Ana içeriğe atla

Güney Kürdistan’daki Gelişmelerle İlgili Xecê ile Röportaj(2.bölüm son)


Aso Zagrosi: Bu son gelişmelerle birlikte dışardan bakıldığı zaman YNK ve KDP ilişkileri de eski havada gitmiyor. Bir yıldan beri Kürdistan Başkanı’na bir yardımcı atanmadı. Son gelişmelere karşı Mam Celal tümden sessizliği tercih ediyor. Sonuçta kendisi YNK’nin birinci adamı… Bu arada Heroxan ve Nawşirwan görüşmesi oldu.. Tüm bu puzlları yanyana getirdiğimizde ve senin başbakanında haberi olmadan Zerewani güçlerinin Suleymaniye gönderilmesini de eklediğimiz zaman ortaya çıkan tabloya bir izah getirebilirmisin?

Xecê: Önce; Mam Celal’in sessiz kalması ile ilişkin görüşlerimi belirtmek isterim. Mam Celal bu gün Irak Cumhurbaşkanı ve bana göre Kürdistan’daki gelişmelere en son müdahale etmesi gereken insan. Kürdistan otonom bir ülke ve kendi iç demokratik çözüm yollarını sonuna kadar devreye sokmalıdır. Siyasi talepleri Kürdistan halkının taleplerinden çok farklı olan Irak gibi palyatif bir birliğin Cumhurbaşkanının Kürdistan daki Irak ve bölge açısından son derece ileri olan taleplerle ilgili olarak devreye girmesi bir yana söz sahibi bile olmaması gerekir. Dünya egemen güçlerinin metazori olarak birlikte tutmak istedikleri Irak ve Kürdistan halklarının birbirinden çok farklı siyasi talep ve gündemleri var. Kürdistanlıların kendi siyasi gündem ve taleplerini Iraklı Araplara dayatmasına ne kadar karşı isem aynı oranda Arapların ve şu anda merkezi Irak denen siyasi yapının kurum ve temsilcilerinin de Kürdistan’a müdahalesine bir o kadar karşıyım. Kaldı ki benim tanıdığım YNK geleneğinde dağdayken bile genel sekreter Kürdistan dışına çıktığı andan itibaren tüm yetkilerini alanda kalanlara terkederdi...Tabii ki; Mam Celal de, bir Kürdistan’lı ve YNK’nin Genel Sekreteri olarak görüşlerini kendi teşkilatı üzerinden kitlelere aktaracaktır. Ayrıca; kendi tecrübeme dayanarak özellikle Mam Celal ve Kak Mesud’un sürekli ilişki halinde olduklarına inanıyorum.
Kürdistan Başkan yardımcısının henüz atanmamış olmasının YNK ve KDP arasında var olan stratejik anlaşmaya ciddi bir problem teşkil ettiğini sanmıyorum.

Ciddi bir petro-dolar ülkesinde iktidarın nimetlerini aralarında paylaşan KDP ve YNK yöneticilerinin sıkı ilişkilerinde her hangi bir sorun yaşanmıyor. Son 2 yılda yaşanan tüm siyasi skandallara rağmen Berhem Salih başbakan titrine sahip olmak ile yetindi. Bir Sleymani’li olarak 17 Şubat’ta Sleymani’de yaşanan vahim olayları bile anlamadığını olayların hemen akabinde KDP bürosunu ziyaret edip bir gün sonra işten el çektirilen Lıqi 4 sorumlusu ile TV lere açıklama yaparak gösterdi. Dışarıdan getirilen ve özellikle KDP ‚ye tabii olan Zerewan silahlı güçlerinin Sleymani yakınlarına kendi izni olmadan getirilmesine de, medyaya yansıdığı kadarıyla herhangi bir itirazı olmadı. Ama; kendi aralarında anlaşır görünen iktidarı elinde bulunduran siyasi sınıf ; YNK kitlelerinin geleneksel KDP kitlelerinden farklı olduğunu daha fazla gözardı edemezdi.

