerken, Arjantin Montevideo'yu 1838-1851 arasında kuşatacak, Brezilya ise her zaman bir tehdit olmayı sürdürecektir.
XIX. yüzyıl ortalarında ülke ekonomisi büyük ölçüde sığır ve yün üretimine bağımlıydı. Uruguay kırsalından yükselen başına buyruk, bağımsız sığır çobanı gaucho tipolojisi, yakın zaman öncesine dek Uruguay siyasal sahnesinin iki kutbundan birini oluşturan tutucu Blanco (“Beyaz“) siyasası ve partisinin de kaynağını oluşturmaktadır. Karşı kutupta ise kent (baskın olarak Montevideo) merkezli, liberal Colorado (“Renkli“; “Kızıl“ olarak da bilinir) Partisi yer almaktadır ve her iki partinin kökeni, XIX. yüzyıl ortalarına dayanır.
Ne ki büyük toprak mülkleri olan latifundia'ların yükselişi ve sığırcılığın ticarîleşmesi, gaucho imgesini de bir hayli gölgede bırakacaktır.
Günümüz Uruguay'ını diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı kılan -ve Raúl Zibechi'ye bakılırsa Frente Amplio'nun iktidara geçmesine olanak sağlayan geniş tabanlı toplumsal hareketin öncelini oluşturan[2] - siyasal kültür mirası XX. yüzyıl başlarında iki kez devlet başkanlığı yapan (1903-1907 ve 1911-1915) José Battle y Ordóñez'e dayandırılır. “Aydınlanmış despot“, José Battle Başkanlık yaptığı iki dönem boyunca, bir yandan millîleştirmeler, çiftçi kredileri, teknolojik yenilenme gibi, tarım ve sanayide dışa bağımlılığı azaltacak, ulusal ekonomiyi geliştirecek önlemlere ağırlık verirken, bir yandan da teknik eğitimin desteklenmesi, kız çocukların her kademede eğitime katılması, iş saatlerinin kısaltılması, emeklilik, işsizlik sigortası gibi haklarla işçi sınıfı ve emekçileri takviye etmiş, kadınlara boşanma hakkını tanımakla, Katolik Kilise'nin egemenliğine öldürücü darbeyi indirmişti.[3]
1929 KRİZİ VE SONRASI
Uruguay'ın yün ve sığır ihracatı sürdükçe, toplumun tüm kesimlerinin refahtan payını aldığı sürdürülebilir bir kalkınma, kapitalizmin 1929 kriziyle birlikte duvara toslayacaktı.
Avrupa ve ABD'ye hammadde ihracatçıları ve buralardan mamûl ithalatçıları olarak Latin Amerika ülkeleri, hammadde fiyatlarının uluslararası piyasalardaki ani düşüşünden ve ihracat miktarındaki dramatik azalmalardan etkilenmezlik edemedi; yabancı yatırımlar azaldı, Avrupa pazarları korunmacı duvarlarla çevrildi. Böylelikle 1929'daki dünya ticaret hacmi 100 kabul edildiğinde, bu rakam 1932'de 39.1'e, 1933'te ise 35.2'ye inmişti. Aynı zaman aralığında Paraguay'ın yün ihracatı yüzde 72, dondurulmuş et ihracatı ise yüzde 53 oranında azalmıştı; ülkenin 1934'teki ihracat hacmi, 1927'dekinin ancak yüzde 58.6'sıydı... Bu gelişmenin kaçınılmaz getirileri, pesonun devalüasyonu (1930'da yüzde 15, 1931'de yüzde 60); gerçek ücretlerin büyük oranda gerilemesi, sabit ve dar gelirlilerin (işçiler, memurlar, emekliler) yaşam koşullarındaki dramatik kötürümleşme ve işsizlik oranlarındaki sıçrama (1930'da yüzde 30; 1933'te yüzde 40.8) oldu.[4]
Emek kesimi, anarşist eğilimli FORU (Federación Obrera Regional Uruguaya - Uruguay Bölgesel İşçi Federasyonu) ve USU (Unión Syndical Uruguaya - Uruguay Sendikal Birlik) ile komünist eğilimli CGT (Confederación General del Trabajo - Genel Emek Konfederasyonu) arasında bölünmüşken, tarım, ticaret ve sanayinin patronlarını birleştiren İktisadî Teyakkuz Komitesi (Comité de Vigilancia Económica, kur.: 1929), Battlista'ların “sosyal politikaları“na karşı savaş açmakta gecikmeyecekti. Böylelikle izleyen darbeler ve karşı-darbeler dönemi, genel olarak patronların elini genişleten, özel yatırımcıları kayıran politikaların izlendiği bir dönem oldu.
İkinci Dünya Savaşı, bir besin ve hammadde ihracatçısı olan Paraguay'ın kendini toparlaması için büyük bir şans olacaktı. Müttefikler Uruguay tarım ürünlerine daha fazla ödüyor ve ne var ne yoksa satın alıyorlardı. Öte yandan, savaş, Avrupa ve ABD'den yapılan ithalatın durmasına, bu nedenle de mamûl maddelerin yerel olarak üretilmesine yönelik çabaların yoğunlaşmasına yol açacaktı. İthal ikameci siyasalar, iç pazarın teşviki, işgücü gereksiniminin artması, ücretlerin yükselmesi ve devletin gelir dağılımına müdahil olması, emek güçleri açısından refahın yükselmesi sonucunu verdi.
Oysa bu refah, savaşın yarattığı dış talebin sürmesine bağlıydı; savaşın sona ermesi, Uruguay ekonomisini kendi gerçekliğiyle yüz yüze bıraktı: duraganlık ve kitlesel enflasyon. Ancak sanayileşme yolundaki çabalar, belli başlı kentlerde boyutlu ve örgütlü bir işçi sınıfının oluşmasına yol açmıştı; ve emekçiler ekmeklerinin ellerinden alınmasına razı değillerdi. 1960'lı yıllar kırsal ve kentsel emekçilerin yanısıra, öğrenci gençliğin de kitlesel protesto yıllarıydı.
REJİMİN BUNALIMI, TOPLUMSAL MUHALEFET VE DİKTATÖRLÜK
1967'de ölen devlet başkanı Oscar D. Gestido'nun yerine geçen Jorge Pacheco Areco'nun ilk icraatı, Sosyalist Parti, Uruguay Anarşist Federasyonu, Doğu Devrimci Hareketi, Uruguay Halk Eylemi Hareketi, Devrimci Sol Hareketi örgütlerinin tasfiyesi ve kent gerillasıyla bağlantılı olmakla suçladığı “Epoca“ ve El Sol dergilerinin kapatılması oldu. Bir kaç ay sonra ücretleri ve fiyatları dondurduğunu ilan etti.
