İsmail Beşikçi Hoca'nın Savunması
11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na Esas hakkındaki savunma Esas No: 2010/179 Sayın Yargıçlar, 1.Türkiye’de, 21 Ekim 2007 de bir referandum oldu. Bu referandum, Anayasa’nın, Cumhurbaşkanlığı’nı düzenleyen 101. maddesi ile ilgiliydi. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ve beş yıl için seçilmesi öneriliyordu. Referandumda bu öneriler kabul edildi. Anayasa değişikliği ile hukukçular arasında bir tartışma da başladı. “Bugünkü Cumhurbaşkanı beş yıl mı görev yapacak, yedi yıl mı görev yapacak?” Bu konuda hukukçular arasında yoğun bir tartışma var. Her iki görüşü savunanlar da düşüncelerini destekleyici argümanlar ileri sürüyorlar. Sorunu hukuksal olmadığını, siyasal bir sorun olduğunu ileri sürenler de var. Bunlara göre, bunu, Başbakan’ın vereceği karar belirler. 2.12 Eylül 2010’da, bir referandum daha yapıldı. Referandumla anayasanın bazı maddeleri değişti. Bunlar arasında, Anayasa’nın geçici 15. maddesi de var. Referandum geçici 15. maddeyi yürürlükten kaldırdı. Bu değişiklikle hukukçular arasında yeni bir tartışma başladı. Burada önemli olan tartışmadır. Hukuk bu tartışmalarla ilerler. İkinci olay ile ilgili olarak mahkemenin önüne bir dava da gelebilir. Mahkeme bu görüşlerden birine ağırlık veren bir karar alabilir. Belki o karar da tartışılacaktır. Bu tartışmalar hukuku ilerletir. Ama bu görüşlerden birisinin tartışılmasını yasakladığınız zaman iş değişir. Bu yasak hukuku gerileten bir etki yaratır. 1982 Anayasası’ndaki geçici 15. madde tam da buydu. Geçici 15. madde, “Milli Güvenlik Konseyi’nin, konsey döneminde kurulmuş hükümetlerin, Danışma Meclisi’nin, her türlü karar ve tasarruflarından dolayı, cezai, mali veya hukuki sorumluluk ileri sürülemez, bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz” diyordu. Bu yasak hukuku donduran, gerileten, düşün hayatını ve bilim hayatını çölleştiren bir etki yaratmıştır. Buradan Kürt sorununa gelmek istiyorum. İki-üç yıl öncesine kadar Kürt sorununun çok önemli bir sorun olduğunu bazı araştırmacılar söylerdi. Bugün herkes söylüyor. Cumhurbaşkanı, Kürt sorununun Türkiye’nin en önemli sorunu olduğunu söylüyor. Türkiye’de toplumsal ve siyasal gelişmelerin, diplomatik ve ekonomik ilişkilerin yolunun Kürt sorunu tarafından tıkandığını, Türkiye’nin önünün açılması gerektiğini söylüyor. Başbakan ve bakanlar benzer söylemleri dile getiriyor. İki yıldır, Kürt sorunu konusunda basında önemli tartışmalar oluyor. Televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde bu tartışmaları izlemek mümkündür. Bu tartışmaların sürmesi gerekir. Bugün Kürtlerle ilgili olarak en çok “çözüm” konusu konuşuluyor. Hâlbuki sorunun temel niteliğini konuşmak da önemli olmalıdır. Dava konusu olan yazıya gelince: Araştırmacılar, bilinçlerine çarpan tarihsel ve toplumsal konularda inceleme, eleştiri yapabilmelidirler. Örneğin Kürtlerin, Ortadoğu’daki nüfusu en az 40 milyondur. Fakat Kürtlerin, uluslararası örgütlerde, uluslararası ilişkilerde herhangi bir siyasal statüsü söz konusu değildir. Avrupa Konseyi’ne üye, Andorra, San Marino, Monaco, Liechtenstein gibi devletler vardır. Nüfusları 30 bin, 40 bin civarındadır. Bunlar, 53 üyeli Avrupa Konseyi’nin üyeleridir. Dünyadaki 207 devletten dördü bunlardır. 192 üyeli Birleşmiş Milletler’in dört üyesi bu dört devlettir. Luxemburg, Kıbrıs, Malta 27 üyeli Avrupa Birliği’nin üyeleridir. Bu üç devlet, aynı zamanda Avrupa Konseyi’nin ve Birleşmiş Milletler’in de üyeleridir. 30 bin, 40 bin nüfusuyla bunlar devlet olurken, Kürtlerin 40 milyondan faza nüfusuyla, uluslar arası planda hiçbir siyasal statüye sahip olmamaları üzerinde durulacak bir konudur. Bu tür konular, araştırma inceleme yapan kişilerin bilincine çarpabilir. Bunlar, bilimin, siyasetin ve diplomasinin kavramlarıyla irdelenmesi gereken konulardır. Bunlar, “çözüm” endişelerinin ötesinde konuşulabilmelidir, tartışılabilmelidir. İnsanlar, düşüncelerini özgürce ifade edebilmelidir. Düşünce açıklamalarından dolayı idari ve cezai yaptırımlar olmamalıdır. “Düşün suçu” davalarından dolayı beraat veya mahkûmiyet olmamalıdır. Böyle davalar olmamalıdır. Saygılarımla. 12 Kasım 2010 |