Güneydeki KDP 1946’da kurulduğu günden itibaren demokratik sol ve geleneksel Kürd siyasi güçlerini içinde barındırmıştır. 1964 de, bu 2 siyasi eğilim birbirinden acılı bir biçimde ayrıldı. 1975 yenilgisinden sonra kendisini ilan eden YNK, Kürdistan’da; Kürdistani, aydın, demokrat ve sosyalistlerin bir hareketi olarak ortaya çıktı. YNK’nin bu özelliği; memleketimizin Güneyinde “Şari helmet û qurbani “ ve bu günkü deyimle Kültür başkenti olarak adlandırılan Sleymani’de YNK’nin güçlü olmasının başlıca nedenlerinden biridir.
YNK kitlesi, kendisini tüm kazanımların sahibi olarak görür. Küçük ama bana göre çarpıcı olan bir örnek vermek isterim. YNK saflarında Mam Celal dahil birisine „ailecilik“ yapıyor (Binemali….) demek hala ciddi bir itham olarak algılanırken KDP merkez komite üyeleri bile dergilere verdikleri demeçlerde „ben Barzani ailesinin çocuklarının hizmetkari olmaktan gurur duyarım“ demekte herhangi bir sakınca duymamaktadırlar . Dolayısıyla azadi ve demokrasi ile ilgili taleplerin ilk yankıları YNK’nin egemen olduğu alanlardan hatta bizzat YNK’nin kendi içinden duyulacaktı…(Gorran hareketinin ilk kurucularının YNK’nin hatırı sayılır kadroları olduğunu hatırlatmak isterim)

Birkaç günlük bir turistik gezi boyunca bile; YNK ve KDP yöneticileri dahil herkesten ve herfırsatta duyduğumuz ve tüm halkın çözülmesini talep ettiği bu sorunların çözüm talebi neden Sleymani ve Germiyan’da siyasi gündeme oturdu? Dünyanın her yerinde toplumsal sorunlar karşısında her yerde, aynı anda ve aynı biçimde siyasi refleksler gösterilmez. Diyarbekir ve Elazığ yanyanadır, sorunları benzerdir ama siyasi refleksleri farklıdır. 1789’dan bu yana Paris sadece Fransa’nın değil Avrupa’da statükoyu korumak isteyen tüm siyasi güçlerin başına bela olmuştur. Öyleki 19. Yüzyılın ilk yarısında kendisini Avrupa’nın polisi ilan eden Avusturya-Macaristan başbakanı Metternich „Paris’te yağmur yağdığında, tüm Avrupa nezle oluyor“ diyerek, kontrol altına alınması gereken asıl adresi Paris olarak kendi yandaşlarına göstermiştir.
Sleymani hele birde yanına Germiyanı almış ise son 2 yüzyıl boyunca Kürd düşmanlarının korkulu rüyası olmuştur. 200 yıllık bir şehir olan Sleymani kurulduktan 20 yıl sonra modern Kürd ulusal kurtuluş hareketinin ilk silahını Osmanlı ve Fars imparatorluklarına karşı savaşarak patlatmıştır. 1. Paylaşım savaşı sonrası, üzerinde güneş batmaz denen Britanya krallığının ardından Irak krallığı dahil her türden Arap egemeninliğine karşı ulusal direnmenin en ön saflarında yer almıştır. 1700 lü yılların sonunda tüm Kürdistan’dan gelen tek tek birey ve aileler tarafından kurulan Sleymani tüm Kürdistanın bir çatı altında toplanmasıdır. Bu nedenle Kürd halkının ortak öfkesinin tezahürü olarak görülmüştür. Kürdçe eğitimin kesintiye uğramasına izin vermeyen tek şehrimizdir. 1968’de ilk Kürd üniversitesine kucak açan şehirdir. Sleymani, Diyarbekir, Mahabad ve Kamışlo’dur.

