HER ADİYETİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ HEP BİRLİKTE STATÜKOYA KARŞI SAVUNMAK,GERÇEK ÖZGÜRLÜK VE KARDEŞLİK HUKUKUNU BU ÇERÇEVEDE YARATMAK ORTAK PAYDAMIZDIR.
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu; ezilen ulustan (Kürt ulusunun haklarından),hakları gasp edilmiş bütün ulusal azınlıklardan(Çerkezlerin,Lazların,Gürcülerin,Çeçenlerin,Pontus’luRumların,Çingenelerin,Arapların,Asurîlerin,Ermenilerin,Boşnakların,Arnavutların,İbranilerin dil kültür ve eğitim haklarından) baskı, zülüm ve asimilasyon politikalarına tabi tutulan dinsel inançların mensuplarından (Alevilik, Ezidilik, Bektaşiliğin inanç ve kültür aidiyeti ile yasal güvencelere kavuşmasından), ataerkil toplum sürecinin eşitsizliğe sürüklediği cinsiyet olan kadından, tahrip riski altındaki doğal çevreden, baraj ve inşaat alanına dönüştürülmek istenen tarihi yapı ve sit alanlarından yanadır.Grubumuz; sınıfsal, etnik, dinsel ayrım olmaksızın, gerici resmi ideoloji olan Kemalizm ve ittihatçılıktan; “milliyetçi olan dincilikten” kesin kopuş sağlamış her devrimcinin grubu olduğu gibi, demokrat sıfatını benimseyen her meslektaşımızın da grubudur.Grubumuz; bütün aidiyetlerin haklarına red, inkâr,imha ve tepki üzerinden yaklaşan Kemalizm ve ittihatçılığı, devlet içersinde örgütlü olan kontrgerillacılık (Ergenekonculuk) ile darbeciliği ret etiği gibi; Milliyetçi dinciliği de ret eder.Grubumuz,mevcut devletin egemenlik sistemini ve bu sistemden kesin kopuş içresinde bulunmayan siyasi eğilimleri gerici saymakta,istisnasız bütün halkların özgürlüğünden yana tutum alırken,sadece egemenlik sistemini karşısına almaktadır.Özgürlük; sadece bizim özgürlüğümüz değildir, ötekileştirilen her kesin özgürlüğüdür, başkalarının özgürlüğüdür. Özgürlük ve kardeşlik hukuku; her aidiyetin (her kesin) özgürlüğünü, hep birlikte talep etmekle gerçekleştirilecek bir değerdir.
Grubumuz çeşitli alt grup ve bireylerden oluşmakla birlikte,her hangi bir aidiyetin kendi denetimi altına alabileceği bir yapı değildir, ezilen ve hakları gasp edilen bütün aidiyetlerin beraberce yönetimde ortaklaşması kültürünü ilke edinmektedir.Grubumuz; aynı şekilde resmi ideolojiden ve statükodan kesin kopuş sağlamış gerçek Türk devimci ve demokratların grubudur.Bu çerçevede sınıfsal, etnik veya dinsel inançları nedeni ile ötekileştirilmiş her aidiyetin sorunlarının sözcülüğünü üstlenerek; bütün siyasi, sosyal ve hukuksal haklarının kanuni güvenceye kavuşturulması için mücadele etmeyi esas alıyoruz.İdeolojik-politik görüşü ile aidiyeti ne olursa olsun,Grubumuzun her bireyi açısından programımız(manifestomuz); bir anlamda anayasamızdır,birleştiğimiz ve çalışmada esas aldığımız ortak paydayı oluşturmaktadır.
Grubumuz, Baromuz bünyesindeki diğer bütün grupların tersine; devleti yönetenlerin iki eli arasındaki iktidar mücadelesinin bir eklentisi ve birleşeni durumuna gelerek gerici statüko ile birleşmek yerine, bağımsız ve özgür seçenek olmayı, mevcut statükoyu red ederek, dönüşümüne katkı yapmayı esas almaktadır.Baromuzun bünyesindeki diğer bütün grupların,andığımız aidiyetlerin sorunlarının çözümünü program ve bildirilerine konu etmedikleri aşikârdır.Çağdaş Avukatlar Grubu adını kullananların da son sekiz yıllık program ve bildirileri incelendiğinde; sadece yönetimdeki AKP’ye eleştiri götürmekle kendilerini sınırlamış oldukları, buna karşın Kemalizm’e-İttihatçılığa-Cuntacılığa(darbeciliğe)-Ordu vesayetine ise hiçbir eleştiri götürmedikleri, öte yandan sorunlarına çözüm önerdiğimiz ulus, ulusal azınlık ve dinsel azınlıkların hiçbir haklarına değinmedikleri, bu yolla var olan statükonun örtük bir parçasına dönüştükleri, Kemalizm’e (devletin resmi ideolojisine) kayma neticesinde de ilkesel temsiliyeti, ve ayrılmalar soncunda da fiziki temsiliyeti taşıyamayan bir grupçuğa dönüştükleri aşikârdır.Gurubumuz hangi sınıfa ve kökene tabi olursa olsun; ötekileştirilen her kesin haklarının hukuksal güvenceye kavuşturulması ortak paydasında (demokrat paydasında) birleşen, ancak payları farklı olabilen bütün avukatların grubudur.Gurubumuz, bütün aidiyetlerin özgürlüklerinin yasal güvenceye(düzenlemeye) kavuşmasından yana mücadele ettiğinden devrimcidir, ve gerçek kardeşlik hukukunu esas almaktadır.Grubumuz;ideolojik akımların koalisyonu veya mücadele ve hakimiyet alanı olmayı red eder. Bir meslek kuruluşunun zemininde bulunan grubumuz; sürekli çatışarak ortak demokratik mücadele zeminlerini işlevsiz hale getiren ve daraltan ideolojik fraksiyonların bir koalisyonu olmayacağı gibi, ideolojik-politik çizgilerin üstünlük sağlama ve kendisini var etme alanlarının da, bu tür birlik yapıları(birlikte kurulan yapılar) değil, siyasal partiler yanında, ilgili partilerin paralel kurumları olabileceğine vurgu yapmaktadır.
Grubumuz,uluslar arası sözleşmeler çerçevesinde;ulusların kendi kaderini tayin hakkını istisnasız her ulus için savunurken, bütün ulusal azınlıkların etnik aidiyetlerinin, dillerinin, kültürlerinin ve ana dilde eğitim haklarının gerekli yasal güvencelere kavuşmasından ve çoğunlukta bulundukları yerleşim birilerinin kendi dilerindeki orjin isimleri ile adlandırılmasından yanadır.Bu temelde Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu, Kürt Ulusal Sorununun,sadece eşitliği sağlayabilme niteliğindeki seçeneklerin sorulabileceği ve sadece yerli halkın katılabileceği bir referandum ile demokratik barışçıl çerçevede çözülmesindenyanadır.Grubumuz;Çerkezlerin,Gürcülerin,Çeçenlerin,Lazların,Arapların,İbranilerin,Ermenilerin,Asurîlerin(Süryani,Keldani,Nasturi),Mehelmilerin,Pontus’lu Rumların,Çingenelerin,Arnavutların,Boşnakların birer ulusal azınlık aidiyeti olarak kimliklerinin,dil ve kültürlerinin,anadillerinde eğitim haklarının Anayasal ve yasal güvencelere kavuşması için mücadele eder.
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu,”Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganını sahte bulmaktadır.Kemalist Devlettin laik olmaya başlaması için; Anayasal bir teşkilat olarak düzenlenen Diyanet Teşkilatının kaldırılması, ya da devlet yapısının dışına bırakılması, din adamlarının maaşlarının toplumun ortak vergileri üzerinden verilmesi uygulamasının terk edilmesi, devletin resmi-yasal dinin bulunmaması, ve devlet teşkilatının bütün dinlere eşit mesafede konumlandırılması zorunludur. Kemalist devletin laik niteliğini kazanabilmesi için, okullarda zorunlu din derslerinin müfredattan çıkartılması, ötekileştirilen inançlara asimilasyon,baskı ve yaftalama politikalarından vazgeçilmesi, Alevi, Ezidi,Tahtacı ve Bektaşi inançlarının kanuni güvenceler ile tanınması, nüfus cüzdanı türü kimliklerden din hanesinin tümden çıkartılması, ya da kim hangi dine mensup ise tabi olduğu inancının yazılması,Müslüman olmayan tüm inanç mensuplarının köylerine cami yapılması uygulamasının terk edilmesi, cemevleri ve qup lerin ibadethane olarak kabul edilmeleri zorunludur.
Laiklik; batının giyiniş(tüketim) kalıplarının dayatılması biçimselliği değildir.Üniformalı ve tek tip giyinişin esas olduğu güvenlik alanı hariç olmak üzere; istem halinde diğer mesleklerdeki her kamu görevlisinin türban giyme hakkı olmalıdır.Devletin din adamı yetiştirme yükümlülüğü olmamalıdır.Ancak İmam Hatipler ve meslek liseleri olduğu sürece, eğitimde ayrı katsayı uygulaması eşitlik ilkesine aykırı olduğundan, hukuksuzudur.Yüksek Askeri Şura kararlarında keyfiliği önleyebilmek,hak arama hürriyetini ve adil yargılama hakkını peşinen ortadan kaldırtmamak için,bütün Şura kararlarının yargı denetimine tabi olması zorunludur.
Atıfta bulunduğumuz hiçbir aidiyet ve grubun özgürlükleri diğer biri ile çelişmemekte, karşı karşıya gelmemektedir.İstisnasız her aidiyetin varlık ve özgürlüğü; devletin resmi ideolojisi olan İttihatçı-Kemalizim ve statükoculuğu ile çelişki içindedir.Bu nedenle grup üyelerimizin farklı payları olsa da,devlettin gerici retçi inkarcı Kemalist statükoculuğuna karşı her aidiyetin özgürlüğünü hep birlikte savunmak paydasın da ortaklaşmayı esas alıyoruz.İttihatçı-Kemalist çizgi bütün sorunların kaynağıdır,devletin resmi ideolojisi olmamalıdır.Bu çerçevede İttihatçı-Kemalist kanun mevzuatı da değiştirilmeli,kaldırılmalıdır.Kanunlar;devletin resmi ideolojisinin yaptırıma kavuşturulmuş bir formundan(biçiminden) başkaca bir şey değildir.Kemalist devletin köhne kanun mevzuatı içinde çözüm aramaya koşullanmış birey;kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın gericidir,hiçbir toplumsal soruna çözüm üretmez ve hukukçu sıfatını da kazanamaz.
Grubumuz 19.yüzyıldaki egemenlerin değer saydığı “kanunilik” ilkesi yerine, dünyanın hukuksal anlamda geldiği en gelişmiş değerleri daha da ileriye taşıyarak,toplumsal özgürlük alanını genişletme mücadelesi çerçevesinde dinamik olarak gelişebilen“evrensel hukukun üstünlüğü” değerini esas almaktadır. Devletin ideolojisinin yansıması olan kanunların(kanunilik ilkesi) çerçevesinde; avukatların “ kanun adamı” ve Baroların da “devlet kurumu” durumuna düşürülmesini ret eden grubumuz; “hukuk adamı” olmayı ve meslek örgütü olan Barolarımızın da bağımsız “hukuk kurumu” olmasını en önemli değer saymaktadır.Grubumuz, bu değere ulaşabilmenin ön koşulunu; öncelik ile ötekileştirilen her aidiyetin hukukuna sahip çıkmak şeklinde ortaya koymaktadır.
