بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Aso Zagrosi on 2 August 2014

Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı temel haklardan biridir. Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı, insan haklarının da temel koşuludur. Kendi geleceğini tayin hakkına sahip olmayan bir ulusun insan haklarından tam olarak yararlandığı söylenemez. Eğer bir ulus geleceğini tayin hakkına sahip değilse o ulusun fertlerinin insan haklarından sağlıklı bir şekilde yararlandıkları ileri sürülemez. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, seçme seçilme özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü gibi özgürlüklerin sağlıklı bir şekilde kullanılabilir olması, o ulusun kendi geleceğini tayin hakkına sahip olup olmamasıyla yakından ilgilidir.

16 Aralık 1952 tarihli ve 637 (VII) Sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı, halkların ve ulusların kendi geleceklerini tayin hakkının her türlü insan haklarından tam yararlanmanın ön koşulu olduğunu söyler.

Bu karar uyarınca 1. Maddede şöyle söylenmektedir: “Tüm halkların kendi geleceklerini belirleme hakları vardır. Bu haktan ötürü, siyasal statülerini özgürce saptayarak ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce gözetebilirler.”

Kürdistan Bölgesel Yönetimi

Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi, kendi geleceğini tayin hakkını her zaman gündemde tutuyordu. 2014 yılı, Haziran ayının ilk yarısında IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti) Irak’taki saldırıları ve bu saldırılardan sonra gelişen olaylar, Güney Kürdistan’da Kürtlerin kendi geleceklerini tayin hakkını çok daha yaşamsal bir şekilde gündeme oturtmuştur. Gerek Kürdistan’da gerek Türkiye’de, gerek Ortadoğu, Avrupa, ABD gibi alanlarda Kürdistan’ın bağımsızlığı konuşulur, tartışılır hale gelmiştir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık için referandum yapma kararı almıştır.

Burada Kürtlerin kendi geleceklerini tayin konusunda temel birkaç sorunun sorulması gerekir. İlk soru şu olmalıdır:

Soru 1

Kürdistan Bölgesel yönetimi tek taraflı olarak Irak’tan ayrılma hakkına sahip midir?

Bu sorunun cevabı elbette “evet”tir. Çünkü Kürdler, baskıyla zulümle, soykırıma varan operasyonlarla yönetilmektedir. Enfal, Halepçe unutulamaz. Bu süreçte sistematik olarak, baskı, zor, soykırım vardır.

Güney Kürdistan’da Kürtler üzerindeki baskı, zulüm, soykırım 20 Mart 2003’te ABD’nin ve koalisyon güçlerinin Irak’a, Saddam Hüseyin rejimine yaptıkları müdahale ile son bulmuştur. Bu müdahale sonunda Saddam Hüseyin rejimi yıkılmış, ordu dağıtılmış, El-Muhaberat dağıtılmış, Baas Partisi kapatılmış, kitle imha silahları yok edilmiştir. Kürdleri tehdit eden belli başlı güçlerin ortadan kalkması sonucu Kürdistan Bölgesel Yönetimi kurulmuştur.

Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra yapılan Irak anayasasının uygulanmaması Kürdleri kaygılandıran temel bir konudur. Örneğin anayasanın 140. Maddesinin uygulanmaması, Irak’ta merkezi hükümetin, Saddam Hüseyin rejiminin anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Bu madde Kerkük’te ve Kürdistan’dan koparılan öbür topraklarda nüfus sayımı yapılmasını öngörmektedir. Bu sayımın yapılmaması, Saddam Hüseyin dönemindeki haksızlıkların, sürgünlerin Kerkük ve çevresinin nüfus yapısının değiştirilmesinin aynen sürdürüleceği anlamına gelmektedir.