Germiyan; YNK’nin 2. alanı olan Germiyan’ı ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde ne anlama geldiğini Osmanlı ve İngiliz arşivleri üzerinden okuyucuya bırakarak sadece 1988 baharında 182.000 kişisini rızgariye feda ettiğini hatırlatmak ile yetineceğim. Ölümden öteye herhangi bir köyün olmadığını defalarca deneyerek yaşayan bu insanların, sadece ‚vatan, millet, Sakarya, masallarıyla yetinmeleri mümkün mü?
İngilizlere karşı kitlesel direnmenin sembolü haline gelen, Piremerd ve Bekes’in meydanı, Berdergi Sera’nın; bu gün Berdergi Serayi Azadi’ye dönüştürülmesinin ne anlama geldiğini Kürd siyasi sınıfı ve özellikle YNK yöneticileri tam da bu nedenlerle ciddiye almak zorundadırlar.
Nitekim, 17 Şubat akşamı resmi medyadaki arrogant ve birkaç „serleyşawaw„‘bozguncu’ açıklamaları hemen ertesi gün üniversite öğrencisi-hocası, aydın ve her meslek ve de yaştan binlerce Sleymani’linin Ber Dergi Sera meydanında ellerinde tatlılar ve bahar çiçekleriyle oturma eylemi başlatmaları ile gerekli cevabı aldı. Sleymani üniversitesi dayanışma eylemlerine başladı. Hewler üniversitesi yüksek öğretim bakanının bile hala tam olarak açıklamayı beceremediği bir biçimde öğrenime 1 Nisan’a kadar ara verdi.
YNK polit-bürosu ve Gorran hareketi arasındaki görüşmeleri, her iki tarafın da kendi kitlesinden maruz kaldığı baskının sonucu olarak algılıyorum. Ayrıca KDP’ninde bu görüşmelere alenen karşı çıktığına rastlamadım. Bu arada özellikle kullandığın dili düzeltmek isterim. Hero İbrahim Ahmed ve Noşirwan Mustafa eski dağ anılarını yadetmek için bir araya gelmediler. YNK polit-büro ve Gorran siyasi hareketi temsilcileri son gelişmeleri değerlendirmek için bir araya geldiler. Bu diyalog arayışlarının daimi olması, mutlaka rızgari-azadi yandaşı her Kürdistanlı bireyin arzusu olmalıdır . Güneydeki siyasi jargona artık yerleşmiş olan „pekewa Jiyan“ ve „gebulkırdıni yektır“ batılı tolerans kelimesinin „tahammül“ içeriğini parçalamış ve farklı olan ile birlikte yaşayabilmenin sınır-şartlarını zenginleştirmiştir. Memleketimizin Güneyi’inde bu siyasi olgunluğa ulaşıldığına inanmak istiyorum.

Aso Zagrosi: Kürdistan Parlamentosunun 23 Şubat'ta son gelişmelere dair aldığı 17 kararı nasıl değerlendiriyorsun?

Xecê: Parlamentonun aldığı bu kararları eğer daha önce verilen ama hemen akabinde ölü metinlere dönüşen kararların akibetine uğramaz ise tabii ki olumlu buluyorum. Kitlelerin taleplerinin kabulü anlamına gelmektedir. Ama tekstin son halinin parlamentodan geçiriliş biçimi daha ilk anda kaygılara neden oldu. Son şeklin bir kez daha parlamenterlerin görüşlerine sunulması gerekirken bir kez daha YNK ve KDP parlamentodaki oy çoğunluğuna dayanarak hemen oylamaya sunarak karar aşamasına geldiler. Son 2 yıldır parlamentoda yer alan muhalif gruplar tam da bu konuya itiraz ediyor ve „toplumsal uzlaşma“ gerektiren konularda sadece parlamentoda ki oy çoğunluğu, muhalefet karşısında baskı unsuru haline getirilmemelidir ‘ diyorlar.