Kürt uslunun ataları porto Kürtler Mezopotamya’nın yerli halkıdır,tarım ve hayvancılık devrimi ile yerleşik yaşama geçiş sürecine öncülük etmişlerdir.Kimi tarihçilere göre Sümerlerin komşuları olan ve kimilerine göre de esasen ön Sümerler durumunda bulunan Huriler, Kürtlerin atalarıdır.Huri,Subari(Subaru),Guti, Mitani, Lulu, Hatti, Komagene, Med, Urartu, Luvi, Şaddadi, Mervani devletleri,bugünkü Kürtlerin ataları tarafından kurulmuş devletlerdir.Kürtler ile vatanları Kürdistan ın adını barındıran ilk eserin ise, MÖ 332 de Büyük İskender in seferine katılan Kenefon un yazmış olduğu Anabasis(Onbinlerin Geçişi) eseri olduğunu söylemek mümkündür.Kenefon söz konusu eserinde; Makedonya dan, Hindistan sınırlarına kadar her alanı istila ettiklerini, ve istila ettikleri alanlar içerisinde Kardukia(Kürdistan nın Latince söylenişidir) da, Karduki lerin(Kürtlerin) hakimiyetlerini kabul etmediklerini, vur kaç eylemleri ile düzen dışı savaş yürütmeye devam ettiklerini,bu nedenle de bir günlük yolu kayıplar vererek, bir haftada alabildiklerini belirtmektedir.Kürtler, Aryan halk grubunun büyük boylarını teşkil etmektedir. Arileri teşkil eden halklar ise; Kürtler, Farslar, Afganiler(Peştunlar), Hintler,Karaçiler(Çingeneler), Beluciler, Pakistaniler,Tacikler, Bengaliler ve Ermenilerdir.Kürtlerin ana dilleri olan Kürtçe;Hint Avrupa dil grubundadır.Kürtler anadilleri Kürtçe’nin;Kurmanci (Bahdinani,Şikaki),Zazaki(Hevremani,Dimili,Kirmanci),Lorani(Lori, Kelhori, Leki, Bextiyari) ve Sorani, lehçelerinde konuşmaktadır.Zerdeştilik(Zerdüştlük), tarihin ilk felsefesi olarak batı felsefesinin kaynağı olduğu gibi,tarihte ilk tek tanrılı, peygamberli ve kitaplı(Zend Avesta) din durumundadır.Tarihin ilk bayramı olan Newroz; Zerdeşti Kürtlerin şölen ve bayramıdır.Zerdeştilerin Kutsal kitabı Zend Avesta, M.Ö. 7. yüzyılda Kürtçe nin Zazaki (Hevremani) lehçesinde yazılmıştır.
Azak Denizi kıyılarında şehir devletleri kuran Meotlar, ilk Proton Kafkasyalılardır.Çeşitli tarihsel dönemlerde Kafkas halk gruplarının kurduğu devletlerin sınırları, Trabzon şehrinin sınırlarına kadar dayanmıştı.Kafkas Halk grupları;Gürcüler, Lazlar,Çeçenler,Lezgiler ve Çerkezlerden (Abahazlar ve Adigeler (Abzegeh, Sohopsugh, Bjedugh, Kaberdey) oluşmaktadır.Kafkas halk gruplarının konuştuğu Çerkezce,Çeçence,Gürcüce,Lezgice,Kolkh dili(Lazca ve Mergelce diyalektleri ile) Yafted dil grubunda bulunmaktadır.MS 4-5 yüzyıllara kadar devam eden Kolhi (Kolheti) medeniyeti; Gürcülerin,Lazların Svanların ve Çerkez olan Abahazların ortak medeniyetidir.MÖ 5 yüzyılda devlet kuran Sindler ve Suchailler(Zugiler),Çerkezlerin atalarıdır.Lazların ve diğer Kafkas halklarının atalarının ise, MÖ 16. ve 17 yüzyılda Hitit kayıtlarında geçen Kolhiler olduğu kabul görmekle birlikte,Laz isminin ilk kullanılmış olduğu eser,MS 79 yılında Romalı müellif Pilinus un, “Tabbi Tarih” adlı eseridir.Yunan ve Roma ile devamları olan Bizans tan farklı olarak, Helen durumunda olan Karadeniz’deki Pontus’lu Rum Devleti, ve Rize ile Batum Sancaklarını içerisine alan Lazistan ile Çerkezya nın bir bölümü, Fatih Sultan Mehmet in 1453 te İstanbul lu Fetih etmesinden sonra, 1464 yılında Osmanlıların egemenliğine geçmeye başladı.Çerkezya nın bir bölümü ile istilasını, İstanbul un Fethi sırasında Osmanlılar adına Tatarların istilası sürecinden başlatmak da mümkündür.Pontus’lu Rumlar ve Kafkas halkları olan Lazlar, Çerkezler, Gürcüler dinsel açıdan tümden Hıristiyan iken,15 .yüzyıldaki bu işgal süreciyle birlikte Müslümanlaştırılmaya başlanmış ise de,Rusya nın egemenliğinde kalan Kafkas halk grupları ise,Hıristiyanlık dininde kalmaya devam etti.Karadeniz de Hemşinliler olarak bilinen, ve anadillerini Hemşince şeklinde tanımlayanlar ise,asılında Ermenidir.Ermeniceye, Hemşin’ce demelerinin sebebi; uğradıkları zulmün yarattığı dehşetengiz korkudur.Lazlar ise,bilinenin aksine, Karadeniz in önemli bir bölümünde(Trabzon,Ordu, Samsun, Giresun,Sinop,Gümüşhane,Kastamonu,Bartın,Zonguldak,Amasya vs) yoktur.Lazlar, Karadeniz de sadece Artvin e bağlı Arhavi ve Hopa ilçeleri ile Rize nin Pazar, Ardeşen,Çamlıhemşin ve Fındıklı ilçelerinde vardır.Daha önce Hopa ve Arhavi de Rize ye bağlıydı.Lazların yaşadığı topraklarının önemli bir bölümü ise,hala Gürcistan nın egemenlik alanı içersindedir,bu ülkenin egemenlik alanı içerisindeki Lazlar, Mergel adı ile isimlendirilmekte ve Türkiye deki gibi asimilasyonist politikalara tabi tutulmaktadırlar.Artvin, Ardahan a ve Ardahan da Karsa bağlı iken,önce Artvin ve daha sonra da Ardahan ayrıştırılarak il haline getirilmiştir.Karadeniz bölgesinin diğer yerleşim birimlerinde ise;Müslümanlığı kabul ederek asimilasyona uğramış Pontus’lu Rumlar ile, Hıristiyanlığını ve Rumluğunu gizli şekilde yaşayan Pontus’lu Rumlar yaşamaktadır.Bunların yanında,1924 yılında Selanik ten nüfus mübadelesi çerçevesinde getirilerek,göçertilmiş olan Pontus’lu Rumların gayrimenkullerine yerleştirilebilmiş Sabataylar da vardır.Karadeniz in birkaç ilçesinde yerleşik olarak Çerkezler de vardır.Karadeniz in bazı ilçelerinde yerleşik olan Lazlar dışında,Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında gerçekleşen 93 harbinde(1877-1878) Kafkasya’dan kaçan bir grup Laz ise,Akçakoca,Karamürsel,Sapanca,Yalova ve Sakarya nın kırsal kesimlerine yerleştirilmiştir.1814 ile 1834 yılları arasında Lazlar defalarca ayaklandılarsa da,hareketleri başarısızlığa uğradılar.
Rusya’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren Çerkezlerin 1864 te yenilmesinden itibaren,Çerkezlerin Müslüman olan bölümü Osmanlıya sürülürken,Osmanlı imparatorluğu da Hıristiyan halklarından bir bölümünü Rusya ya sürdüğünden, iki devlet arasında en kaba şekli ile din esası üzerinden nüfus mübadelesi yapılmış oldu.1964 te Osmanlının egemenlik alanına Yeşilköy antlaşması ile sürülen Çerkezler, çoğunlukla bir şerit şeklinde Türk ile Kürt nüfusunun sınır noktalarına dağıtıldı.
Çerkez Ethem,Mustafa Kemal gibi İttihat ı Terakki nin bir üyesi olmakla birlikte,İngiliz ve Fransız emperyalistleri ile işbirliği içinde girmediğinden önü kapatılmış ve Kemalistlerle girdiği iktidar mücadelesini de kaybetmiştir.Birinci dünya savaşı sürecinde Alman generallerinin komutası altında İngiliz ve Fransız lara karşı işbirliği içinde savaşan Talat Paşa ve Enver Paşa tasfiye edilirken, ve Çerkez Ethem in önü kapatılırken,M. Kemal in önü açılmıştır.1916 da Rus,Fransız ve İngiliz devletleri arasında gizli olarak imzalanan Seykes Picot anlaşmasında Türk devleti için belirlenen sınır noktaları tümden ve aynen korunmak üzere Kemalist devlet kurulmuştur.Bu gizli emperyalist antlaşma Bolşeviklerin Rusya da devrim yapmasından sonra Lenin tarafından 1917 yılında dünyaya deşifre edilmiş ve Lenin inin talimatı ile Ruslar söz konusu antlaşma ile kendilerine bırakılan yerlerden(Erzurum a kadar) çekilmişlerdir.İngiliz ve Fransızlara bırakılan alanlar çerçevesinde Seykes Picot antlaşmasına uygun olacak sınırlar içerisinde işbirliği ile devlet kurmayı kabul etmiş olduklarından,Musul bölgesinin sınırlara dahil edilmesi için mecliste en büyük mücadeleyi veren Kürtlerin Bitlis Milletvekili Yusf Bey Kemalistler tarafından idam edilirken,Türkler içerisinde bu konunun en hararetli savunucusu olan milletvekili Şükrü Bey ise,o dönemin Teşkilatı Mahsusa üyesi olup,M.Kemal in Samsuna gönderilmesi esnasında görüştüğü ilk kişi olan Topal Osman a kaçırtılarak öldürülmüştür.Çerkez Ethem in hain olarak damgalanmasını haklı gösteren bir olgu yoktur,iktidar mücadelesi nedeni ile bu şekilde damgalanmış ve Türk olmadığına vurgu yapılmak istenmiştir.Oysa İttihat ve Terakki de başka milliyetlerden az sayıda şahıs olmakla birlikte,judaik olan ve mason tarzında örgütlenen bu yapılanmada kadroların çok büyük çoğunluğu Sabatayistir.M. Kemal bu partinin iki kongresine delege olarak katılmıştır.Selanik Sebatayların şehri iken,M. Kemal de Selanik doğumludur.Sebataistler iç evlilik yapar ve M. Kemal in eşi de Sebatay bir ailenin kızıdır.Bir Sabataycı bir kabalaist olarak Sebatayları birleştirmeye çalışan Şemşi Efendi nin, Sebataist çocuklarının eğitimi için kurup yönettiği Fevziye mektebinde M. Kemal de okuduğu bilinmektedir..İstanbul da da M. Kemal in evleri Fevziye mektebi ve Havra ile birkaç sokak yakınlığındaydı..Bunların yanında Ali Rıza Efendi nin Karaim Yahudi’si Karay Hoca yı Tevrat’ı M. Kemal e öğretmek üzere tayin etmesi,Yahudi Ansiklopedisi Encylopediajudacia da M. Kemal in Yahdi kökenli olduğunun tema edilmesi,uşağı Cemal Grand anın hatıralarında, M. Kemal in kendisine Sebataist kökenli olduğunu söylediğini belirtmesi,1911 de Küdüs te Ağlama duvarına giderek haç görevini yapmış olması,daha sonra otel de Filistin de ikamet etmekle birlikte Osmanlı tebaası olan gazeteci Hamar Ben Av inin yaptığı kendisiyle mülakat esnasında, M. Kemal in Yahudi kökenli olduğunu belirtirmiş olduğunu ve İbranice bir duayı okumuş olduğunu, 1942 de Kudüs te yayımlanmış olan makalesinde belirtmiş olması,ABD li Yahudi gazeteci Hillel Haklin nin 28 Haziran 1994 tarihli Forward gazetesinde M.Kemal in Yahudi kökenli olduğunu yazması,Sinoplu bakanlardan Dr Rıza Nur un Hayatım ve Hatıratım adlı kitabında da M.Kemal in Sabatayist olduğunu ve belirtmesi karşısında;Atatürk soyadı verilmiş olan M Kemal in esasen Türk olmadığını göstermektedir.Türk olmayan ve Mason locasının kurucu üstadı olan Talat Paşa ve M. Kemal in; tek dil, tek kültür, tek din, tek devlet, tek millet çizgileri temelinde her aidiyete red ve inkarı dayatmış oldukları anlaşılmaktadır.Temsil ettikleri bu çizgi bütün sorunların kaynağı olduğundan,bu çizgilerinde herhangi bir çözüm ve özgürlük aranamaz.
Sonuç itibari ile Ethem Bey in adının önüne etnik aidiyeti eklenerek hain olarak damgalanması, bütün Çerkezler açısından hukuksuz bir baskı yanında şaibe üretimine yol açmaktadır.Genel anlamda bütün Kafkas halklarının(Çerkezlerin,Lazların,Gürcülerin,Çeçenlerin)ulusal azınlık oldukları yasal çerçevede kabul edilmeli,dilleri,kültürleri anadillerinde eğitim hakları yasal güvenceye kavuşturulmalı ve kendirlerine dayatılan asimilasyonist politikalar terk edilmelidir.