11 Mart 1970’de, Irak’da, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mele Mustafa Barzani ile, Irak Devrim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı Saddam Hüseyin arasında, Kürd Bölgesi’nin özerkliği konusunda bir anlaşma yapılmıştı. Kerkük, taraflar arasında ihtilaflı bir bölgeydi. Bu anlaşmazlık, Kerkük’de sayım yapılarak giderilecekti. Ama, Saddam Hüseyin, Kürdistan’ı müşterek olarak denetleyen öbür devletlerde de yardım alarak bu sayımı yapmadı. Bu da 1973 sonunda , savaşın tekrar başlamasın neden olmuştu.

2014 yılı başından itibaren, diyelim altı aydan fazla bir zamandır merkezi yönetimin federal bütçeden Kürdlerin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hakkı olan % 17’lik payı ödememesi Kürdleri kitlesel olarak mağdur eden bir durum yaratmıştır.

IŞİD’in Haziran’ın ilk yarısında Irak’ta yaptığı saldırılardan sonra, 140. Madde fiilen yaşama geçmiştir. Zira bu saldırılar sırasında Irak Ordusu IŞİD’le bir çatışmaya girmeden Kerkük’ten ve Kürdistan’dan koparılmış, öbür alanlardan çekilmiş, Irak ordusunun çekildiği bu alanları peşmergeler kontrol etmeye başlamıştır. 140. Madde bu şekilde yaşama geçmiştir.

Bu saldırıların diğer bir sonucu da artık Irak’ın Kürdistan’la ilgili uzun bir sınırının kalmamış olmasıdır. Kürdistan artık IŞİD’le sınırdaştır. Irak da öyledir. Kürdistan’ın Irak’la 20-25 km.lik bir sınırı kalmıştır. Artık Kürdistan Irak’tan değil, Irak Kürdistan’dan ayrılmıştır.

Bütün bunlar Kürdistan’ın tek yanlı bir şekilde Irak’tan ayrılma ve kendi geleceğini tayin hakkına sahip olduğunu açıkça göstermektedir.

Soru 2

Bu süreçte sorulacak ikinci soru şudur: Uluslararası hukuk Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne tek taraflı olarak Irak’tan ayrılma hakkı verir mi?

Bu sorunun cevabını biraz daha ayrıntılı bir şekilde vermek gerekir.

14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 (XV) sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı çok önemlidir. Bu, “Sömürge Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Tanıma Bildirgesi”dir. Bu, 24 Ekim 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2. ve 55. maddelerinin biraz daha somutlaştırılmış bir biçimidir. 7 maddelik bu karar şöyledir:

1. Halkların yabancı boyunduruğu, egemenliği ve sömürüsü altında bulundurulması, temel insan haklarının yadsınmasıdır. Birleşmiş Milletler Antlaşmasına aykırı ve dünya barışı ve işbirliğinin geliştirilmesine bir engeldir.

2. Tüm halklar kendi geleceklerini belirleme hakkına sahiptir, bu haktan ötürü kendi siyasal statülerini özgüce belirler ve ekonomik, toplumsal kültürel gelişmelerini özgüce gözetir.

3. Siyasal, ekonomik, toplumsal ya da eğitsel bakımdan hazırlıksız olma, hiçbir zaman bağımsızlığı geciktirme gerekçesi olamaz.

4. Bağımlı halklara karşı uygulanacak tüm silahlı eylemler ve her türlü bastırma önlemleri, bağımsızlıklarını kazanma haklarını barışçı yollarla ve özgürce kullanma olanağı bulabilmeleri için durdurulmalı ve ulusal ülke bütünlüğüne saygı gösterilmelidir.

5. Vesayet Altında Bulunan ve Kendini Yönetmeyen Ülkelerle henüz bağımsızlığını kazanamamış tüm öteki ülkelerde, koşulsuz ve kuralsız olarak, özgürce belirttikleri istem ve istek uyarınca ırk, inanç ya da renk bakımından herhangi bir ayrım yapılmaksızın tam bağımsızlık ve özgürlükten yararlanmaları için tüm yetkileri bu ülkelerin halklarına aktarmak üzere ivedi önlemler alınmalıdır.