İkinci kaygı verici gelişme kararların ilan edilmesinin ikinci gününde Germiyan ve Kelar’da ortaya çıktı. Kararlardan birisi belki de en canalıcı olanı 17 Şubat’ta iktidardaki bir siyasi partinin bürosundan göstericilerin otomatik silahlar ile taranmasına yönelik idi ve kesin bir biçimde kanundışı olarak mahkum edilmişti. 25 Şubat günü Çemçemal ve Kelar’da aynı olay tekrarlandı. 65 ve 11 yaşlarında 2 kişi –şimdilik- hayatını kaybetti 10 larca vatandaş yaralandı. Bu görüntüler 10 larca internet sitesi aracılışıyla neredeyse canlı olarak yayınlandı. Dolayısıyla kendisini Kürdistan’ın tek sahibi ilan etme meylini gösteren iktidar güçlerinin verdikleri sözler ile ilgili kaygılar taşıyorum. Ama Kürd halkının, çok ağır bedeller ödeyerek kimseye borçlu olmadan sömürgecilerden temizlediği Kürdistan parçasında demokrasi ve özgürlük talebinde de bir o kadar kararlı olduğunu biliyorum.

Aso Zagrosi: Kuzeyli Kürd aydınları ve siyasileri Suleymaniye'de yaşanan gelişmeleri fazla takip etmeksizin negatif tavır almayı tercih ediyorlar. Bunun kaynağı ve nedeni ne olabilir sence? Bu yaklaşımların Kürd kazanımlarına yararı ne?

Xecê: Önce memleketimizin Güneyinde 17 Şubat’ta Sleymani’de başlayan gelişmelerin Kelar ve Germiyan başta olmak üzere heryerden yankı bulduğunu hatırlatmak isterim. Bizler kendi tecrübemizden çok iyi biliriz ki; herhangi bir toplumsal direniş karşısında, bu direnişi tek bir alana ve tek bir toplumsal grup çerçevesine hapsetme çabası iktidarda bulunanların ilk refleksidir. Talepler gözardı edilerek; son gelişmeleri sadece Sleymani ve Gorran siyasi hareketinin sınırları içine hapsetmek böylesine bir siyasi reflekstir. Sadece Kadın insiyatifinin taleplerine kulak verilse; Gorran siyasi hareketinin de nasıl ciddi bir biçimde sorgulandığı görülür.

Son gelişmeler ile ilgili olarak KDP ve YNK ye tabii resmi medyadan gelişigüzel derlenmiş ‘bilgileri’ esas alarak tavır alan Kuzeylilere sadece; kendi şahsın için istediklerini başkaları ve içinden çıktığın halkın için de talep et eğer küçük çıkarların halkının yanında olmana engel oluyorsa en azından edepli olmayı dene demek, istiyorum.

3 haftadır devam eden, toplumun herkesiminden yüzlerce insanın, iktidarda bulunan bir siyasi partinin silahlı güçleri tarafından kurşunlandığı ve en azından 11-65 yaş arası 7 kişinin yaşamını yitirdiği gelişmeler karşısında Kuzeyden okur-yazar ve siyasi sınıfın birçok kez olduğu gibi bu kez de 3 maymunları oynamasını bile tercih ederdim. Çok eşlilik yasası parlamentoda tartışılırken Kürd kadınlarından bir imzayı esirgeyenler bu kez hezar mıxabin kaba deyimle söylemek gerekirse “sahibinin sesi“ olma rolünü üstlendiler.
Kurşunlara hedef edilen insanların niye bu çılgınlığa yöneldiklerini ve ne istediklerini merak bile etmediler. Gazetecilik ve siyasi olma adına iktidar internet sitelerinde sunulan resmi ‚haberleri’ olduğu gibi aktarmak dışında kraldan çok kralcı olmaya soyundular. Taleplerin ne olduğunu merak dahi etmeden bu hareketi önce sadece Gorran grubunun siyasi sınırları içine hapsettiler ardından da Kürd halkının dörtte bir oyunu alarak parlamentoda 25 kürsü ile temsil edilen bir siyasi hareketi ‚tehlikeli’ ilan etme ayıbını da üstlendiler. Daha da ileri gittiler;