Karaci, Romen, Mıtrıp, Elekçi, Çingan, Poşa, Abdal, Cono, Kıpti, Gevende, Şopar, Orum, Haymantos, Dom, Şıhbızınlı, Teber, Aşık, Arabacı, Luri, Luli, Lom gibi pek çok isimle adlandırılan Çingeneler, Aryan halk gruplarındandır, ve ana dilleri de Hint Avrupa dil grubu içerisinde bulunmaktadır.Çingeneler, dünyanın bütün kıtalarında ve pek çok ülkeye yayılmış şekilde bulunmakta olup, her yerde en alttakileri oluşturmaktadırlar. Tarih boyunca Kalderaşlar (Lovariler, Boyhalar, Luriler, Çurailer), Gianderler ve Manuşlar (Valsikanlar, Pimotesiler, Gayikanlar) şeklinde üç temel kola bölünerek adlandırılmış oldukları anlaşılmaktadır. Çingenelerin dünyaya bu şekilde yayılışı nedeniyle ana vatanları hakkındaki en yaygın tarih teorisi; Gazneli Mahmut un Sindh ve Penjap ı işgali sırasında 500.000 Karaçi yi (Çingeneyi) esir alarak köleleştirdiği, ve bunların köle olarak satılması üzerine de dünyaya yayılmış olduklarıdır. Çingeneler, Hindistan nın Pencap-Sind(Pakistan-Karaçi) nehir havzasından (o dönemde Pakistan ve Afganistan nın da içerisinde bulunduğu bölgedir)alınarak;Kürdistan,İran ve Anadolu üzerinden götürülmüş oldukları ileri sürülmektedir.Gerek Bizans döneminde,gerekse Osmanlı İmparatorluğu kayıtlarında İstanbul daki Çingeneler, “kipti” olarak adlandırılmıştır.Osmanlı döneminde, Rumeli topraklarında bulunan Çingeneler ayrı yönetim durumundaydı, ve Çingene sancağında kendi kendilerini yönetmekteydiler.Çingeneler in ulusal dini Romenipen olsa da; Hıristiyan,Müslüman ve Bektaşi olan Çingeneler de bulunmaktadır.Çingenelerin, bahçe tarımı yapan anaerkil bir toplum durumunda iken,çoban kabilleri tarafından göçebe zanaatçı durumuna sokulmuş olmaları da ihtimal dahilindedir.Anaerkil ve barışçıl toplumsal yapıları nedeni ile savaşlara katılmayı red ettiklerinden,ganimete ve toprağa da sahip olmamışlardır, ve bu nedenle de en alttakiler olarak yaşamışlardır.Kadını kişiliksizleştiren ataerkil topluluklar, Çingeneleri kendi topluluklarının sınırda yaşamaya zorlamış görünmektedirler.Çingenelerin,diğer temel bir özelliği de göçebe zanaatçı olmalarıdır.Çingeneler,Nazi Almanya sında Yahudiler ile birlikte soykırım süreciden geçirilmiş bir halktır.Çingeneler,Türkiye de hala eşit kabul edilmemekte, ve sürekli aşağılanmaktadır.Çingeneler, bir mahalle veya şehirden kovulurken, diğer bir şehir ve mahallede ise yerleşebilmelerine olanak tanınmadığını güncel olaylar nedeni ile biliyoruz..İnsanoğullunun kendi türünden olanlara yaptığı haksızlıklar içerisinde,herhalde en ağırı Çingenelere yapılanıdır.Yetmiş iki buçuk milletin “buçuğu” şeklinde nitelendirilerek,aşağılanmak istenen Çingenelere yönelen ırkçı gericilik kabul edilemez.Çingeneler,insanlığın eşit ve değerli bir parçasıdır,maruz bırakıldıkları aşağılanma, baskı ve haksızlıklara son verilmelidir.Çingeneler bir ulusal azınlık olarak kabul edilmeli, dilleri,kültürleri ve kendi dillerinde eğitim hakları kanuni güvencelere kavuşturulmalı,maruz bırakıldıkları asimilasyon politikaları terk edilmelidir.
Karadeniz’deki Pontuslu Rumlar, akrabaları olan Makedon,Yunan, Bizans ve Romalılardan farklı olarak Helendir, ataları da Milletlilerdir. Miletliler MÖ 2000 yıllarında Girit, Mora ve Yunanistan da hakimiyet kurdularsa da, Dorların saldırısı ve köleleştirme ihtimali karşısında; önce Ege ye, ve MÖ 100 yılında da Doğu Karadeniz e gelerek,Pont krallığını kurdular. Pontuslu Rumlar,Roma İmparatorluğunun, Bizans İmparatorluğunun ve 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet in bölgeyi fetih etmesi ile Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğine girdilerse de,20 yüzyılın başına kadar ulusal ve dinsel varlıklarını devam ettirdiler.1915 ile 1924 yılları arasında 1 milyon civarındandaki Pontuslu Rum, Rusya ya Yunanistan a ve Lübnan a göçertildi.Karadeniz de kendilerini saklayarak, yada din ve dil değiştirerek kalabilen Pontuslu Rumlar ise,ya asimilasyonu yaşayıp Türkleşmiş,yada gizliden dini ve milli aidiyetini yaşayıp sürdürebilmektedir.Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun, Gümüşhane deki nüfusun önemli bir bölümü zora dayalı asimilasyon çerçevesinde Türkleştirilmiş Pontus’lu Rumlar ile hala etnik ve dini kimliğini gizili olarak yaşayan Pontus’lu Rumlar’dan oluşmaktadır.
Huri ve Urartuları ataları kabul eden Ermenilerin(Armen) tarihteki adlarına öncelikle MÖ 625 te(kimi tarihçilere göre MÖ 612 de) kurulan Medya İmparatorluğu döneminde bir boy rastlanabilmektedir. Ermeniler de, Kürtler gibi Ari halk gurubunun mensubudur, ve Hıristiyanlığı kabul etmeden önceki tarihsel süreçte( MS 4 yüzyıl öncesinde) Zerdeştî (Zerdüştlük) dinine inanmaktaydılar. Bizans İmparatoru Konstantin’nin bütün dünyayı Hıristiyanlaştırma hedefi çerçevesinde Serhat bölgesini fetih etmesi ile birlikte, Ermeniler Hıristiyanlığı kabul etmeye başlayarak, diğer Aryan halk gruplarından ayrı bir ulus olma sürecine girdi.
Araplar ve İbraniler(Yahudiler) ile birlikte Sami halk grubunu oluşturan Asuriler; Hz. İsa’nın tanrı mı, tanrının oğlu mu, peygamber mi tartışması üzerinden gerçekleşen ayrışma üzerinden; Süryani, Keldani, Nesturi, Maruni isimleri altında alt gruplara ayrıldı.M.Ö. 1500 yıllarında Arabistan coğrafyasından güney Mezopotamya ya, ve daha sonrada kuzey Mezopotamya’ya yayılan Asuriler, Pontus’lu Rumlar ve Ermenilerin tersine Lozan’da dahi bir ulusal azınlık olarak kabul görmemişlerdir. Asuriler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Çingeneler, Gürcüler, Araplar, İbraniler (Yahudiler) in tersine Lozan’da azınlık kabul edilen Ermeniler ile Rumların ise, söz konusu antlaşmadan kaynaklanan haklarının dahi tam olarak uygulanabildiğinden bahsedilemez. Asurilerin Süryani koluna mensup olan Mehelmiler,1919 te Mardin Nusaybin Midyat ve Savur arasındaki alanda Kürt Ezidi,Ermeni,ve Kürt Müslüman olanlarla birlikte yaşamaktayken,İttihatçıların tek din, tek millet, tek dil, tek kültür siyaseti çerçevesinde zorla Müslümanlaştırılanlardır Mehelmiler, Kürt nüfusu içinde yaşamaktan dolayı Kürtçe konuşmakta ise de(Hatta Kürtleşmiş olanları bulunmakla birlikte),Kürt, Arap yada Türk değillerdir. Adı geçen bütün etnik kökenlerin aidiyetleri, dilleri, kültürleri ve eğitim hakları yasal güvenceye kavuşturulmalı, dini inançlarını özgürce yaşama olanakları sağlanmalıdır. Her aidiyetin demografik açıdan yerleşik bulunduğu yerleşim birimlerindeki eski isimlerinin(orjin isimlerinin) ivedilikle iade edilmesi için yasal düzenleme yapılmalıdır.
Başta Osmanlılık ilkesini (Osmanlının Birliği Çizgisini) savunan İttihattı Terakki, Balkanların kayıp edilmesi ile birlikte, İslamlık ilkesini(İslam Birliği çizgisini) savunmaya başladı.Ancak daha sonra Arabistan’ın da elden çıkması üzerine; Türklük-Türkçülük eksenli ırkçı çizgiyi esas almaya başladı.İttihadı Terakki Partisi, emperyalist bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesinden, diğer ulus, ulusal azınlık ve dinlerin reddiyesi, inkarı ve imhası temelinde devlet çarkı üzerinden totaliter-ırkçı bir devlet-ulus modelini kurmaya yöneldi. Kemalizm, İttihatçılığın kendisi ve devamıdır. Kemalizm kavramı altından devam eden tek millet,tek dil,tek kültür,tek din bu inkârcı, retçi, imhacı anlayışın diğer bir ifadesidir.1915 te İttihadı Terakki hükümetinin kararı ile bir buçuk milyon üzerinde Ermeni, Pontus’lu Rum, Asurî (Süryani, Keldani, Nesturi) ve Kürt Ezidisi göçertilirken, bir buçuk milyondan fazla bir nüfusları da toplu imha sürecinden geçirildi. Çok büyük ölçüde judaik ve masonik olan İttihadı Terakki partisinde Sebatayaların örgütlü olmaları, ve 4.Mehmet döneminden itibaren etnik ve dini aidiyetlerini gizlemeden, açıkça ve baskıya uğramaksızın yaşama olanaklarının ortadan kaldırılmış olması sebebi ile, toplu imha sürecine maruz kalmamışlarsa da, diğer gayri Müslimlerin göçertilmesi, toplu imha ve zora dayalı asimilasyona maruz bırakılması karşısında, söz konusu süreci gayrimüslimlerin toplu imhası şeklinde adlandırmak daha doğrudur.
