Ana içeriğe atla

Önce Kek Mancel'e alıntılayarak paylaştığı bilgiler için teşekkürler. [b]ihtiyat süvârî alayları adı altında, iki fırka hâlinde, merkezi Erzurum olan dokuzuncu kolorduya bağlandılar.[/b] Kek Mancel'in yazısından tekrar ettiğim bu ibare çok önemlidir. İki fırka, üç alay asker demektir. Eski askeri örgütlenme birimlerinden olan 'fırkalar' bugünkü tugayla tümen arası bir askeri birliğe tekabül etmektedir. Bir fırka üç alaydan oluşmaktaydı. O günün koşullarında bir alay hazarda (barış döneminde) 1000 kişiden, seferde (savaş hali) mevcut artırılarak 1200 kişiden oluşturulmaktaydı. Bir fırka toplam 6 alaya denk düştüğünden azami sayısı 1913 itibarıyla 6 alay gücünde 7200 askere denk düşmektedir. Bundan yaklaşık on yıl öncesine kadar çok garip bir şekilde Kürdistan Teali Cemiyeti soykırım suçlamasına maruz bırakılıyordu. Bu saçma düşünceyi perde arkasında durup el altından pompalayanlar Özcan Soysal, Demir Küçükaydın, İbrahim Seven gibi "Türkiye" partilerinden gelen türk komünistleri idi. İntername'deki tartışmalarda sürekli Kürdistan Teali Cemiyeti'nin 1919 yılında kurulduğunu öne çıkararak, Teali Cemiyeti'nin kuruluşundan 4 yıl önce gerçekleşmiş bir soyıkırıma nasıl katılmış olacağını alaycı ifadelerel sorgulamış ve önün geçmiştim. Şimdi işin aslını bilmeden Hamidiye suçlaması yapılıyor. Hamidiyelerin 1913 yılından itibaren aşiret önderliklerinin komutasından alınarak 9. Kolorduya bağlanması bu andan itibaren devletin askeri örgütlenmesi içinde yer alması ve komutasının ordu kademelerinde görevli muvazzaf subaylara devredilmiş olması demektir. Bu andan itibaren Hamidiyelerin komutasından ve eylemlerinden direkt bir şekilde sorumlu merci merkezi otoritedir, yani Osmanlı'nın kendisidir.. Esas dikkat edilmesi gereken husus şudur. 1915 yılı 1. Dünya savaşı'nın en kızgın devam ettiği bir yıldır ve savaş 1. yılına girmiştir. Savaşın Osmanlı için anlamı büyüktür. Çünkü veliinimeti Alam İmparatorluğu savaşa tutuşmuştur. Osmanlı savaş hazırlığı içindedir. En büyük tehlike sınırdaşı olan Rusya'dan beklenmektedir. Önceki tecrübelerinden ermenilerin durumuna vakıf olan Osmanlı savaşa girişen her askeri güç gibi cephe gerisini ve ikmal hatlarını güvenlik altında tutmak zorundadır. Buna bir de Almanya'nın Azerbaycan petrol yataklarına ulaşabilmesi için mevcut güzergahı "güvenli" hale getirme isteği eklenince ortaya soykırım çıkmıştır. 1915 yılı itibarıyla; Enver Paşa'nın 1916'dan itibaren Ruslara karşı süreceği ve 250 bini Allahu Ekber dağlarında mevta olan sayısı 600 bin civarındaki Osmanlı ordu birlikleri, ayrıca Cemal Paşa'nın bilahare Hicaz, Yemen, Filistin ve Suriye'nin savunması için emrine verilen yaklaşık 500 bin kişilik kuvvet, ilaveten jandarma birlikleri, silahlandırılmış sivil memurlar, paramiliter yapıya sahip Teşkilat-ı Mahsusa o gün için Diyarbakır, Mardin, Halep, Urfa, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Muş vilayetlerinde konuşlanmış olup tahkimat oluşturmakta, askeri tatbikatlar yapmaktadır. Bütün bu orduların sevk ve idaresi Adana'da karargahı bulunan Yıldırım orduları komutanlığınca yürütülmekte, Yıldırım ordularının komutanlığı görevinde ise daha sonra Çanakkale'ye geçecek olan Liman von Sanders adlı Alman genereli bulunmaktadır. Görünürde Enver Paşa Osmanlı'nın Harbiye Nazırı iken bugünün genelkurmay bakanlığına denk düşen Harbiye nezaretini fiilen Liman von Sanders yürütmektedir. Osmanlılar Alman kurmaylarının sevk ve idaresi altındadır. Silahların sahipleri olanlar aynı zamanda ordunun yönetiminde tartışmasız belirleyici konumundadırlar. Ermeni Soykırımı'nın devam etmekte olan savaş ve bu nedenle Kürdistan'a yığılmış bulunan askerlerin mevcudiyeti temelinde değerlendirilmesi gerekir. Ermeni Soykırımı'nı yöreye o gün egemen olan askeri ve siyasi atmosferden ayırarak ele aldığınız zaman gerçek suçluları gizlemek ve ilgisiz suçlulular peydahlamak kolaylaşır. Hafif silahlı güçleriyle birlikte düşünüldüğünde 1 milyon 200 bin civarında askerin varlığı önünde 'iki fırka Hamidiye' Ermeni Soykırımı'nın suçlusu olarak lanse edilebiliyorsa, suç sorumluluğunu asker sayısıyla oranlayarak üleştirmeleri meraklılarına salık verilebilir. Ancak bu da yetmeyecektir, Kek Mancel'in aktarısından da anlaşılacağı gibi Soykırım yıllarında artık merkezi otoritenin emrine ve ordu hiyerarşisine bağlanmış Hamidiyelerin varlığı sözkonusudur. Selam ve sevgiler.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.