Şeddadi Kürd Devleti Üzerine Notlar(5)
Keykawus’un „ Kabusname“de sözünü ettiği Şeddadi Kürd devletinin Mîr’i Kürd asılı tarihçi İbni El Esiri’nin „Fadil el Kurdî“ dediği „985-1031“(Minorsky, Studies in Caucasian History, sayfa 40) yılları arasında hüküm süren 1. Mîr Fadildır. Mîr Fadil, döneminde Şeddadilerin hükümdarlık alanını genişleten, Hazar ve Gürcü saldırılarına karşı koyan önemli Mîrlerden biriydi. Mîr Fadil „ Ermeni, Gürcü ve Rumlardan oluşan Gürcü ordusuna karşı aldığı yenilgiden sonra çok rahatsız oluyor ve ölüyor“.( Mansur Mexdum, Giringî Kurd û Kurdistan Le Qonaxe Mêjûyekanî Êran ta serdemî Afşarîye, sayfa 94) 1.Mîr Fadil’ın ölümünden sonra oğlu Musa Fadil(1031-1034) yerine geçiyor, fakat hükümdarlığı 3 yıl gibi kısa bir sürede sona eriyor.(Minorsky, age, sayfa 46; Mexdum, age, sayfa 94) Mîr Musa’nın hükümdarlığından sonra oğlu Mîr Leşkerî (1034-1049) babasının yerine geçiyor. Mîr Leşkerî kabilyetli, adil ve savaşçı bir hükümdardı. Mîr Leşkerî Ermeni ve Gürcü ordularıyla girdiği savaşta başarılı oluyor ve dedesi 1.Mîr Fadil döneminde kaptırılan toprakları yeniden kontrol altına alıyor.( o dönem yaşıyan meşhur Kürd şairi Xetranî Tebrizî bir şiirinde Leşkerî’nin Gürcü ve Ermenilere karşı kazandığı zaferi ölümsüzleştirmiştir. Bu savaşın kurban bayramı sürecinde olduğunuda vurgular. Şiir uzun olduğundan dolayı çeviremiyorum, ama Xetranî Tebrizi’nin şiirleri mutlaka Kürdçeye çevrilmelidir. Çünkü o şiirlerinde geniş bir yer Şeddadi ve Rewadi Mirlerine ve onların savaşlarına veriyor) Mîr Leşkerî’nin ölümünden sonra oğlu Anuşirwan yerine geçiyor ve sadece bir yıl hüküm(1049) sürüyor. Şeddadi krallarından en meşhur olanı ve dünyaca en çok tanınanı Ermenilerin Apou Sivar, Arapların Abu El Uswer ve Bizansların Aplesphares dediĝi Mîrdir. Mîr Abu Suwar Şawêr(1049-1067) hakkında Keykawus’un Kabusnamesinde anlattığı uzun hikayeyi aktarmak istiyorum. Çünkü, Keykawus uzun süre onun yanında kalıyor. Mîr Abu Suwar Şawêr hakkında Keykawus „Kabusname“nin yedinci bölümünde „Sözü iyi söylemenin erdemini bildirir“ anabaşlığı altında oğluna öğütlerde bulunurken söyle diyor: „…..Ebulesvar Emîr Şâpur bin El Fazil katında, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Şahzade Gilan Şah dedi: Nedir baba, o destanı söyle işitelim. Keykâwus anlattı: Hikaye: Ey ciğerköşem, hacdan başka ulu Tanrı’nın üzerimdeki farzlarını ödemiştim. Ulu Tanrı nasip etti, onu da ödedim. Ne zaman ki Hicaz’dan döndüm mülküme geldim, yine din uğruna savaşmayı istedim. Hindistan tarafına çok savaşa gitmiştim, ama Rum gazasına gitmemiştim. İstedim ki Rumlara karşı savaşa gideyim. Hazırlık yaptım, Kuhistan’dan Rum’a doğru yola çıktım. O zamanlar Rum’un sınırı Gence idi. Gence’de bir bey vardı, adına Ebulesvar Emîr Şâpur bin El Fazil derlerdi(R.A). Bu Gence Melikî Ebulesvar ulu padişahtı, akılı, bahadır, doğru ve iyi konuşan, dini dürüst, itikabı bütün ve aklını iyi kullanan bir kişiydi. Padişahların töresinde cümle erkanı yerli yerindeydi, durduğu yerde hünerli. Boş değildi. Ben Melik’in katına vardım, beni görünce gayet hürmet etti, ululadı, höş gördü, ağarladı, benimle görüştü ve söze başladı. Her konuda kapılar açtı. Bana bir şey soruyordu ve bende ona karşılık cevap veriyordum. Şöyle ki benim sözlerimi beğenirdi. Her sözümü ve her işimi beğendikce bana çok bağışlarda bulundu. Bu lütfile bir süre orada kaldım, bir çok kez gazaya girdim ve çıktım. Sonra yine mülküme gitmek için destur diledim, beni gitmeye komadı. Bende onun bunca iyiliğini gördüğüm için desturunu almadan gitmeyi uygun bulmadım. Bir nice yıl onun katında eğlendim. Beni gayet üstün ve değerli görürdü. Yemekte ve içmekte meclisinde hazırdım. Sözü ve sohbeti her dem benimleydi. Alemin halinden, padişahların hikayesinden ve geçmiş tarihlerden sorardı ve bende karşılık olarak bildiklerimi anlatırdım, tâ şu olaya kadar. Bir gün bizim ülkemiz Kuhistan mülkü, Gürgan ve Taberistan tarafı ve her mülkün acayip yanları anıldı, döndü Ebulesvar bana: -Sizin elde de acayip şey varmıdır? dedi. -Evet, vardır dedim. -Nedir, açıkla dinliyelim, dedi. Bende şunu anlattım: Gürgan rûstalarında, yani taşra elinde bir köy vardır ve o köyün bir pınarı var, köyden uzaktı. Kadınlar ne zaman desti ile götürüp suya varsalar-bu kadınlar su destisini başlarının üzerinde taşırlardı- yanlarında destisiz bir kadında götürürlerdi. Onlar köye geri gelirken, yanlarında göötürdükleri destisiz kadın bunların yanında yürürdü. Yeşilce bir kurtcağız olursa yolda, o kadın o kurtcağızı nerede bulsa alır, yolun kenarına koyardı, tâ ötekiler o kurtcağızın üstüne basmasınlar. Eğer destiyi götürenlerden birisi o kurtcağızı görmeyip de basacak olursa, kurt ayağı altında ezilir ve o anda başındaki su kokar, murdar olur ve o suyu dökerler ve destiyi tekrar yıkar, taze su alırlar ve yine geri dönerler. Eğer gelirlerken yine o kurtcağıza basacak olursa, desti deki su yine kokar, yine o suyu dökerler, dedim. Melik Ebulesvar benim bu sözümü dinlediği zaman, yüzünü çevirdi, bir süre benimler konuşmadı, küstü. Ama ben küsüp konuşmamasının sebebinin ne olduğunu bilmezdim. Sonunda bir gün Ebulesvar’ın bir veziri vardı, adına Pîruzanî Deylemî derlerdi, benim yanıma geldi ve ona sordum. -Ya Vezir, Melik benimle niçin konuşmuyor? Vezir dediki: Devam edecek Aso Zagrosi