Sebataylar; etnik köken anlamda İbrani ve dini açıdan Yahudi kökenlidir.1492 yılında İspanya daki Engizisyon mahkemelerinden kaçan Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğindeki Selanik şehrine yerleştirilmiş olmakla birlikte, zamanla imparatorluğun egemenliğindeki şehirlere de yayılarak yerleşmeye başladılar.Ancak Selanik,1924 kadar da bir Sebatay şehri kaldı.1629 yılında İzmir de doğan Sebatay Sevi hahamlık yaparken, 1648 yılında Yahudi din kitaplarını yeniden yorumlayarak vaazlar verdi, ve kendisini Mesih (Mehdi) ilan etti. Taraftarları çoğalmaya başlayınca, resmi Yahudilik görüşünü temsil eden hahamlar tarafından, Osmanlı padişahı 4.Mehmet’e şikayet edildiğinden, Padişah tarafından kendisine sunulan “öldürülmek veya Müslüman” olmak seçeneklerinden; “Müslüman olma alternatifini” tercih etiğini belirterek canını kurtardıysa da, örtük olarak inancını yaşamaya devam etti.Taraftarlarına da toplum içinde Müslüman gibi görünüp hareket etmelerini,buna karşın cemaatleri içresinde kendi inançlarını yaşamaya devam etmelerini salık verdi.Bunun üzerine Arnavutluk un Ülgün kasabasına sürgüne gönderildi, ve 1675 yılında bu kasabada vefat etti.Sebataylar,daha sonra teolojik görüşlerdeki yorum farkları ve liderlik çekişmeleri nedeni ile Karakaşi,Kapani,Yakubi daları altında üç gruba ayrıldı.Adlarını Sebatay Sevi’den alan Sebataylar, günümüzde de etnik ve dini kimliklerini saklamaya devam ettiklerinden, (yani kendi içlerinde Yahudi, dışarıda ise, “Müslüman Türk” olarak kendilerini tanıttıklarından) toplumda “dönme” denilerek ağılanmaktadırlar.Aslında Sebatayların dönmeliği zorunluluklar altında ortaya çıkmış olup,bir mağduriyet sürecinin olgusu olmakla birlikte, İtthad ı Terakki nin kuruluşu sürecinden itibaren siyasi,askeri ve ekonomik sistemin temel noktalarına yerleşmek ve sürekli devleti belirleyebilmek açısından gerici bir tercihe dönüştüğü de aşikardır.Her şeye rağmen sadece Sebataylara dönme denilmiş olması da haksızlıktır.Çünkü etnik veya dini kimliği üzerinden kendilerini ortay koymayanlara dönme denilecekse; diğer etnik ve dini aidiyetlere tabi olmakla birlikte, kendilerini etnik açıdan Türk ve dini açıdan da Müslüman olarak nitelendirilenlerin bütünü dönmedir.Sebataylar, kendi kimliklerini ortaya koymalı, iki dinli, iki ruhlu, iki kişilikli yaşamayı kabul etmemelidirler.Sebatayların son beş on yıllık süreçte ikiye bölünmeye başladıklarını, ve geçmişte bütününe yakını İttihatçı-Kemalist gericiliğin savunucuları durumunda iken, bir bölümünün bu çizgiden kopmaya başlaması ile birlikte, cemaatlerine özel olarak yüklenmenin gerçekleştiğini söylemek mümkündür.Genel anlamda Yahudilik ve özelde de bir yorumu olmakla birlikte,resmi yorumun dışına taşması nedeni ile İsrail devletinin Yahudilik içresinde görmediği Sebataylık üzerindeki mahalle baskısı, kin ve aşağılama hukuksuzdur, önlenmelidir. Her aidiyet gibi genelde Yahudilerin, ve özelde de Sebatayların aidiyetleri, dil, din ve kültürleri ile eğitim hakları yasal güvence altına alınmalıdır.Anti semitizim (Yahudi düşmanlığı) ırkçılık ve gericiliktir, kabul edilemez. Aynı şekilde Mısır’dan Fırat ırmağına kadar bütün toprakları Yahudi toprakları olarak algılayan Siyonizm de; daha büyük bir ırakçılık, gericiliktir.Siyonizim;Felaket niteliğindeki çatışmalar ve acılar dışında hiçbir sonuç doğurmayacağı açık olan uydurmalara dayalı cehalet çizgisidir.
Semavi dinlerin dışında olup, Batini bir din olan Zerdeştiliğin devamı durumundaki Ezidilik, Kızılbaşlık (Alevilik), Kakailik (Yarisani-Ehli Hak), Dürzîlik mensupları ise, Osmanlı İmparatorluğunun gerçekleştirdiği sistematik ve periyodik toplu imhalardan anlaşılacağı gibi,(Örneğin en ağır saldırıları gerçekleştiren Yavuz Sultan Selim ile Kuyucu Murat Paşa nın toplu imha ve sürgünlerinden anlaşılacağı üzere) Hıristiyanlar gibi milleti mahkuma olarak dahi kabul görmemişlerdir.Cumhuriyet döneminde de;“En hakiki mürşit ilimdir.” denilerek, Alevilerdeki pir ve mürşitlik makamı üzerinden ayrı bir inanç olan Alevilik(Kızılbaşlık) ötekileştirildi.Tek din ve tek kültür çizgisi temelinde, Alevilerin kendi inançlarından kaçması için, bir taraftan inançları hakkında gerçekdışı aşağılayıcı uydurmalar yapılırken, diğer taraftan İslam’ın bir mezhebi olduğu propagandası yapılarak asimilasyon politikası derinleştirildi.Teke, zaviye ve dergahlar kapatılırken,bakiyede sadece cami bırakıldı.Alevi, Ezidi ve Hıristiyan, Bektaşi köylerine cami yapma süreci başlatıldı.Daha önemlisi 1921 yılında Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki ordu, Sivas ve çevresi olarak tabir ettiğimiz Koçkiri de; 3000 Kürt Alevi köyünü yakıp yıkarak, toplu imha sürecini uyguladı.1937-1938 de ise Sakalı Nurettin in torunu olan Abdullah Alpdoğan komutasındaki ordunun karadan,buna karşın M. Kemal in manevi kızı ve ilk pilot Sabiha Gökçe nin de havadan yaptığı bombardımanlar çerçevesinde, Dersim yöresinde 80.000 civarında Kürt Alevi toplu imha sürecinden gerçekleştirildi.1924 de Diyanet teşkilatı devlet teşkilatının içerisinde kuruldu.1955 yılında ise,kontrgerillanın organize ettiği bir provokasyon sonucunda, 6–7 Eylül saldırıları gerçekleştirilerek gayrimüslimlerin malları yağmalanarak, göçmeye zorlandılar. Kızılbaşların İslam içerisine çekilmesi, ve asimilasyon sürecinin derinleştirilmesi için periyodik aralıklarla Malatya da, Kahramanmaraş ta, Çorum da, Sivas’ta (Madımak’ta) ve Gazi de toplu imha süreçleri uygulandı.Bu olaylar, Osmanlı döneminde Müslümanlara milleti hâkime, gayrimüslimlere de milleti mahkûma denilerek kurulan ötekileştirme sistemi ile toplu imha çizgisinin devam ettirildiğini göstermektedir.
Günümüz de ise, Kürt yerleşim birimlerinde son yirmi yıllık bir süreçte,normal sivil yaşam içerensindeki Kürtlere yönelik olarak gerçekleştirilen öldürme, yaralama ve kundaklama eylemlerinin sayısı 125.000 dir.Bu eylemlerin failleri olan İttihatçı-Kemalist kontrgerillacılar,diğer bir değişle Teşkilatı Mahsusa nın çocukları ortaya çıkarılabilmiş ve yargı önüne çıkarılmış değildir.Ayrıca dört bin köy yakılıp yıkılmış, ve dört milyon insan da zorla göçertilmiştir.1908 de İttihadı Terakki nin planlama, istihbarat ve gizli eylem dairesi olarak kurulan Teşkilatı Mahsusa, lokal adlar ve farklı isimler ile varlığını ortaya koymayı sürdürmekte, devlet adına imha pratiklerini gerçekleştirmeye de devam etmektedir.Devletin kontrgerilla birimleri bütün tetikçilerle birlikte ortaya çıkarılmalı, yargıya teslim edilmelidirler.AKP hükümetinin iradesizlikten, korkudan, ya da en üst düzeyde görev yapmış devlet adamalarının faili meçhul olarak nitelendirilen olaylarda sorumluluğunun bulunmasından, ve buna bağlı olarak devletin imajının tümden batabileceği kaygısından, yahut var olan hukuk dışı yapıyı(kontrgerillayı) ehilleştirip kendi denetiminde kullanabilmek isteğinden dahi olsa; bütün tetikçi ve planlamacıları ortaya çıkarmaması halinde,failler ile birlikte bütün olayların sorumlusuna dönüşeceği aşikardır. Toplu imha pratiklerine, ya da mekan ve zamana yaydırılmış imha eylemlerine katılmış bireylerin isimleri; yerleşim birimlerinin, parkların, yolların, caddelerin adı olmaktan çıkarılmalıdır.Toplu imha süreçlerinin bütününe karşı durmanın ve mağdurlara saygının bir sembolü olması açısından;toplu imha anıtı yapılmalı ve müzesi kurulmalıdır.Çeşitli süreçlerde toplu imhaya maruz bırakılanlar ile sürülmüş olanlara, ve çocuklarına vatandaşlık hakkı verilmelidir. Toplu imha süreçlerinin lokal düzeyde de olsa bir daha yaşanmaması ve tarihsel belleğimizin silinmemesi ile vicdanlarımızın da buharlaşmaması için, insanlık suçlarının bütününe karşıyız,eylem sahiplerinin de gücü ne olursa olsun karşıların da dururuz..
M.Ö. 3000 yıllarında (Birinci Zerdeşt Nebi Nuh döneminde), Kürtlerin ilk ulusal inancı güneş tapınmacı olan Mitra dinidir. M.Ö 2000 yıllarında bir Mitrai olan Hz. Halil İbrahim (Xelil Brahim(Halil İbrahim) – Huşeng) İkinci Zerdeşt olarak, Mitra’nın diğer değerlerini reddetmeksizin,sadece güneşin tanırının kendisi değil, ancak tanrının nuru olması nedeniyle kutsal olduğunu ortaya koyarak, tek tanrılı inanç olan Zerdeştilik dinini kuruluş sürecini başlattı.Zerdeştilik,tarım ve hayvancılık devrimi döneminin dinidir.Tarihin ilk tek tanrılı dini olan Zerdeştilik, M.Ö 7. y.y.’da Urmiye’de doğan Spitima ya(3.Zerdeşt e) tarihin ilk Kutsal Kitap olan Zend Avesta’nın gelmesi yanında,Gatalar(beyit ve deyişler ) şeklinde hırkalı pir ve dervişleri ile birlikte çalgılar eşliğinde vaazlar yaparak bu dinsel inancı reforme etmesiyle birlikte, Batini bir inanç durumunda bulunan Zerdeştilik; Med(Medya) İmparatorluğunun resmi dini haline geldi. Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq), Dürzilik,Şebekilik ve Bektaşilik gibi batini inançlar, Zerdeştiliğin bütün ritüellerini taşıyan birer yol olarak ortaya çıktı.
Bütün Batini inançlarda olduğu gibi Bektaşilikte de, iç evliliğin zorunluluğuna dayanan kan esası üzerinden inanç aidiyeti geçerken,Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra,inanç mensubu anne babadan doğmuş olmaya dayanan kan esasına dayalı aidiyet ilkesi kaldırıldı.Bektaşiler,bu yanları ile diğer Batini inançların mensuplarından farklılaşmaya başladı.Bektaşi olan bir halife babasının diğer dinlerin mensuplarına el vermesine(icazet ermesine) dayanan ikrarlar ile geçişlere imkan sağlanmaya başlandı.Bu yolla Bektaşi olabilmek;bir halife babanın icazetine(el vermesine) ve başka bir dinsel inançtan gelen kişinin de inancın yoluna girmek için ikrar vermesine dayandırılmaya başlandığından, Alevilik yanında diğer batini inançların tersine,gerek inanç ve gerekse kan ve milliyet esası bağlamında heterojen niteliğe kavuşmaya başladılar.Çünkü Bektaşiliğe diğer dinlerden geçmeye başlayanlar, daha önce tabi oldukları dinlerin bazı ritüellerini de kendileriyle birlikte taşıdıklarından,bu inanç Aleviliğin tersine heterojen halle gelmeye başladı.Bektaşilerin içinde İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık yanında Sebatayist inançlardan gelenler de bulunmaktadır.Bir süre sonra Bektaşilik Yeniçerilerin yoğun şekilde geçtikleri bir inanç haline gelmeye başladı ve bu Yeniçeriler in fetihçilik pratikleri çerçevesinde Alevilikten farklı olarak devletle birleşerek Balkanlara kadar yayıldı.Diğer batini inançlar(Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq), Durzilik) ise; hem milliyet bazında, hem de dini inanç ve ritüeller bazında esasen homojendir.