Areco ve destekçisi sermaye grupları, bu önlemlerin yönetimde demir bir yumruğu gerektirdiğinin bilincindeydiler; 1965'den itibaren faaliyete geçen solcu gerilla örgütü Tupamaros'un eylemleri, onlara bu gerekçeyi verecekti.
Hükümetin 9 Eylül 1971'de Silahlı Kuvvetleri “ayaklanma karşıtı mücadele“ ile yetkili kılmasıyla, diktatörlüğe kayış hızlandı. Muhalefetin bu eğilime tepkisi, giderek sertleşen Areco hükümeti karşısında Özgürlükler ve Egemenliği Savunma Hareketini oluşturmak oldu. Bu girişim 1970'de Colorado Partisi'nden kopma sürecindeki 99'lar Listesi, Ulusal Parti'den ayrılan Beyaz, Halkçı ve İlerici Hareket (MBPP) ile Komünist Parti, Sosyalist Parti ve diğer grupların “ülkenin yapısal krizini aşacak bir program“ üzerine anlaşması, Frente Amplio (Geniş Cephe)'ya doğru ikinci büyük adımı oluşturacaktı.
99'lar Listesi (Zelmar Michelini'nin Halk Hükümeti Hareketi) ile Hıristiyan Demokrat Parti, 5 Şubat 1971'de “Geniş Cephe“ çağrısı yaptılar; bu çağrı üzerine toplanan parti ve gruplar, siyasal (bireysel hakların savunulması), iktisadî (bankaların millîleştirilmesi, tarım reformu), toplumsal (kooperatifçiliğin teşviki), malî (vergi sisteminin reformu) talepleri içeren bir programı savunmaya yönelik “sürekli siyasal eylem“i hayata geçirmek üzere Frente Amplio'yu oluşturdular. Cephe, silahlı yolu benimsemediğini açıklamasına karşın, içinde yer alan 26 Mart Bağımsızlar Hareketi, Tupamaros'a olan sempatisini gizlemiyor ve onlarla organik ilişkilerini sürdürüyordu. Geniş Cephe, kurulduğu yıl katıldığı seçimlerde oyların yüzde 18'ini alacaktı...
Ve 27 Haziran 1973'te Areco'nun ardılı Juan Bordaberry, Millet Meclisi ve Senato'yu lağvederek ülkenin yönetimini tümüyle orduya devretti. Bu, kıtadaki sol gelişmelerden tedirgin olan ABD'nin Şili, Arjantin ve Uruguay için hazırladığı “Condor Planı“nın bir adımıydı, aynı zamanda...
Silahlı Kuvvetler kısa süre içerisinde, bir “milli güvenlik devleti“ne dönüşen devlet aygıtının tümüne nüfuz ederek denetimi eline aldı. Keyfî tutuklamalar ve işkence, rutin uygulamaya dönüşmüştü. Binlerce siyasal tutuklu, ele geçirilen Tupamaro yöneticilerinin “rehin“ tutulması, zanlıların Arjantin'e kaçırılarak orada işkenceye uğratılması ve “kaybedilmesi“,[5] basına uygulanan sansür, gazeteci ve yazarların kovuşturulması, sendikaların, kitle örgütlerinin kapatılması, üniversite ve orta öğretim kurumlarının “zapt u rapt“ altına alınması, memurlardan rejime bağlılık yemini istenmesi... Uluslararası Af Örgütü 1976'da Uruguay'ın kişi başına düşen siyasal tutuklu sayısı en yüksek ülke olduğunu hesaplıyordu.
BİR PARANTEZ: TUPAMAROLAR
“Tarih boyu süren bir tahakkümün ürünü olan devlet ve devlet şebekesi, doğası gereği reformcu çözümlere elvermez...“ diyen Tupamarolar, tarihin tanık olduğu önemli gerilla hareketlerinden birisidir...
Toplumsal mücadelenin doğrudan “ürünü“ olarak Tupamarolar, enflasyon ve işsizlikle, yani sefalete ve IMF'nin egemenliğine karşı işçilerle birlikte mücadele içinde var oldular... Ülke toplu grevlere ve başkent Montevideo'ya yapılan işçi yürüyüşlerine sahne olurken; bu yürüyüşlerin en büyüğü Raul Sendic' in kurduğu UTAA (Şeker Kamışı İşçileri Sendikası) tarafından yapılan 600 km.'lik bir yürüyüştü. Raul Sendic'in etrafına toplanan bir avuç insan, tam bir ova ülkesi olan Uruguay'da nüfusun yüzde 40'ının yaşadığı Montevideo'da örgütlenerek “Latin Amerika'nın en başarılı ve en iyi organize gerilla hareketini“[6] oluşturmuşlardır.
Sendic ve arkadaşları 31 Temmuz 1963'de Tiro Suizo (İsviçre Atış Kulübü)'dan 33 tüfek çalarak aynı yılın noelinde “Robin Hood“ eylemlerine başlarlar. Noel günü, tüfekler, bıçaklar ve baltalarla donanmış 10 genç, Manzanares'e (Uruguay'ın gıda maddeleri satan en büyük şirketi) ait tırları soyarak tavuk, hindi ve pastaları yoksul halka dağıtırlar. Bu sırada okudukları bildiride “Bu, halkın ve gençliğin zamanıdır. Hak dilenilmez. Devrimciler fakirlerin noelini kutlar.“ yazıyordu.
Bu olaydan sonra polisin araştırma yapması Sendic ve arkadaşlarının gizlenerek “Cordinadora“yı kurmalarına neden oldu. İlk eylemleri şeker kamışı işçileri ile 1964 ve 65'de yaptıkları yürüyüşleri düzenlemekti. 1965 Ağustosunda Bayer ilaç fabrikasının önünde gerçekleştirdikleri bir eylemden sonra bıraktıkları bildiri “Tupamarolar“ imzasını taşıyordu. (Tupamaro adı Tupac Amaru'dan geliyor). Tupamarolar'ın 1965-66 yılları arasında silahlı mücadele kararı almaları Maocular, sosyalistler ve bazı anarşistlerin ayrılmalarına neden olur -daha sonraki yıllarda bu gruplardan katılımlar gerçekleşecektir. Örgütün yapılanması tamamlanırken 1966 Aralığında “Movimento Liberacion Nacional - Tupamaros“, Ulusal Kurtuluş Hareketi - Tupamarolar adını alırlar.