„Güney Kürdistan muhalefet güçlerinin siyasi hedefi, yüzyıldan beri devam eden zorlu mücadelelerle ele geçirilmiş ulusal hakların yok edilmesidir.“ Diyerek Kürd halkının yarısına yakın bir kesiminin parlamentoda yer alan siyasi temsilcisini neredeyse Kürd düşmanı ilan ettiler. Enfal reskapelerinin 182.000 canına mal olan kazanımları Germiyan halkı dışında kim ve nasıl koruyabilir? Kimler kendi halkından ve niye korkar? Kendi halkından korkan bu siyasi yaklaşım hepimize çok tanıdık gelmiyor mu? Kemalist rejimin ilk kurbanı Kuzeyli Kürdlerin, benzer bir siyasi yaklaşımı Kürd halkına layık tek kurtuluş yolu olarak dayatmaları karşısında „tarihin acımasız ironisi“ dışında ne denebilir ki?

Oysa, artık sadece tercümanlar üzerinden bilgiye ulaştığımız 60-70 li yıllarda değiliz. Kürdistan’ın en ücra köyünden bilgilere anında hemde görüntülü olarak ulaşmak mümkün. Germiyan Stokcholme birkaç saat uzaklıkta. Kendi küçük projelerine finans kaynağı elde etmek için bu bölgeyi su yoluna çevirenler 1 tek günlerini de Ber dergi Seray Azadi meydanına ayırabilmeli idiler. En azından meydanlarda yükselen talepleri-sloganları duyabilmeli idiler. Bu sloganları You Tube ve onlarca sitede canlı olarak izlemek mümkün iken bizimkiler nereden ortaya servis edildiği bilinmeyen „bir slogana“ kılıç sallıyorlar. Göstericiler „Sleymani bizimdir, yabancılar dışarı….“ Diyerek biryerlere saldırmışlar…ı esas alarak makaleler döşendiler ve ciddi ciddi birilerine savaş açtılar…Bu sözlerin 6-7 Eylül de İstanbul’daki Rum katliamı öncesi kulaktan kulağa yayılan „Atatürk’ün Selanik‘te doğduğu ev bombalandı“ şaiyasına ne kadar benzer olduğundan şüphe bile duyulmadı. Apocu zulümden kaçtığını iddia eden „hukukçular“ bile bu „vurun“ cihadından geri kalmadılar.

Bu tepkiler Memleketimizin Doğusu ve Bin Xet (Suriye) Kürdlerinden gelse idi, bir yere kadar anlamak mümkün idi. Bu parçalarımızda demokratik mücadele geleneği kadük bırakılmıştır. Ama en sıradan türk TV kanallarında bile yıllardır katılımcı demokrasi, ordunun siyasetten elini neden çekmesi gerekir ve anayasaların mutlaka toplumsal uzlaşmaya dayandırılması zarureti tartışmalarının yapıldığı bir siyasi coğrafyada doğan ve en azından son 30 yılını Avrupa’da geçirdiğini iddia eden bu insanların daha bir itinalı davranmasını tercih ederdim. Malesef bu kez de kitlelerin demokrasi talepleri karşısında sınıfta kalındı.
Kuzeyli okur-yazar ve siyasi sınıfın, demokrasi korkularını sadece bir yerlere kapılanmak olarak algılamak da yanlıştır diye düşünüyorum.

İlk okul sıralarından itibaren huşu içinde beyinlere kazınan Jakoben diktatörlük hayalleri dünyadaki hertürden siyasi gelişmeyi-tartışmayı izleyebilmeye-yorumlamaya en büyük engeli teşkil ediyor. Halkı; kendisine rağmen kurtarılması gereken yığınlar olarak gören gardroblarında radikal siyasi islamdan anarşizme kadar her renk ve boydan gömlek bulunduran ve çoktan demode edildiklerinin bile farkında olmayan bu insanlar hala bir Atakürd veya bir Kürd Bismark’ın yaratılması umuduyla yaşamaya devam ediyorlar. Ezberlerinden o kadar eminler ki; içinden çıktıkları halkı hatta kendi anababalarını bile dinlemeye gerek duymuyorlar. 200 yıldır direnen bir halkın Alman veya Türk halkından farklı tepkiler gösterebileceğini tasavvur bile etmek istemiyorlar.

