Skip to main content

Avrupa’da Kürd Karşıtlığı Nasıl Gelişti?/İsmail BEŞİKÇİ

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Milletler Cemiyeti döneminde Ortadoğu’nun nasıl düzenlendiği önemli bir konudur. 1920’lerde başlayan bu dönemin başta gelen konularından biri Kürdlerin ve Kürdistan coğrafyasının bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıdır. Bu dönemde, Güney Kürdistan’da Kürdler, bağımsız Kürdistan için mücadele ediyorlardı. Örneğin, Şeyh Mahmut Berzenci “Ben Kürdistan kralıyım” diyor, Büyük Britanya’dan kendisini Kürdistan Kralı olarak tanımasını istiyordu. Bu yıllarda dünyaya nizam veren emperyal devletler, Büyük Britanya ve Fransa ise, değil bağımsız bir Kürdistan’ı sömürge bir Kürdistan’ı bile düşünmediler. Örneğin, Büyük Britanya’ya bağlı Irak, Ürdün, Filistin, Fransa’ya bağlı Suriye, Lübnan mandaları (sömürgeleri) kurulurken, bir Kürdistan mandası (sömürgesi) kurulmadı. Kürdler ve Kürdistan, bölündü, parçalandı ve paylaşıldı. Kürdler hiçbir siyasal statünün sahibi olmadı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Ortadoğu ve Kuzey Afrika düzenlenirken Arap coğrafyası ve Araplar da bölündü. Ama, Araplar, ayrı ayrı mandalar, krallıklar, prenslikler olarak bölündüler. Bu kavramların hepsi de bir siyasal statüyü gösteriyordu. Kürdlerse, şunca büyük nüfusuna rağmen, şunca büyük bir ülkeye, coğrafyaya rağmen hiçbir siyasal statüye sahip değildir. Statüko Kürdler için böyle kurulmuştur. Kürdler, uluslarası planda tanınan bir statüye sahip değildir. Bugün Basra Körfezi’nden Atlas Okyanusu’na kadar, 22 Arap devleti var. Filistin Arap Devleti ile bu sayı 23 olacak.

Bugün, uluslar arası politikada Kürdlerin adı, sadece “terör” konuşulurken geçiyor. Hak, hukuk, özgürlük denildiği zaman Kürdlerin adı geçmiyor. Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde, İslam Konferansı’nda, İslam Kalkınma Örgütü’nde, Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı’nda, Kürdler, “terör” kavramlarıyla anılıyor.
“Terörist” kavramı, kanımca sadece Kürdler için kullanılıyor. El Kaide, Taliban, Hizbullah, Hamas gibi örgütler, “direnişçi” kavramıyla anılıyor.

Kürdlere karşı geliştirilen böl-yönet-yoket politikasının düşünülmesinde, tasarlanmasında ve
yaşama geçirilmesinde İngiltere ve Fransa gibi döneme damgasını vuran iki büyük emperyal devletin büyük rolü vardır. Bu iki emperyal devlet, Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği yaparak Kürdlere karşı böyle bir süreci gerçekleştirmişlerdir. Bu Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonlarında, Kürdlerin, dünyanın iki güçlü emperyal devleti ve Ortadoğu’nun iki güçlü, köklü devleti, Osmanlığı İmparatorluğu’nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti ve İran İmparatorluğu’nun devamı olan Yeni İran Şahlığı ile karşı karşıya olduğu çok açıktır.

İngiltere ve Fransa, 1920’lerde, Kürdlere karşı neden bu kadar acımasız olabilmiştir? 11-12 Mart 2006 günlerine, İstanbul’da, Bilgi Üniversitesi’nde, Türkiye’nin Kürd Meselesi konulu bir sempozyum düzenlenmişti. Bu sempozyumda, ben de “Ana Sorun Nedir? başlığı altında bir tebliğ sunmuş yukarıda anlatmaya çalıştığım konuları konuşmuştum. Bu konuşmadan sonra gazeteci yazar ali Bayramoğlu, bana bir soru sormuştu. Bu, “Avrupa, Avrupa’nın, dünyanın büyük devletleri neden, Kürdlere karşı böyle bir politika izlemişler…?” şeklinde bir soruydu. Bu soruya, 12-13.yüzyıla, haçlı Seferleri’ne, giderek, Selahattin Eyyubi’den söz ederek cevap vermeye çalıştım. Avrupalılar, Haçlıları durdurmasından dolayı, Selahattin Eyyubi’den, Kürdlerden uzak duruyorlardı.

Bu şüphesiz tatmin edici bir cevap değildi. Bu konu üzerinde düşünmeye devam eden insanlar, kısa bir zamanda 1915’i, Ermeni soykırımında Kürdlerin tetikçiliğini anlamaya, kavramaya başlarlar. Soykırımı düşünen planlayan İttihat ve Terakki’dir. Bu çok açık. Ama, Kürdlerin etkin ve yaygın tetikçiliği de dikkatlerden uzak değildir. Bu uluslar arası kamuoyunu Kürdlerin aleyhine oluşturan bir etki yaratmış olabilir. 1915 durufrken, ta Selahattin Eyyubiye gitmek çok yetersiz bir cevaptır.

Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan

2011 yılı başlarında, içinde, bu soruya cevap olabilecek olgular ve değerlendirmeler de olan çok önemli bir araştırma yayımlandı.. “Cizre-Bohtan Beyi Badirhan, Direniş ve İsyan Yılları” Ahmet Kardam’ın bu çalışması Dipnot Yayınları tarafından yayımlandı.