Che Guevera'nın 67'de Bolivya'da öldürmesi, özellikle gençler arasında büyük bir duygusal etki yarattı. Birçok kişinin Tupamarolar'a katılması bu trajik olayın sonucunda olmuştur. Artık örgütün tabanını yalnız işçiler değil, öğrenciler, ekonomistler, kimyagerler, mühendisler, doktorlar ve profesörler de oluşturuyordu. Kendi tıp merkezlerini kurarak ele geçirdikleri kanalizasyon planlarıyla yer altında sığınaklar inşa ettiler. Bu arada cumhurbaşkanı olan Pacheco, 9 Ekim 67'de birinci, 7 Ağustos 68'de ikinci sıkıyönetimi ilan etti. Tupamarolar ise buna Devlet Elektrik İdaresi Müdürü ve Başkanın Danışmanı Pereyra Revelbel'i kaçırıp halk hapishanesinde sorguya çekerek yanıt verdiler. Fakat bırakıldıktan sonra kendi aleyhlerinde konuşması sonucu onu yeniden kaçırdılar ve bu defa 1.5 yıl boyunca ellerinde tutarak polisin onu hiçbir zaman kurtaramayacağını gösterdiler.
Tupamarolar, en büyük sempatiyi Monty finansman topluluğuna ait bir binayı soyarak topladı. 24.000 doların yanı sıra kasa defterlerini de alarak incelediler ve paravan firmalarla yapılan para transferleri sonucu kanunsuz kazanç sağlayan bir çok yüksek bürokratın ve iş adamının adını açığa çıkardılar.
Savcılık iddiaları ciddiye alarak bir soruşturma başlattı ve Monty'nin evini arattırdı. Ev aranırken çıkan yangında (!) belgelerin yanması soruşturmayı kesintiye uğrattıysa da, Tupamarolar ele geçirdikleri defterlerin kopyalarını bir hâkimin evinin önüne bıraktılar. Açılan dava pek çok mahkûmiyetle sonuçlanınca bir hükümet krizi patlak verdi.
1969 Ocağında Mañana gazetesinin sahibinin kaçırılması üzerine devlet “ölüm mangaları“ denilen birimi oluşturdu. 15 Mayıs l969'da Copa America futbol şampiyonasının final maçının naklen yayını sırasında MLN'li Sanandi radyo istasyonunu ele geçirerek 30 dakikalık bir bildiri okudu. Sonra kesinti için özür dileyerek dinleyicileri harekete geçmeye çağırdı. Temmuz 69'da Nelson Rockefeller'in ziyaretini protesto etmek için Amerikan tesislerine bombalı saldırılar düzenlendi.
’La Mañana' ve ’El Diario' gazetelerinin baş yazarı ve bankalar birliğinin müdürü, Mussolini döneminde bakanlık yapmış bir faşistin oğlu olan G. Pellegrini Gianpedro'yu kaçırdılar (9 Eylül 69). İki hafta halk hapishanesinde tuttuktan sonra, kendisinden bir okul ve poliklinik için istenen çekin alınmasının ardından ıssız bir bölgede serbest bıraktılar. Pellegrini kendisini kaçıranlardan polise ve avukatına haber vermemelerini istedi, çünkü polisin kendisini öldürüp suçu Tupamaroların üzerine atmasından korkuyordu.
Che Guevera'nın ikinci ölüm yıldönümünde 49 Tupamaro başkente çok yakın bir yerde kurulu Pando kentini işgal ederek tüm kilit noktaları ele geçirdi. Güvenlik güçlerinin karşı saldırısı sonucunda 3 Tupamaro öldürülürken 18'i de yakalandı. Ancak kaçan gerillalar 400.000 dolarla birlikte bazı önemli evrakları da yanlarında götürmüştü. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde 17 tutuklu kadın gerillayı hapishaneden kaçırırken Eylül 71'de 111 erkek mahkûm da 48 metrelik bir tünel kazarak kaçmıştı. 13 Temmuz 1970'de Kalkınma Danışmanı kılığında sunulan ABD'li işkence uzmanı Daniel Mitrioni ve Brezilya Konsolosunu kaçırdılar (yönetmen Costa Gavras'ın ünlü “Sıkıyönetim“ filmi, bu olay üzerine kurulmuştur). Karşılığında tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını isteyen liderler daha sonra içine düşecekleri çıkmazı şöyle eleştiriyorlardı: “Bizim tasarımız tutukluların serbest bırakılmasını değil, hükümet krizini hedef alıyordu, hükümetin ülkedeki düzeni koruma ve milletvekillerinin, işadamlarının ve diplomatların güvenliğini garantiye alma yeteneğine sahip olmadığını göstermek istiyorduk... Bu objektif olarak bir trajediydi ve Almeria sokağında MLN önderlerinin tutuklanmasıyla ortaya çıkan ağır yenilgiyle sonuçlandı.“[7]
Gerçekten de bir CIA ajanının gerillaların elinde olması hem Uruguay, hem de ABD hükümetleri için hiç de iç açıcı olmayacağından, Mitrione'nin ölmesi onlar için daha uygundu. Hükümet, 20.000 polis ve asker takviye ederek başkenti kuşattı ve aralarında Sendic'inde olduğu 9 Tupamaro liderini tutuklarken Mitrione'nin de cesedini buluyordu.
Dışarıda bulunan Tupamarolar 9 Ocak 71'de İngiliz Konsolosunu kaçırırken, içerdekiler yeni planlar yapıyorlardı. Bunlardan biri de halk arasında “Kakao“ eylemeleri olarak bilinen “Sıcak Yaz“ fikriydi: Zenginlere ait eğlence yerleri tahrip edilirken, lüks evlere girilerek porselen ve kristal eşyalar kırıldı, kumarhaneler soyuldu.
Medya MLN'yi ısrarla sıradan haydut ya da toplum dışı caniler olarak göstermeye çalıştıysa da yoksul halkın gözünde onlar, haksızlıklara karşı savaşan birer Robin Hood'du (Zaten buna güvenerek kurdukları “26 Mart“ grubuyla Frente Amplio -komünistler, sosyalistler, Hıristiyan Demokratlar ve bağımsızlardan oluşan “Geniş Cephe“-'ya destek vererek 71 seçimlerine girdiyseler de yüzde 19 oy alabildiler. Buna karşın Colaradolar yüzde 25 ile iktidar oldular).
Nisan 1972'de ölüm mangalarının 4 üyesini öldürerek, bunlarla AID'in ilişkisini ortaya çıkaran bir bildiri okudular.[8] Bundan yaklaşık 2 ay sonra bir militanın 4 askeri taramasıyla ilk kez halkın öfkesini üstlerine çekiyorlardı. Yaptıkları açıklamada bunun bir hedef hatası olduğunu söylemeleri, halkın artık bu savaşın kendi savaşları olmadığı düşüncesini engelleyemedi.
Bu tarihten sonra Tupamarolar askeri olarak çok büyük bir darbe aldılar. Ancak bu darbenin en büyük sorumluları iki ajandı. P. Budes tüm yeraltı sığınaklarının yerlerini gösterirken diğer ajan Hector Amadio Perez yüzlerce MLN üyesini ihbar etmiş, en sonunda asker üniforması giyerek onları bizzat tutuklamıştır. Bu arada senato konseyinin araştırmasında belirttiği “sık sık ve alışılmış“ işkence de sonuç vermiş, konuşan üyelerin de yardımıyla 9 Eylül 1972'ye kadar 2000 üye yakalanmış, 247 gizli merkez, sığınak ve depo, binlerce silah, bazuka, bomba ele geçirilmişti.