6. Bir ülkenin ulusal birliğinin ve toprak bütünlüğünün tümüyle ya da bir bölümüyle bozulmasını amaçlayan herhangi bir eylem, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın amaç ve ilkeleriyle bağdaşmaz.

7. Tüm Devletler, her Devletin eşitliği ve içişlerine karışılmazlığı temeli üzerinde ve tüm halkların egemenlik hakları ve toprak bütünlüğüne saygı göstererek Birleşmiş Milletler Antlaşmasının, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ve bu bildirgenin hükümlerini inançla ve titizlikle gözetmelidir.

Görüldüğü gibi, 1, 2, 3, 5. Maddeler, sömürgelerin, sömürge halkların bağımsızlığını dile getiren maddelerdir. 4, 6, 7. Maddeler ise toprak bütünlüğünü koruma adı altında, bu dört maddenin işlemesini imkansız hale getiren maddelerdir.

Sömürge ülkeler, denizaşırı, okyanus ötesi olabileceği gibi, ana ülkenin bitişiğinde, ana ülkenin uzantısında da olabilir.

Uygulamada gördüğümüz şudur: Eğer metropol ülke ile sömürge ülke arasında denizler varsa, okyanuslar varsa… işte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, bu sömürgelerin, buralardaki sömürge halkların bağımsızlığını dile getirmektedir. Bunlar genel olarak Afrika’daki sömürgelerdir.

Afrika’yı sömürgeleştiren devletler Büyük Britanya, Fransa, Hollanda, İspanya, Belçika, Portekiz, Almanya, İtalya gibi devletlerdir. Bu devletlerle sömürgeleri arasında denizler, okyanuslar vardır. İşte Birleşmiş Milletler bu sömürgelerin bağımsızlıklarını dile getirmektedir. Bu sömürgelerin bağımsızlığını teşvik etmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Afrika’da sadece iki bağımsız devlet vardı: Habeşistan ve Liberya. 1960’lardan sonra Afrika’daki bu sömürgeler bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Sömürgelerin bağımsızlaşması 1960’larda, 1970’lerde gerçekleşmiştir. Ve sömürgeler 1885 sınırlarıyla bağımsızlaştılar. 1885’te Afrika, yukarıda adları belirtilen Avrupa devletleri tarafından paylaşılmıştır. Daha doğrusu fiili durum 1885’te resmileşmişti.

Afrika’da sadece dört devlet silahlı mücadeleyle bağımsızlıklarına kavuştu: Cezayir (1954-1962), 1970’lerin ilk yarısında da Portekiz sömürgeleri Gine Bissau, Angola ve Mozambik. Bugün Afrika’da 57 bağımsız devlet var.

Uluslararası Hukuk, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne tek taraflı olarak Irak’tan ayrılma hakkı verir mi? şeklinde bir soru sormuştuk.

14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı’nın 4, 6 ve 7. maddelerinin, ana ülkelerin bitişiğindeki veya uzantısındaki sömürgelere, devletlerin toprak bütünlüğü anlayışını savunarak bu hakkı vermediği görülmüştür.

Bunun için de ana ülkeye bitişik sömürgelerdeki yönetim biçimlerine ve toplumsal koşullara bakmak daha önemli olmalıdır. Ama bu konuya geçmeden önce 1966’da onaylanan ve 1976’da yürürlüğe giren İkiz Sözleşmelerin 1. maddelerine bakmak gerekir. Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 1. Maddesi şöyledir:

Madde 1

1. Tüm halkların kendi geleceklerini belirleme hakları vardır. Bu haktan ötürü, siyasal statülerini özgürce saptayarak ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce gözetebilirler.

2. Tüm halklar, karşılıklı yarar ilkesine dayalı uluslararası ekonomik işbirliği ve uluslararası hukuktan doğan herhangi bir yükümlülüğü zedelemeksizin kendi doğal zenginlik ve kaynaklarını, kendi amaçları için özgürce kullanabilir. Bir halk, hiçbir koşulda kendi geçim kaynaklarından yoksun bırakılamaz.

3. Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, kendini yönetmeyen ve vesayet altında bulunan ülkelerin yönetiminden sorumlu olanlar da dahil, halkların kendi yazgılarını belirleme hakkının gerçekleşmesini özendirir ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının hükümleri uyarınca bu hakka saygı gösterir.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 1. Maddesi de aynıdır.

İkiz Sözleşmeler, bu haliyle 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı “Sömürge Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Tanıma Bildirgesi”nin 4, 6 ve 7. Maddeleriyle çelişki oluşturmaktadır.

Yukarıda, ana ülkeye bitişik olan sömürgelerdeki yönetim biçimlerine ve toplumsal koşullara bakmak gerektiği üzerinde durulmuştu. Bunun için de 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 Sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı’nın Giriş bölümüne bakmakta yarar var:

Genel Kurul,

Dünya halklarının (milletlerinin) temel insan haklarına insanın vakar ve değerlerine, erkeklerin ve kadınların ve büyük ve küçük (bütün) milletlerin eşit haklarına olan inançlarını yeniden teyid etmek ve daha geniş hürriyet içinde sosyal gelişmeyi ve daha iyi hayat standartlarının iyileştirmek için Birleşmiş Milletler Şartı’da ilan ettikleri kararlılığı akılda tutarak,

İstikrar ve refahın ve bütün halkların eşit haklarına ve kendi kaderini kendi tayin etme

hakkına, ve ırk, cinsiyet, dil veya din ayrımı yapmadan, herkes için insan haklarına ve temel hürriyetlerine evrensel saygı ve riayet ilkelerine dayalı, barışçı ve dostane ilişkilerin şartlarını yaratma ihtiyacının bilincinde olarak,

Bütün bağımlı halkların ihtiras halindeki hürriyet isteğini ve onların bağımsızlıklarını elde etmedeki belirleyici rolünü kabul ederek,

Bu hakların hürriyetlerinin inkarından veya onun önündeki engellerden, gittikçe artan

ihtilafların ortaya çıktığını, bunun dünya barışı için ciddi bir tehlike teşkil ettiğinin farkında olarak,

Birleşmiş Milletlerin Vesayet Altındaki ve Muhtar olmayan ülkelerde bağımsızlık hareketini kolaylaştırmadaki önemli rolünü göz önünde tutarak,

Dünya halklarının ateşli bir şekilde bütün tezahürleriyle sömürgeciliğin sona ermesini

arzu ettiğini kabul ederek,

Sömürgeciliğin devam etmesinin milletlerarası ekonomik işbirliğinin gelişmesini önlediğine, bağımlı halkların sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesini engellediğine ve Birleşmiş Milletler’in evrensel barış idealine aykırı olduğuna kani olarak,

Halkların doğal zenginliklerini ve kaynaklarını, karşılıklı yararlanma ilkesi ve milletlerarası hukuka istinat eden milletlerarası ekonomik işbirliğinden doğan herhangi bir yükümlülüklerine halel gelmeksizin, serbest bir şekilde kendi amaçları için tasarruf edebileceklerini teyit ederek, Kurtuluş sürecinin karşı konulmaz olduğuna ve ciddî buhranlardan sakınmak için sömürgeciliğe ve onunla bağlantılı bütün ayırma ve ayrım yapma uygulamalarına son verilmesi gerektiğine inanarak,

Son senelerde çok sayıda bağımlı ülkenin hürriyet ve bağımsızlığa kavuşmalarını alkışlayarak ve bağımsızlığı henüz kazanmamış olan bu ülkelerde gittikçe artan güçlü hürriyet temayülünü kabul ederek;

Bütün halkların devredilmez tam hürriyet, egemenliklerini kullanma ve millî ülkelerinin tam özgürlüğü hakkına sahip olduklarına kani olarak,

Sömürgeciliği bütün şekil ve tezahürleriyle çabuk ve şartsız olarak sona erdirme zaruretini resmen ilân eder.