Zerdeştilikte var olan Mir(Poştnişin),Veli,Pir, derviş,murit tabakalaşma ve hiyerarşisine dayalı kast sistemini kabul etmek, semah, cem, aralık ayında üç günlük oruç sonrasında bayram yapmak, 21 Mart’ta Newroz bayramını kutlamak,hıdırelez şöleni yapmak,mehdi inancını taşımak, saz, kaval, kemençe, tef gibi çalgılar eşliğinde dini beyit ve deyişler söyleyerek müzikli dini ayin yapmak,ibadethane ve hukuki sorunların çözüm yeri olan Cem de gönül de tanrıyı tasarlayarak trans hali yaşamak, bu çalgıların ibadet aracı olması nedeniyle kutsal kabul etmek, Cem de Homa şerbetini içmek, dünya-ahret kardeşini (musahip) seçmek, doğanın canlı olduğunu kabul etmek, kanlı kurban geleneğinden uzak durmak, ruhun ölmezliği ve göçüne (devri don) inanmak, yeni doğan çocuk için tören yaparak isim vermek, 15 yaşında Pir önünde ikrar getirerek yola girmek, niyazda bulunmak, büyük veli ve pirlerin mezarlarını ziyaretgah kabul etmek, tanrının nuru kabul edilmesi sebebiyle güneşi ve dört temel unsur olan ateşi, toprağı, suyu havayı kutsal saymak, tanrının ruh olarak insanın içresine yansıdığına inanmak ve bu nedenle insanı kutsal sayarak, yaşama insan merkezli bakmak, kadını erkeğe eşit görmek, inanç mensubunun başka bir dinin mensubuyla evlenmesi halinde aforoz etmek, büyük velileriyle peygamberler arasına bir fark koymamak,büyük velilerinin mezar ve makamını ziyaretgah kabul etmek, Zerdeştin doğruluk, dürüstlük, temizlik, iyilik ve iyi davranış sözlerinde özetlediği ahlakı esas almak,başka inançlara karşı hoşgörülü olmak;Manilik,Mazdekilik,Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Tahtacılık, Ezidilik, Cercerilik,Kakailik (Yarısani-Ehli Heq), Durzilik, Şebekilik ve Bektaşilik gibi bütün batini inançlarda birer ritüel olarak devam etmektedir.Batini inançlarda,tanrının en çok bilinen adları Kürtçe dir ve sırasıyla;Huda,Yezdan(Ezdan),Sıltan ve Heq(Hak) şeklindedir.Semavi dinlerin kabul ettiği tanrı isimlerini bütün zulümlere rağmen kullanmamışlardır.Alevilerin HU şeklindeki selamları esasen Huda(Tanrı) ve Halil İbrahim in diğer Kürtçe isimi Huşeng in kısaltılmış ilk hecelerini ifade eder.Halil İbrahim(Helil Berhim) sözcük olarak Kürtçe de;”kaya önündeki tatlı(pestil) “demektir.İsim Bırahim şeklinde okunup telaffuz edildiğinde ise;”Kardeşkaya”demektir.Halil İbrahim in eşi Sare nin isimi ise Kürtçe de “serin,soğuk” anlamındadır.Halil İbrahim in çatıştığı ve akraba olduğu Nemrut(Nemirid) in adının anlamı ise Kürtçe de “ölümsüz” demektir.Nebi Nuh un isminin Kürtçe deki sözcük anlamı ise,”Yeni” demektir.Nuh un eşi Nama(Nema) nın isminin sözcük anlamı ise,”Kalmadı,Kalmayan” demekken,sadık dostları Lat ın Kütçe deki sözcük anlamı ise,”Kaya” demektir.Tufan esnasında Lat ın eşinin tanrısal emre uymayarak arkasına bakması nedeni ile Lat ın(Kaya nın)yanında taş olduğu dini kitaplarda yazılmaktadır.3.Zerdeşt Sipitima nın sözcük anlamı ise,”beyaz susuz kaldı” demektir.Kürtçe de Zerdeştin sözcüğünün anlamı; “Altınova ve sarı ova” demekten,Zerdest şeklinde yazılıp okunması halinde ise;”Altın el,Sarı el” anlamındadır.Pexember(Peygamber) sözcüğü de Kürtçe dir ve “ön açan,ön aydınlatan” demektir.Kürtçe de Huda(tanrı) sözcüğü;“kendisini veren,yaratan” demektir.Batini inançlarda tanrının kendisini insanın içine yansıtarak yarattığı ve tanrısal özün insanın içinden çıkması ile birlikte sadece bedenin öldüğü,ölümsüz ruhun ise başka insanda yeniden devri don olduğu kabul edilmektedir.Kürtçe deki bu sözcük anmaları ile her peygamberin döneminde yaşanan tarihsel olay ve olgular nazara alındığında adlar ile olaylar arasında bir paralellikte vardır.Bu Batini inançların hepsinde büyük Veli,Pir babası,Pir,Derviş,Mürid tabaka ve hiyerarşisi vardır.Bütün Batini inançların lokal düzeyde en büyük saydıkları bir Velileri vardır.En büyük Veli kabul edilen en olgun ruh ve iyi davranışında sahibi olarak tanrısal ruh ile birleştiğinden,felsefi düzeyde tanrılaştığı da kabul edilebilmektedir.Pir Kürtçe de dar sözcük anlamı ile “İhtiyar” demektir.Geniş anlamda ise,”ak sakalı,hukuk söyleyici ihtiyar,dede” demektir.
Mitra,Zerdeştilik,Manilik,Mazdekilik, Kızılbaşlık(Alevilik), Ezidilik, Kakailik, Şebeklik,Bektaşilik ve Dürzili gibi batini inançların bütünün doğuş yeri;Kürt yerleşim birimleridir.Bu batini inançların bütünü Kürtlerin yaratımıdır, ve Kürt ulusal inançlarıdır.Üç semavi din ise, Kürt yerleşim birimlerine sonradan ve dışarıdan gelerek giriş yapmıştır.Tahtacılık,Aleviliğin lokal bir yorumu iken,Cercerilik ise, Ezidiliğin lokal bir yorumudur. Cerceriler, Şeyh(Pir) Adi nin Araplara karşı yürüttüğü savaşta yenilmesinden sonra kendilerine sığındığını, ve diyanetlerine dışarıdan giremeyeceğini söyleyerek ayrılmış olan Ezidilerdir.Zerdeştilik ve birer yolu olan bu inançlar;bir felsefe olduğu kadar, bir kültür ve dinsel inanç durumundadır.Bu batini inançların ortaya çıkış süreci; tarihsel kaynakları anlamında semavi dinlerden önce olduğundan, ve Semavi dinlerle(Yahudilik Hıristiyanlık,İslam) ortak ritüelleri bulunmadığından;Manilik,Mazdekilik, Kızılbaşlık, Tahtacılık, Ezidilik, Kakailik, Şebeklik, ve Dürziliğin; İslam yanında diğer Semavi dinlerle bir ilişkisi bulunmamaktadır.Eğer ille de bir ilişki aranacaksa,Batini bir din olup tarihin ilk tek tanrılı,peygamberli ve kutsal kitaplı inancı olan Zerdüştiliğin(Zerdeştiliğin) ve bunun birer lokal yorumu ve yolu durumundaki Mazdikilik,Alevilik, Ezidilik,Kakailik (Yarısani-Ehliheq) Şebekilik, Dürziliğin bazı kurum ve ritüellerinin söz konusu üç Semavi din tarafından aynen, yada başka yorumlayışlar ile alınmış olduğunu söyleyebiliriz.Maniliğin yaratıcısı olan Mani de bir Zerdeştidir,ancak bu din ve felsefeyi yaşadığı çağa göre bazı yanları ile yeniden yorumlayarak, Mani dinini kurmuştur.Bu Batini inançların bütününde bugünkü bilimsel sosyalizm nitelinde olmasa da bölüşümcülük açısından sosyalizan bir yan vardır.M.S. 4 yüzyılda Sasani İmparatorluğu hanedanın dayattığı ağır zülüm ve yoksulluk karşısında bir Zerdeşti olan Mazdek ; yarin yanağından gayri her şeyin mutlakçı eşit bölüşümünü savunarak halk kitlelerinin ayaklanmasına önderlik etmiştir.Ancak egemenler kendisini gözden düşürmek için, kadınları bölüşmeyi önerdiğini söyleyerek dezerformansiyonlar da bulunmuşlardır.Çinlilerden alınan bir büyücülük tekniği olan ve bugün dahi Moğolistan bozkırlarında rastlanmakta olan Şamanizimin de, din tarihçilerinin ortaya koyduğu gibi; Alevilik ve söz konusu diğer batini inançlarla bir ilişkisi bulunmamaktadır.Alevilikte büyücülük yoktur.Zerdeştilik dini ile bu dinin birer yorumu,yolu ve devamı olan Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Tahtacılık, Ezidilik,Cercerilik, Kakailik (Yarısani-Ehli heq) Şebekilik, Durzilik inançlarının mensupları farklı dini aidiyetleri kültür ve felsefeleri sebebi ile sürekli toplu imhalara maruz kaldıklarından, korunabilmek ve inançlarını yaşamak açısından kendilerini topraktan (tarımdan) ve ticaretten kopararak en ulaşılmaz dağlık alanlara sığınmak durumunda kalmışlardır.Bu batini inançlar üzerindeki baskı ve saldırılara son verilmelidir.Tarih boyunca maruz bırakıldıkları ağır zulümler nedeniyle mensuplarından özür dilenmelidir.Dini aidiyetleri,kültür ve yaşam felsefeleri yasal güvence altına alınmalı,asimlasyonist politikalar ile yaftalamalar terk edilmelidir.
Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; Türkiye ye faili meçhul olarak bırakılmış öldürülme, yaralama ve kundaklamalardan kaynaklanan mağduriyetler ile köyleri yakıp boşaltmaktan kaynaklanan zararların tam olarak tazmini için, iç hukuk yolunun yaratılması sorumluluğunu yükledikten sonra, 5233 sayılı yasa çıkarılmış oldu. Ancak 5233 sayılı yasada;göçertilmiş olan köylüler veya faili meçhul bırakılmış siyasi cinayetler sonucunda müşteki durumuna düşen bireyler ile maktullerin aile bireyleri açısından, manevi tazminat alma hakkı düzenleme dışı bırakıldığı gibi, olay tarihinden itibaren veya başvuru tarihinden itibaren yasal faiz talep edebilme imkanı da sağlanmamıştır.Dosyanın avukat ile takip edilmesi halinde, avukatlık ücretinin devletçe ödenmesi gerekirken, avukatlık ücreti de hukuka aykırı olan 5233 sayılı yasada düzenlenmediğinden, mağdurların sırtında bırakılmıştır. Faili meçhul öldürme ve yaralamalarda; olay tarihinden itibaren 65 yaşına kadar tüm gelirlerin (hesaba esas alınacak bordro olmaması halinde) karar tarihinde geçerli asgari ücretin brüt miktarı üzerinden emeklilik dönemini de kapsayacak şekilde hesaplanması gerekirken, mevcut yasada, katıl edilmiş olan herkes yönünden toplam 20 bin liranın mirasçılarına verilmesi hukuksuzudur. Köy zararlar açısından ise, Kürt yerleşim birimlerinde bütün alış veriş ilişkilerinin yazılı belge düzenlenmeksizin şifai usullerle yapıldığı bilinmesine rağmen, köydeki evinden sürülmüş köylünün kira masraflarını ödememek için 20 yıl öncesine ilişkin kira kontratların, vergi kaytlarının istenmesi, hayvan zararlarını ödememek açısından da 20 yıl öncesine ait hayvan tutanağının, aşı belgesinin, vergi kaydının ispat şartı olarak aranması, yakılıp yakılmış evlerin son 15–20 yılda köylüler tarafından kullanılmamış olmasına rağmen, yararlanılmayan yılların dahi amortisman indirimine konu edilerek köylülerin tazminatlarından indirime gidilmesi, arazi ve meyve ağaçlarının hesaplanan zararları üzerinden de Valilik Zarar Tespit Komisyonlarınca hakkaniyet indirimi, kuraklık indirimi,yıl indirimi, nadas indirimi adı altında keyfi,yasadışı yorumlar esas alınarak alacaklarından indirimlere gidilmesi,12 yıl boş kalan köylere 4-5 yılla sınırlı mahsul zararı hesaplanarak ödenmesi hukukun tümden tahribidir. Zarar Tespit Komisyonlarındaki 7 üyeden hiçbirinin hakim olmaması, ve tazminat hukukunu bilmemeleri, ayrıca bütün komisyon üyelerinin komisyon başkanı olan Kaymakam veya Valilere özlük hakları anlamında bağlı ve gözlerine bakan birer memur olması diğer bir hukuksuz durumdur. Valilerin ve Kaymakamların ağızlarına bakan komisyon üyeleri zarar dosyalarını devlet adına ucuza kapatmak için yarışmaktadır.5233 sayıl yasa ile bağlı yönetmeliği ve genelgesi tatmin edici ve adil bir ödemeye imkan verecek şekilde, yeniden düzenlenmelidir. 5233 sayılı yasanın süresi uzatılmalı ve henüz başvurusunu yapmamış olanlara da hak kaybı yaşamamaları açısından, başvuruda bulunma imkanı verilmelidir.
Kürt yerleşim birimi durundaki bütün köy mezra kasaba il ve ilçelere ivedililik yapılacak yasal düzenleme ile orjin adları iade edilmelidir
Özel, olağanüstü ve siyasi yargılamaların halkın adalet duygusunu zedelemesi sebebi ile Af; toplumdan ve biz hukukçulardan gelen bir talebe dönüşmüştür. Ayrımsız bir genel af ilan edilmelidir.