Yıllar sonra yaptıkları eleştirilerin birinde MLN'nin Merkez ve yürütme kurulu üyesi Eduardo Leon Duter şöyle diyordu: “...Yağmurun yağacağını söylemek yetmez, şemsiyeyi ne zaman açacağını da bilmelisin...Yani biz yağmurun yağacağını önceden söyledik, bu doğru bir öngörüydü ama, şemsiyeyle yağmurun yağmasını sağlayabileceğimizi bekleyerek, elimizde şemsiye çok çabuk bir şekilde sokağa çıktık. Ve yağmur yağmadı. Ve yağmur gerçekten yağdığında biz sokakta değildik, ne şemsiyeyle ne botlarla caddede yoktuk, yağmur yağdığında biz cezaevindeydik.“[9]
1972'de askerler ve Tupamarolar arasında bazı görüşmeler yapılmıştı. Karşılıklı ilan edilen ateşkes sürecinde gerillalar kan dökmeme, askerler de işkenceyi sürdürmeme kararı aldılar. Görüşme hızla ilerlerken -ki bunların arasında bazı genç subayların tutuklu Tupamarolarla, Blanco'ların işlediği suçlar hakkında bilgi alışverişinde bulunmaları çok önemlidir- Ekim 1972'de militaristlerin aldığı yeni bir kararla kesildi. Tutuklularla görüşen subaylar hakkında soruşturma açıldı.
Ve Haziran 1973 Uruguay tarihinin kara günlerinden biri oldu. Blanco destekli darbe tüm hakları askıya aldığını ilan etti. Darbeye karşı çıkmaya çalışan CNT (Convencion Nacional de Tarabajadores-Ulusal İşçi Kongresi) grev kararı almış, ancak panzerlerin karşısında tutunamamıştı. Darbe yalnızca sendikaları kapatmakla kalmamış, 3 milyon insanı tehlike derecelerine göre tutuklamıştı. Bu arada futbol kulüpleri dağıtıldı, doğum günü kutlamaları izne bağlandı, uzun saçlıların saçları sokakta sıfıra vuruldu, sakallı öğrencilerin üniversitelerine girişleri polis tarafından engellendi, siyasi suçluların sayısı 50.000'e yükselirken işkence görenlerin sayısı da 50.000'e yaklaştı.
Yakalanan gerillaların çoğu “Libertad“[10] adlı hapishaneye konularak fiziksel ve psikolojik baskı aygıtları tarafından insanlıktan çıkarılmaya çalışıldı.
“Orada düğmelerin iliksiz dolaşmak, askerlerin yüzüne bakmak, diğer companérolarla konuşmak, onlarla göz göze gelmek, onlara selam vermek, başının altından onlara bakmak, koridorda merdivenlerde tuvalette banyoda onlarla fısıldaşmak, banyoda 5 dakikadan fazla kalmak, elini cebine sokmak, herhangi bir yüz ifadesi takınmak, şarkı söylemek, ıslık çalmak, dans etmek Yasak! Bir yıldız, bir kuş, bir güneş, bir gül, bir dağ, bir ağaç ve bir sevgili çizmek: Yasak Duvara, ranzaya, madalyonun üzerine bir kadın ve bir erkek, hamile bir kadın, bebeğini tutan bir anne kazımak: Yasak: Yalnız kalmak, düşünmek, hayal kurmak, güneşlenmek ya da yıldızları seyretmek: Yasak! Hastalanmak ve ölmek: Yasak! Çıldırmak değil.“
Kurtulanlar sadece çılgınlar ve hainlerdi: “Bu çok tuhaftı: Bir hain çıldırabilirdi, ama bir çılgın hainlik edemezdi.
Bu koşullardaki “zindan yazını“na gelince: “Bir insana köpekmiş gibi davranılsa da o insan havlamak zorunda değildir.“[11] 1973 Eylül'ünde Tupamarolar'ın 9 önderi, Raul Sendic, Adolfo Vasem, Jorge Manera, Julio Manendes, Jose Mujica, Jorge Jabalza, Henry Engler, Eleuterio Fernandes, Mauricio Rosencof, değişik kışlalardaki zindanlara kapatıldı ve 11 yıl 6 ay ve 7 gün boyunca içinde hiç bir eşyanın bulunmadığı, okumanın ve yazmanın yasak olduğu hücrelerde, yok denecek kadar az yemek ve suyla, ne birbirlerini ne de güneşi görerek ama onurla direnerek yaşamayı sürdürmeye çalıştılar. Kısıtlı ziyaretlerde kelepçeli elleri ve örtük başlarıyla çifte parmaklıkların ardından etrafları silahlı gardiyanlar ve köpeklerle çevrili olarak ziyaetlerine gelen çocuklarını görebiliyorlardı.
Susuzluktan ölmemek için kendi sidiklerini içiyor, açlıktan ölmemek için tuvalet kağıtlarını çiğniyor ve böceklerle besleniyorlardı. Çıldırmamak içinse düşünüyorlardı: Şiiri ve şarkıları. 9 kişiden biri öldü, ikisi çıldırdı: Ama gülmeyi hiç bir zaman unutmadılar!
“Gülmeyi biliyordum./ Gülmek:/ damağı okşayan/ Şarabın/ teni/ gibiydi./ Gülmeyi biliyordum,/ açık denizde/ kaybolan kağıttan/ gemicik,“[12] diye haykırdılar...