Bir Halkın kollektif hafızasının başlıca temel taşları olan ‚gotinen peşinan’ halklar arasındaki ulusal farklıları da özetler. Kurtarıcılarına bir süreliğine de olsa biat eden bu halklarda ‚büyük balık küçük balığı yutar’denir, bizde ise “golikê malê ji gayê malê natirse’ denir. Rızgari talepleri konusunda kimyasal silahlara eyvallah etmeyen Helebçe’nin, „daha güzel bir yaşam“ talebi için kendisine yabancı Bismarkları beklemek uğruna eline silah tutuşturulmuş kendi çocuklarına neden kolayca boyun eğmediğini anlamaya dahi çalışmıyorlar .
Ezberlerine dayanarak; Kürd halkının kurtarılması gereken geri bir halk olduğuna karar verenler, kendilerini bu halkın neresinde gördükleri sorusuna cevap vermekten özellikle imtina ederler. Ama bizim Kuzey Okur-yazarları: kendilerini yerleştirdikleri yeri terketmeye niyetli görünmüyorlar ve ısrarla kendileri ve içinden çıktıkları halk arasında yeni duvarlar örmeye devam ediyorlar.

Türkler; Kürd halkına hangi göz ile bakıyorsa bizim Kuzeyli okur-yazar ve siyasi sınıf da Kürdistan’ın diğer parçalarına aynı göz ile bakarlar. Nereden ve kimden geldiğine dahi bakmadan hemen üzerine atladıkları davetler sonucu geldikleri Güney’e de ya turist yada sömürgeci vali edası ile yaklaşırlar. Kendilerine asla reva göremeyecekleri uygulamaları “bon pour L’Orient“ diyerek olağan karşılarlar. Türkler, Araplar dahil planetimiz üzerinde yaşayan tüm halklara müstahak gördükleri demokrasiyi Kürd halkına lüx sayarlar. Bu kez o kadar ileri gidildi ki; Kürd halkının sıradan demokratik taleplerini dillendirmesinin ardında ‘dış mihrak’ aranırken sömürgeci İran mollalarından medet umuldu. Böylesi bir ithamın Kürd halkını ne kadar incitebileğinden xecalet duyulmadı.
(yüzyıl boyunca ajanı olmadığımızı ispatlamaya çalıştığımız ABD ve Britanya başta olmak üzere Batı dünyası demokrasi ihracatcıları olarak görüldüğünden bu kez Kaddafi’nin El Qaidesi Kürd halkı açısından İran mollalarına denk geldi. )

Jakoben geleneğin son mohikenleri olarak kendilerini Kürd halkının dışında bir yerlerde konuşlandırıyorlar. Tek tesellim,şu anda sesleri çok duyuluyor olsa da genellikle benim jenerayonumdan gelen bu kesimin bulundukları alanlarda bile fazla bir etkilerinin olmamasıdır. Diyarbekir, Hewler veya Avrupa’daki her hangi bir başkentte yaşamaları fark etmiyor bir an bile kuşkuya gerek duymadıkları ezberleri ve dar çevreleri içinde bir kısır döngü de dönüp duruyorlar. Birbirlerini bile dinlemiyor herkes kendi monologu ile yetiniyor.