Siyasi partiler,siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurudur.Ancak Türkiye de devlet yönetimi üzerinde doğrudan denetimi bulunan askeri ve bürokratik gücün; resmi ideolojinin ihtiyaçlarına göre mevzuatı ve yargı erkini düzenleterek,siyasi partiler mezarlığı yaratmış olması kabul edilmezdir.Partilerin tüzel kişiliğini temsil eder durumdaki genel merkez yöneticileri şiddete karışmadan ve ırkçı eylemlerde bulunmadan hiçbir parti kapatılmamalıdır.Seçimlerde uygulanan % 10 luk baraj;temel bir hak olan seçme ve seçilme hakkının sınırlandırılmasıdır,halk kitlelerinin iradelerinin tam olarak meclise yansıması ile katılımcılığın engellenmesidir.Bu nedenle baraj düzenlemesi hukuksuz olduğundan, kaldırılmalıdır.
İnsanlığın önemli tarihi ve kültürel alanlarından biri olan Hasankeyf’in, sırf Türkiye metropollerine enerji ürütmek için baraj suları altında yok etme projesine tabi tutulması, ve maliyetin yükselmemesi açısından da başka bir güzergâhın tercih edilmemesi hukuksuzudur, kabul edilemez.
Devletin operasyonlarında Kürt yerleşim alanlarının çevresindeki bağlık bahçelik, ormanlık alanları barınan hayvan türleri ile ateşe vererek yakması, doğa ve çevrenin tahribi yanında, ekolojik dengenin yıkılmasıdır.Bu tür Anayasal suçlara son verilmelidir. Bu tür yakma olaylarının nedeni ne olursa olsun; ağaç, bitki ve hayvan türlerinin yok edilmesi nedeniyle, yaşamın tahribi niteliğindedir. Dersimde de, Munzur un doğal yapısı ile korunması zorunludur, dokunulması kabul edilemez.
Karadeniz sahillerinin taş, kaya ve beton ile doldurularak; halkın denizden doğadan ve çevreden yararlanma hakkının ortadan kaldırılması da hukuksuzdur, kabul edilemez.
Bergama köylüleri gibi, Siyanür liç yöntemi ile altının zenginleştirilmesine karşıyız. Cevher çıkarılırken patlatılan dinamitler ile cevheri kırıp öğütmede gürültü kirliliği ortaya çıkmaktadır. İşletmelerde uygulanan kimyasal prosesler, ortaya çıkan artıklar ile siyanür bileşkeleri çevreyi, doğal yaşamı, tarımı, hayvancılığı ve ekolojik dengeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Maden kaynaklı olan siyanür bileşikleri ile katı artıklar yer altı ve yüzey sularını da kirletme riskini taşımaktadır.
Yukarıda sıraladığımız siyasi-toplumsal-kültürel ve diğer boyutları ile hukuksal sorunları kendilerine konu edinmeyenlerin ve herhangi bir hukuki düzenleme önermeyenlerin hukukçu olabilmesi, ve yönetiminde bulundukları kurumunda, hukuk kurumu niteliğine kavuşması olanaklı değildir.
Biz Devrimci Demokrat Avukatlar Gurubu olarak; kısır döngüye, edilgenliğe, eklemlenme kültürüne, seçeneksizliğe mahkum değiliz.Atıfta bulunduğumuz siyasi-toplumsal sorunlar aynı zamanda temel hukuksal sorunlar durumundadır.Grubumuz diğer gruplar gibi, toplumsal sorunlara sırtını dönerek, gündemleştirmekten kaçınarak, mevcut gerici statükonun direk, veya dolaylı bir parçası olmayacağı gibi, Meslek sorunları açısından da en kapsamlı programını ortaya koyarak pratik mücadelesini vermeye hazırdır. Meslek sorunların bütününe pratikte de çözüm getirebilecek tek grubuz. Mevcut grupların on yıllardır hiçbir meslek sorununu çözmemiş olması da, bu saptamamızın bir kanıtıdır.
DEVRİMCİ DEMOKRAT AVUKATLAR GRUBU MESLEK SORUNLARININ EN KAPSAMLI PORGRAMINA SAHİP OLDUĞU GİBİ, PRATİKTE DE ÇÖZÜM GETİRECEK TEK GRUPTUR.
Bütün yasal mevzuat, cins ayrımcılığından ve kadın aleyhine getirilen düzenlemelerden arındırılarak değiştirilmeli, siyasi, sosyal ve hukuki zeminde kurulan bütün kurumlarda, kadınların temsiliyetinin sağlanması açısından % 50 kadın kotası getirilmeli, hamilelik dönemi ile doğumdan 6 ay sonraki süre açısından, faizsiz ancak geri ödemeli kredi sağlayan bir dayanışma fonu kadın avukatlara tahsis edilmeli ve kreşler oluşturulmalıdır. Bu yolla ev işleri ve çocuk bakımının kadınlara yüklediği ağır sorunlar yanında, hamilelik döneminin müvekkilleriyle ilişkilerinde yaratmakta olduğu olumsuz durumlar sınırlandırılmalıdır.
Yapılan Anayasa değişikliklerini destekliyoruz, ancak değişikliklerin ihtiyaçları karşılamadığı da aşikârdır. 12 Eylül Faşist Darbesinin ürünü olan ve değişik tarihlerdeki yapılmış değişiklikler sonucunda sistematiği bozulan Anayasa, getirmiş olduğu kurumlarla birlikte ortadan kaldırılmalı, ve yeni bir anayasa yapılmalıdır. Anayasal bir kurum olarak düzenlen YÖK, HSYK, MGK’nın varlığı ile genel anlamda askerlerin siyaset alanındaki vesayetine (filli yönetimine) karşıyız. Hakimlere yer ve görev güvencesi verilmeli, yargıçlık ve savcılık meslekleri arasındaki geçişlere son verilmeli, özlük hakları, atanma ve disiplin kurulu kararlarına karşı yargı yolu yasa ile düzenlenmelidir. Hakim ve savcılar yanında, diğer bütün memurlara toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkı sağlanmalıdır.Hakimlik ve savcılık yapacaklara, asgari 5 yıl avukatlık yapma şartı getirilmeli ve beş yıl avukatlık yapmış her avukatta istem ve sıraya bağlı olarak hakim ya da savcı olabilmelidir.
Yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi için hakim ve savcıların her türlü güç odağının etkisinden kurtarılması zorunludur. Adil yargılanma hakkını sağlamak ve halkın hak arama hürriyetinin sınırlarını genişletmek için mücadele etmeyi esas alıyoruz. Çatışan devlet içi siyasi güç ve akımlardan birine eklemlenerek gündemlerinin bir parçası olmak yerine, halkın ve toplumsal özgürlüğün gerçekleşmesinden yana taraf olmak için varız.
Yargı reformu zorunludur. Ancak var olan totaliter-otoriter, anti demokratik yargı kurumsallaşması ve işleyişi ortadan kaldırılmaksızın, yargı reformunun yapılabilmesi olanaklı değildir. Savunma kurumsal açıdan yargılama içerisinde en etkin unsur haline getirilmeden, hukukun üstünlüğüne uygun demokratik ve hukuksal bir yargılama olanaklı değildir. Hak arama hürriyetinin, adil yargılama hakkının, yargılama içerisinde silahların eşitliği ile kararların standardizasyonun sağlanabilmesi için mücadele edeceğiz. Savunma; yargı erkinin en önemli ayağıdır ve kutsaldır. Savunma hakkının totaliter bir anlayışla kısıtlanmasına, ve yargının da sadece hakim ile savcının devlet adına etkinliğiymiş gibi gösterilmesine karşı mücadele edeceğiz. Yürütme ve yasama karşısında; yargının bağımsızlığı ve yargı içerisinde de savunma erkinin bağımsızlığı ve etkinliği esastır.
Avukatlar tacir değildir,ekonomik ve mesleki sorunlar üzerinden kendisini ve kurumu olan Baro yu sınırlayamaz.Avukatlık toplum adına bir kamu hizmetidir. Savunman; halkın hak arama özgürlüğü ile toplumsal – siyasal özgürlük alanını genişletmeye katkıda bulunmak için mücadele eden bir neferdir. Avukat kanuni güvenceye kavuşmuş özgürlüklerin korunması, ve var olan özgürlük alanının da genişletebilmesi için vardır.
Her adliye binasında olduğu gibi, her cezaevi, jandarma ile polis karakolunda avukat görüşme odaları oluşturulmalıdır. Baroların bu odaları düzenlenme ve periyodik aralıklarla kontrol etme yetkisi olmalıdır. İnfaz kurumlarına girişte, avukatlar x-ray cihazından geçirilmelerine rağmen, kemer ve ayakkabılarının çıkartılması onur kırıcıdır.Baroların bu ve benzeri uygulamalara karşı hiçbir mücadelede bulunmaması ise,utanç vericidir.
CMK kapsamında yapılan hizmetler için makbuz düzenlenmiş olmasına rağmen, ücretlerin uzun süre ödenmemesi, savcıların avukatın ita amiri haline getirilmeleri, ve CMK dosyalarının ücretlerinin asgari ücret altında tutulması ile dava dosyalarının fotokopi ve ulaşım masraflarının avukatların sırtında bırakılması kabul edilemez.CMK hizmetinden doğan dava ve işlere diğer avukatlık hizmetleri ile davalara uygulanan ücretler eşit olarak uygulanmalıdır.CMK hizmetinden doğan ücretlerin düşüklüğü; adil yargılama hakkının ve hak arama hürriyetinin tam olarak gerçekleşmesine engeldir.Avukatın ayını işe, aynı ücreti almaması halinde CMK hizmetlerinden kaynaklanan dosyalara gereken ehemmiyeti vermemesi gibi bir durum ortaya çıkarabileceğinden, adaletin tam olarak gerçekleşmesine engel oluşturabileceği kanısındayız.Avukatların CMK ile Adli Yardım çerçevesinde yaptığı hukuki yardımlar kamu hizmeti niteliğinde olduğundan ve bu hizmetler açısından belirlenen ücretler de düşük olduğundan, bu yardımlar nedeniyle ödenen ücretler bütün vergilerden muaf tutulmalıdır.Özellikle bir kamu hizmeti olan avukatların hukuki yardımı üzerinden, KDV alınmamalıdır. KDV ile diğer vergilerin, CMK ve Adli Yardım hizmetleri üzerinden de alınması; halkın adalete ulaşımını ve hak arama hürriyetini de sınırlandırmaktadır.Hak arama özgürlüğü; sadece parası olanların bir ayrıcalığına düşürülmemelidir.
Adli Yardım hizmeti açısından öngörülen ücretlerden %10 oranında yapılan TBB keseneği alınmamalıdır.Adli yardım kurulunda yer alan ve ayda 1–2 nöbette bulunarak gelen dosyaları tevzi eden avukatların sabit ve belirli kişilerden oluşturulması hukuksuzdur.Adli yardım kurulunun nöbet sisteminin merkezi kurulda yer alan belirli avukatlarla sınırlı tutulması, ve bu kurul bünyesinde iş tevzi edilen tüm avukatları bir sıra dahilinde kapsaması gereklidir. Mevcut uygulama ise, avukatlar arasında eşitlik ilkesine aykırı, adaletsiz bir durum yaratmaktadır.Adli yardım çerçevesinde doğan dosyaların düzenlenmiş bir bilgisayar programı üzerinden, sıra esasına dayalı olarak ve otomatik şekilde kurul bünyesinde çalışan tüm avukatlara tevzi edilebilmesi ise en doğru uygulama olacaktır.
Adalet; hızlı etkin ve en az masraf ile gerçekleştirilmelidir.Uzun süreye yaydırılan davalar, mağdurun daha da mağdur olmasına yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki; geciken adalet, adalet değildir, çok masraflı adalet de, adalet sayılamaz.
Hâkim ve savcıların kürsüde yan yana bulunması, buna karşın avukatın kürsünün altında oturtulması, AİHM’ inde kararlarında belirttiği gibi; yargı erki unsurlarının eşit derecede etkinliği, savunma hakkı, adil yargılanma hakkı ile silahların eşitliği ilkelerinin ihlalini oluşturur. Bu durumda Avukatlara, hâkimlerin sol tarafında ve savcının karşısında olmak üzere, aynı hizada yer oluşturmalıdır. Bu yapılmadığı durumda, savcılar da, hâkimlerin bulunduğu mahkeme kürsüsünün altına, ve avukatlarla aynı hizaya indirilmelidir. CMK’nın 231/4 maddesi gereğince, avukatların sadece hüküm fıkrası okunurken ayağa kalkacağı düzenlendiğinden, sadece bu aşamada ve savcıların da ayağa kalkması şartı ile, avukatların ayağa kalkması uygulamasının da Baro tarafından başlatılması zorunludur. Yani avukat, sadece hükmün okunduğu anda ayağa kalkabilmeli ve savcının da ayağa kalkmasını sağlamalıdır.