Gerçekten de M. Rosencof'un ifade ettiği üzere, “Mutlak bir yalıtılmaya tabi olduğumuz tutukluluğumuz sırasında, renkleri unuttuk, kuşlar belli belirsiz bir tasarıma dönüştü, güneş bir efsane oldu. Gündüz ve gece birdi. Çok parlak ışıklı bir lamba çılgın bir göz gibi. Her defasında korku ile sıçrayarak uyandığımız düşlerimizin içine dek sızarak bizi göz hapsinde tutuyordu. Az yemek çok dayak vardı, umut ise hemen hiç yoktu. Buraya gelen herkes, Danté'nin cehenneminde olduğu gibi, umutlarını dışarda bırakmak zorundaydı. Ama buna rağmen içimizde, Pandora'nın kutusunda uykuya dalmış bir kelebek gelişti. Kısa, yazıya dökülmemiş, yalnızca hafızada saklanmış ve düşman bir evreni aşan ilk şiirler oluştu. Gerçeğin ve hayalin birbirini bölmeyip, birbirine bir bütün, bir birlik olduğunu anlamam epey uzun sürdü.“
“Bir defasında bir gazeteci benim için özgürlüğün ne olduğunu sormuştu. O zaman, küçük kızımın ziyaretlerinin birinde ürkekçe kulağıma fısıldadığı şu sözleri anımsadım: “Baba, ne zaman parka gidip dondurma yiyebileceğiz?“ O zamandan beri benim için özgürlük, elinden tuttuğum kızımla birlikte, ağaçların altında, güldüğümüz ve vanilyalı dondurma tadımladığımız bir gezintiydi. Bu gezinti öylesine yoğunlaşmıştı ki, dişlerim dondurmaya değdiğinde sancır hâle gelmişti.“[13]
“DEMOKRASİYE DÖNÜŞ“
Evet Uruguay 70'lerin başında, Küba'dan esinlenen yaygın bir gerilla hareketi Tupamaro hareketi ile sarsılmaktaydı. Düzen güçleri faşist bir darbe hazırlığına girişmişler ve 1972 Nisanında ordu iç savaş durumu ilân etmişti. Faşist terör her yerde olduğu gibi öncelikle devrimcilerin üzerine yürüdü, Tupamaroların önderleri yakalandı, devrimci örgütlere ağır darbeler indirildi. Diğer Latin Amerika ülkelerinde veya Türkiye'de olduğu gibi Uruguay'da da kitle hareketini pasifize etmek üzere, CIA tarafından eğitilen kontr-gerilla güçleri tarafından çeşitli saldırılar yürütüldü. O dönemde Uruguay, bu kapsamda oluşturulan özel Düzen Güçleri adlı örgütün işlediği cinayetlerin yanı sıra, özellikle kanlı bir devrimci avı sürdüren Ölüm Mangaları ile tanınacaktı. Bu mangalar, içinde askerlerin, polislerin ve çeşitli devlet görevlilerinin yer aldığı gizli devlet örgütleriydi.
Faşist darbe için hazırlanan koşullar olgunlaştığında Haziran 1973'te askeri faşist bir diktatörlük kuruldu. Parlamento dağıtıldı, yirmi beş kişilik bir devlet konseyi atandı. Fakat tüm siyasal yetki, Türkiye örneğinde olduğu gibi Milli Güvenlik Konseyi'nin elinde toplandı. Siyasal partilerin faaliyetine son verildi; sosyalist ve komünist siyasetler tamamen yasa dışı ilân edildi. Basına ağır bir sansür uygulaması getirildi. İşçilerin yüzde 90'ını kapsayan sendikal konfederasyon CNT kapatıldı. Ordu üniversiteyi işgal etti. Böylece faşizm Uruguay'da da askeri bir diktatörlük biçimi altında iktidarını sürdürmeye başladı. Ne var ki bu faşist yönetim, Uruguay'da güçlü köklere sahip muhalif akımları çok uzun süreliğine devre dışı bırakmaya muktedir olamadı. Muhalif mayalanma faşist diktatörlüğü endişeye sevk ettiği ölçüde, önce baskılar arttırıldı. Ama bu durum da muhalif kitle hareketinin yükselişini durduramayacak ve faşist diktatörlük çözülerek sona erecekti.
Faşist cunta, daha sonra Türkiye'de de uygulanan planın öncülü olarak 1980'de bir anayasa hazırlayarak halkoylamasına gitmişti. Bununla amaçlanan, ordunun ipleri elinde tutması koşuluyla faşist iktidar biçiminden sivil görünümlü bir olağanüstü yönetim biçimine geçilmesiydi. Hazırlanan anayasa gereğince, asker üyelerden oluşan Milli Güvenlik Konseyi varlığını sürdürecek ve yanı sıra bir de Siyasal Denetim Mahkemesi kurulacaktı. Ayrıca Konseyin, seçilecek devlet başkanına “tavsiyede“ bulunma ve ulusal güvenlik gerekçesiyle Meclisi dağıtma gibi olağanüstü yetkilerle teçhiz edileceği de öngörülmüştü. Bu model gerçekten de daha sonra Türkiye'de uygulanmış olanın bir benzeriydi. Fakat Uruguay'daki anayasa oylamasında ortaya çıkan sonuç Türkiye'dekine benzemedi.
Türkiye'de 1982 anayasa oylamasında ezici çoğunlukla evet sonucu çıkarken, Uruguay'da kitleler askeri cuntanın sunduğu anayasayı büyük bir çoğunlukla reddettiler. Anayasa referandumu sürecinde Uruguay'da halkın birbirine günaydın yerine Hayır! diye seslenerek yaygın bir muhalif tutum sergilediği bilinir.
Uruguay'da 1982 yılında işte böyle bir ortamda seçimlere gidildi ve seçimi askeri cuntanın tercih etmediği adaylar kazandı. 1983 yılına gelindiğinde kitle gösterileri alabildiğine yükselmiş ve bu durumdan tedirgin olan burjuva muhalefeti, askerlerle uzlaşıp faşizmin çözülme sürecinin kontrol altına alınması çabası içine girmişti.
1984 yılında, hâlen pek çok yasağın devam ettiği bir ortamda başkanlık seçimleri yapılıyor ve seçimi muhafazakâr bir aday kazanıyordu. Uruguay'da burjuvazi, tam da Türkiye'deki sınıf kardeşlerini hatırlatır biçimde sinik bir politika izleyecek, devrimci güçlerin yükselişine fırsat oluşturmasın diye faşist rejimin yaptıklarının hesabının sorulmaması için elinden geleni ardına koymayacaktı.
Artan ekonomik sorunlar nedeniyle ordu, sivil yönetime Mart 1985'te geçmeyi kararlaştırdı. Her geçen yıl halkın artan tepkisi tüm Latin Amerika'da kitleselleşirken, ABD'nin de yeşil ışık yakması sonucu, tüm kıtada ’demokrasiye dönüş' süreci başlatıldı. Uruguay'da 85'te yapılan seçimlerde başkanlığı Julio Mario Sanguinetti kazandı. Başlayan süreç, parlamentoda tüm siyasi tutukluların salıverilmesi kararının alınmasına neden oldu. ’Tüm siyasi tutuklular' ise Tupamarolar'dan başkası değildi.