Bu sözleşmenin giriş kısmı, sözleşmenin özü ile ruhu ile ilgilidir. Sömürge halkların baskıdan, zulümden kurtarılması, özgürce gelişmelerinin önünün açılması istenmektedir zira sömürgelerin baskıyla, zulümle yönetildiği varsayılmaktadır.

İşte burada baskının, zulmün gerek denizaşırı, okyanus ötesi sömürgelerde gerek ana ülkelerin uzantısında olan bitişik sömürgelerde nasıl oluştuğunu, nasıl üretildiğini irdelemek önemli olmalıdır.

Denizaşırı ve okyanus ötesi sömürgelerle metropol ülkeler arasında binlerce kilometre mesafe vardır. Bazı sömürgelerde bu, 18 bin, 20 bin km.yi buluyor. İnsan gücünde, askeri güçte, savaş araç ve gereçlerinde, lojistikte bir eksiklik meydana geldiği zaman kilometrelerce mesafeyi kat ederek bu eksiklik gideriliyor ana ülkeye bitişik olan sömürgelerde ise böyle bir sorun yok. Bu, bitişik olan sömürgelerde baskının, zulmün çok daha kolay ve hızlı bir şekilde kurulabildiğini göstermektedir. Bitişik olan sömürgelerde baskı, zulüm çok daha devamlıdır, sistematiktir.

Biz, sömürgelerin genel olarak nasıl yönetildiğini biliyoruz. İngiltere’nin, Fransa’nın, Portekiz’in vs. sömürgelerini nasıl yönettiklerini biliyoruz. Hiçbir sömürgeci güç kendi sömürgesinde Saddam Hüseyin gibi sistematik olarak zehirli gaz kullanmamıştır, kullanamamıştır. Niyet etse bile uluslararası koşullarda kınanmaktan çekinerek bunu gerçekleştirememiştir ama Saddam Hüseyin bu konuda son derece rahattır.

Saddam Hüseyin sistematik olarak Kürdlere zehirli gaz kullanma rahatlığını, kolaylığını nasıl buluyor? Düşünelim ki Saddam Hüseyin’in 16 Mart 1988’de Halepçe’de zehirli gaz kullandığı dönemde İslam Konferansı Kuveyt’te toplantı halindeydi. Türkiye’yi dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu.

İslam Konferansı Sonuç Bildirgesi’nde bu soykırıma ilişkin hiçbir eleştirinin hatta soykırıma ilişkin bir imanın bile yer almaması dikkate değer bir durumdur. Bu, Saddam Hüseyin’in Kürdlere soykırım yaparken neden bu kadar rahat olduğunu ortaya koymaktadır. İslam Konferansı’nın Sonuç Bildirisinde örneğin Bulgaristan’da isimleri değiştirilen Türkler konusunda Bulgaristan hükümeti eleştirilmektedir. Aynı nedenlerden dolayı Batı Trakya’daki Türk çocukları için Türkiye’de hazırlanmış bir alfabenin Yunan hükümeti tarafından kabul edilmemesinden dolayı Yunan hükümeti de eleştirilmektedir. Ama Kürtlere uygulanan bu soykırımdan dolayı İslam Konferansı’nın hiçbir eleştirisi yoktur. Bu, bilmezlikten, görmezlikten, duymazlıktan gelinmektedir.

1988’de İslam Konferansı’na üye 53 devlet vardır. Bugün İslam konferansına üye devletlerin sayısı 57’dir.

Bu noktada, Kürd-Kürdistan sorunuyla ilgili en önemli konu, temelde duran konu gündeme gelmektedir. Kürdistan bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış bir ülkedir. Kürdler bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış bir ulustur.