Geçen yüzyılın başından kalma Avukatlık Kanunu köhnedir,günün ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaktır.Bu nedenle Barolar Birliği ve Baro Başkanları ile tercih edilecek bazı akademisyenlerden oluşturulacak bir kurulun hazırlayabileceği bir taslak,bütün meslektaşlarımızın eleştirisine açıldıktan sonra, son şekli verilerek tasarı haline getirilmeli, yasalaştırılmalıdır.
Avukatlara yeni iş alanları açmak açısından; gayrimenkul alım satımı,kira, bir kısım noterlik hizmetlerinin avukatlar tarafından yürütülmesi,vekalet düzenlemek açısından avukat ile vekalet verenin imzasını taşıyan bir belgenin avukat tarafından düzenlenmesinin yeterli görülmesi,yada vekalet düzenleyebilme yetkisinin Baro ve avukatlara da verilmesi,koruyucu avukatlık hizmetlerinin kurumsallaştırılması için kanunda düzenleme yapılması gereklidir.
Avukatlık ücretinin ödenmiş olduğunu gösteren serbest meslek makbuzları Mahkeme ve mercilere sunulmadan,avukata vekaletname tevdi edilmiş olsa dahi, avukatın davaya katılmama hakkının kanuni düzenlemeye kavuşturulması gereklidir.
Bütün Baroların, Türkiye Barolar Birliğinde ve kongrelerinde katılımcı,demokratik ve temsilde adaleti sağlayacak bir çerçevede temsiliyetinin sağlanabilmesi açısından Avukatlık Kanunun da gerekli değişiklik yapılmalıdır.İstanbul Barosunun doksan delege ile temsil edilirken, diğer Baroların yüzde seksenin ise, iki üç delege ile sınırlı olarak temsiliyeti yerine, daha adil bir düzenleme yapılmalıdır.
Bağlı avukat olarak çalışan meslektaşlarımız işçi konumundadır.Bu durumdaki meslektaşlarımız açısından avukatlık kanununda 12/C maddesi dışında uygulanacak bir madde bulunmadığından, bağlı avukatın ücret ve çalışma koşullarına iş kanunu dışında uygulanabilecek bir kanun görülmemektedir.Bağlı avukatlar açısından, var olan yasal boşluk avukatlık kanunu içerisinde yapılacak düzenlemeler ile giderilmelidir.Şirketleşen büyük hukuk büroları, avukatlık “piyasasının” ekonomik egemeni olmaya başladığından, mesleğe yeni başlayan avukatlar bürolarını kapatarak, veya büro açamayarak ilgili şirketlerin ücretli işçisi olmaya zorlanmaktadır.Yaygınlaşmaya başlayan bu durum, mesleğe yeni başlayan avukat arkadaşlarımızın düşük ücret ile diğer bir meslektaşının hiyerarşisi altında çalışmaya zorlamaktadır.Bu durum avukatlar arasında eşitsizlik yaratırken, avukatın bağımsızlığı ilkesini zedeleyerek, “patrona bağlı” kişilik haline getirmektedir.Avukatlık mesleğinde hukuk bürolarının şirketleşmesi avukatın bağımsızlığı ilkesini tahrip ettiğinden, tümden ortadan kaldırılmalı, ya da en azından sınırlandırılmalıdır. Avukatın meslek sırrı, işi red etme hakkı, Baro aidatı, telif hakkı, iş akdinin fesih koşulları, çalışma süre ve koşulları, ihbar, önelin, avukatın bağımsızlığını koruyan avukatlık tip sözleşmesinin avukatlık kanunu içinde düzenlenmesi gerekmektedir.
Kamu İktisadi Teşebbüslerinde ve Kamu Kurumlarında sürekli-kadrolu memur olarak çalışan bütün avukatların, Baro levhasına yazılması zorunlu olmalı, ve tabi oldukları kamu kurumunun kanun ve yönetmelikleri de avukatlık kanununa aykırı olmadığı sürece uygulanabilmelidir.Kamu Avukatlarınca ödenecek Baro aidatının da kurumlarınca ödenmesi için yasal düzenleme yapılmalıdır.Kamu avukatlarının mesleki bağımsızlığı sağlanmalı,idarenin vesayeti ile memur avukat statüsünden kurtarılmalıdırlar.
Baro kurullarında görev almak için, avukatlara yıl bazında kıdem şartı getiren ve kesinleşen bir mahkumiyet kararı olmasa dahi 2 yıldan fazla hapisle yargılanma halinde dahi kurullara seçilememe düzenlemesini getiren avukatlık kanunun 90.,113 ve 114.maddeleri;seçme seçilme hürriyeti ve masumluk karinesi gibi temel haklara aykırıdır, kaldırılmalıdır.Avukatlık Kanunun 90.maddesi; Yönetim kurulu adayı olma şartını 5 yıl avukatlık yapmış olmaya, ve Baro Başkanı adaylığı ile TBB delegasyon adaylığı açısından 10 yıl avukatlık yapmış olmaya bağlamış olduğundan, bu düzenleme eşitlik ilkesine, katılımcı ve demokratik Baro anlayışına aykırıdır.Stajyer edinmek açısından avukatın en az 5 yıl avukatlık yapmış olması şartını getiren düzenleme de stajyerin tercih hakkını daralttığından, kaldırılmalıdır.
Staj kredisi yönetmeliği değiştirilmeli,İl Baroları staj kredisinin dağıtımında inisiyatif sahibi haline getirilmelidir.Staj kredileri, avukatların vekâletnamelere yapıştırmak zorunda oldukları pul ücretlerinden sağlanan bir fondan sağlanmaktadır. Avukatlık kanunun 27. maddesi, staj kredisini “Barolarca Yapılacak Yardım” olarak tanımladığına göre, bu kredi meslektaşlar ile dayanışma ve yardımlaşma niteliğindedir.Genç avukatların ağır ekonomik sorunları nazara alınarak; yardımlaşma ve dayanışma niteliğinde olan staj kredisi geri alınmamalıdır.Stajyerlik süresince, Stajyerin ücret alamayacağına ilişkin düzenleme emek sömürüsüdür, temel bir hak olan çalışma hakkı ile emek karşılığında ücret hakkına da aykırıdır, kaldırılmalıdır. Stajyerliğin başlamasıyla birlikte; sosyal güvenlik hakkı başlamalı, ve stajyerlikte geçen süre de emeklilik için öngörülen süreden sayılmalıdır.Stajyerler açısından tümden uygulamaya dayanan meslek içi eğitim esas alınmalıdır. Mesleğe yeni başlayacak meslektaşlarımızın ruhsatlar açısından ödemek zorunda olduğu Baro ödeneği ile TBB harcının ödenmemesi için düzenleme yapılmalıdır.Mesleğe yeni başlayacak avukatlara devlet bankalarınca düşük faizli kredi verilmesi için de düzenleme yapılmalıdır.Ekonomik olanaksızlıklar nedeniyle bürosunu kuramamış avukata; kendi müvekkili ile görüşebileceği, çalışmalarını yapabileceği, kütüphaneli-bilgisayarlı görüşme odaları oluşturulmalıdır. Avukatların iş alanlarının genişletilmesi, ve savunma olmadan yargı olmaz ilkesinin ihlal edilmemesi açısından, özel hukuk davaları dahil, her davada zorunlu müdafilik bulundurulması için düzenleme yapılmalıdır. Bu yolla usul kurallarını, prosedürü ve delil değerlendirme olgusunu bilmeyen vatandaşların hak kaybına uğramasının önüne geçilmelidir. Devletçe Hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkının kısıtlanmaması, ve sadece ekonomik olanağı olanların bu hürriyetleri kullanabilir olmaması açısından; yargı harçları mevzuatı ve uygulaması da ortadan kaldırılmalıdır. Davalar harçsız açılmalıdır.
Özel ve paralı vakıf üniversitelerinde hukuk fakültelerinin açılmasına son verilmelidir. Daha doğrusu paralı vakıf üniversitesi kurma imkanı getiren düzenleme ortadan kaldırılmalıdır.Paralı vakıf üniversiteleri yüksek lisans programına girmeye hak kazanma imkanı olmayan üst sınıflara mensup ailelerin çocuklarına daha düşük puanla ve eşitlik ilkesine aykırı olarak üniversite okuma aracı olan ticari kuruluşlar niteliğindedir.Bu ticari kuruluşlar eğitim ve avukatlık mesleği kalitesini düşürmektedir.
Adalet Bakanlığının,Barolar ve Barolar Birliği üzerindeki kanuni vesayet denetimi ise, baroların bağımsızlığı ilkesine aykırıdır,kaldırılmalıdır.
Her il Barosunun, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunun hukuka uygun, adil ve etkin kullanılabilmesi açısından Fonun yönetiminde inisiyatif haline getirilmesi için yasal değişiklik yapılmalıdır.
Vefat, kaza,saldırı ve gözaltı hallerinde meslektaş ile yardımlaşmak ve dayanışmak için acil müdahalelerde bulunacak Acil Durumlar Kurulu oluşturulmalıdır. Avukat saldırıya uğradığında, ya da hakkında bir dava açıldığında mesleki yardımlaşmanın bir gereği olarak, yönetim kurulu meslektaşın yanında yer almalı,diğer meslektaşları da aynı dayanışmayı göstermeye çağırmalıdır.
Ankara Barosu, ihtiyaç sahibi avukatların barınacağı bir huzur evi veya bakım evi oluşturmalı ve maddi desteğe ihtiyacı olan avukatlara da maddi destek sağlamalıdır.
TBMM gündeminde kanun tasarısı şeklinde bulunmakta olan Kayıtlı E Posta sisteminin yasallaşması ile birlikte,ivedi olarak bu sistemi Ankara Barosunda kurmalıdır.
Ankara Barosu Yönetim Kurulunun, Ankara Barosu Yardımlaşma Sandığı Yönetimi ve işleyişi üzerindeki yetkileri kaldırılmalıdır. Sandığa üyelik; düşük aidatla cazip hale getirilmeli ve katkı sunmak isteyen bütün avukatların yönetim ve denetimdeki geniş bir kadro aracılığı ile katılımcı bir çerçevede yönetimi sağlanmalıdır.Bu katılımcı yönetimin sağlanabilmesi için, gerekli yasal değişikler yapılmalıdır.
Avukatlara yapılan sağlık yardımının limitleri artırılmalı ve aynı orandaki sağlık yardımının eş ve çocuklara da sağlanabilmesi için yönetmelikte değişiklik yapılmalıdır.Yönetmelikte tarif edilmiş olmakla birlikte, henüz uygulanmayan bir yardım türü olan munzam emeklilik yardımının ivedilikle işler hale gelmesi için girişimlerde bulunmalı,vefat halinde avukatın yakınlarına ödenecek yardım tutarının da makul bir seviyeye çıkarılması açısından çalışma yürütmelidir.
Çocukların bulunduğu infaz kurumlarında, mevcut uygulamaların izlenmesi amacı ile bağımsız denetim kurulları (Cezaevi İzleme Kurulları) oluşturulmalıdır.Çocuk hakları açısından özel çalışma yapabilecek bir kurul oluşturmaktan yanayız. Siyasi suç isnat edilen çocuklar, özel, olağanüstü yargılama yapan Özel Ağır Ceza Mahkemelerinde değil; hukuken çocuk mahkemelerinde yargılanmalıdır.Çocuklar, siyasi mahiyetini dahi idrak edemedikleri bir yürüyüşe katılım sağladıklarında, ya da sırf taş atmış olduklarından;örgüte yardım yataklık ve örgüt üyesi olmak suçlaması ile Ağır Ceza Mahkemelerinin karşısına çıkarılarak, hukuk ve toplumun adalet duygusu tahrip edilmemelidir.Devletin politik ihtiyaçlarına göre politize edilmiş yargının bağımsız, tarafsız ve adil olabilmesi olanaklı değildir.Bağımsız ve tarafsız yargı erkinin var olmasının ön koşulu,hakim ve savcıların görevlerini yürütürken;ideolojik düşüncelerinden,duygularından,medyanın ve toplumun yaratığı basınçtan,devlet adamı ve kurumlarının yönlendirmelerinden kendilerini soyutlayarak,sadece inceleme konusu olan dosyadaki deliller ve hukukun prensipleri ile bağlayabilmiş olmalarıdır.Grubumuz bu nitelikte bir yargının gerçeğe dönüşmesi için baskı mekanizması olacaktır.