Ama, Kuzey Kürdleri denerek genelleme yapmaktan kaçınmak gerek diye düşünüyorum. Bir önceki paragrafta bahsettiğim ve her türden resmi ideolojiye “ez beni-ez xulam” diyenlerden malesef artık umudumu kestim. Sadece yaşlarımızın artık kemale erdiğini hesaba katarak doğa kanunlarının Kürd halkının imdadına yetişmesini ve bu halkı müzmin kurtarıcılarından kurtarmasını bekliyorum.
Korku sınırlarını aşmış, resmi ideolojilere temkinli yaklaşmak gerektiği, katılımcı demokrasi, sivil insiyatif , toplumsal uzlaşma vb kavramlarını günlük yaşamlarında bire bir yaşayan-tartışan ve artık neredeyse 30 lu yaşlarında yeni bir kuşak sesini duyurmaya başlıyor. Benim kuşağım açısından bu kavramlardan sadece birini telaffuz etmek; kendi tecrübelerimden biliyorum, eğer hain-deli ilan edilemiyorsa dışlanmanın gerekçesi sayılıyordu.

Kaldı ki; artık Germiyan ve Haymana eskisi kadar uzak değil ve Haymana’lı Şexbizeyniler Germiyanlı akrabaları ile ilişkide özel aracılar-tercümanlara ihtiyaç duymadan Kürd olma, benzer kaygıları paylaşma temelinde ilişki kuruyorlar. Birbirlerine üstünlük taslamadan birlikte neler yapabileceklerini tartışıyor ve ulaştıkları sonuçlara uygun davranıyorlar

Aso Zagrosi: Kuzey Kürdlerinin Suleymaniye'deki gelişmelerden öğrenebileceği şeyler var mı?

Xecê: Franz Fanon, ‘yeryüzünün lanetlileri’ kitabında, sömürge eğitim sisteminde biçimlenen gencecik beyinlerin nasıl da kendi ana kültürlerini unutarak sömürgeci kültürün gönüllü taşıyıcısına dönüştüklerini anlatır... 70’li yıllarda bu kitabı ilk okuduğumda hiç üzerime alınmamış hatta çok da bozulmuştum. Ana ve baba tarafından 7 atasını sayabilen biri nasıl türk sömürgeci kültürünün taşıyıcısı olabilirdi? Bu felaket olsa olsa „geri“ Afrikalıların başına gelirdi diyerek geçiştirmiştim.

Ama 91 Kürd baharının hemen ardından yaşamaya başladıklarımız, hiç beklemediğim bir anda Franz Fanon ve ‘küçümsediğim’ belirlemelerini tasavur bile edemeyeceğim bir tazelikte karşıma çıkarıyordu. (bu arada son 20 yılda en çok andığım 2 yazarın John Reed ve Fanon olduğunu dostlarıma iletmek isterim)
Franz Fanon ve diğer sömürge halkların maruz bırakıldıkları uygulamalar artık kitaplardan çıkıp somut olgular olarak günlük yaşamımda çanıma ot tıkmaya başlamışlardı. Çok geçmeden; askeri işgali ülkemizden söküp atmanın ulusal kurtuluş kavgasının en kolay aşaması olduğunu şaşırarak da olsa anlamaya başladım. Arap işgalcileri fiziki olarak çekip gitmişlerdi ama ülkemizin yeniden inşa sürecinde zihinsel faaliyetlerimizin her saniyesinde kendilerini yeniden üretmeye devam ediyorlardı. Mandela’nın kendi yoldaşları ile ilgili olarak vurgu yaptığı „bir gün öncesinin özgürlükçüleri iktidar rehavetine çok cabuk kapılarak özgürlük düşmanı kesilebildikleri“ gerçekliğini kendi yoldaşlarımda an be an yaşıyordum.
„Dragon ile uzun müddet mücadele eden Dragona benzer” Çin özdeyişi ve günümüz deyimiyle Stockholm sendromu 18 yıldır Kürd siyasi arenasının bir bölümünde, Güney’de yaşanıyor.