Bu 1920’li yıllarda Milletler Cemiyeti döneminde gerçekleşen bir süreçtir. Dönemin iki emperyal devleti büyük Britanya ve Fransa ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devleti Osmanlı İmparatorluğu ve imparatorluğun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu ve imparatorluğun devamı olarak yeni İran Şahlığı…. Bu dört güç, işbirliği ve güç birliği içinde Kürdlerin, Kürdistan’ın üzerine çullanmışlardır.

1920’lere Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bir statüko kurulmuştur ama bu statüko Kürdlere, Kürdistan’a hiçbir statü vermemektedir. 1945’de kurulan Birleşmiş Milletler döneminde de bu durumun sürdürülmesi, ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gereken bir konudur.

Bugün de Kürdlere baskı zulüm yapan, Kürdlerin haklarını gasp eden, bu baskının zulmün aynen sürdürülmesi için çaba sarf eden devletlerin hepsi de Müslüman devletlerdir. Bütün bunlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin tek taraflı olarak Irak’tan ayrılması sürecinde uluslararası hukuk irdelenirken üzerinde durulması gereken konulardır.

Baskı zulüm söz konusu olduğu zaman bitişik sömürgelerin kurtuluşunun daha öncelik kazanması gerekir. Çünkü, buralardaki baskı,zulüm, denizaşırı sömürgelerdeki, okyanus ötesi sömürgelerdeki baskı ve zulümden çok çok daha ağırdır, sistematiktir.

Milletler Cemiyeti, Birlemiş Milletler… Görüldüğü gibi uluslararası örgütlerin isimlerinde “milletler” sözcüğü vardır ama bu kurumlar milletlerin haklarını hiçbir zaman savunmamışlardır. Daha doğrusu bu örgütler hiçbir zaman devleti olmayan milletlerin haklarını savunmamışlardır. Hep bu milletleri ezen devletlerin haklarını savunmuşlardır. Kürd-Kürdistan olgusu bu durumun çok açık bir göstergesidir. Birleşmiş Milletler’de kararlar alınırken, komisyonlar, alt komisyonlar kurulurken vs. bu durumun baskın olacağı açıktır. Kararların, Kürdlerin Kürdistan’ın, benzer ülkelerin, halkların durumları aleyhine olacağı şüphesizdir.

Bugün Kürdistan’dan çıkarılan petrolün satışı konusunda Hewlêr ve Bağdat arasında gerginlikler yaşanıyor. Saddam Hüseyin döneminde bu ilişkiler şu şekilde gelişiyordu: Saddam Hüseyin Kürdistan’dan çıkardığı petrolden elde ettiği gelirle savaş uçakları, zehirli gazlar, tanklar, toplar, bombalar, mayınlar vs. alıyor, Kürdistan’a bunları gönderiyordu. Kürdistan’ın yakılıp yıkılması, soykırım böyle gerçekleşiyordu. Bugünkü Bağdat yöneticileri de kendilerini güçlü hissetseler Kürdlere karşı Saddam Hüseyin yöntemlerini uygulamaya devam edecekler. Bunları yapamamaları Kürdlerin savunma konusunda iyi organize olmalarıyla ilişkilidir.

Kürd yönetimi ise Kürdistan’ın doğal zenginliklerini Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yaşayan bütün halkların lehine kullanıyor. Kürdistan’daki bayındırlık faaliyeti çok rahat bir şekilde gözlenebilmektedir.

Birleşmiş Milletlerin Çelişkili Kararları

Soru 3

Burada üçüncü bir soru daha sormak gerekir: Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı konusunda Birleşmiş Milletler kararları birbirleriyle çelişiyorsa bu kararlardan hangisi uygulanacaktır?

Örneğin Birleşmiş Milletler’in 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı genel Kurul Kararı’nın 4, 6, 7. maddeleri, 1966’da onaylanan 1976’da yürürlüğe giren ikiz sözleşmelerin birinci maddeleriyle çelişmektedir. 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı kararın Sömürge Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Tanıma Bildirgesi olduğu biliniyor. Bunlardan hangisi uygulanacak denildiği zaman İkiz Sözleşmelerin uygulanmasının gerektiği üzerinde durmak daha makuldur.