Özel hayatın gizliliği, haberleşme özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı devlet tarafından rutin tarzda ihlal edilmektedir. Telefon dinleme ve e-posta izleme gibi uygulamalar; mahkeme kararı dahi olmadan gerçekleştirilebilen genel bir ihlal halini almış olmaktadır.Grubumuz, bu temel hakların ihlal edilmemesi açısından, yasalarda getirilmiş cezaların ağırlaştırılması ile ihlallere son verilmesi için etkin şekilde çalışacaktır.
DGM’lerin kaldırılmasından sonra siyasi ve örgütsel davalara ilişkin yargılamaların Özel Ağır Ceza Mahkemelerine bırakılmış olması, esasen özel, olağanüstü ve hukuk dışı politik yargılamanın devam ettiği anlamına gelmektedir. Özel Ağır Ceza Mahkemelerinin, özel yetkiler ile özel yargılama yapabilmesi; yargılamanın birliğine ve tabii hakim ilkesine de aykırıdır. Özel ağır ceza mahkemeleri; politik yargılama yapan taraflı mahkemeler olduklarından,siyasi nedenler ile açılan davaların bütün Ağır Ceza Mahkemelerine herhangi bir ayrım olmaksızın tevzi edilmesi için düzenleme yapılmalıdır.
Özel Ağır Ceza Mahkemelerinde görülen davalarda vekillik yapan meslektaşlarımızın yargılanmakta olan sanığa isnat edilen suç, veya sanık ile özdeşleştirilmesi avukat ile savunma hakkının doğrudan baskı altına alınması demektir, kabul edilemez.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu‘nun 28/1 maddesinde; "Danıştay ve idare mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarece geciktirilmeden işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur" hükmünü barındırırken, Anayasa‘nın 138/4 maddesi ise; "yasama ve yürütme organları ile idare; mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini de geciktiremez" düzenlemesini taşımaktadır. Buna rağmen yürütme ve idarenin yargı kararlarını yer yer yerine götürmediği görülmektedir.Grubumuz yönetime geldiğinde,mahkeme kararlarının yerine getirilmemesine karşı aktif baskı gücü olacaktır.
Yasal faiz oranı yıllık %9 iken, Baro aidatı, vergi ve sigorta primleri açısından yıllık %60’oranına varan faiz oranlarının uygulanması hakkaniyet ölçüsüne aykırı olduğundan, söz konusu faizlerin, yasal faiz oranına indirilmesi için çalışma yürütülmelidir.
Grubumuz vatandaşa parasız eğitim hakkı, parasız sağlık güvencesi ve herkese sağlanacak konut hakkından yana olduğu gibi, her bireyin insanca bir ücretle çalışma hakkından da yanadır.
Grubumuz Baro yönetimine geldiğinde; TOKİ ile anlaşarak, toplu konutlandırma yolu ile bütün avukatlara ucuz konut edinme imkanı sağlayacaktır.
Sağlık hizmetlerinin parasız ve kolay ulaşılabilir hale getirilebilmesi ve daha kaliteli sağlık hizmeti sunulabilmesi açısından, TBB hastanesi kurulmalıdır.
Adliyelerin yönetimi Başsavcıların yönetimine terk edilmemelidir. Savcıların yanında, Baro yönetiminden görevlendirilecek avukatların toplamından oluşacak bir kurul tarafından adliyeler yönetilerek düzenlenmelidir.
Ankara Barosu ABEM’ den değil, Adliyenin içinden yönetilmelidir. Baro ve Baro yönetimi avukatlardan kaçırılmamalıdır. Başkan odaklı Baro yönetimi yerine, ekip odaklı baro yönetimi benimsenmelidir.
Ankara Barosunun kuruluşundan günümüze bütün etkinlik ve kararları ile belgelerinin dijital ortama aktarılarak düzenli bir arşiv oluşturmalıdır.
Grubumuzun yönetimindeki Baro, avukatların saatlerce duruşma kapılarında bekletilmemesi için girişimlerde bulunacaktır.
Grubumuz,İcra Dairelerinde ve diğer kurumlarda menfaat sağlayarak iş yaptıran avukatların eylemlerini meslek ahlak kurallarına aykırı bulduğundan,herkese eşit etkin şekilde Disiplin Kurulunu işleterek ve ilgili kurumlara uyarı yazıları göndererek, avukatın imajını sağlama çabası içresinde olacaktır.Avukatın toplumdaki algılanışını doğru temelde değiştirmek ve yükseltmek de en önemli çalışma konularımızdan olacaktır.
Grubumuz,yönetime geldiğinde Adalet Komisyonu nezdinde gerekli girişimlerde bulunarak;hacizler için tahsis edilen araçlarda taksimetre bulundurulmayarak, takribi kriterlerle yüksek oranda ulaşım ücretlerinin dosyalara yazdırılması uygulamalarını son verecektir.
Grubumuz Ankara Barosu yönetimine geldiğinde,mali ve idari şeffaflığı esas alacak,bütün gider ve gelirlerini iki haftada bir periyodik aralıklarla ve düzenli olarak web sayfasında üyelerinin denetimine sunacaktır.
İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri kalem işlerinde,Devlet Güvenlik Mahkemelerini dahi aratacak kadar zorluk çıkarabilmektedirler.Grubumuz, Baro yönetimine gelir gelmez bu ve benzeri sorunlara müdahale edecektir.
Danıştay ve Yargıtay binalarına girişte avukatların ray cihazından geçerken,üzerindeki bütün eşyalar çıkartıldıktan sonra girişine izin verilmesi,hakim ve savcıların ise aynı uygulamadan geçirilmemesi ayrımcılık olduğu kadar,meslek onurunun ayaklar altına alınmasıdır.Barolar Birliği ve Ankara Barosunun bu ve benzeri uygulamalara karşı hiçbir girişimde bulunmaması, meslek onurunu korumak açından etkin ve müdahaleci olmadıklarını göstermektedir.Grubumuz yönetime gelir gelmez, avukatlık onuru ile bağdaşmayan bu ve benzeri uygulamalara müdahale edecektir.
Danıştay ve Yargıtay daki avukat odaları işlevsiz durumdadır,avukatlık mesleğinin ihtiyaçları ile bağdaşmadığından,her türlü teknik donanıma kavuşturularak, meslek onuruna yaraşır düzeye getirilmesi zorunludur.
Grubumuzun yönetimindeki Baro, Avukatların vize sıkıntısı yaşamaması açısından, yeşil pasaport sahibi olması için düzenleme yapılması konusunda çalışmalar yürütecektir.
Grubumuzun yönetimindeki Baro, Kpss, Açık öğretim ve diğer kurslarda; kurs hocalarının avukat olması şartının getirilmesi açısından çalışma yapacaktır.
Grubumuz,Baro otoparkının bitişiğinde bulunan ve özel şahıslar tarafından işletilen oto parkı satın alarak, veya uzun süreli kiralayarak var olan park alanını genişletip yeniden düzenleyerek, avukatların park çilesine son verecektir.
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubunun yönetimindeki Ankara Barosu, ücretsiz yabancı dil eğitimi organize edecektir.
Grubumuz,avukatlar arasında dayanışma ve kaynaşmayı yoğunlaştırmak için sosyal projelere destek olmayı,her yıl çeşitli branşlarda Ankara Barosu Spor oyunlarını tertiplemeyi,kültür ve sanat alanlarındaki aktiviteleri desteklemeyi,her yıl hukukun değişik alanlarına ilişkin temel toplumsal sorunların çözümüne dair makale yarışmaları düzenlemeyi önemli çalışma hedefleri arasında saymaktadır.
Grubumuz, Ankara Barosu Yönetimine geldiğinde; yılda bir “Temel Sorunların Çözümü İçin Hukuk Kurultayı” larını düzenli olarak ve bütün aidiyetlerin sorunlarını kapsayacak şekilde gerçekleştirerek, konuşma ve metinleri yayımlayacaktır.
Grubumuz,yönetime geldiğinde,programız da sıraladığımız temel siyasi-toplumsal özgürlüklerin hukuksal güvencelerle sağlanması ve meslek sorunlarının çözümü için; Baromuza üye meslektaşlarla cüppeli yürüyüşler,mitingler,protest eylemler,sempozyumlar,konferanslar,paneller basın açıklamaları yaparken,yayıncılık faaliyetini yoğunlaştıracak ve çeşitli konularda iptal davaları yanında,kanun tasarıları hazırlayıp önererek hükümetler üzerinde etkinlik kurmaya çalışacaktır.
Grubumuzun yönetiminde bulunduğu Ankara Barosu; işkence,orman yakmak gibi suçlar yanında özelde kadın hakları,çocuk hakları ve genel anlamdaki diğer insan haklarının ihlaline karşı etkin şekilde mücadele edecektir.
Baro bağımsız, katılımcı ve demokratik bir anlayış ile bütün üyelerinin aktif katılımına ve her açıdan denetleyebilmesine açık olmalıdır.Yönetim anlayışımız; saydamlık, katılımcılık, etkinlik, denetlenebilirlik, hesap verebilirlik, yerindelik, bağımsızlık, tarafsızlık ölçütlerine dayalıdır.Savunma kurumu olan Baro, grubumuzun yönetiminde; savunma makamına her aşamada sahip çıkacaktır.Bağımsız, özgürlükçü, demokratik, etkin, etkili, üretken, Baro için varız. Statükoya eklemlenen Baro değil, özgürlükçü ve yenilikçi Baro için varız.Yasakçı ve uysal ve biat eden,toplumsal sorunları devletin retçi çizgisi temelinde görmezden gelen, Baro değil, bağımsız, özgürlükçü, etkin ve her toplumsal soruna duyarlı bir Baro için varız.Düşünce özgürlüğünün değerini bilmeyen ve düşünceden korkan Baro yerine,bütün toplumsal sorunları tartışan,çözüm sunan ve bunun için tasarılar gerçekleştiren Baro için varız.
Programımızda sırladığımız ilke ve çalışma konularına katılan her meslektaşımızı siyasi görüşü,etnik kökeni ve dinsel inancı ne olursa olsun devrimci veya demokrat sıfatı içerisinde gördüğümüzden,birlikte örgütlenmeye, mücadeleye,yönetimde ortaklaşmaya, istisnasız her aidiyetin özgürlüğünü hep birlikte yaratmaya katkıda bulunarak gerçek kardeşlik ve özgürlük hukukunu oluşturmaya,meslek sorunlarının en kapsamlı programını gerçekleştirerek çözüm gücü olmaya çağırıyoruz.Ankara Barosu Genel kurullarında on yıllardır liste oluşturan bütün gruplar(Baroda Birlik Grubu,Demokratik Sol Avukatlar Grubu,Çağdaş Avukatlar Grubu) üzerinde durduğumuz temel toplumsal sorunlara sırtını dönerek program ve bildirilerine dahi konu etmediklerinden, tartışmak dahi istemediklerinden ve bu yolla devletin statükosunun bir parçasına dönüştüklerinden,öte yandan mevcut egemenlik sisteminin içerisindeki çatışmaya devam eden iki çizginin(Kemalizim ve Yeni Osmanlıcılık) mücadelesinin bir unsuruna dönüşerek tartışmalarını genel kurullarımıza taşıma dışında hiçbir ufukları bulunmadığından,birkaç meslek sorununa atıfta bulunmalarına rağmen,hiçbirini çözemediklerinden,verili olan bu gruplara ve gündemlerine teferruat,yada mütemmim cüz olarak eklemlenen,edilgen,kullanılan,seçeneksiz,programsız,gabin halindeki avukat olmak yerine;eklemlenmeyen,seçeneğini ve programını ortaya koyan,kendi gündemini Genel Kurullara taşıyarak zihniyetleri değiştirme sürecini başlatan özne avukat olmak için varız.
DEVRİMCİ-DEMOKRAT AVUKATLAR GURUBU
Kürd Avukatlarda çok uzun yazıyorlar