“Yıllar yavaş yavaş geçiyor, zamanın sonsuzluğu parmaklıktan parmaklığa uzanırken, hücre sadece kısa bir an.“[14]
Salıverme işlemleri yoğun bir şekilde yaşanırken, bir çok tutuklu buna inanamıyordu. Neredeyse 15 yıl içerde kalmışlardı ve şimdi... Özgürlüklerine kavuşacaklardı. Artık karılarına doyasıya sarılabilecek, çocuklarıyla parkta dondurma yiyebileceklerdi. Daha önemlisi kazanmışlardı, her şeye karşın hâlâ çıldırmamış ve ölmemişlerdi. Tüm onurlarıyla dimdik ayaktaydılar ve insanlığı yüceltiyorlardı. Yine de içlerinde bir şüphe yüreklerini kemiriyordu: “Ya bu bir oyunsa?“
Salınacaklarını biliyorlardı, ama ordu onlara daha çok acı vermek, içlerindeki umudu söndürmek için değişik hapishanelere sevkediyorlardı. Libertad'da kalan son 42 kişi, Merkez hapishanesine sevk edildiğinde, aynı şeyi düşünüyordu.“ Burada mı kalacağız, işkence yeniden mi başlayacak?“ Tam o anda tuhaf sesler duymaya başladılar. Ses, küçük bir pırıltıdan kocaman bir haykırışa dönüşerek tüm cezaevini kaplıyordu. Bu, binlerce kişinin direklere vurup ortalığı çınlatan sesiydi: “Tutukluları bırakın, mücadele sürecek!“, “Tupalar dışarı, bekliyoruz onları!“ Cezaevinin önünde toplanan halk geceyi caddelerde geçirmişti ve 14 Mart 1985'de onları kucaklamak için kollarını açmış bekliyorlardı... Ve içerdeki 42 yürek, 6 telli bir gitarla tek bir ağızdan SİELİTO'yu söylemeye başlamışlardı, artık özgürdüler:
“Chiloal Ormanı üzerinde/ Nar rengi bir kartal gördüm/ Uçuyordu/ Kölelerin ruhuydu gördüğüm/ Özgürlüğe yükselen...“
Tupamaroların önderlerinin dışarı çıktıklarında aldıkları ilk karar legalleşme oldu. “Yasal mücadele insanlarla konuşmak, politikayı kitleselleştirmek ve derdini anlatabilmek bakımından önemlidir... Yasal siyaset yapma olanaklarımız varken bunu neden reddedelim. Bu yollar kapatılmadığı sürece böyle davranmaya devam edeceğiz. Ama bu yollar kapatılırsa yeniden eskiye döner, silahları elimize alırız.“[15]
Böylece Frente Amplio'yu yeniden canlandırırlar ve iyi bir örgütlenme modeli oturtmayı başararak 1989 Kasım seçimlerinde ülke genelinde yüzde 21.23 oy alırlar. Ve Montevideo'nun yerel yönetimine gelirler.
Toparlarsak; askerlerin hazırladığı anayasanın referanduma sunulduğu 1980'de reddedilmesi, askerî rejimde şaşkınlık yarattı ve “demokrasiye geçiş“ söylemlerine güç kazandırdı. Yine de, seçimler Silahlı Kuvvetler'in “solu siyaset sahnesinden silmeye yönelik“ düzenlemeleri gerçekleştirmesinin ardından, ancak dört yıl sonra, 1984'te gerçekleştirilecekti. Devlet Başkanı seçilen Julio MarÃa Sanguinetti (Colorado Partisi)'nin ilk icraatlerinden birinin, askerî rejimin insan hakları ihlâllerinin kovuşturulmasını engelleyen bir “af“ ilan etmesi oluşu, bu dört yıllık “geçiş süreci“nin sivil politikacılarla askerler arasında ne gibi pazarlıklara konu olduğu konusunda fikir veriyor.
Günümüzde hâlâ tartışılan bu “af“, 1989 yılında bir referandumla yasalaştı. Aynı yıl Sanguinetti yerini Blanco Luis Lacalle'a bırakacak, ancak 1994 seçimlerinde yeniden devlet başkanlığı koltuğuna oturacaktı. Mart 2000'deki seçimleri ise Colorado Partisi adayı Jorge Battle Ibañez kazandı. Yeni bir darbe gerekliliğinden söz eden Genelkurmay başkanını görevden almak, kaçakçılığı önlmek üzere ABD'ye kokain kullanımını yasallaştırması yolunda çağrı yapmak gibi çıkışlarına karşın, koltuğunda hiç de rahat edemeyecekti...
FRENTE AMPLIO HÜKÜMETİ
“Deli dana“ hastalığına ilişkin panik, Uruguay'ın et ihracatını neredeyse durma noktasına getirdi. Bu yetmiyormuş gibi, 2002 yılında Arjantin'de malî kriz patlak verdi. Arjantin bankaları mevduatları dondurduklarında, panik içindeki Arjantinliler, Uruguay bankalarındaki hesaplarına hücum ettiler - Arjantinlilerin hesapları, Uruguay bankalarındaki yabancı rezervlerin yüzde 80'ini oluşturuyordu. 2001'de yüzde 3.6 olan enflasyon, 2002'nin sonuna gelindiğinde, yüzde 40'a fırlamış, (büyük ölçüde zengin Arjantinlilere dayanan) turizm sektörü çökmüştü. Peso dibe vurdu, GSMH yüzde 11 oranında gerilerken, işsizlik oranı yüzde 20'ye gırladı; yurttaşların 1/3'ü yoksulluk sınırının altında buldu kendini. Bu gelişmeler üzerine ekonomi bakanı istifa etti ve hükümet hücumu engellemek için bankaları bir günlüğüne tatil edecekti.
Öykünün bundan sonrası, yabancımız değil; Ibañez'in acilen yürürlüğe soktuğu “acı reçete“, yani kamu harcamalarının düşürülmesi, satış vergilerinin arttırılması... ABD, Dünya Bankası ve IMF'den toplamı 1.5 milyar doları bulan kredisiyle ödüllendirilecekti. Ama Uruguaylılar kendilerine yutturulmaya çalışılan acı “ilaç“tan hiç de memnun değildi... Ve bunu, 2004 seçimlerinde, eski Tupamarolar, komünistler, sosyalistler ve sosyal demokratların oluşturduğu Frente Amplio'nun (Geniş Cephe) adayı, Montevideo eski belediye başkanı, onkolog Tabaré Vázquez'i, yüzde 50.45 oy ile devlet başkanlığına getirerek gösterdi.
URUGUAY (2005-2006)[16]
BAŞKENT Montevideo
PARA BİRİMİ Uruguay pesosu
1 EURO = 29.16 peso (18 Ocak 2006'da)
DİLLER İspanyolca
YÜZÖLÇÜMÜ 176.220 km²
SİYASAL VERİLER
DEVLETİN NİTELİĞİ Üniter cumhuriyet
REJİMİN NİTELİĞİ Başkanlık
ŞİMDİKİ DEVLET BAŞKANI Tabaré Vázquez (31 Ekim 2004'te seçildi)
SEÇİM SİSTEMİ Başkanlık seçimlerinde genel oy, iki turlu çoğunluk sistemi, uzatılabilen beş yıllık görev süresi.