16 Aralık 1952 tarihli ve 637 (VII) Sayılı ve insan haklarından tam olarak yararlanmanın temel koşulunun ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı olduğunu vurgulayan kararın da 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı kararla çeliştiği açıktır. Burada da uygulama için, daha yeni tarihli olmaları itibariyle İkiz Sözleşmelere gönderme yapmak daha önemli olmalıdır.

Kosova’nın Bağımsız Devlet Olması

Kosova iki defa bağımsızlık ilan etti. Ekim 1991’de ilan ettiği bağımsızlık ne Yugoslavya’da ne de uluslararası planda bir etki yaratmadı. Ama Kosova’da Arnavutların Sırbistan yönetimiyle mücadelesi sürdü. Sırbistan yönetimi Kosova’da insan haklarını çok ağır bir şekilde ihlal ediyordu. 1998-1999 yıllarında NATO Kosova’daki insan hakları ihlallerinden dolayı Sırbistan’ı bombalamaya başladı. Sırbistan’nın savaş alt yapısı, savaş araç ve gereçleri bu bombardımanla çok eksildi. Kosova’da Arnavutlar bu mücadelelerini sürdürdüler.

Kosova’da Arnavutlar 17 Şubat 2008’de yeniden bağımsızlık ilan ettiler. Bu süreç sonunda ABD ve AB devletleri Kosova’yı bağımsız bir devlet olarak tanıdı.

Bugün Kosova 1 milyon 840 bin civarında nüfusu olan bir devlettir. Ülke 11 bin kilometre kare toprağa sahiptir. Kürdistan’ın bir ilçesi kadar...

Kosova 17 Şubat 2008’de bağımsızlık ilan edince Sırbistan “bağımsızlık ilan etmek uluslararası hukuka aykırıdır” diyerek Kosova’yı Ekim 2008’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na şikayet etti. Sırbistan bu şikayetini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı kararının 4, 6 ve 7. Maddelerine dayandırdı. Sırbistan’ın toprak bütünlüğünün ihlal edildiğini vurguladı. Birleşmiş Milletler bu konuda Uluslararası Lahey Adalet Divanı’ndan görüş istedi. Uluslararası Lahey Adalet Divanı Temmuz 2010’da bu konudaki görüşünü açıkladı. Uluslararası Lahey Adalet Divanı dörde karşı on oyla Kosova’nın bağımsızlık ilan etmesinin meşru olduğunu vurguladı. Böylece Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı kararındaki 4, 6 ve 7. Maddelerin geçerliliğini yitirdiğine dair bir karar verdi.

Uluslararası Lahey Adalet Divanı’nın kararları bağlayıcı değil ama manevi bakımdan devletler üzerinde çok büyük etkisi var. Kosova konusunda daha ayrıntılı bilgi için bk. Çetin Çeko, Kosova ve Kürdistan, 21 Ekim 2013, kurdistanpost.com, gelawej.net, rizgari.online gibi sitelerde bu yazı mevcut.

Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Tutumu

Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık ilan ettiği zaman Irak muhtemel olarak buna karşı çıkacaktır. Uluslararası Lahey Adalet Divanı’nın yukarıdaki kararı ise Kürdlerin lehine önemli bir emsal teşkil etmektedir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak’tan ayrılma hakkını, Bağımsız Kürdistan’ı Irak hükümetiyle, Federal Irak parlamentosuyla konuşmalıdır. Onlarla konuşarak bağımsızlık ilanı yoluna gitmelidir. Irak buna karşı çıktığı zaman da bağımsızlık hakkını yaşama geçirmeye çalışmalıdır.

Bundan dolayı, birlik içinde olmaları, KDP ve YNK’nin, Goran hareketinin, İslami Kürd partilerinin birlik içinde olmaları önemlidir. PKK’yle, PYD’yle gerginliklerin yumuşatılması da önemlidir.

İsmail Beşikçi

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.