Ahmet Kardam, bu kitapta, Mir Bedirhan’ın, 1843 ve 1846 yıllarında iki kere, Nasturilere, Keldanilere saldırdığını anlatıyor. Birinci saldırıda 10 binin üzerinde, , (s. 169-216), ikinci saldırıda 20 binin üzerinde Nasturi’nin, Keldani’nin katledildiğini belirtiyor. Ahmet Kardam, bu operasyonların “eksiksiz bir soykırım” olduğunu da vurguluyor. (s. 170)

Nasturi, Keldani, Asuri, Süryani, Yakubi gibi sözcüklerin aynı köke, Asur köküne işaret ettiği biliniyor. Hakkari-Çukurca, Mardin-Midyat, Musul yörelerinde, yaşayan Hristiyan bir toplum. Kiliseleri farklı. Asuri-Süryani Ortodoks Hristiyan toplum. Bu topluda, 17. yüzyılda Katolik Kilisesini benimseyenler oluyor. Onlar ayrı bir kilise kuruyorlar. Onlara Keldani deniyor.

Mir Bedirhan’ın saldırıları bu Hrıstiyan toplum üzerinde çok ağır etkiler yaratıyor. Çoluk-çocuk , kadın-erkek, yaşlı-genç demeden binlerce Hristiyan kılıçtan geçirilmiştir. Hristiyanların evleri, köyleri yakılıp yıkılmış, mallarına-mülklerine el konulmuş, kadın-erkek, çoluk-çocuk binlerce kişi esir edilmiş, kadınların ırzına geçilmiş, esir edilenler köle pazarlarında satılmış, Hristiyan topluma çok ağır darbeler vurulmuştur. Bu yıkıcı sürecin, bölgede, Ortadoğu’da kurumlaşmaya, kökleşmeye çalışan Büyük Britanya ve Fransa kamuoyunu etkilememesi mümkün değildir.

İngilizler daha çok Nasturilerle, Fransızlar ise Keldanilerle ilgileniyor. Hristiyanlara yaptığı baskıların durdurulması için, Osmanlı yönetiminden, Mir Bedirhan’a baskı yapmasını istiyorlar. Aslında, Nasturilerden, Keldanilerden, Osmanlı yönetimi de memnun değil. Osmanlı yönetimi onları, zapturapt altına almakta başarılı değil. Osmanlı yönetimi Kürdlerden, Bedirhan’dan rahatsız olduğu kadar Hristiyan Nasturilerden, Keldanilerden de rahatsız. Bu .bakımdan Mir Bedirhan’ın bunlara baskı yapmasını görmezlikten geliyor, hatta el altından bu baskıları teşvik ediyor. Nasturi gailesinin Mir Bedirhhan eliyle çozülmesinden Osmanlı rahatsız değil. Mir Bedirhan da Nasturilerle, Keldanilerle ciddi bir sorunun olmamasına rağmen, onlara soykırıma varan operasyonlar düzenlemenin Osmanlı’nın da işine geleceğini, Osmanlı’nın da bundan memnun olacağını düşünüyor. Fakat Büyük Britanya’nın Fransa’nın, Nasturiler ve Keldaniler konusunda Osmanlı yönetimine durmadan baskı yapması konusunda, Osmanlı da Mir Bedirhan’ı da uyarmak zorunda kalıyor.. Bu, ayrıca, Osmanlı yönetiminin, Mir Bedirhan’a baskı yapması, ona karşı soruşturmalar açması konusunda bir fırsat yaratıyor. Mir Bedirhan’ın, Nasturilere ve Keldaniler soykırıma varan operasyonlar yapması, Büyük Britanya ve Fransa yanında, Osmanlı Devleti’ni de harekete geçiriyor. Bütün bunlar Ahmet Kardam’ın sözü edilen kitabında etraflı bir şekilde dile getiriliyor.

Bütün bunların Avrupa’da, Kürdler hakkında olumsuz bir kamuoyu oluşturması sürpriz değildir. 1915 Ermeni soykırımı, 1843, 1846 Nasturi, Keldani katliamlarıyla birlikte ele alındığı zaman, olay, biraz daha açıklık kazanıyor. Kaldı ki arada bir de 1891 Hamidiye Alayları, Hamidiye Alayları’nın Ermenilere baskısı, 1894 Sason başkaldırısında, Kürdlerin Ermenilere karşı yaptıkları baskılar, 1909’da, Çukurova’ da meydana gelen olaylarda Ermenilerin soykırııma varan operasyonlarla karşılaşmış olmaları ilişkileri iyice açıklıyor. Bunlar Kürdler hakkında olumsuz kanatların birikmesi olarak değerlendirilebilir. Bu da Milletler Cemiyeti kararlarını etkilemiş olabilir.

Mir Bedirhan’ın Nasturilere, Keldanile soykırama varan operasyonlar geliştirmesi, Bedirhan direnişinin de sonunu getiren olaylardan biri oluyor. Mir Bedirhan, kanımca özerk, bağımsız Kürdistan tasarlayan bir Kürd miridir. Ama bu projesini savaşarak değil, Kürdler arasında ittifaklar oluşturarak, diplomatik yolları geliştirerek, Osmanlı yönetimi ile anlaşarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Nasturilere, Keldanilere yaptığı katliamlar ise, bu anlayışına çok ters olan süreçlerdir. Mir Bedirhan’ın, Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın dünyadaki gücünden, Osmanlı yönetimi üzerindeki etkisinden böylesine habersiz olması dikkate değer bir konudur.

Ahmet Kardam ‘ın, Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan, Direniş ve İsyan Yılları, çalışması, Kürd tarihinin 19. Yüzyıldaki bir döneminin dile getiren çok önemli bir çalışmadır. Bu çalışmada dile getirilen olgulardan, olgusal ilişkilerden yararlanarak, Kürd sorununa bir defa daha bakmak yararlı olacaktır.

09.05.2010
İsmail BEŞİKÇİ

Add new comment

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.