BAŞLICA SİYASAL PARTİLER Ulusal ya da Beyaz parti, Colorado Partisi, İlerici Buluşma partisi, Genişletilmiş Cephe, Yeni Çoğunluk
DİĞER GRUPLAR Yeni Mekân
BİR SONRAKİ SEÇİM(LER) Ekim 2009'da başkanlık ve yasama meclisi seçimi
SON BAŞKANLIK SEÇİMİNE KATILIM ORANI 89.6 (31 Ekim 2004)
SİVİL ÖZGÜRLÜKLER (2005) 1
YÖNETİŞİM (2004) 53
BÖLGESEL BAĞINTILAR/ ANLAŞMALAR Mercosur, Aladi ve Güney Amerika Uluslar Topluluğu üyesi
TOPRAK ANLAŞMAZLIKLARI -
İKTİSADİ VERİLER
2002 2003 2004 2005
TOPLAM GSH (milyon dolar) 12.276.7 11.182.5 13.138.4 Veri yok
BÜYÜME (yıllık yüzde) -11.0 2.2 12.3 6.0
ENFLASYON (yıllık yüzde) 25.9 10.2 7.6 4.8
KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR (yıllık yüzde) -11,7 1.5 11.5 5.3
KENTSEL İŞSİZLİK (aktif nüfusun yüzdesi) 17.0 16.9 13,1 12,1
KİŞİ BAŞINA YILLIK GELİR (2004) 3.950 USD (86. sırada)
AKTİF NÜFUSUN SEKTÖREL DAĞILIMI (2003) Tarım: 4.1; sanayi: 22.4; hizmetler: 73.4
KİŞİ BAŞINA ULUSAL ZENGİNLİK TOPLAMI (Dünya Bankası İndeksi) (2000) 118.463 USD
KİŞİ BAŞINA ULUSAL ZENGİNLİK ARTIŞI (Dünya Bankası İndeksi) (2000) 20 USD
İKTİSADİ GÜVEN VE AÇILIMLAR (milyon dolar)
2002 2003 2004 2005
ÖDEMELER DENGESİ -3.914 1.033 342 381
CARİ HESAP 322 -58 -105 -197
SERMAYE HESABI - 4.236 1.092 447 578
İHRACAT 2.693 3.084 4.012 4.739
İTHALAT 2.492 2.734 3.675 4.519
TOPLAM BRÜT DIŞ BORÇ 10.548 11.013 11.593 11.217
BAŞLICA İHRAÇ MALLARI (ve toplam ihracat içindeki yüzdesi) (2003) Sığır eti (16.3), deri (10.1) yün (5.5), pirinç (5.2), balık (3.8)
BAŞLICA ALICILAR (2004) ABD (19.8), Brezilya (16.6), Arjantin (7.6), Almanya (5.2), Alena (27.4), Mercosur (26.2), CAN (2.6), Caricom (0.4), MCCA (0.2)
BAŞLICA SATICILAR (2004) Arjantin (22.2), Brezilya (21.7), Rusya (11.0), ABD (7.1), Mercosur (44.4), Alena (8.4), CAN (0.5), Caricom (0.1), MCCA (-)
DEMOGRAFİK VE TOPLUMSAL YAPILAR
NÜFUS (2005) 3.455.000 kişi
NÜFUS YOĞUNLUĞU (2005) 19.7 kişi/ km²
EN BÜYÜK KENT (2004) Montevideo (1.325.968 kişi)
İKİNCİ BÜYÜK KENT (2004) Salto (123.120 kişi)
YAŞAMA SÜRESİ BEKLENTİSİ (2003) 75.4 yıl
DEMOGRAFİK BÜYÜME ORANI (2005-2010 arası yıllık ortalama varyasyon) 0.6
YOKSULLUK SINIRI ALTINDA YAŞAYAN HANELERİN YÜZDESİ (kentsel nüfus içinde) (2002) 15.4 (% 2.5'u yerli)
OKUMA YAZMA BİLMEYENLER (yetişkin nüfus içinde) (2005) 2.0
TEMİZ İÇME SUYUNA ERİŞEBİLEN NÜFUS (yüzde) (2002) 98
KENTSEL NÜFUS (yüzde) (2005) 93.1
YERLİ NÜFUSUN TOPLAM NÜFUSA ORANI (yüzde) (2003) 0.4
YAŞ GRUPLARINA GÖRE NÜFUS YAPISI (toplam nüfus yüzdeleri) 0-14: 24.3; 15-34: 30.0; 35-49: 18.5; 50-64: 14.2; 65+: 13
İLETİŞİM VERİLERİ
TELEFON HATLARI (bin kişi başına) (2003) 280
CEP TELEFONLARI (bin kişi başına) (2003) 193
KİŞİSEL BİLGİSAYAR (bin kişi başına) (2003) 110
BAŞLICA GAZETELER El PaÃs, La República, Brecha, El Telégrafo
Bir zamanlar yalnızca zenginliği ve düzeniyle değil, aynı zamanda tıkır tıkır işleyen bankacılık ve malî sistemiyle “Amerika'nın İsviçre'si“ olarak anılan, askeri diktatörlük döneminde “Latin Amerika'nın cezaevi“ olarak nam salan, ve günümüzde -Galeano'nun deyişiyle- sokaklarında dilenciler ve yaşlılardan başkasına rastlanmayan Uruguay'da, Aslı Pelit'in dediği gibi, “2005 yılında Kongre başkanlığına getirilen Jose ’Pepe' Mujica, Tupamaros hareketinin yaklaşık on yıl hapis yatmış kumandanlarından biri. Onun gibi bir çok milletvekili, danışman, müsteşar var yeni hükümette...“
Ama bu, iktidardaki Frente Amplio'nun sosyalist bir hat izlediği, ya da en azından anti-kapitalist, anti-emperyalist bir yöneliş içerisinde olduğu anlamına gelmiyor. Tersine, bugüne dek izledikleri “yoksullara sosyal yardım/yoksullukla mücadele/istihdam yaratma“ gibi, krizin yerle bir ettiği geniş kesimleri doğrultmaya yönelik sosyal politikalar bir yana, Frente Amplio'nun Uruguay'ı, Latin Amerika'nın “pembe dalgası“ (Kirchner'li Arjantin, Lula'lı Brezilya, Bachelet'li Şili ve Vazquez'li Uruguay'ın temsil ettiği, Latin Amerika'nın güney ülkelerine damgasını vuran sosyal demokrat ekonomik politikalar) içinde ABD ile ilişkileri en iyi tutmaya gayret eden ülke görüntüsünü vermekte.
Öyle ki, “Mayıs ayında, iki önemli bakan, Başkan'ın ekonomik politikasında ki sağa kayıştan kaygılandıklarını bildirerek istifa tehdidinde bulundukları zaman Başkan Tabaré Vázquez önemli bir engel ile karşılaştı.
Sol Vázquez'i -Uruguay'ın 176 yıllık tarihinde ilk ilerici başkanı -ülkeyi IMF'nin yörüngesine soktuğu için ve uluslararası ekonomik uyum stratejilerini benimsediği için eleştirdi. En sert eleştiri çeşitli ilerici gruplar ve sol partilerin oluşturduğu Geniş Cephe'den geldi.