Bir tek Kürdistan ve bir tek Kürd halkı var. Direnen dinamik bir halkın çocuklarıyız. Aynı zamanda; Arap, Fars ve Türk sömürgeci tedrisatının kurbanlarıyız. 18 yıldır Güney’de yaşananlar yarın Diyarbekir, Mahabad ve Qamışlo da yaşanacak olanların ilk habercisidir. Dolayısıyla Güney’deki her gelişme hepimizi çok yakından ilgilendirmeli ve çok değerli bir tecrübe olarak yaşanmalı-değerlendirilmelidir.
.
Neredeyse 3 haftadır memleketimizin Güneyinde yaşananlardan tabii ki öğrenebileceğimiz çok şey var. Ama Bir kez içinde olsa Kürdçe dinleme ve düşünmeye gayret edersek. Ve de en önemlisi ‚demokrasi-özgürlük’ bizim gibi düşünmeyenlerin de hakkıdır, düşüncesini rehber ederek moda deyişle bizim gibi düşünmeyenleri ötekileştirmeden soğukkanlılıkla gelişmeleri izlemeye yönelirsek. Hain-tehlikeli, dışarıdan güdümlüler vb. lanetli kavramlarını sözlüğümüzden söküp atabilirsek. Kaldı ki; bu gün Güney’deki gelişmelere hain-tehlikeli yaftasını yapıştırma telaş-yarışında olanların hemen hemen hepsi kendi yaşamlarında defalarca bu sıfatlar ile karşı karşıya kalmışlardır.
Memleketimizin Güneyine lüks saydığımız demokrasiye İmralı’da sadece adımızın anılmasıyla ne kadar ihtiyaç duyacağımızı artık düşünmeye başlamamızın zamanı geldi sanıyorum. AKP veya Erdoğan’dan daha ne kadar medet umabileceğimizi sanıyoruz. Diyarbekir’de biz Kürdler olarak başbaşa kaldığımızda; birileri kalkıp „ben 30 yıldır dağdayım, 10 binlerce şehidim var, Kürd halkının kazanımlarının tek sahibi ve koruyucusu benim“ diyerek kontrolünde olan silahlı güçleri farklı düşünenlerin üzerine sürdüğünde kısacası sıra kendimize geldiğinde kimin kapısını çalacağız. Brecht’in sözlerini hatırlatmama gerek var mı?

Aso Zagrosi: Xecê aslında sana sormak istetediğim bir hayli soru var. Ama, bu seferlik kendimizi Güney Kürdistan’daki son gelişmelerle sınırladık. Bu uzen röportajdan dolayı sana teşekkür ediyorum.

Xecê: Asıl ben teşekkür ederim.. Tüm okuyuculara sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dıvê ku em  hinbıbın da ku  jı xwe pırsan bıkın. Ev mıjarên ku Xecê xanım behsa wan dıke gelek muhim ın. Dıvê ku em guhê xwe bıdıne vê hewara wê. Dı bloga xwe da, du  sal beriya nıha, dı nıviseki xwe yê bı navê “Du gotın û çend pırs lı ser Helebçeyê” da mın  wusa nıvisibû:     4-Ev 18 salın ku beşeki mezın ya başûra Kurdıstanê û her wusa ev gelek salın ku bajarê Helebçeyê dı bın kontrola hêzên Kurdan da ye. Gelo heta kijan dereceyi bırinên vê tevdakuştına bı çekên kimyayi hatın kewandın û pêçandın? Xelkê ku ne nêzik û ne gırêdayi rêvebırên partiyên Kurdan e (ku pıraniya xelkê dıkebın vê kategoriyê), gelo bı kijan çavi lı rewşa xwe û lı rewşa zenginên derdora YNK û PDK dınêrın? Gelo hın kes û derdor, lı ser êş, kuştın û wêranbûna xelkê Helebçeyê û her wusa lı ser xelkê tevayiya başûra Kurdıstanê, dı sistema bertil û hilekariyê da zengin bûn?   Bınêre: http://huneruraman.blogspot.com/2009/03/du-gotn-u-cend-prsen-l-ser-helebceye.html   Hıngê tevgera Goranê hê derneketıbû. Gelek baş e ku tevgereki weki Goranê derket û bûye aktorê sereke yê muhalefetê. Lewra ku Goran tunebûya wê nerazibûn û muhalefeta xelkê dı bın  hegemonya hereketên  islami da bımaya.

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.