Uruguay'ın Sosyalist Parti'sinin üyelerinden Mario Correa ’İktidara geldiğimiz zaman, yalnızca Geniş Cephe için değil, bütün Uruguaylılar için yönetmemiz gerektiğini biliyorduk, ancak, sosyal politikaları her zaman meşru olmadığını söylediğimiz katı dış borç ödemelerinin arkasına itmek başka bir şeydir' dedi. Uruguay'ın dış borcu 12.8 milyar dolardır.
Correa Sol'un kendisi iktidarda olduğu için ’sokaklarda protesto etmeyi artık hayal bile edemeyeceğini' söyledi.
Parti içindeki çatışmaların engelleme çabalarının bir neticesi olarak Geniş Cephe'nin 35inci yıldönümü ve Vázquez iktidarının birinci yılı 1 Mart'da kutlanmadı.
Şubat ve Mart aylarında Ekonomi Bakanı Danilo Astori Uruguay'ın uluslararası mali kuruluşlara IMF'ye 300 milyon dolar ve Inter Amerikan Kalkınma Bankasına 630 milyon doları da içeren ödemelerini yapacağını duyurdu. Bu kararı tartışma için Uruguay meclisine yollamadı ancak Vázquez bu kararı destekledi.“[17]
İzlediği malî politikaların “yeni-muhafazakârların (neo-con) desteklediği modele eğilimli“ olduğu söylenen[18] Ekonomi Bakanı Danilo Astori, 2010 yılında Uruguay'ın GSH'sının yüzde 20'sini yabancı yatırımların oluşturması yolunda çaba gösterdiğini her fırsatta tekrarlar, ABD ile ikili anlaşma imzalamaya sıcak baktıklarını -üye ülkelerin üçüncü bir ülkeyle ikili anlaşma imzalamasını engelleyen MERCOSUR paktını ihlâl etmek pahasına- gizlemeye gerek görmezken, eski Tupamaro'ların, komünistlerin, sosyalistlerin... Frente Amplio'su, IMF'nin Uruguay Ofis şefi Marco Piñón'un “Yeni Uruguay önemli bir örnek; bir zamanlar akla gelmeyecek bir şeyi yapıyor“ yolundaki alkışlarına hedef oluyor...
Evet, görmek gerek; Ernestro Herrera'nın dediği ’Geniş Cephe' yani “Frente Amplio hükümetinin makro ekonomi modeli, neo-liberaldir. Onlar bugün, Avrupa'da sosyal liberal denilen tarzda bir sosyal demokrat partidir...
Devrimci kamptan baktığında burada değişen hemen hemen hiçbir şey yok. Buradaki hükümet bir Allende hükümeti değil. Evo Morales gibi milliyetçi, reformcu da değil...“[19]
Ya da Güneş Çelikkol'un veciz ifadesiyle, “Kızıl Bayraklı Neo-Liberalizm“dir söz konusu olan...
Bu noktada önemli bir soru, 1980'de askerlerin hazırladığı anayasa taslağını olduğu gibi, 2003'deki referandumda devlete ait petrol şirketi ANCAP'ın özelleştirilmesini yığınsal bir şekilde -ki o dönem Montevideo valisi olan Vazquez anti-neo-liberal tutumuyla göz doldurmuştu; ertesi yıl devlet başkanlığına seçilmesinde bu duruşunun önemli bir rol oynadığı söylenir- reddeden Uruguay halkının, Frente Amplio'nun “neo-liberalizmi“ne ne diyeceğidir...
Gerçekten de, Uruguay'da hiçbir şey sonlanmış değil...
N O T L A R
[*] Esmer Dergisi, No:44, Ekim 2008.
[1] H. White.
[2] Raúl Zibechi, “La gauche uruguayenne: de l'hégémonie culturelle à l'hégémonie politique“, Alternatives Sud, vol. 12-2005/2, Mouvements et pouvoirs de gauche en Amérique latine, Points de vue latino-américains, Centre Tricontinental et Editions Syllepse, ss. 125-132.
[3] Uruguay'da Kilise ile Devlet 1919'dan bu yana resmen ayrıdır ve halkın % 17.2 gibi yüksek bir kesimi, kendisini “ateist“ ya da “agnostik“ olarak tanımlamaktadır. (http://www.ine.gub.uy/enha2006/flash/ Flash%206_Religion.pdf)
[4] BenjamÃn Nahum, Manual de Historia del Uruguay,Tomo II: 1903-2000. Ediciones de la Banda Oriental, Montevideo, 2008, s.134-135.
[5] Diktatörlük döneminde en az26 kişinin bu şekilde kayebedildiği bildirilmektedir. Ve çok sayıda asker ve polis görevlisi bu suçla tutuklanmıştır. (“Uruguay: Diktatörlük Suçları“, http://lahy.wordpress.com/category/uruguay)
[6] The Cambridge, History of Latin America, s.216.
[7] Fernandez Huidobro (El Nato), Gaby Weber, Gerilla Bilanço Çıkarıyor, Belge Yay., 1991, s.126.
[8] Bu bildiride Ölüm Mangalarını örgütleyenlerin AID (Kalkınma Örgütü) uzmanı kimliğindeki CIA ajanları olduğu söyleniyordu. Mitrione'den sonra Cantreli.
[9] Gaby Weber, Gerilla Bilanço Çıkarıyor, Belge Yay., 1991, s.192.
[10] ’Özgürlük' adıyla kurulan bu askeri cezaevine gelen ilk tepki başkent duvarlarına yazılmış bir graffitiydi: “Uruguay'da varolan tek özgürlük, cezaevidir.“
[11] Mauricio Rosencof, Gerilladan Yasal Siyasal Mücadeleye Tupamarolar, Pencere Yay., 1990, s.22.
[12] yage, s.63.
[13] yage, s.18-19.
[14] Ateşi Tutmak, Belge Yay., 1991, s.65
[15] Alıntı, Oral Çalışlar, “Rosencof'la Röportaj“, Cumhuriyet Gazetesi.
[16] Kaynak: “L'Amerique latine en 2005“, Les Etudes de la documentation française, P. Zagefka (der.), Institut des Hautes Etudes de l'Amérique Latine, Université Paris III, Sorbonne Nouvelle, 2006.
[17] Pablo Long, “Başkan Vázquez ABD ile serbest ticaret anlaşması imzalanması konusunda hâlen açık bir politika belirlemedi“ ( http://lahy.wordpress.com/category/uruguay.)
[18] Matthew Beagle, “Uruguay's Tabaré Vazquez: Pink Tide or Political Voice of the Center?“ http://www.coha.org/2006/03/uruguay%E2%80%99s-tabare-vazquez-pink-tide-o...
[19] Ernestro Herrera, “Uruguay: Amerikaların İsviçresi, Latin Amerika'nın Cezaevi“, Yeni Yol, No:24, No:1, Kış 2007, s.93-97.